Sayfalar

1 Ocak 2011 Cumartesi

Köroğlu

Köroğlu'nun, bu ünlü halk yiğidinin, 24 kollu bir destan kahramanının yaşamı da kesinlikle belli değil. Çoğu söylencelere bağlı görünüyor.

Kimilerine göre, Köroğlu, 16. yüzyıldaki Celali ayaklanmalarında yer almış bir "eşkiya-kahraman"dır. Kimilerine göre, bir yeniçeri ozanıdır. 1577-1590 yıllarında İran-Osmanlı seferine katılmış, bu seferde büyük başarılar sağlayan Özemiroğlu Osman Paşa için söylediği iki şiirle de varlığını saptamıştır. Kimilerine göre, Köroğlu'nun asıl yurdu Anadolu değil, Horasan'dır. Celali'lerle bir ilgisi yoktur.

Bu görüşe göre, Köroğlu, Kun Yabguları soyundan gelme, Oğuznamelerde "Kara-Konak" diye gösterilen "Murat Boyları"nı Sasanlı İranlılara karşı korumuş bir ailedendir. Bu aile Arapçayı'nda ve Yukarı Aras boyunda da egemen olmuştur. Bu ailenin destanı, bütün Önasya Türklüğüne yayılmış Köroğlu destanları olarak yaşayagelmiştir.

Bütün söylencelerden, varsayımlardan çıkan sonuç şudur ki, Köroğlu, ister bir kişi olsun, ister ayrı ayrı birkaç kişi olsun, Türk halkı Köroğlu'nun kişiliğinde bir yiğitliği, halkı, yoksulu, ezileni koruyan bir savaşçıyı, çeşitli katkılarla simgelemiş, yüreğinde, belleğinde yaşatmıştır. Yaşatmayı da sürdürmektedir. 19. yüzyılda yetişmiş olan Dadaloğlu'nda da Köroğlu'nun yiğitliğinin etkilerini açık seçik görebilme olanakları vardır. Sevi şiirlerinde bile, bir yiğit tutum içinde görülen Köroğlu, Anadolu'nun ortak özleminin, duyarlılığının, yiğitlik duygusunun simgesi olarak ortaya çıkmaktadır.

Vitezslav Nezval

20. yüzyılın en önemli Çek şairlerinden olan Vitezslav Nezval, 26 Mayıs 1900'de Moravya'nın Biskoupoky köyünde doğdu. 6 Nisan 1958'de, Prag'da yaşamını yitirdi. Prag'da felsefe, hukuk ve edebiyat öğrenimi gören Nezval, Birinci Dünya Savaşı sonrasında "proleter şiir" hareketine katıldı. 1924'te Çekoslovakya Komünist Partisi'ne girdi. Ülkesinin Nazi işgali altında olduğu dönemde yurdunu terk etmedi ve bir süre tutuklu kaldı. 1934'de Birinci Sovyet Yazarları Kongresi'ne, 1935'te Paris'te Uluslararası Yazarlar Kongresi'ne katıldı. 1945'de ülkesinin özgürlüğe kavuşmasından sonra, Kültür Bakanlığı Sinema Sanatları Bölümü'nün başına getirildi. Şairliğinin yanı sıra besteci, çevirmen, fotoğrafçı, gazeteci, ressam, ve romancı olarak da ürünler verdi. 1920'den sonra yoğun bir şiirsel üretim sürecine giren Nezval, bu yıllarda ülkesinde Poetizm (şiircilik) akımının önde gelen isimlerinden biriydi. Bu akım, gerçekliğin, kendiliğinden şiire ve mutluluk duygusuna dönüşebileceğini savunuyordu. Gerçeküstücülüğü benimsemesine ve bu akımı ülkesine taşımasına karşın, gerçekçi şiirler yazıyordu. 1950'li yıllarda Nezval, gerek Avrupalı gerek dünyanın dört bir yanından aydınlarla biraraya geldi.1953'de ulusal sanatçı seçildi. 6 Nisan 1958'de, Prag'da yazmakta olduğu otobiyografisini tamamlayamadan öldü.

Bertolt Brecht

Bertolt Brecht, kısaca Bert Brecht. Asıl adı Eugen Berthold Friedrich Brecht (doğumu 10 Şubat 1898 Augsburg - ölümü 14 Ağustos 1956 Berlin) 20.yüzyılın en etkili Alman şairi, oyun yazarı ve tiyatro yönetmeni olarak nitelendirilir. Eserleri uluslararası alanda da saygı ile kabul görmüş ve ödüllendirilmiştir. Daha önce Erwin Piscator tarafından adı konulan epik tiyatronun, diğer bir deyişle "Diyalektik Tiyatro"’nun kurucusudur. Brecht kendisini (Walter Benjamin’e söylediği gibi) "Komünist" olarak tanımlar. 

Yaşam 

Çocukluğu ve Gençliği 

Eugen Berthold Friedrich Brecht 10 Şubat 1898'de Augsburg'da dünyaya geldi. Achern doğumlu olan babası Berthold Friedrich Brecht, daha sonra müdürü olduğu Haindlsch Kağıt Fabrikası’nda yönetici olarak çalışıyordu. Annesi Sophie Brecht, Brezing doğumluydu. Gençliğinde Eugen olarak tanınan Brecht, daha sonra Berthold veya Bertolt adını seçti. Annesi, gençliğinde utangaç ve kolay hastalanan Brecht’i sürekli kollamak zorundaydı. İlkokuldan sonra, 1908 – 1917 yılları arasında Peutinger lisesine gitti. Liseyi, savaş nedeni ile uygulamaya konulan, kolaylaştırılmış sınav sonucu bitirdi.

Savaş çığlıklarının atılmaya başladığı zaman, daha okulda iken Horatius’un "Dulce et decorum est pro patria mori" ("Anavatan için ölmek hoş ve onurludur") sözü üzerine yazdığı bir kompozisyonda ““Anavatan için ölmek hoş ve onurludur” sözü yalnızca boş kafalıların rağbet ettiği bir propaganda sloganıdır” cümlesi ile savaşa karşı tavrını net bir şekilde koymuştur. Bu nedenle okuldan atılmakla cezalandırılması gündeme gelmişti. Babasının hatırı ve din dersi öğretmeninin araya girmesi ile bu cezadan kurtuldu. 

Üniversite yılları 

1917 den 1918 e kadar Münih’deki Ludwig Maximilian Üniversitesi’nde doğa bilimi, tıp ve edebiyat okudu. 1918 yılında Augsburg askeri hastanesinde sıhhıye askeri olarak görevlendirilmesinden dolayı öğrenimini yarıda kesmek zorunda kaldı. 1919 yılında derslere girmemek için bir başvuru yaptı ve kabul edildi. Daha sonra da okul etkinliklerine çok nadir olarak katıldı. 29 Kasım 1921 yılında okuldan kaydı silindi. 1921-22 yıllarında Berlin felsefe fakültesine kayıtlıydı; fakat öğrenime başlamadı.

1916 yılında, büyük gençlik aşkı "Bi" diye çağırdığı, Paula Banholzer’le tanıştı. Bu ilişkiden 3 Nisan 1919 yılında oğlu Frank Banholzer, Kimratshofen’da dünyaya geldi. Çocuğa, Brecht’in çok önem verdiği şair Frank Wedekind’in adını verdiler. Küçük Frank ilk üç yılını Kimratshofen’de geçirdi. Sonraları değişimli olarak büyükanne, Brecht’in yeni sevgilileri Marianne Zoff ve Helene Weigel çocukla ilgilendiler. Brecht’in oğlu II. Dünya Savaşı ’nda diğer cephelerin yanı sıra doğu cephesinde görevlendirildi. Frank Banholzer 13 Kasım 1943 tarihinde Rusya Porchow’da, ordu sinemasına yapılan bir bombardıman sonucu öldü. 

Sürgün öncesi başarılar 

1920 yılında annesi vefat etti. Aynı yıl, çok değer verdiği, tanınmış kabaretist Karl Valentin’le tanıştı. Birlikte yaptıkları çalışmalar Brecht’in ilerideki başarılarını önemli ölçüde etkiledi. 1920 yılından itibaren tiyatrocularla ve edebiyatçılarla ilişkileri geliştirmek için sık sık Berlin’e gitti. Orada başkalarının yanı sıra, zaman zaman evini paylaştığı, Arnolt Bronnen’le tanıştı ve ismini Bertolt olarak değiştirdi. 1924 yılında Berlin’e yerleşti. Önceleri Max Rheinhardt’ın Berlin Alman Tiyatrosu’nda, Carl Zuckmayer’le birlikte dramaturg olarak, Münih Oda Tiyatrosu’nda da kendisi sahneye oyunlar koyarak çalıştı. Gecede Trampet Sesleri oyunu ile 1922 yılında Kleist Ödülü’nü aldı ve oyuncu ve opera sanatçısı Marianne Zoff ile evlendi. Bir yıl sonra 12 Mart’ta kızları Hane Hiob dünyaya geldi. Kısa bir zaman sonra da ileride evleneceği ve 1924 yılında, ikinci oğlu Stefan Brecht’i doğuran sevgili "Helli"'si Helene Weigel ile tanıştı. Üç yıl sonra Marianne Zoff’dan boşandı. Helene Weigel’le evlenmesinden sonra 1929 yılında kızı Barbara Brecht Schall dünyaya geldi.

1920'li yılların ikinci yarısında Brecht artık inançlı bir komünistti ve çalışmaları da politik amaçlarına uygun hale geliyordu. Hiçbir zaman Alman Komünist Partisi üyesi olmadı. Politik düşüncelerine paralel olarak 1926 yılından itibaren epik tiyatro da gelişiyordu. Peter Suhrkamp ile birlikte, 1930 yılında kaleme aldıkları Mahagony Şehrinin Yükselişi ve Düşüşü Operası İçin Notlar makalesi tiyatro teorisi ile ilgili çok önemli bir yazıdır. Kurt Weill ile birlikte yapılan müzikal drama çalışmaları, epik tiyatronun gelişmesine çok önemli katkılarda bulunmuştur.

Brecht, eserleri ile toplumsal yapıyı şeffaf hale getirmeyi, özellikle yapının değiştirilebileceğini göstermek istiyordu. Ona göre edebi metinler bir işe yaramak zorundaydı.

Brecht’in Marksist düşünceleri, gerek Karl Korsch, Fritz Sternberg ve Ernst Bloch gibi dogmatik olmayan parti dışı Marksistlerin, gerekse resmi komünist parti çizgisinin etkisi altındaydı. Bir dizi Marksist öğretiye dayalı oyunlar ortaya çıkmıştı. O yıllarda yazılan eserler Hegel ve Marx’ın eserlerinin etkisi altındaydı. 1927 yılında yayınlanan toplu şiirleri Bertolt Brecht’in Dua Kitabı (Bertolt Brechts Hauspostille) genelde o zamanlarda yazılan metinlerden oluşuyordu. 1928 yılında Brecht, Weimar Cumhuriyeti’nin tiyatrodaki en büyük başarılarından birisi olan, Kurt Weill’in müziklerini yaptığı Üç Kuruşluk Opera’nın, 31 Ağustos 1928 tarihinde yapılan ilk gösteriminin gururunu yaşadı.

Dünya çapında bir üne kavuşan ve bir çok tiyatroda sahnelenen oyun yanlış anlamaya kurban gitti. Toplumu eleştirmek için yazılan oyun, Brecht’i eleştirmek isteyenlerin işine yaradı. Başka araştırmacılar, özellikle 1928 yılında yazılan şekli ile oyunun toplumu eleştirmede fazla keskin olmayan bölümlerine vurgu yaparak yanlış anlaşılma tezini ortadan kaldırdılar. İlerideki gözden geçirmelerde Brecht, Üç Kuruşluk Opera filmi için yazılan; fakat prodüktörler tarafından reddedilen, senaryoda ve 1934 yılında yazdığı Üç Kuruşluk Roman’da eleştiri dozunu arttırdı.

1928 yılında, oyunları ve şarkıları için önemli bir besteci olacak olan Hanns Eisler ile tanıştı. Bu tanışmadan iyi bir dostluk ortaya çıktı ve ikisi 20. yüzyılın en önemli şair – besteci çiftini oluşturdular. 

Sürgünde yaşam 

1933 yılının başlarında Tedbir (Die Maßnahme) adlı oyun polis tarafından yasaklandı. Düzenleyiciler vatana ihanetten mahkemeye verildiler. 28 Şubat günü, Reichstag yangını’ndan bir gün sonra Brecht, ailesi ve arkadaşları ile birlikte, Berlin’i terk etti ve Prag, Viyana ve Zürih üzerinden, yazar Karin Michaelis’in davetine uyarak, beş yıl kalacağı Danimarka Fünen’deki Skovsbostrand’a kaçtı. Aynı yılın Mayıs ayında Brecht’in eserleri naziler tarafından yakıldı. 1935 yılında vatandaşlıktan çıkarıldı.
1938 yılında Galilei’nin Yaşamı yazıldı. Oyun yazmanın dışında Brecht, Prag, Paris ve Amsterdam’daki çeşitli sürgün gazetelerine de makaleler yazıyordu. 1939 yılında Danimarka’yı terk etti. Stockholm yakınlarındaki bir çiftlik evinde bir yıl yaşadı ve 1940 yılı Nisan ayında Helsinki’ye geçti. Brecht sürgünde hükümeti, devleti ve toplumu hiçbir zaman açıkça eleştirmedi. Alttan alta, dozunda ve kendi inançlarına zarar vermeden eleştirdi. Ailesi ile birlikte yaz boyunca kalmak üzere, Finlandiya’lı yazar Hella Wuolijoki’nin daveti üzerine gittiği Marlebäck’da, Wuolijokis’in metinlerine dayanarak Bay Puntilla ile Uşağı Matti’yi yazdı. 1941 yılında Moskova üzerinden Trans Sibirya Ekspresi ile Wladiwostok’a, oradan da Sovyetler Birliği’nin doğusundan gemi ile, Hollywood yakınlarındaki Santa Monica’da yaşayacağı Kaliforniya’ya gitti. Senarist olarak çalışmak istedi ise de, o iş olmadı. Politik işler yapması olanaksızdı. Kendisini "Öğrencileri olmayan bir öğretmen" olarak nitelendiriyordu. Daha sonra Amerika’daki sürgün yıllarında yaptığı tek tiyatro çalışmasında başrolü oynayacak olan Charles Laughton ile birlikte, ilk gösterimi 9 Eylül 1943 de Zürih Tiyatro Evi’nde gerçekleşen, Galilei’nin Yaşamı’nı çevirdi.

ABD’de Komünist Parti üyesi olmakla suçlandı ve 30 Ekim 1947 tarihinde "Amerika'ya Karşı Etkinlikleri Soruşturma Komisyonu" tarafından sorgulandı. Komünist partiye üye olup olmadığı veya halen partiye üye mi olduğu sorusuna Brecht hayır cevabını verdi ve devam ederek Almanya’da da komünist parti üyesi olmadığını söyledi. Bir gün sonra, New York’da Galilei’nin Yaşamı oyununun galası oynarken, Paris üzerinden Zürih’e geçti. Kendisini kabul eden tek ülke olması nedeni ile İsviçre’de bir yıl kaldı. Batı Almanya’ya girmesine izin verilmedi. Şubat 1948 tarihinde Sofokles’in Antigonu oyunu İsviçre’de Chur Devlet Tiyatrosu’nda ilk gösterimini gerçekleştirdi. 12 Ekim 1950 tarihinde Brecht ve Weigel Avusturya vatandaşlığına kabul edildiler. Aynı ay içerisinde Brecht’in uzun yıllar birlikte çalıştığı arkadaşı Kurt Weill New York’da öldü. 

Berlin’e dönüş 

Ortamın değerlendirilmesi

Savaştan hemen sonra arkadaşları Brecht’e, Almanya’ya dönmesi ve oyunlarını kendisi sahneye koyması için baskı yapıyorlardı. Ama o bekliyor ve ortamı değerlendiriyordu. Sovyetler Birliği tarafında kalan bölgede, 1948 yılında, bir çok tiyatronun açılması ve Berlin Halk Sahnesi’nin yenilenmesi de bitince Ekim 1948 de Brecht, Alman Demokratik Cumhuriyeti Kültür Birliği’nin daveti ile, Zürih’den Salzburg ve Prag üzerinden Berlin’e doğru gitmek üzere yola çıktı. Batı tarafında kalan bölgeden geçmesi hala yasaktı. Berlin’e gelir gelmez hemen önemli sanatçılar ve yöneticilerle ilişki kurdu. Brecht’in çalışmalarına çok değer veren Alexander Dymschitz Sovyet askeri idaresinin başındaydı ve Brecht’in yapacaklarına olumlu bakıyordu. Politik kararlarına çok güvendiği Jacob Walcher ile tekrar buluşması, politik tartışmalar için bir uzmanla karşılaşması Brecht’i çok mutlu etmişti. Brecht önceleri kamuoyuna politik açıklamalar yapmaktan kaçındı. Bekledi ve izledi. Dönüşümün itici gücünün işçi sınıfından değil de yukarıdan geldiğini tespit etmişti. Berlin’deki ilk yıllarında, Brecht daha tam anlamıyla kabul görmemişken, yayıncılarla pazarlıklar gündeme geldi. Biraz bekledikten sonra yayın işlerini düzene soktu: Peter Suhrkamp tarafından, Denemeler (Versuche) ve Toplu Eserler (Gesammelten Werke) yayınlanacak ve lisans sahibi, Alman Demokratik Cumhuriyeti – Aufbau Yayınevi olacaktı. Sahne oyunlarının hakları Basel’daki Reiss Yayınevinde kalacaktı. Aufbau Yayınevi Brecht’in şiirleri ile de ilgileniyordu.
Brecht için önemli olan tekrar tiyatroda çalışmaktı. Wolfgang Langhoff’un, Alman Tiyatrosu’nda kendi eserlerini sahneleme teklifini hemen kabul etti. Böylece Berlin’li arkadaşlarının, sanatçıları bir Berlin Tiyatrosu’nda toplama amacına da ulaşıyordu. Erich Engel’in, 1949 yılında Berlin’e gelmesi ile birlikte Brecht hemen Cesaret Ana ve Çocukları oyununu sahnelemeye başladı. Oyunun ilk gösterimi, Brecht, Engel ve başrol oyuncusu Weigel için görülmemiş bir başarıydı. Oyun bir taraftan basında övülürken, diğer taraftan ileride, kültür sorumluları ile ortaya çıkacak olan çatışmaların da başlangıcını oluşturuyordu. Jdanov ’un 1948 yılında Sovyetler Birliği’nde başlattığı, biçim tartışmalarının Almanya Demokratik Cumhuriyeti sanat ve kültür çalışmalarına da yansıması umudu ile, halka yabancı kültür çöküşü gibi, soru işaretleri ile dolu kavramlar açıkça kamuoyu önüne çıkarılıyordu.

Kalan işlerini düzene sokmak ve Berlin’deki yeni çalışmaları için oyuncu ayarlamak üzere Zürih’e geldikten kısa bir süre sonra, Paris komünü tarihi üzerine kapsamlı çalışmalar yaptı. Norveçli yazar Nordhal Grieg’in "Bozgun" isimli oyunundan esinlenerek yazdığı "Komün Günleri" oyununun metinleri Nisan 1949’da bitmişti; fakat Brecht sonuçtan çok memnun kalmadığı için oyunun sahnelenmesini ileri bir tarihe attı. 24 Mayıs 1949 tarihinde Zürih’den ayrıldığında, diğerlerinin yanı sıra, Therese Giehse, Benno Besson ve Teo Otto ile sözleşmeler yapmıştı. 

Kendi tiyatrosu

Brecht’in İsviçre’de bulunduğu süre içerisinde, Helene Weigel, Brecht’in kendi tiyatrosunun kurulması için gerekli altyapı çalışmalarına başlamıştı. Bu girişim, Wilhelm Pieck, Otto Grotewohl ve Sovyet askeri idaresi yöneticisi Alexander Dymschitz tarafından güçlü bir şekilde desteklendi. Almanya Birleşik Sosyalist Partisi’nin (SED) Politbürosu "Helene Weigel Ensemble"’si kurulması için 29.Nisan.1949 tarihinde gerekli mercilere, 1 Eylül 1949’da oyun çalışmalarına başlama yetkisi ile, bilgi vermişti.


Helene Weigel’in tiyatro yöneticisi olması Brecht’in yararınaydı. Bir yandan bürokrasi ile uğraşmayacaktı, diğer yandan da Weigel’in onu kendi hırsları nedeni ile uzlaşmalara zorlamayacağından emindi. İlk yıllarda kadro, sürgündeki oyuncular ve yönetmenlerle yurt içindeki genç yeteneklerden oluşuyordu; fakat Soğuk savaş bu alanda da etkili olmaya başladı. Sözler yerine getirilmemeye başladı. Brecht’in beklediği Peter Lorre gibi sanatçılar Berlin’e gelmediler. Teo Otto gibi biçim açısından anlaşamadığı sanatçılar birlikte çalışmayı sonlandırdılar. 

ADC’deki tiyatro çalışmaları

1949 yılında ADC’nin kurulması ile birlikte bir Sanat Akademisi kurulması da gündeme geldiğinde, Brecht kendi düşüncelerini burada hayata geçirmeyi denedi. "Akademi kesinlikle üretici olmalı, temsili kalmamalı" diyordu. 1950 yılında Alman Sanat Akademisi'ni diğer sanatçılar ve aydınlarla birlikte kurdu. Usta oyuncular konusunu da gündeme getirmişti. Brecht daha adı konmamış Berliner Ensemble’da, Benno Besson, Peter Palitzsch, Egon Monk ve diğer öğrencilerle çok sık bir arada olmaktan hoşlanıyordu. 1950 yılının başlarında, hayatı boyunca sempati duyduğu şair Jakob Michael Reinhold Lenz’in Lala (Der Hofmeister) oyununu yeniden yazdı. 15 Nisan 1950 tarihinde yapılan gala, ensemblenin, Brecht’in yaşadığı zamanlarda gördüğü en büyük başarısıydı ve bu oyunla birlikte Brecht, ilk defa kamuoyu tarafından yönetmen olarak da kabul görüyordu. 1950’li yılların başında SED ilkesel temel kararlar aldı. Buna göre Sosyalizm’in inşası en temel görev oldu. Aynı zamanda sanatta biçem tartışmaları da hız kazandı. Brecht bu konuda dikkatli davranıyordu ve teorik tartışmalara katılmıyordu. Daha çok kendi yolunda küçük adımlarla ilerliyordu. 1950/51 yıllarında, izleyicisinin kendisinden istediği Didaktik Tiyatro ile uğraşıyor, Ana oyununun yeniden sahnelenmesine hazırlanıyordu. Bu sahnelemeye yapılan, daha çok uyarı anlamına gelen lütufkar eleştiriler, bir kez daha Brecht’in özel bir konumda olduğunu ve ADC’de sanat çalışmalarının keyfine vardığını, açıkca gösteriyordu. Paul Dessau gibi diğer sanatçılar biçemle ilgili ithamları çok açık bir şekilde hissediyorlardı. 17 Mart 1951 yılında galası yapılan Lukullus’un Sorgulaması operası doğrudan tartışmaların içine girdi. Halk Eğitim Bakanlığı’nın kasıtlı olarak dağıttığı biletler yoluyla bir fiyaskonun organize edildiği çok açıktı. Plan başarısızlıkla sonuçlandı. Oyunla ilgili tartışmalara yüksek mevkilerdeki devlet adamlarının da karışmasına rağmen, Brecht çok dikkatli davrandı ve sürekli uzlaşma yolları aradı. 7 Ekim 1951 tarihinde Demokratik Alman Cumhuriyeti 1. Sınıf Devlet Ödülü’nü aldı. 1952 yılında, daha sonra da sıkça deneyeceği, oyunların önce Berlin dışında oynanması uygulamasına, Eski Faust’u (Urfaust) genç oyuncularla birlikte Potsdam’da sahneleyerek başladı. 2 Temmuz 1952 tarihinde Helene Weigel ile birlikte Buckow’da bir eve taşındı. Övünerek "Ben şimdi yeni bir sınıfa aitim. Kiracıların sınıfına" diyordu. Bu evde Eylül 1953 tarihine kadar Buckow Ağıtları şiirleri ve Turandot veya Aklayıcılar Kongresi oyunu üzerinde çalıştı. Bu zaman içerisinde, sürekli değişen sevgilileri ile sorunlar yaşadı. Helene Weigel geçici olarak Rheinhardstraße 1 numaraya, Brecht ise Chausseestraße 125 numaralı eve taşındı. Tiyatrodaki işlerini de ihmal etmeye başlayan uzatmalı sevgilisi Ruth Berlau da, Brecht için artık yük olmaya başlamıştı. 1953 yılında PEN Yazarlar Kulübü (Doğu – Batı) başkanı seçildi. 

Son yılları

Ocak 1954’te ADC Kültür Bakanlığı kuruldu ve Johannes R. Becher bakan oldu. Eski idari yapı ortadan kalkınca, sanatçılarla yöneticiler arasındaki gerginliklerde yok oldu. Biçem tartışmalarına son verildi. Brecht bu değişimi sevinçle karşıladı ve sanatçı arkadaşlarını bu yeni şansı kullanmak için çağırdı. Mart 1954’de Berliner Ensemble, Schiffbauerdamm Tiyatrosu’na taşındı. Aynı yıl Brecht Alman Sanat Akademisi Başkan Yardımcısı oldu. 18 Aralık 1954 tarihinde Halklararası Barış ve Anlaşma Stalin Ödülü’nü aldı. 1955 yılında, arka planda yükselen doğu batı yüzleşmelerinin yapıldığı, batı Berlin’deki tartışma akşamlarına katılıyor, Savaş Alfabesi’ni yayınlamakla uğraşıyor ve bunlara paralel olarak tiyatrosunun yöneticilerine yeni oyunlar için fikirler veriyor, planlar yaptırıyordu. Yaşamının son zamanlarında Brecht çok çalışıyordu. Her yıl iki oyun sahneye koyuyor, tiyatronun diğer yönetmenlerinin sahneye koyduğu oyunların hemen hemen tümünde görev alıyor, onlara yardımcı oluyor ve yazarlık işinin her türlüsünde ürün veriyordu. 1954 ve 1955 yıllarında Paris’te iki oyun oynadılar ve uluslarararası bir tiyatro haline geldiler. 1955 yılında katıldıkları Paris Festivali’nde Kafkas Tebeşir Dairesi oyunu ile ödül kazandılar. Bu muhteşem başarı tiyatro yöneticilerini harekete geçirmişti: Brecht, hiçbir risk almaksızın sahnelenebilir. 

Ölüm

1956 yılının Mayıs ayında Brecht grip oldu ve Berlin’deki Charité hastanesine yatırıldı. Dinlenmek için 1956 yazını Berlin’e 50 km uzaklıktaki Schermützelsee gölünde geçirdi. 12 Ağustos 1956 günü kalpkrizi geçirdi. 14 Ağustos 1956 günü saat 23:30 da Berlin’de, bugün Brecht Evi olan Chausseestraße 125 numarada öldü. 17.Ağustos günü çok büyük bir kalabalığın, çok sayıda politikacıların ve kültür camiasından sanatçıların katılımı ile toprağa verildi. Törende hiçbir konuşma yapılmadı. Mezarı, 1971 yılında ölen eşi Helene Weigel’in mezarı ile birlikte Dorotheenstadt mezarlığında yan yanadır ve onur mezarı statüsündedir. 

Çalışmalar 

Oyunlar

Brecht, oyunlarını genelde sahnelemelerinden etkilenerek biçimlendiriyordu. Böylece basılı metinler, en azından sürgünden önceki zamanlardaki sahnelemelere göre ortaya çıkıyordu. Bu deneyimler metinlere yansıyordu. Brecht, 1918 – 1933 yılları arasında sahnenin sağladığı olanaklar çerçevesinde çeşitli sanatsal deneyler yaptı. Almanya’yı terk etmek zorunda kaldıktan sonra bu tutumunu değiştirdi. Bazı istisnalar dışında sahnelenip sahnelenmeyeceğine bakmaksızın sadece üretiyordu. "İkinci Dönem" olarak adlandırılan bu evrede Brecht kendi tarzını, "Epik Tiyatro"’sunu oluşturdu. Oyunlarının yeniden elden geçirilmesi gündemdeydi. Brecht, değişen politik koşulları oyunlarına yansıtıyordu. Burada Galilei’nin Yaşamı’nın Amerikan versiyonu, gerek başrol oyuncusu Charles Laughton’un replik ve sahne yetenekleri, gerekse II. Dünya Savaşı’nda atılan Amerikan atom bombasının yarattığı, topluma karşı bilim adamlarının sorumluluğu sorusunun ertelenmesi açısından, örnek olarak gösterilebilir. Savaştan sonra Avrupa’ya döndüğünde, diğer yazarların eserlerinin de üzerinde çalıştığı tiyatro çalışmalarına ağırlık verdi.

Brecht, 48 oyun ve yedi tanesi oynanabilir durumda olan yaklaşık 50 oyun taslağı yazdı. Küçük işlerin dışında Baal Brecht’in ilk oyunuydu. Bunu 1919’da, eleştirel bir oyun olan Gecede Trampet Sesleri oyunu izledi. En büyük başarısı, Üç Kuruşluk Opera 1928 yılında ortaya çıktı. Kurt Weill’in müziği olmasaydı bu başarı elde edilemezdi. 1930 yılında Mahagonny Şehrinin Yükselişi ve Çöküşü oyunu Leipzig’de izleyicilerin karşısına çıktığında, büyük bir ihtimalle politik karşıtlarının kışkırtmaları sonucu yapılan ayaklanma benzeri gösteriler yüzünden, Almanya’nın en büyük tiyatro skandallarından birisi ortaya çıktı. Brecht’in sürgündeki oyunları klasik "tiyatro kurumu" çerçevesinin dışına çıkmazken, operaları ve öğretici oyunları avangard olarak değerlendirilir.
Elisabeth Hauptman, Brecht’in, oyun yazmak için "Karşısında canlı ve onunla birlikte çalışan" birisine ihtiyaç duyduğunu söyler. Brecht’in talebesi Manfred Wekwerth de şairin, biryerlerde bir şeyler bulduğunda, onu değiştirmek ve yeniden yaratmakta usta olduğunu biliyordu. "O’nun için önemli olan bir şeyler yapmak değil, başka bir şeyler yapmaktı". Talebeleri ile birlikte çalışmak ve çok sıkı bir işbirliği yapmak, aslında kendisi olaya hakim olan Brecht için olağan bir durumdu her zaman. Bu çalışma tarzı nedeniyle, Brecht’in ölümünden sonra birkaç efsane ortaya çıkmıştı. Diğer taraftan Brecht modern tiyatronun sunduğu tüm olanakları oyunlarının tasarımında kullanıyordu. Burada da bu işin uzmanlarından yardım alıyordu. 

Şiirler

Çok sık alıntı yapılan 400 (Dörtyüz) Genç Şair Üzerine Kısa Bir Rapor (Kurzer Bericht über 400 (vierhundert) junge Lyriker) başlıklı yazısında Brecht, bir şiirin “Kullanım Değeri” olması gerektiği üzerine, görüşlerini açıklıyordu. “[..] Bu tür sadece lirikten ibaret ürünler abartılıyor. Bu ürünler bir düşüncenin ya da yabancılar için de yararlı olan duyguların asıl jestlerinden çok uzaklaşıyorlar.”. Bir şiire yüklediği bu düşünceleri ve belgesel değerleri, yazdığı tüm şiirlerine yansıttı. Brecht’in şiirleri olağanüstü kapsamlıydı. Großen kommentierten Berliner und Frankfurter Ausgabe kitabında, bazıları değişik versiyonlarda yazılmış, yaklaşık 2300 şiir vardı. Açıkca görülüyor ki, Brecht için her önemli olay ve düşüncelerin şiir formunda yansıtılması bir gereksinmeydi. Ölümünden kısa bir süre önce bile yirmi yeni şiir yazmıştı. Şiirlerin formları da olağanüstüydü. Şiirleri, kafiyesiz metinlerden, çift kafiyeli klasik destanlara kadar uzanan bir çeşitliliğe sahipti. 

Eserleri 

Oyunlar

Oyun Yazıldığı Yıl İlk Yayınlandığı Yıl İlk Gösterim Tarihi
İncil 3 sahnelik bir oyun (Die Bibel. Drama in 3 Scenen) 1913 1914 Augsburg’da yayınlanan Die Ernte isimli okul dergisi
Baal 1918 1922 8.Aralık.1923 Leipzig
Gecede Trampet Sesleri (Trommeln in der Nacht) 1919 1922 Kiepenheuer 29 Eylül 1922 Münih
Düğün. Küçük Burjuva Düğünü olarak da adlandırılır. (Die Hochzeit, auch Die Kleinbürgerhochzeit) 1919
11 Aralık 1926 Frankfurt/M
Şeytan Kovma (Er treibt einen Teufel aus) 1919 1966 Suhrkamp 3 Ekim 1975 Basel
Karanlıkta Işık (Lux in Tenebris)  1919

Dilenci veya Ölü Köpek (Der Bettler oder Der tote Hund)  1919

Balık Avı (Der Fischzug) 1919

Ova (Prärie) 1919 1989 Suhrkamp, GBA 1994 Rostock
Kentlerin Vahşi Ormanında (Im Dickicht der Städte) 1921 1927 Propyläen 9 Mayıs 1923 Münih
İngiltere’li İkinci Eduard’ın Yaşamı (Leben Eduards des Zweiten von England) 1923 1924 Kiepenheuer 18 Mart 1924 Münih
Anibal (Hannibal) 1922

Adam Adamdır (Mann ist Mann)  [1918]–1926 1927 Propyläen 25 Eylül 1926 Darmstadt ve Düsseldorf
Egoist Johann Fatzer’in Çöküşü (Untergang des Egoisten Johann Fatzer) 1926–1930
1978 Hamburg
Jae Chicago Kasabı (Jae Fleischhacker in Chicago) 1924–1929

Mahagonny 1927 1927 17.Temmuz.1927 Baden-Baden
Mahagonny Şehrinin Yükselişi ve Çöküşü (Aufstieg und Fall der Stadt Mahagonny) 1927 - 1929 1929 9 Mart 1930 Leipzig
Üç Kuruşluk Opera (Die Dreigroschenoper) 1928 1928 31.Ağustos.1928 Berlin
Lindberg’in Uçuşu (Der Flug der Lindberghs - Ozeanflug) 1928 1929 Uhu 17 Temmuz 1929 Baden-Baden Radyo şarkısı olarak
Kabullenmenin Baden Öğretisi (Das Badener Lehrstück vom Einverständnis) 1929
1929 Baden-Baden
Evet diyenle Hayır diyen (Der Jasager. Der Neinsager) 1929–1930 1930 23 Temmuz 1930 Berlin
Tedbir (Die Maßnahme) 1930 1930 13-14 Aralık 1930 Berlin
Mezbahaların Kutsal johannası (Die heilige Johanna der Schlachthöfe) 1929 1931 30 Nisan 1959 Hamburg
Ekmekçi Dükkanı (Der Brotladen) 1929–1930
1967 Berlin
Kural Dışı Kural (Die Ausnahme und die Regel) 1931 1937 Moskau 1. Mai 1938 Givath Chajim
Ana (Die Mutter) 1931 1933 17 Ocak 1932 Berlin
Yuvarlak Kafalar Sivri Kafalar (Die Rundköpfe und die Spitzköpfe) 1932–1936 1932 4 Kasım 1936 Kopenhagen
Küçük Burjuvanın Yedi Ölümcül Günahı (Die sieben Todsünden der Kleinbürger) 1933
7 Haziran 1933 Paris
Jakob Gehherda’nın Gerçek Yaşamı (Das wirkliche Leben des Jakob Gehherda) 1935

Horasyalılar Kuriasyalılar (Die Horatier und die Kuriatier)  1935 1936 Moskova 26 Nisan 1958 Halle/S
Carrar Ananın Silahları (Die Gewehre der Frau Carrar)  1936–1937 1937 Londra 16 Ekim 1937 Paris
Goliath 1937

III.Reich’in Korku ve Sefaleti (Furcht und Elend des Dritten Reiches) 1937–1938 1938 Moskova 21 Mayıs 1938 Paris
Galilei’nin Yaşamı (Leben des Galilei) 1938–1939 1948 Suhrkamp 9 Eylül 1943 Zürich
Dansen 1939

Demirler Kaç Para? (Was kostet das Eisen?) 1939
14 Ağustos 1939 Tollare Stokholm
Cesaret Ana ve Çocukları (Mutter Courage und ihre Kinder) 1939 1941 19 Nisan 1941 Zürich
Lukullus’un Sorgulaması (Das Verhör des Lukullus) (Radyo skeci) 1939 1940 Moskova 1940 Beromünster Radyosu (Opera 19 Mart-12 Ekim 1951 Berlin)
Sezuan’ın İyi İnsanı (Der gute Mensch von Sezuan) 1939 1953 4 Şubat 1943 Zürich
Puntila Ağa ile Uşağı Matti (Herr Puntila und sein Knecht Matti) 1940 1948? 1950 Deneme (Versuche) 5 Haziran 1948 Zürich
Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi (Der aufhaltsame Aufstieg des Arturo Ui) 1941 1957 10 Kasım 1958 Stuttgart
Simone Machard’ın Yüzleri (Die Gesichte der Simone Machard) 1941 1956 8 Mart 1957 Frankfurt/M
Şvayk İkinci Dünya Savaşında (Schweyk im Zweiten Weltkrieg) 1943 1947 Uhlemspiegel 17 Ocak 1957 Varşova
The Duchess of Malfi ( John Webster’dan uyarlama ) 1943
15.Ekim.1946 New York
Kafkas Tebeşir Dairesi (Der kaukasische Kreidekreis) 1944 1949 Mayıs 1948 USA 23 Mayıs 1951 Göteborg
Uyarlama Sophokles – Antigone 1947
15.Şubat.1948 Chur
Komün Günleri (Die Tage der Commune) 1949 1957 1956 Karl Marx Şehri
Uyarlama Jakob Michael Reinhold Lenz – Lala (Der Hofmeister) 1949 1951 15 Nisan 1950 Berlin
Uyarlama Gerhart Hauptmann – Kunduz Kürkü ve Kızıl Horoz (Biberpelz und roter Hahn) 1950
24 Mart 1951 Berlin
Uyarlama William Shakespeare – Coriolanus 1951–1955 1959 Suhrkamp 22 Eylül 1962 Frankfurt/M
Uyarlama Anna Seghers – Jan Darc Davası Rouen 1431 (Der Prozess der Jeanne d'Arc in Rouen 1431) 1952
1952 Berlin
Turandot veya Aklayıcılar Kongresi (Turandot oder Der Kongreß der Weißwäscher) 1953 1967 5 Şubat 1969 Zürich
Uyarlama Moliere – Don Juan 1952
1952 Rostock
Davullar ve Trompetler (Pauken und Trompeten) (George Farquhar’dan uyarlama) 1954? 1959 Suhrkamp 9 Eylül 1955

Şiirler

Şiir kitapları
Sıra No Şiir Derlemeleri Şiir Sayısı Yazıldığı Yıl İlk Basıldığı Yıl Yeniden Düzenlendiği Tarih
1. Bert Brecht ve Arkadaşlarının İcra Edilmeye Uygun Şarkıları (Lieder zur Klampfe von Bert Brecht und seinen Freunden) 7 (8) 1918 1988 GBA
2. Kasideler (Psalmen) 19 (23) 1920 1960 1922
3. Bertolt Brecht’in Dua Kitabı (Bertolt Brechts Hauspostille) 48 (52) 1916–1925 1926 Kiepenheuer PD (Özel Basım) 1937, 1956
4. Augsburg Soneleri (Die Augsburger Sonette) 13 1925–1927 1982
5. Üç Kuruşluk Opera’nın Şarkıları (Die Songs der Dreigroschenoper) 17 (20) 1924–1928 1928 Kiepenheuer 1937, 1946-48
6. Şehirde Oturanların Okuma Kitabından (Aus dem Lesebuch für Städtebewohner) 10 (21) 1926–1927 1930 Denemelerde (in Versuche) 1938
7. Devrim Hikayeleri (Geschichten aus der Revolution) 2 1929–1931 1933 Denemelerde (in Versuche)
8. Soneler (Sonette) 12 (13) 1932–1934 1951, 1960, 1982
9. İngiliz Soneleri (Englische Sonette) 3 1934

10. Koro için Şarkı Sözleri (Lieder Gedichte Chöre) 34 (38) 1918–1933 1934 Editions du Carrefour
11. Hitler – Koro Şarkıları (Hitler-Choräle) 4 1933 Koro için Şarkı Sözleri kitabı içinde bulunmaktadır (in Lieder Gedichte Chöre enthalten)
12. Çin Şiirleri (Chinesische Gedichte) 15 1938–1949

13. Çalışmalar (Studien) 8 1934–1940 1951 Denemelerde (in Versuche)
14. Svendborg Şiirleri (Svendborger Gedichte) 93 (108) 1934–1938 1939
15. Margarete Steffin Şiirleri (Steffinsche Sammlung) 23 (29) 1939–1940 1948 Aufbau 1942, 1948
16. Hollywood Ağıtları (Hollywoodelegien) 9 1942 1988 GBA
17. Sürgün Şiirleri (Gedichte im Exil) 17 1936–1944 1988 GBA 1949, 1951
18. Savaş Alfabesi (Kriegsfibel) 69 (86) 1940–1945 1955 Eulenspiegel 1944, 1954
19. Alman Taşlamaları (Deutsche Satiren) 3 1945 1988 GBA
20. Çocuk Şarkıları/Yeni Çocuk Şarkıları (Kinderlieder/neue Kinderlieder) 9/8 1950 1953 Aufbau 1952
21. Buckow Ağıtları (Buckower Elegien) 23 1953 1964
22. Bakır Alımı Oyunu Şiirleri (Gedichte aus dem Messingkauf) 7 1935–1952 1953 Denemelerde (in Versuche)

Kaygusuz Abdal

Yaşamıyla ilgili çeşitli görüşler ileri sürülen ozanlardan biri de Kaygusuz Abdal'dır. Doğum tarihi de ölüm tarihi de, öldüğü yer de, bugün bile, tartışmalı görülüyor.

Kaygusuz Abdal'ın doğum yılı ile yaşadığı dönem üzerinde dört ayrı görüş ileri sürülmektedir. Son yapılan araştırmalardan çıkarılan, ama kesin olmayan sonuçlara göre, Kaygusuz Abdal'ın yaşamını şöylece özetleyebiliriz:

Kaygusuz Abdal'ın doğum yılı 1341-42 yılından daha geriye götürülemez. Asıl adı Alayı Gaybi (Alaeddin Gaybi)dir. Babası Alaiye Beyi Hüsarneddin Mahmud, dedesi Alaeddin bin Yusuf'tur. Bundan, Kaygusuz Abdal'ın bir "bey ailesi"nden geldiği, iyi bir öğrenim gördüğü, ayrıca avcılık, okçuluk gibi becerileri elde ettiği, sarayda yetiştiği anlaşılmaktadır.

Genç yaşında, Elmalı'daki Abdal Musa'nın buyruğuna girmiş, şeyhi kendisine "Kaygusuz" adını vermiştir. Bundan sonra da, bütün yaşamı boyunca şeyhinin yürüttüğü Bektaşilik tarikatının yayılmasında çalışmıştır. 1397-98 yıllarında Mısır'a gittiği, orada bir tekke açtığı anlaşılıyor. Daha sonra Hacca gitmiş, Suriye'yi, Irak'ı dolaşmış, Anadolu'ya dönmüş, güney ve batı Anadolu'da bir süre dolaşmış, 1424-1430 yıllarında Rumeli'ye geçmiş, Edirne, Yanbolu, Filibe, Manastır'da bulunmuştur.

Kaygusuz Abdal, bir görüşe göre Mısır'da ölmüş, Mukattam Dağı'nda bir mağaraya gömülmüştür. Bir başka görüş, Kaygusuz Abdal'ın mezarının Elmalı'nın Tekke Köyü'ndeki Abdal Musa Türbesinde olduğudur. Bu türbede, şeyhi, şeyhinin annesi, kızkardeşi ve üç dervişle birlikte yatmaktadır.

Kaygusuz Abdal'ın da eğitim, öğrenim görmüş öteki tekke ozanları gibi aruzla yazılmış şiirleri vardır. Ama bunlar hece ölçüsü ile yazdıkları gibi başarılı değildir.

Kaygusuz Abdal'ın şiirlerinde beliren en büyük özellik, kaba sofuluğu, insanların eksiklerini, kusurlarını, genel yaşamdaki terslikleri, bozuklukları gizli ya da açık ama alaycı bir dille eleştirmesidir. Yergi, taşlama gücü yüksek bir ozandır Kaygusuz Abdal.

Kendisinin de bağlandığı Bektaşilik inancasına, katı kurallara bağlı bir öğretici kimliğiyle değil, gülümseten bir biçimde, daha eğlendirici iğneleyici, eleştirici bir anlatımı yeğleyerek yayma çabasında görülüyor. Kaygusuz Abdal'ı, özellikle yergi taşlama, gülmece türünün çok başarılı örneklerini veren, yazdıklarıyla bugün de yaşarlılığını yitirmemiş, ilgi çekici, etkin bir ozan olarak saymamız, yanlış bir yargı olmasa gerektir.

Ali Püsküllüoğlu

Ali Püsküllüoğlu, (doğumu 1 Ocak 1935, Kadirli, Osmaniye - ölümü 24 Haziran 2008, Ankara) Türk yazar, şair ve sözbilimci.

Hayatı

1 Ocak 1935'te o dönemde Adana iline bağlı olan Kadirli’de doğdu. Ailesi çiftçiydi. İlk ve orta okulu Kadirli’de okudu. Mersin Lisesi’nde sürdürdüğü öğrenimini, sağlığı nedeniyle yarıda bırakarak Kadirli'de, Adana’da ve İstanbul'da çeşitli işlerde çalıştı. Bunlar arasında çiftçilik, gazete satıcılığı, sinema biletçiliği, avukat yazmanlığı, redaktörlük, gazetecilik ve yayımcılık sayılabilir.

İstanbul’da Çevre Yayınevi’ni kurdu (1959). Kadirli’de Karacaoğlan adlı haftalık bir gazete çıkardı (29 Temmuz 1960, 12 sayı). 1960-83 arasında Türk Dil Kurumu'nda Yayın ve Tanıtma Kolu uzmanı olarak çalıştı, Kurum’a 1983'te el konulması üzerine istifa ederek ayrıldı. O tarihten sonra dil ve yazın çalışmalarını Ankara’da sürdürdü.

Ankara Radyosu’nda "Kitap Saati"ni (1962-63) ve Türkiye Radyoları’nda Türk Dil Kurumu adına "Arı Dile Doğru","Ana Dilimiz", "Öz Dilimiz" programlarını hazırladı (1963-66). Türkiye Radyoları’nda her akşam olmak üzere bir yıl süreyle yayımlanan, Atatürk’ün Söylev’ini ilk kez günümüz diline aktararak sunanlar arasındaydı.

Ulus gazetesinin haftalık sanat-edebiyat sayfasını yönetti (Nisan 1970-Nisan 1971, 51 sayı); Halkçı gazetesinin sanat-edebiyat sayfasını yönetti (1973); şiir dergisi Yusufçuk‘u çıkardı (Ocak 1979-Aralık 1980, 24 sayı). Türk Dili dergisinin yazı kurullarında yer aldı. Çağdaş Türk Dili dergisinin kurulmasına ön ayak oldu ve dergiyi genel yayın yönetmeni olarak bir süre yönetti. Hürriyet topluluğunun yayımladığı Hürgün gazetesinde serbest yazar olarak çalıştı (1985).

Öz Türkçe Sözlük kitabı 12 Mart döneminde toplatıldı ve bir buçuk yıl süren yargılama sonunda aklandı. Çocuklar için bir Türk şiiri seçkisi olan ve Kültür Bakanlığı’nca yayımlanan Kırlangıcın Kanat Vuruşu da 12 Eylül döneminde savcılıkça soruşturuldu ve kitap hakkında takipsizlik kararı verildi.

Dil Derneği’nin ve Edebiyatçılar Derneği’nin kurucularındandır.

24 Haziran 2008 tarihinde, uzun süredir tedavi gördüğü evinde yaşamını kaybetti. Cenazesi, 25 Haziran 2008 Çarşamba günü öğle namazının ardından Ankara Küçükesat Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi .

Şiirleri

Türk edebiyatının çalışkan şairleri arasındadır. Ülkü Tamer, Turgut Uyar ve Edip Cansever şiirlerine benzer özellikler taşıyan ilk şiirleriyle İkinci Yeni şiirinin ölçülü, dengeli bir şairi olarak göründü. 1970 sonrasında tümüyle yeni bir şiire yöneldi. 1970 sonrasının toplumsal olgu ve olaylarını ele alan bu şiir, bir halk türküsü yalınlığı kazandı. Şiirlerinde yer yer Behçet Necatigil'in "kırık dize" yapısını da uyguladı.

İlk şiiri Kadirli'de Oba gazetesinde yayımlanmıştı (1950), Dergilerde ilk şiiri Haziran 1951’de Kaynak dergisinde çıktı. Doğayı, sevgiyi ve toplumsal sorunları işlediği şiirlerini ve yazılarını Varlık, Hisar, Türk Düşüncesi, Türk Sanatı, İstanbul, Değişim, Türk Dili, Papirüs, Dost, Oluşum, Hürriyet Gösteri, Milliyet Sanat Dergisi, Yusufçuk, Yazko Edebiyat, Çağdaş Türk Dili, Adam Sanat vb. dergileriyle Akşam, Vatan, Cumhuriyet, Ulus, Yeni Halkçı, Hürgün ve Milliyet gazetelerinde yayımladı.

"Mağara/Dağ Başı" adlı radyo oyunu Türkiye Radyoları’nda, İngilizceden çevirdiği tek perdelik oyunlar Türk Dili dergisinde yayımlandı.

İlk şiirlerinde halk şiirinin düşünce ve duyarlığından yararlandı; 1960’dan itibaren şiirlerinde İkinci Yeni ve toplumcu şiir anlayışının olanaklarını kullanarak açık ve yalın bir anlatımla kendi şiirini kurdu. Bir söyleşisinde "Benim şiirim, benim kuşağımın şiiri, herkesi ilgilendirmeyen şiirdir. Benim şiirim sessizliğin, usun ve karanlığın tadının şiiridir" dedi. Şiirinin özelliği "yalın bir Türkçeyle yazılmış, çok yalın, iç uyaklı, tartımlı dizelerden oluşan, yapısı sağlam, şiirimizdeki yenilikleri dikkatle izleyerek kendi şiirinin potasında eriten, toplumsal tarihi de kapsayan, zamana dayanıklı, söyleşi edası taşıyan şiirler." olarak özetlenebilir. Şiiri için Cemal Süreyya şöyle der: "İlk şiirleriyle halk şiirine yakındır. Daha sonra İkinci Yeni’nin imge anlayışına katılmış, sonra da, toplumcu bir şiire uzanmak istemiştir. Ama her şiirinde Anadolu duyarlığının merkezde olduğu görülür."

Şiirleri İngilizce, Arapça, Fransızca, Rusça, İsveççe, Sırpça gibi dillere çevrildi. Şiirleri, anlatıları ders kitaplarında yer aldı. Bilim ve Ütopya dergisi "İz Bırakanlar" bölümünden birini ona ayırdı (Nisan 2004). Çağdaş Türk Dili dergisi, ayrıntılı özgeçmişini ve kendisiyle ilgili geniş bir kaynakçayı okurlarına sundu (Mayıs 2004). Dil Derneği, Çağdaş Türk Dili dergisinin Ekim 2008 sayısını Ali Püsküllüoğlu Özel Sayısı olarak yayımladı. Söz konusu özel sayıda Ali Püsküllüoğlu'nun özgeçmişi ve yapıtları üzerine çeşitli yazılar yer almaktadır. Bir şiir dergisi olan Dize de Haziran 2004 sayısını "Ali Püsküllüoğlu Özel Sayısı" olarak yayımladı.

Şiir Kitapları

  • Pembe Beyaz (1955)
  • Aydınlık içinde (1956)
  • Karanfilli Saksı (1958)
  • Uzun Atlar Denizi (1962)
  • Sırtımızda Kızgın Güneş (1965)
  • Unutma Onları (1976)
  • Yaz ve Yağmur (1978)
  • Gül Sevgili Yurdum (1983)
  • Babadat (Toplu Şiirler, 1950-1997)
Sözlük Çalışmaları

Ozanlığının yanı sıra dil ve sözlük alanındaki çalışmalarıyla da kendini kabul ettirmiştir. Sözlük çalışmalarına 1963’te başladı ve ilk sözlüğü olan Öz Türkçe Sözlük 1966’da yayımlandı. O zamandan bu yana, kırk yılı aşan bir süre içinde, yirmiyi aşan sayıda ve çeşitli boyutta sözlükleri yayımlandı. Bunların ve şiir kitaplarının birçok baskısı yapıldı.
 
Ödülleri
 
  • Nasrettin Hoca ile 1981 TDK Çocuk Yazını Ödülü
  • Gül Sevgili Yurdum ile 1983 Toprak Şiir Ödülü
  • Zamansız dosyasıyla 2005 Yunus Nadi Şiir Ödülü

Johann Wolfgang von Goethe

Johann Wolfgang von Goethe (doğumu 28 Ağustos 1749, ölümü Frankfurt – 22 Mart 1832, Weimar), Alman edebiyatçı. Aynı zamanda çeşitli doğa bilimleri alanlarında araştırmalar yapmış ve yayınlar çıkarmıştır. 1776 yılından itibaren, Weimar dukalığının bakanı olarak çeşitli idari ve siyasi görevlerde bulunmuştur.

Goethe, şiir, drama, hikâye (düzyazı ve dörtlük şeklinde), otobiyografik, estetik, sanat ve edebiyat teorisi, ayrıca doğa bilimleri olmak üzere birçok esere imza atmıştır. Bununla birlikte, zengin bir içeriğe sahip olan mektup çeşidi, önemli edebi eserlerindendir. ‘Fırtına ve Coşku’ (Sturm und Drang) döneminin en önemli öncüsü ve temsilcisi olmuştur. 1774 yılında ‘Genç Werther’in Acıları’ adlı eseri ile bütün Avrupa’da ün yapmıştır. Daha sonra, 1790 yılından itibaren, Friedrich Schiller ile birlikte ortak ve dönüşümlü bir şekilde, içeriksel ve biçimsel olarak, Antik kültür anlayışı üzerinde yoğunlaşarak, Weimar Klasik’in en önemli temsilcisi olmuştur. Goethe, aynı zamanda, yurtdışında da Alman edebiyatı’nın temsilcisi olarak kabul edilmiştir.

Değeri, ölümünden sonra azalmaya başladığı sıralarda, Goethe, 1871 yılından itibaren, Alman ulusal kimliğiyle, Alman Kraliyet’inde taçlandırılmıştır. Sadece eserlerine yönelik değil, aynı zamanda örnek alınacak yaşantısına yönelik de bir hayranlık oluşmuştur. Goethe, bugüne kadar, en önemli Alman edebiyatçı olarak kabul edilmiş, eserleri ise dünya edebiyatı zirvesinde yerini almıştır.


Hayatı

Çocukluğu ve gençliği

Johann Wolfgang von Goethe, 28 Ağustos 1749 tarihinde, Frankfurt Großer Hirschgraben caddesindeki bugünkü Goethe Evi’nde(Goethehaus) dünyaya gelmiştir. Babası Johann Caspar Goethe (1710 -1782), bir hukukçu olmasına rağmen, mesleğini icra etmemiş, fakat oğluna da, maddi sıkıntı çekmeden bir hayat sağlayan imkânlarıyla yaşamını sürdürmüştür. Araştırmacı ve geniş bilgiyle donatılmış bir kişiliğe sahip olan Caspar, bununla birlikte, aile içi problemlerle de yılmadan savaşacak kadar güçlü ve azimli idi.

‘Textor’ soyadı ile doğmuş olan Goethe’nin annesi Catherina Elisabeth Goethe (1731 -1808) ise, Frankfurt’un varlıklı ve tanınmış ailelerinden birindendir. Hoş sohbetli ve hayat dolu olan Catherina Elisabeth, 38 yaşındaki hukukçu Goethe ile hayatını birleştirmiştir. Johann Wolfgang’dan sonra dört çocuk daha dünyaya getirmiştir, fakat bunlardan sadece Goethe’den biraz daha genç olan kardeşi Cornelia hayatta kalmıştır. Goethe ile kızkardeşi arasında sağlam bir güven ilişkisi oluşmuştur.

Goethe, babasından edindiği disiplin, ciddiyet ve akıl unsurunu, annesinden edindiği hayal gücü, anlatma zevki ve duygu unsurunu geliştirme fırsatı bularak, dengeli bir bütünlükten, henüz çocukluktayken nasibini almıştır. 1756’dan 1758 yılına kadar, bir devlet okulunda öğrenim görmüştür. Aydınlıkçı ve modern görüşleri olan Johann Caspar, oğluna, özel öğretmenlerin ışığında ve kendi yol göstericiliği doğrultusunda, küçük yaşlardan itibaren, oldukça iyi ve kapsamlı bir eğitim imkânı sağlamıştır. Goethe’nin çalışma takviminde, Fransızca,İngilizce, İtalyanca, Latince, Yunanca gibi dil öğrenimlerinin yanı sıra, bilimsel konular, din ve çizim gibi alanlar da yer almıştır. Ayrıca,çello ve piyano çalmayı, biniciliği, eskrimi ve dans etmeyi öğrenmiştir. Onu, özellikle görsel sanatlara yaklaştıran olay, Yedi Yıl Savaşlarıolmuştur. Avusturya – Fransa birliğinin Frankfurt’u işgal etmesinden hemen sonra, Goethe’lerin evi karargâh binası yapılmıştır ve küçük Goethe, güzel sanatlara düşkün komutanlar sayesinde, Fransız sanatıyla tanışma fırsatı bulmuştur.

Edebiyatla erken yaşta ilgilenmeye başlaması, annesinin gece anlattığı hikâyeler ve neşeli bir Luther - Protestan aileden aldığı İncil derslerinden ileri gelmiştir. Goethe, evde çok okuduğu için, babası ona yaklaşık 2000 ciltten oluşan bir kitaplık oluşturmuştur. Böylece Goethe daha çocuklukta Dr. Faust’un farklı hikâyelerini öğrenme imkânı bulmuştur.
Leipzig

Goethe, babasının yönlendirmesi ile 1765 yılı ilkbahar aylarında, Leipzig’de hukuk öğrenimine başlamıştır. İlk önceleri, toplumda yerini alabilmesi için, kılık-kıyafet ve görgü kuralları konusunda, şık yaşam tarzına ayak uydurmak zorunda kalmıştır.

Çok geçmeden zorunlu öğrenimini ihmal etmeye başlamıştır. Her ne kadar öğrencilerinin şiirsel denemeleri üzerinde çok durmasa da, Hıristiyan Fürchtegott Gellert’in derslerine katılmayı tercih etmiştir. Daha Frankfurt’tayken çizim derslerini devam ettirdiği dönemlerde Antik sanat anlayışı ile yakınlaşmasına vesile olan ressam Adam Friedrich ile burada, Leipzig’de bizzat tanışması, hayatındaki önemli karşılaşmalardan biri olmuştur. Oeser, buna ilişkin olarak, sanat anlayışı ve kabiliyeti konusunda Goethe’yi teşvik etmiştir ve Goethe, bir bakır ustasının yanında, oymacılık ve gravür tekniklerini öğrenme imkânı bulmuştur.

16 -17 yaşlarında olan Goethe, aynı zamanda, ailesinden uzakta özgürlüğün tadını çıkarmıştır. Tiyatro gösterilerine ileriki zamanlarda bir edebiyat klasiği haline gelecek olan ünlü draması Faust’un birinci bölümü için kendisine esin kaynağı olacak Auerbach lokantasında, arkadaşlarıyla akşamları vakit geçirmiştir. Goethe, ilk aşk macerasını, Leipzig günlerinde yaşamıştır. Fakat bir zanaatkâr kızı olan Kätchen Schönkopf ile yaşadığı aşk, iki yıl sonra, iki tarafın da rızası ile sona ermiştir. Yaşadığı bu duygusal karışıklık, Goethe’nin yazı stilini etkilemiştir; daha önceleri ise, Rokoko kültürünün etkisi altında şiirler yazmıştır, bu yüzden şiirleri, üslup bakımından daha özgür ve daha coşkulu olmuştur. Fakat gerçek duygularla, Rokoko kültürünün her şeyi hafife alan üslubunu bütünleştirememiş ve Leipzig’i sevememiştir.

1768 yılı Haziran ayında ağır şekilde hastalanan Goethe (bu konuda farklı görüşler söz konusudur, ancak en yakın ihtimal, genç Goethe’nin gece ve hareketli sosyal hayatın etkisiyle bitkin düştüğü yöndedir), eğitimini yazın daha rahat ve huzurlu bir ortamda sürdürebilmek için, 1770’de Frankfurt’a geri dönmüştür. Annesi ve kızkardeşinin bakıcılığında sağlığı iyiye gitmeye başlarken, aynı yıl, şiirlerinin bir araya getirildiği ‘Arnette’ adlı ilk şiir kitabını yayımlamıştır.
Frankfurt ve Strasburg

Goethe’nin hayati tehlikesi olan hastalığı, uzun bir istirahat dönemi gerektirmiştir ve Goethe’yi Piyetizm düşüncelerine itmiştir. Aynı zamanda Goethe, daha sonra Faust eserinde de başvuracağı mistik ve alşimistik yazılar ve kitaplarla ilgilenmiştir. Buna bağlı olarak da, aynı dönemde, ilk tiyatro eseri olan Die Mitschuldigen komedisini ele almıştır.

Goethe, öğrenimine 1770 yılı Nisan ayında, Strasburg’da devam etmiştir. Bu defa kendini azimle, hukuk eğitimine vermiştir. Fakat kişisel hayatındaki bazı şahsiyetler için de zaman bulmuştur. Bunlardan en önemlisi, Teolog, sanat ve edebiyat kuramcısı olan Johann Gottfried Herder olmuştur. Herder, Goethe’yi, Homer, Shekespeare, Ossian gibi yazarların kendilerine özgü dil kullanımlarına, ayrıca halk edebiyatına yönlendirmiştir ve Goethe’nin edebi gelişimine yönelik önemli etkilerde bulunmuştur. Daha sonra, Goethe’nin tavsiyesi üzerine Weimar hizmetine alınmıştır. Bu sırada Goethe, başkenti Strassburg olan Alsace bölgesinin doğasından bir hayli etkilenerek, ilk kez doğanın organik olduğunu keşfedip, tabiat bilimine ilişkin teoriler üretmeye başlamıştır.

Sesenheim’da yaptığı bir gezinti esnasında, bir papaz kızı olan Friederike Brion’la tanışmış ve ona âşık olmuştur. Genç Goethe, Straßburg’dan ayrılışında bu ilişkiyi bitirmiştir ve daha sonradan Sesenheim Lieder (Willkommen und Abschied, Mailied, Heidenröslein…) olarak tanınacak olan, Friederike’ye dair yazdığı şiirler ise, “yeni bir lirik çağın” başlangıcı olmuştur. Bu şiirleri, Alman edebiyatında manzumenin ilk örnekleri arasında yerini almıştır. Sesenheimer Lieder, “Anakreontik” dönemine özgü yapay saray aşk söylemleri yerine, içinde yazarının hayat deneyimlerini barındıran, yaşanan birçok şeyi doğrudan işleyen sahici duyguları içeren, belli bir kalıp söylemden sıyrılarak gerçek yaşamı temel alan Yaşantılama Şiirinin (Erlebnislyrik) ilk örnekleri olmuştur.

Goethe, 1771 yazında, hukuk alanında doktora tezini yaparken, üniversite aynı zamanda ona, burs edinme olanağı sunmuştur. 6 Ağustos 1771’de “cum applaus”, yani “yüksek takdir” belgesi almasının temel nedeni, “Positiones Juris” başlığı altında, Latin dilindeki 56 tez olmuştur. 55. tezinde ise, bir çocuk katilinin, ölüm cezasına çarptırılıp çarptırılmamasına ilişkin bir tartışma konusu yaratmıştır. Bu konuyu, sanatsal bir formda, “Gretchen” trajedisinde yeniden ele almıştır. Bu dönemde Gotik sanatla da ilgilenmiştir. Straßburg Katedrali mimarı Erwin von Steinbach’ın üslubundan oldukça etkilenen Goethe, Gotik mimari tarzını, yazıya dönüştürmeye çalışmış ve etkisini yitiren bu üslubun yeniden değerini kazanmasına imkân verecek olan Von Deutscher Baukunst (Alman Mimarisi Üzerine) adlı makaleyi ele almıştır.
‘Fırtına ve Coşku’ dönemi

Frankfurt’a dönüşünde Goethe, yeni yetişen hukukçuların kısa zamanda ilgisini çeken ve küçük kıskançlıklarına neden olan, Weimar’a dönüşüne kadar dört yıl boyunca çalıştırdığı bir avukatlık bürosu açmıştır. Goethe için, edebiyat avukatlıktan daha önemli olmuştur. 1771 yılı sonunda ise, “Geschichte Gottfriedens von Berlichingen mit der eisernen Hand” adlı eserini kâğıda dökmüştür. Çalışmasından sonra, 1773’te Götz von Berlichingen adlı dramasını yayımlamıştır. Gelecek nesillere kalacak olan bu verimli eseri, çarpıcı bir rağbet görmüştür ve Fırtına ve Coşku döneminin temel yapıtı olarak kabul edilmiştir. Ortaçağ etkisiyle, coşkunluk akımı ile işlenmiş bu oyun, dönemin en zengin piyeslerinden biri olmuştur ve Ortaçağ’a ilişkin kavramları yeniden su yüzüne çıkarmıştır.

Goethe, 1772 Mayıs’ında, babasının teşvik etmesiyle, Wetzlar Alman Yüksek Mahkemesi’nde asistan olarak göreve başlamıştır. 1772 ve 73 yılları arasında, tiyatro oyunları ve kitaplarla ilgilenerek Frankfurter Gelehrte Anzeige adlı kültür ve sanat dergisinde eleştirel yazılar yazmıştır. Goethe’nin meslek arkadaşı Johann Christian Kestner, zamanın Goethe’sini şöyle tanımlamıştır: “Goethe, muhteşem hayal gücüne sahip bir dehadır. Kendi ruhunun yaratıcısıdır. Asil bir düşünce tarzına sahiptir. Goethe, tam bir karakter adamıdır. Tuhaftır ve söylemlerinde kendi canını sıkabilecek farklılıklara sahiptir. Tabii ki çocuklarda, bayanların odasında ve diğer birçok kişiye karşı davranışlarında takdir edilmektedir. Hoşuna giden bir şeyi, bir başkasının hoşlanıp hoşlanmayacağını, onun moda olup olmayacağını veya yaşam tarzının buna müsaade edip etmeyeceğini düşünmeksizin yapmaktadır. Tüm zorluklar ise ondan korkmaktadır”.

Goethe, yeniden hukuk çalışmalarına daha az ilgi göstermeye başlamıştır. Bunun yerine, Antik Çağ yazarlarıyla ilgilenmiş ve arkadaşı Kestner’in nişanlısı Charlotte Buff’a âşık olmuştur. Bu durum, iki ay sonra tehlike arz etmeye başlayınca, Wetzlar’i alelacele terk etmiştir. Bir buçuk yıl sonra ise, edindiği bu aşk tecrübesiyle diğer hayat tecrübelerini, Genç Werther’in Acıları (Die Leiden des jungen Werthers) adlı romanında bir araya getirmiştir. Aşırı melankoli içeren bu eseri, kısa zamanda, Goethe’yi tüm Avrupa’da ün sahibi yapmıştır. Goethe, kitabın müthiş başarısının ve buna ilişkin olarak, o zamanın gereksinimlerini karşılayan Werther Etkisi’nin sırrını açıklamıştır. Eser, özellikle Avrupa’da yankı uyandırarak, gençlerin aynı yola başvurmasına ve intihara yönelmesine neden olacak kadar gerçekçi bir anlatıma sahiptir.

Wetzlar’den dönüşünün ve Weimar’a seyahatinin arasında geçen yıl, Goethe’nin en verimli dönemi olmuştur. Ünlü yapıtı Werther’in dışında, büyük destansı şiirler (Ganymed,Prometheus, Mohammeds Gesang), çok sayıda kısa drama (Das Jahrmarktsfest zu Plundersweilern und Götter, Heiden und Wieland) ile birlikte Clavigo ve Stella dramalarını kaleme almıştır. Goethe, aynı zamanda, Faust serilerini, ilk kez bu dönemde ele almıştır. Alman bir şair olan Klopstock’un od üslubundan ve Grek şair Pindaros’un övgü üslubundan yararlanarak, tabiattaki coşkun duyguları, övgü şiirleriyle anlatmıştır. Belirli kalıplardan uzak kalarak, serbest vezinli ses ahengine sahip bu yeni manzumeleri, dünya edebiyatına Goethe kazandırmıştır. Bunlardan en önemlisi, Prometheus olmuştur.

Goethe, 1775 yılında, bir banker kızı olan Lili Schönemann ile nişanlanmıştır. Fakat bu ilişki, çevre ve yaşam tarzı açısından, ailelerin uyuşmazlığı nedeniyle yıpranmıştır, buna ilişkin olarak Goethe, kendi idealleri ile evliliğin bağdaşmayabileceği konusunda endişeye düşmüştür. Bu boşluğu doldurabilmek için ise, Cristian ve Friedrich Leopold zu Stolberg-Stolberg kardeşlerin, İsviçre’yi dolaşarak, aylarca sürecek olan seyahat davetini değerlendirmiştir. Ekim ayında bu nişanlılık durumu tamamen sona ermiştir. Hayal kırıklığına uğrayan Goethe, 18 yaşındaki dük Karl August tarafından Weimar’a davet edilmiştir.
Weimar’da başkanlık 

Goethe, Kasım 1775’de Weimar’a gelmiştir. Yaklaşık 6000 kişi nüfusa sahip olan başkent Sachsen-Weimar-Eisennach, düşes’in annesi Anna Amelia’nın etkisiyle, kültürel bir şehir haline gelmiştir. Goethe, bu dönemde bir süre politika ile ilgilenmiştir ve Dük’ün özel danışmanlığını yapmıştır. İlk kez 1771 yılında ele aldığı Kur'an tefsirleri üzerindeki çalışmalarına burada da devam etmiştir. Özellikle, doğu uygarlığı ile ilgilenen bir tarihçi olan Josef von Hammer’in Kuran çevirisini sürekli olarak okuyan Goethe, Almanya’da İslamiyet’e pozitif yaklaşan ilk edebiyatçı olmuştur.
Devlet hizmeti

Goethe, aristokrasiye karşı direnerek, 1776 yazında, dük’ün danışman kurulunun üyesi olmuştur. Bir sonraki sene, yeni kurulan maden ocağı komisyonuna yönetici olarak seçilerek, 1779 yılında yol yapımı komisyonu yöneticisi; 1782’de ise maliye bakanı olarak çalışmaya devam etmiştir. Goethe, işini büyük bir hırsla yapmıştır. Onun temel arzusu, eşzamanlı ekonomik destekle, resmi harcamaları sınırlandırarak, devletin mali durumunu düzeltmek olmuştur. Özellikle zorlu mücadelenin yarıya indirilmesiyle, net tasarruflar elde edilerek bu kısmen başarılmıştır. Öte yandan, Goethe’nin kendi kararıyla geliştirmekte olduğu bakır ve gümüş ocağı işletmesi fazla başarı elde edememiştir.

Goethe’nin bakanlar kurulundaki etkileri, edebiyat çevresince oldukça farklı değerlendirilmiştir. Bazı yazarlar Goethe’yi köylülerin baskıcı ve ağır vergi yükünden kurtulmaları için çaba gösteren, yenilikçi bir politikacı olarak nitelerken, diğer çevrelerce Goethe’nin, hem ülke çocuklarının Prusya ordusuna zorunlu olarak katılmasından hem de konuşma özgürlüğünün sınırlandırılmasına ilişkin önlemlerden yana olduğu belirtilir. Bir başka durumda ise Goethe, çaresizlikten evlilik dışı bebeğini öldürmüş olan bir annenin idam cezasına oylamada bulunmuş; daha sonra ise –düşüncesinin aksine- “Gretchen” trajedisinde merhamet dolu davranışını ele almıştır. Fakat buna ilişkin olarak Goethe’nin kişisel görüşü mü olduğu yoksa çoğunluk görüşüne boyun mu eğdiği konusunda herhangi bir bilgi yoktur.

Goethe’nin devlet hizmetindeki aktif çalışmalarına ilişkin gayreti bitmemiştir. Yapmış olduğu resmi faaliyetler beraberinde resmi mükâfatlar getirmiştir; Goethe’ye resmi unvan verilmesinin yanı sıra, 1882 yılında Goethe, önemli bir aristokratik unvana layık görülmüştür. Çoğunlukla resmi görevler çerçevesinde, Weimar’daki ilk on yıl, 1779’da İsviçre’ye, ayrıca birçok kez Harz bölgesine olmak üzere çeşitli seyahatlerde bulunmuştur. 1785 yılında ise, Karlsbad’daki bir tedaviyle, yıllık kaplıca seyahatlerine başlamıştır.
Edebiyat ve doğa bilimleri 

Goethe, Weimar’da geçirdiği ilk on yıl içerisinde, mecmualardaki dağınık bazı şiirlerinden başka hiçbir şey yayımlamamıştır. Günlük işlerinin yoğunluğundan, ciddi edebiyat çalışmalarına çok az zaman ayırabilmiştir. Özellikle, saray festivallerinin düzenlenmesi ve tiyatro oyunları için çalışmıştır.

Bu dönemin iddialı çalışmaları, Iphigenie auf Tauris trajedisinin ilk düzyazı özeti ile birlikte Egmont, Tasso oyunları ile Wilhelm Meister adlı roman çalışmaları olmuştur. Bu oyunlardaki kadın figürleri ele alan Goethe, özellikle Antik Çağ’da Euripides’in de ele aldığı gibi, mitolojik kahraman ‘Iphigenie’ karakterinin bazı yönleri üzerinde durmuştur. Ayrıca Charlotte von Stein için yazdığı aşk şiirlerinin (örn. Neden bize bu derin bakışları verdin? “Warum gabst du uns die tiefen Blicke?”) yanı sıra Erlkönig, Wanderers Nachtlied,Grenzen der Menscheit ve Das Göttliche gibi dönemin en tanınmış şiirleri ortaya çıkmıştır.

Goethe, 1780 yılında, sistematik olarak bilimsel doğa sorunlarını araştırmaya başlamıştır. Daha sonra bunları, madencilik, çiftçilik ve kömür işletmeciliği alanlarındaki sorunlarla resmi uğraşlarına uygulamıştır. İlk önceleri başlıca ilgi alanları, Yer Bilimi, Madencilik, Bitki Bilimi (Botanik) ve Osteoloji (Kemik Bilimi) olmuştur. 1784 yılında bu alanda, insandaki çene kemiğini keşfetmeyi başarmıştır. Aynı yıl içerisinde ise, Granit hakkındaki makalesini yazmış ve Roman der Erde (Yeryüzünün Romanı) başlıklı kitabını tasarlamıştır.

Charlotte von Stein ile ilişkisi

Goethe’nin Weimar’da geçirdiği on yıl içerisindeki en önemli ve en etkileyici ilişkisi, bir saray nedimesi olan Charlotte von Stein ile olmuştur. Goethe’den yedi yaş büyük olan Charlotte, yedi çocuğundan dört tanesini kaybetmiştir ve anlaşmalı bir evlilik yaşamıştır. Goethe’nin yaklaşık 2000 mektubu ve not kâğıdı, bu samimi, sıra dışı aşk ilişkisinin belgeleri olmuştur (Bayan Stein’ın mektupları ele geçirilememiştir). Stein bir eğitimci olarak, Goethe’yi teşvik etmiştir: Ona saray görgü kurallarını öğretmiş, iç huzursuzluğu konusunda onu teskin etmiş ve disiplinini güçlendirmede ona katkıda bulunmuştur. Bunu bir aşk ilişkisinden mi kaynaklanan ya da masumca bir dostluktan mı kaynaklanan davranış olduğu konusunda kesin bir yargıya varılamaz. Birçok yazar, Bayan Stein’ın, Goethe’nin cinsel isteklerini reddettiğini ortaya koymaktadır. Sürekli olarak ise, psikanalist Kurt Eissler’in Goethe’nin ilk cinsel deneyimini, 38 yaşında Roma’da yaşadığı iddiasına inanılır.

Söz konusu ilişki, Goethe’nin, hayal kırıklığına uğrayan Bayan Stein’ın da affedemediği 1786’da yaptığı gizli Roma seyahati ile sona ermiştir, dönüşünden sonra, Christiane Vulpius ile başlayan ilişkisi, tamamen bir hayal kırıklığı ile sonuçlanmıştır. Her ikisi de, ilk kez yaşlılıkta, yeniden dostane bir ilişki bulmuştur.
İtalya seyahati

Goethe, 1786 yılında bunalıma girmiştir. Charlotte von Stein ile ilişkisi giderek artan bir isteksizlik yarattığından, mesleğindeki faaliyetlerini ümit ettiği şekilde yerine getirememiştir ve saray yaşantısının zorluklarından rahatsızlık duymuştur. Fakat her şeyden önce bir kimlik bunalımı içerisine girmiştir. Artık kendi ölçütlerinin neler olduğunu bilemeden, kendi kendisiyle çelişir hale gelmiştir. Bu durumu, İtalya’ya yapacağı bir seyahatle ortadan kaldırma yolunu seçmiştir. Eylül 1786’da sadece hizmetçisi Philipp Seidel’e haber vererek yola çıkmıştır. Amacının ne olduğu bilinmeyen bu gizli seyahat, Goethe’nin görevinden istifa ederek, ancak gelirini kazanmaya devam etmek için Goethe’ye olanak sağlayan bir stratejinin parçası olmuştur. Aynı zamanda, Werther’in dünya çapında tanınan yazarı Goethe, toplumdaki sosyal kontrol olmadan, farklı şekilde hareket edemediğinden, takma bir adla seyahat etmiştir. Verona, Vicenza ve Venedig’deki ikametlerinden sonra, Kasım ayında Roma’ya gelmiştir. Napoli ve Sicilya’ya yaptığı dört aylık gezisinin yanı sıra, Kasım’ın sonuna kadar da Roma’da kalmıştır. Goethe, İtalya gezisi esnasında Roma ve Grek sanatının değişik stillerini, ayrıntılı olarak araştırma fırsatını yakalamıştır. Bunlarla birlikte, İtalya’nın farklı, Akdeniz’e has olan tabiatı üzerinde durarak, fikir üretmeye başlamıştır. İnsan anatomisi üzerine de kapsamlı çalışmalar yaparak, bilimsel teoriler ortaya atmıştır. Siena, Floransa, Parma ve Milano şehirlerine yaptığı seyahatlerin ardından, iki yıl sonra, Weimar’a geri dönmüştür.

Goethe, İtalya’da, Rönesans ve Antik dönemin yapı ve sanat çalışmalarını öğrenmiş ve onlara hayran kalmıştır, özellikle Raffael ve dönemin mimarı Andrea Pallodio’ya hayranlık duymuştur. Sanat arkadaşlarının yönetimi altında, çizim çalışmalarını büyük bir gururla sürdürmüştür; Goethe’nin yaklaşık 850 çizimi İtalya dönemine aittir. İlk kez o anda, sadece sanatçı olarak değil, aynı zamanda yazar olarak da doğmuş olduğu sonucuna varmıştır. İtalya’da edebiyat çalışmalarına da ilgi göstermiştir: Diğer çalışmalarının arasında, düzyazı şeklinde önceden mevcut bulunan, kafiye tarzındaki Iphigenie çalışmasına yönelmiş, 12 yıl önce başladığı Egmont eserini tamamlamış ve Tasso adlı tiyatro eserine devam etmiştir, bunların yanı sıra ise bitki bilimi üzerine araştırmalar yapmıştır.

İtalya seyahati, Goethe’ye köklü bir deneyim kazandırmıştır ve bunu İtalya’da edindiği deneyim olan bir “yeniden doğuş” olarak nitelendirmiştir. Bu deneyimin sonunda kendini yeniden bulmuş ve gelecekteki faaliyetlerini sınırlandırmak için, karakterine nelerin uygun olacağına dair karar almıştır. Bununla birlikte, Goethe, Fırtına ve Coşku döneminden sıyrılarak, Klasisizme bu dönemde geçiş yapmıştır ve bu dönem Goethe ile birlikte Alman edebiyat tarihinde, Klasizm başlangıç tarihi kabul edilmiştir.

Weimar klasik dönem

Christiane Vulpius ile ilişkisi

Goethe, dönüşünden birkaç hafta sonra, 23 yaşındaki Christiane Vulpius ile bir aşk ilişkisine başlamıştır ve aynı zamanda onu hayat arkadaşı olarak kabul etmiştir. Aralık 1789’da oğlu August dünyaya gelmiştir; August’dan sonra doğmuş olan dört çocuğundan her biri sadece birkaç gün yaşayabilmiştir. Goethe’nin içinde bulunduğu Weimar toplumu, az eğitimli, basit ilişkiler yaşamış olan bu bayanı içerisine kabul etmemiştir. Çoğunlukla, bu uygunsuz ilişkinin gayrimeşru yanı da eklendiğinde, toplum, onu sıradan ve eğlence düşkünü biri olarak nitelendirmiştir. Goethe ise Vulpius’un doğallığını ve neşeli karakterini sevmiştir. Christiane’nin 1816 yılındaki ölümüne kadar, ‘küçük vamp kadın’ ile olan ilişkisine sahip çıkarak, 1806 yılında yaptığı bir nikâhla onun toplum içinde yer almasını sağlamıştır.

Resmi görevleri ve siyaset

Goethe, dönüşünden sonra, birçok resmi görev konusunda, dük tarafından affedilmiştir; kuruldaki başkanlığını ve bununla birlikte siyasi etkisini devam ettirmiştir. Resmi yapı faaliyetlerinin denetlenmesi ve çizim okullarının yöneticiliği olmak üzere kültürel ve bilimsel alanda birçok görev üstlenmiştir. 1791 yılından 1817’ye kadar Weimar Saray Tiyatrosu’nun yöneticiliğini yapmıştır. Bunun yanı sıra Goethe, dükalık’a ait olan Jena Üniversitesi’nde görev almıştır. Johann Gottlieb Fichte, Georg Hegel, Friedrich Schelling veFriedrich Schiller’in de arasında bulunduğu birçok tanınmış profesörün daveti, Goethe’nin desteği sayesinde olmuştur. 1807 yılında Goethe’ye, Jena Üniversitesi’nin denetlenmesi görevinin verilmesinin ardından, Goethe öncelikli olarak, doğa bilimleri fakültesinin genişletilmesi için çaba göstermiştir.

Goethe’nin görevleri arasında, İtalya seyahatinden dönmekte olan dük’ün annesini getirmek üzere, 1790 yılında Venedik’e yaptığı dört aylık bir seyahat de yer almıştır. Fakat ülkedeki politik ve sosyal yolsuzlukları da keşfetmesi üzerine, hayal kırıklığına uğrayarak, ilk İtalya seyahatinin verdiği hazzı duyamamıştır.

1789 yılında, Goethe’nin olumsuz baktığı Fransız Devrimi, Avrupa’yı sarsmıştır. Goethe, ağır hareket edilen yeniliklerden yana olmuştur ve özellikle devrim izinde yapılan güç aşırılıklarından nefret etmiştir; diğer yandan ise, bunu eski rejimin bir kusuru olarak görmüştür. Daha sonra geçmişe uzanarak şunları dile getirmiştir: “Herhangi büyük bir devrimin, asla ulusun değil, tamamen hükümetin hatası olduğuna inandım. Hükümetler, devamlı olarak adalete uygun olup, geliştikleri sürece, devrimler tamamen gereksiz hale gelir; öyle ki onları zamana uygun yeniliklerle karşılarlar ve alt kesimden zorunluluklar diretilinceye kadar, çok uzun süre mücadelede bulunmazlar.”

Goethe, 1792 yılında, dük’ün isteği üzerine, devrimci Fransa’ya karşı ilk ittifak savaşı için dük’e refakat etmiştir. Üç ay boyunca sefaleti görmüş ve Fransa’nın zaferiyle sonuçlanan bu taarruzla karşı karşıya kalmıştır. Ardından bir üç ay daha, 1793 yazında yazar, dük’ün isteği üzerine Mainz şehrinin kuşatması için geçirmiştir.

Dükalık, 1796 yılında, Basel’in Prusya-Fransa barış antlaşmasına katılmıştır. Bu on yıllık barış dönemi ise, savaş nedeniyle sarsılan Avrupa’da, Weimar Klasik’in en parlak devrinin yaşanmasına imkân sağlamıştır.

Doğa bilimi, edebiyat, Schiller ile anlaşma

İtalya seyahatinden sonra Goethe, öncelikli olarak doğa bilimi ile ilgilenmiştir. 1790 yılında, Versuch die Metamorphose der Pflanzen zu erklären (Bitkilerin Morfolojik Yapısının Açıklanması) başlıklı denemesini yayımlamıştır, bununla birlikte hayatının sonuna kadar ilgileneceği Renk Teorisi üzerine araştırmalarına başlamıştır.

Bunu aksine, edebi eserleri ise durgun bir döneme girmiştir. Bunun sebepleri, Goethe’nin eski arkadaş çevresinin soğukluğu ve ilgisizliği, devrimin yaratmış olduğu sarsıntı ve Goethe’nin yeni edinmiş olduğu sanat anlayışına tamamen aykırı düşen eserlerinin toplumdaki anlık başarısı olmuştur.

1790’lı yıllardaki eserlerine, dönüşünden sonra kısa bir zamanda oluşturduğu, antik dönemin erotik edebiyat formundaki, Christiane’ye olan tutkusunu içeren ve erotik şiirlerin bir derlemesi olan Römischen Elegien (Roma Ağıtları) adlı eseri de dâhil olmuştur. İkinci İtalya seyahati, nüktelerin ve Avrupa’nın genel durumu üzerine yazılmış olan mizahi şiirlerin bir derlemesi olan Venedig Epigramları’nın ortaya çıkmasını sağlamıştır. 1792–93 yıllarında Goethe, altı vezin ölçümlü dize şeklindeki Reineke Fuchs destanını düzenlemiştir. Devrimin etkileri altında, yergici, devrim karşıtı ve aynı zamanda bir o kadar da mutlakıyet karşıtı olan birçok komedya ortaya çıkmıştır: Der Groß-Cophta 1791 (Büyük Cophta 1791), Der Bürgergeneral 1793 (Yurttaş General 1793), ve parça şeklindeki Die Aufgeregten 1793. “Bütün bunlar, devrim olayını uygun bir biçimde sahnelemek için, Goethe’nin başarısızlıkla sonuçlanan çabalarını belgeler”.

1794 yazında, Jena yakınlarında yaşayan tarih profesörü Friedrich Schiller, çıkarmakta olduğu Horen isimli kültür ve sanat dergisi için, Goethe’ye işbirliği teklifinde bulunmuştur. Her iki yazar da, yakın bir ilişki içerisine girmeksizin, geçmişte birçok kez bir araya gelmiştir.

Goethe’nin Schiller’in teklifini kabul etmesinin ardından, her ikisi de, en yüksek sanat tarzı olarak Antik döneme yönelim; bir o kadar da devrim anlayışını reddetme konusunda hemfikir olmuşlardır. Bu, tüm kişiselliği bir tarafa bırakıp, karakter ve çalışma tarzlarıyla birbirinden etkilenerek şekillenen yoğun bir işbirliğinin başlangıcı olmuştur.

Her ikisi de, temel estetik sorunlara dair yaptıkları ortak görüşmede, ‘Weimar Klasik’ döneminin edebiyat devri olması gereken bir sanat ve edebiyat anlayışı geliştirmişlerdir. Aynı şekilde Schiller’in de olmak üzere, edebi başarıları sekteye uğramış olan Goethe, kendisinden on yaş daha genç olan biri ile yaptığı özendirici işbirliğinin etkisi konusunda birçok kez şunları vurgulamıştır: “Onlar, bana ikinci bir gençliği aşıladılar ve beni tekrar yazarlığa yükselttiler”.

Her iki yazar da, birbirlerinin eserlerindeki canlı teorik ve pratik kısımlardan yararlanmışlardır. Bu yüzden Schiller, Goethe’nin Wilhelm Meisters Lehrjahre (Wilhelm Meister’in Çıraklık Yılları) adlı romanına, eleştirel bir yaklaşımla eşlik etmekte ve ‘Faust’ adlı eserinin devamlılığı için onu cesaretlendirirken, Goethe de, Schiller’in Wallenstein adlı eserine etkide bulunmuştur. Bunun yanı sıra, ortak yayın projeleri de önem arz etmiştir. Her ne kadar Schiller, Goethe’nin kısa ömürlü dergisi Propylän’e hemen hemen hiç katılmamış olsa da, Horen ve aynı zamanda kendisi tarafından yayımlanan Musen-Almanach dergilerinde sayısız çalışma yayımlamıştır. Musen-Almanach dergisi, 1797 yılında, ortak şekilde ele alınan Xenien adlı şiirlerin bir koleksiyonunu oluşturmuştur. Daha sonraki yıllarda ise bu dergide, yazarların en ünlü baladları yayımlanmıştır.

Goethe bu dönemde, bilinen eserlerinin yanında, Unterhaltung deutscher Ausgewanderten (Alman Göçmenlerin Sohbetleri) adlı eserini ve dönemin güncel olaylarını, altı ölçülü dize şeklinde ortaya koyan epik şiiri Hermann und Dorothea’yı (Hermann ve Dorothea) ele almıştır. Bu eseriyle Goethe, ‘klasik’ okur başarısını elde etmiştir. Bununla birlikte, Der Schatzgräber (Hazine Avcısı) ve Der Zauberlehrling (Büyücü Çığlığı) adlı en tanınmış baladlarını bu dönemde kaleme almıştır.

Damgasını vurduğu Weimar Klasik dönemi ise, 1805 yılında Schiller’in ölümü ile sona ermiştir.
Sonraki Goethe

Goethe, 1805 yılında Schiller’in ölümünü büyük bir kayıp olarak nitelendirmiştir. Buna ilişkin olarak, farklı hastalıklarla da sarsılmıştır (Erizipel, böbrek sancısı). Yol arkadaşının kaybının yanı sıra, Goethe’nin hayatında iz bırakan bir diğer dönüm noktası da Napoleon Bonaparte ile baş gösteren savaş olmuştur. Goethe, düküyle beraber dilenerek ve iltica edecek bir yer arayarak, Almanya’yı dolaştıklarını zihninde canlandırmıştır (kötümserliğe olan eğilimini, kendisinin ‘karanlık yanı’ olarak adlandırmıştır.)

Christiane ile olan sağlam evliliği, 1807 yılında, Jena’daki kitap satıcısı Fromman’ın bakıcısının 18 yaşındaki kızı Minna Herzlieb’e karşı ilgisinin artmasına engel olamamıştır. Son romanı ‘Gönül Yakınlıkları’ (Die Wahlverwandschaften), dönemin iç deneyimlerinin izlerini taşımaktadır.

Goethe, çok yönlü evrensel bir deha olmayı çok isterdi, fakat bunun için deneyim bilgisinin milyonlarca kafası olan ejderhasına boyun eğmek zorundaydı. Buna rağmen, 1806 yılından itibaren, eserlerinin yeni bir derlemesini hazırlamıştır (Cotta, Stuttgart). Bu sebeple, ‘Faust’un ilk cildini’ de sonunda tamamlamayı başarmıştır.

Goethe, 1809 yılında, bir otobiyografi ele almaya başlamıştır. Bir yıl sonra ise, çok uzun süre onu işgal eden ‘Renk Teorisi’ (Farbenlehre) adlı eserini yayımlamıştır. Yurtdışının ve tüm çağların edebiyat araştırmasını yapmıştır. Halk, Fransız egemenliğine karşı baş kaldırırken, Goethe, zihnen Yakın Doğu’ya yönelmiştir: Arapça ve İran dili öğrenimine başlamış, Kuran’ı hatmetmiş ve İranlı şair Hafis’i okuma fırsatı bulmuştur. Bettina Brentano Weimar’da ortaya çıktığında, Goethe’nin, gençliği konusunda annesinden edindiği bilgilerle, ‘Hayatımdan. Edebiyat ve Hakikat’ (Aus meinem Leben. Dichtung und Wahrheit) başlıklı biyografisinin gidişatına yardımda bulunmuştur. Goethe, daha sonra bu betimlemeyi, ‘Yıllıklar’ (Annalen) ve ‘1786’dan 1788’e kadar İtalya Seyahati’ isimli eserlerindeki sayısız eklemelerle donatmıştır. Friedrich Rimer (1805’ten beri oğlunun öğretmeni), sekreter olarak kısa zamanda Goethe’nin vazgeçilmezi olmuştur; Goethe’nin kulağına, Beethoven’in ‘müzik gürültüsü’nden daha hoş geldiği Carl Friedrich Zelter ile otuz yılı aşkın bir süredir devam etmiş olan uzun bir mektuplaşma dönemine girmiştir (1799–1832). Bu mektuplaşma sayesinde Goethe, ondan sadece müzik konusunda değil, dostluk bağlamında da çok şey edinebilmiştir.

Goethe, 1814 yılında, Rhein ve Main çevrelerine seyahat etmiştir. Goethe’nin tavsiyesi üzerine ve huzurunda, birkaç hafta sonra evlenen banker Johann Jakob von Willemer ve ortağı Marianne Jung ile Frankfurt’da karşılaşmıştır. Goethe her ne kadar 65 yaşında olsa da, hiçbir şekilde kendisini çok yaşlı hissetmemiş ve Marianna’ya âşık olmuştur. Marianna, edebiyat ortağı ve tanrıçası olmuştur. Goethe, bir sonraki yıl Willemer’leri tekrar ziyaret etmiştir; -bu, memleketini son görüşü olmuştur. Willemer’lerin daha sonraki davetine karşılık vermemiştir. Fakat devamında, ‘Doğu-Batı Divanı’ (West-östlicher Divan) adlı eserini tamamlayana kadar, ‘Gül ve Bülbül, Aşk ve Şarap’ adlı şiirlerin dizeleri ortaya çıkmıştır. Daha sonra Marianna, bu aşk şiirlerinin büyük bir kısmının kendisinden kaynaklandığını ortaya atmıştır.
Yoğunlaşması ve çalışmalarını tamamlaması

Goethe’nin eşi Bayan Christiane, uzun süren rahatsızlığının ardından, 1816 yılında yaşamını yitirmiştir. Goethe, 1817 yılında, saray tiyatrosu yöneticiliğinden istifa etmiştir. Bu dönemden itibaren, Goethe’nin sağlığı ile gelini ilgilenmiştir. Dükalık ise, -Goethe’nin endişelerinin aksine- Napolyon savaşlarının kargaşasından hiç zarar görmeden çıkabilmeyi başarmıştır, hatta Carl August, bunu ‘Saray Macerası’ olarak adlandırmıştır. Bu macera, Jena’daki öğrencilerde ve diğer yerlerde yankı uyandırdığı esnada, Goethe çalışmalarını düzene koymuştur. Bu yıllarda, ‘Geschichte meines botanischen Studiums’ (Bitki Bilimi Öğreniminin Tarihçesi) adlı eser ortaya çıkmıştır (1817). Bunu 1824 yılına kadar, Morfoloji, Jeoloji ve Mineroloji alanlarına ilişkin fikirler başta olmak üzere, ‘Zur Naturwissenschaft überhaupt’ (Genel olarak Doğa Bilimlerine Dair) başlıklı eserinin serilerindeki fikirler takip etmiştir (burada, 1790 yılında sevgilisi için kaleme almış olduğu, ağıt tarzındaki ‘Bitki Morfolojisi’nin tasviri de yer almaktadır). Ayrıca Goethe bu dönemde, ilk kez 1813 yılının başlarında Tahran’ı ziyaret etmiş olan doğa bilimcisi Heinrich Cotta ile iletişim kurmuştur.

Goethe, Karl Friedrich Reinhard ve Kapsar Maria von Sternberg ile arkadaşlığını sona erdirmiştir. Ara sıra ‘Urworte. Orphisch’ adlı şiirinde son bulan gizemli düşüncelere adamıştır kendini. Günlüğü ve uzun süredir muhafaza ettiği notları, Goethe’ye ‘İtalya Seyahati’ (Italienische Reise) adlı eserini tamamlama fırsatı sunmuştur. 1821’de ise bunu küçük çaptaki romanlarının bir derlemesi olan ‘Wilhelm Meister’in Seyahat Yılları’ (Wilhelm Meisters Wanderjahre) başlıklı eseri takip etmiştir.
Son çalışmaları ve seyahatleri

Goethe, 1823 yılında, kalp zarı iltihabı (Perikarditis) hastalığına yakalanmıştır. İstirahatından sonra ise kendini manevi anlamda eskisinden daha canlı hissetmiştir. İhtiyar Goethe, Karlsbad’da annesiyle beraber tanımış olduğu 19 yaşındaki Ulrike von Levetzow’a evlenme teklifinde bulunmuştur. Yaşadığı hüsranı, eve dönüş yolculuğunda ruhundan kopan ‘Marienbad Ağıdı’ (Marienbader Elegie) adlı eseri ile kâğıda dökmüştür. Daha sonra iç dünyasında ve çevresinde daima sessizliği ve sakinliği tercih etmiştir. Günlerini daima münzevi bir şekilde geçirmiştir. ‘Faust’ eserinin ikinci bölümünü tekrar ele almıştır. Kendisi hemen hemen hiç yazmamış, fakat yazdırmıştır. Böylelikle Goethe, yalnızca geniş kapsamlı bir mektuplaşma ile kalmamış, aynı zamanda bilgisini ve yaşam tarzını, geçmişe dayanan bu görüşmelerde, sadakatli genç şair Johann Peter Eckermann’a emanet etmiştir.

1828 yılında, Goethe’nin oğlu, destekçisi dükün adını taşıyan Karl August hayatını kaybetmiştir. Goethe, oğlunun ölümüne Roma’da iken katlanmak zorunda kalmıştır. Aynı yıl içerisinde, ‘Faust’ eserinin ikinci bölümünü tamamlamıştır. Faust, onun için, yıllar boyu en önemli şeyi oluşturan, biçimsel olarak bir sahne eseri, fakat hemen hemen hiç sahnede sergilenemez, fantastik bir resim tabakası olmasından önce birçok şiiri gibi büyük anlama sahip olan bir eserdi. Goethe son olarak, Georges Cuvier ve Etienne Geoffroy Saint-Hilaire isimli iki paleontolog arasındaki tartışmaya katılmıştır (yıkımcılık vs. türlerin gelişim sürekliliği). ‘Farbenlehre’ (Renk Teorisi) adlı eseriyle de hiçbir şekilde açıklayamamış olduğu Gökkuşağı gibi, Yer Bilimi (Jeoloji) ve Evrimcilik konuları da Goethe’yi uğraştırmıştır.

Aynı zamanda bitkilerin nasıl yetiştiği konusu da Goethe’yi bırakmamıştır. Goethe, ölümünden birkaç hafta önce, Ferdinand Wackenroder’a şunları yazmıştır.

'Çok çeşitli yollarla, bir veya aynı kurala bağlı kalarak, hangi yolla bitkilerin başkalaşım (metamorfoz) geçireceği, yaşamın organik-kimyasal değişmesine yaklaşmanın ne derece mümkün olacağı konusu ile büyük ölçüde ilgileniyorum. Yalnız, bitkilerin ışığa karşı tepki göstermeleri gibi, bitki kökleri tarafından emilen nemin onun tarafından değiştirilmesi bana açık görünüyor, bundan ötürü, iskotoları şişiren rüzgârın türünü daha yakından net bir şekilde görmede, sizin masumca karşı çıktığınız istek ortaya çıktı.'
Ölümü

Goethe, (muhtemelen kalp krizinden) 22 Mart 1832’de hayata veda etmiştir. Son sözlerinin “daha fazla ışık” ifadesi olduğu tartışmaya açık kalmıştır. Bu ifade, söz konusu dakikada ölüm yatağında iken, Goethe’nin yanında olmayan doktoru Carl Vogel’e ulaştırılmıştır. Goethe, 26 Mart’da Weimar Mezarlığında toprağa verilmiştir.

Edebiyat ve müziğe etkisi

Goethe’nin kendisinden sonra gelen Alman şair ve yazarlara etkisi her yerde geçerliliğini korumaktadır, öyle ki burada, belli ölçülerde kendisi ve eserleriyle uyum içerisinde olan sadece birkaç yazar adlandırılabilmektedir.

Romantik dönem’in şair ve yazarları, Fırtına ve Coşku döneminin duygu aşırılığından yola çıkmışlardır. Franz Grillparzer Goethe’yi, birçok kez kendine örnek almıştır ve bununla, estetik alışkanlıkların yanı sıra her türlü siyasi Radikalizm (Köktencilik) karşısında temkinli duruşunu sergilemiştir. Friedrich Nietzsche tüm hayatı boyunca Goethe’ye hürmet etmiştir ve özellikle halefi olarak, bunu Hıristiyanlığa ve Almanya’ya ilişkin kuşkucu davranışlarında ortaya koymuştur. Hugo von Hoffmanstahl 1922 yılında şunları yazmıştır: “Goethe, eğitim temeli olarak tüm kültürü teşkil etmektedir” ve “Goethe’nin düzyazıdaki sözlerinden, bugün belki tüm Alman Üniversitelerinden olduğundan daha fazla okuma geleneği türeyecektir.”. Goethe’nin eserlerine ilişkin birçok makale kaleme alınmıştır. Thomas Mann ise Goethe’ye karşı yoğun sempati duymuştur. Sadece yazar kimliğine değil, aynı zamanda tüm alışkanlıkları ve karakter özelliklerine hayran kalmıştır. Thomas Mann da Goethe hakkında makale ve denemeler yazmıştır ve 1932 ile 1948 yıllarındaki Goethe-yıldönümü kutlamalarına ilişkin can alıcı konuşmalarda bulunmuştur. Lotte in Weimar isimli romanında Goethe’yi yaşatmıştır ve Doktor Faustus adlı romanla Faust serilerini yeniden ele almıştır. Ulrich Plenzdorf, Die neuen Leiden des jungen Werthers (Genç Werther’in Yeni Acıları) romanında, 1970’li yıllarda Almanya’daki Werther denklemini yeniden kurgulamıştır.

Goethe’nin sayısız şiiri, şairin sanat şarkılarının gelişmesine destekte bulunması suretiyle, -özellikle 19. yy bestecileri tarafından- bestelenmiştir.

Müzikal anlamda en yaratıcı Goethe yorumcusu, aralarında popülerliğe ulaşmış olan Heidenröslein, Gretchen Çıkrık Başında (Gretchen am Spinnrade) ve Gürgen Kralı (Erlkönig) adlı şiirlerin bulunduğu, yaklaşık 80 Goethe bestesiyle Franz Schubert olmuştur. Goethe ile kişisel olarak tanışan Felix Mendelssohn Bartholdy, İlk Cadılar Bayramı (Die erste Walpurgisnacht) baladını bestelemiş, aynı şekilde Hugo Wolf da Wilhelm Meister ve Doğu-batı Divanı’ındaki (West-östlicher Divan) diğer şiirleri ele almıştır.

Doğa bilimci olarak alımlanışı ve kabulü
Goethe’nin doğa bilimsel çalışmaları, çağdaş bilim adamları tarafından kabul edilmiş ve ciddiye alınmıştır; Goethe, doğa araştırmacısı Alexander von Humboldt, Doktor Christoph Wilhelm Hufeland ve kimyacı Johann Wolfgang Döbereiner gibi itibar sahibi araştırmacılarla iletişim halinde olmuştur. Başta Renk Teorisi (Farbenlehre) olmak üzere tüm eserleri, başlangıçtan itibaren edebiyat alanında tartışma yaratmıştır; doğa biliminin yol kat etmesiyle birlikte Goethe teorilerinin ciddi anlamda köhneleştiği ileri sürülmüştür. Goethe’nin doğa bilimsel konumu ve önemi, Charles Darwin’in çalışması Die Entstehung der Arten (Türlerin Oluşumu) eserinin yayımlandığı yıl olan 1859’dan itibaren, gelip geçici bir yeniliğin etkisi altına girmiştir. Goethe’nin, faal dünyanın sürekli olarak değişimi konusunda ortaya koyduğu hipotez ve organik türlerin, ortak ana bir türe dayandığı konusunda yaptığı ilişkilendirme, onun Evrim Teorisi’nin kâşifi olduğunu ortaya koymuştur.

1883- 1897 yıllarında Rudolf Steiner, Goethe’nin doğa bilimi çalışmalarını tekrar gündeme taşıyıp ortaya çıkarmıştır. Goethe’nin bilgi birikimlerini, sonradan oluşturduğu dünya görüşü Antroposofi’nin içerisine “Goetheanismus” olarak dâhil ettiği çağdaş materyalist- mekanik doğa anlayışına ve düşüncelerine bir karşıt seçenek olarak görmüştür. -O zamandan beri sonuçları dar anlamda bilimin standartlarına uygun düşmese de-, Goethe’nin insanları etkileyen tüm doğa bilgisi yöntemleri, modern doğa bilimin mekanik dünya görüşü ve etkin hale gelen teknikleşmesine ilişkin alternatiflere göre kamusal müzakere içinde araştırıldığında, sonradan güncellik kazanmıştır. Böylelikle bu, 20. yy’ın başlarında yazar Houston Stewart Chamberlain tarafından ele alınmış ve 1980’li yıllardan bu yana Yeni Çağ Hareketleri (New Age) çerçevesinde devamlılığını korumuştur.

Eserleri (seçmeler)

Goethe’nin sık aralıklarla başlayıp da bazen on yıl ara verdiği; çoktan basıma girmiş olan önemli çalışmaları ve ilk defa yıllar sonra basılan, tamamlanmış bazı çalışmaları olmak üzere önemli türde birçok eseri olmuştur. Bu nedenle bazen, oluşum zamanına göre eserlerinin tarihlerini belirlemek zordur. Aşağıda verilen eser listesi, (tahmin edilen) oluşum zamanlarına göre sıralanmaktadır.
Dramaları 

  • Sevgilinin Keyfi (Pastoral)-(Die Laune des Verliebten), başlangıç 1768, yayın 1806
  • Suça Katılanlar (Komedi)-(Die Mitschuldigen), başlangıç 1769, yayın 1787
  • Demir Elli Götz von Berlichingen (Drama, çeviren: Ahmet Adnan,1933)-(Götz von Berlichingen mit der eisernen Hand),1773
  • Ein Fastnachtsspiel vom Pater Brey, 1774
  • Jahrmarktsfest zu Plundersweilern, 1774
  • Götter, Helden und Wieland (Piyes), 1774
  • Clavigo (Trajedi), 1774
  • Egmont (Trajedi), başlangıç 1775, yayın 1788
  • Erwin und Elmire (Müzikal piyes), 1775
  • Die Geschwister. Ein Schauspiel in einem Akt, 1776
  • Stella. Ein Schauspiel für Liebende, 1776
  • Der Triumph der Empfindsamkeit (Dram), 1777
  • Proserpina (Monodram), 1778/1779
  • Iphigenie auf Tauris (Drama), düzyazı 1779, yayın 1787
  • Torquato Tasso (Drama), başlangıç 1780, yayın 1790
  • Faust. Bir Fragman (Faust. Ein Fragmant), 1790
  • Büyük Cophta (Komedi)- (Der Groß-Cophta), 1792
  • Yurttaş General (Komedi)- (Der Bürgergeneral), 1793
  • Faust. Bir Trajedi (Faust’un ilk bölümüne uygun- çeviren: Seniha Bedri Göknil, 1935) / (Faust. Eine Tragödie), başlangıç 1797, bu başlık altında ilk olarak 1808 yılında yayımlandı.
  • Muhammed, Voltaire’in Trajedi Çalışması ve Çevirisi (Mahomet, Übersetzung und Bearbeitung von Voltaire), 1802
  • Die naturliche Tochter (Trajedi), 1803
  • Pandora (Piyes), oluşum 1807/08, yayın 1817
  • Faust 2 (Faust’un 2. bölümü), 1832

Romanları ve öyküleri

  • Genç Werther’in Acıları (Mektup roman, çeviren: Nurullah Ataç, 1930)-(Die Leiden des jungen Werthers), 1774
  • Wilhelm Meister’in aktörlüğü, rejisörlüğü ve sahne şairliği (Roman), başlangıç 1776, yayın 1911
  • Alman Göçmenlerin Sohbetleri (öykü)- (Unterhaltungen deutscher Ausgewanderten)
  • Öyküler (Novelle ), başlangıç 1797
  • Wilhelm Meister’in Seyahat Yılları (Roman)- (Wilhelm Meisters Wanderjahre), başlangıç 1777, yayın 1821
  • Gönül Yakınlıkları (Roman)- (Die Wahlverwandschaften), 1807
  • Destanları [değiştir]
  • Reineke Fuchs (Fabl), 1794
  • Hermann und Dorothea (Destansı şiir, altı vezin ölçümlü), 1798

Şiirleri 

  • 1771: Mailied
  • 1774: Prometheus
  • 1774/1775: Vor Gericht (Şiir)
  • 1777: An den Mond
  • 1782: Gürgen Kralı (Balad, çeviren: Musa Aksoy)- (Der Erlkönig)
  • 1797: Hazine Avcısı (Balad)- (Der Schatzgräber)
  • 1799: İlk Cadılar Bayramı (Balad, Felix Mendelsohn Bartholdy tarafından, Soli, Koro ve Orkestra eşliğinde bir Kantat olarak bestelenmiştir.)
  • 1815: Totentanz
  • 1822: Dem aufgehenden Vollmonde (Şiir, Dornburg 25 Ağustos 1828)

Şiir koleksiyonları ve epigram derlemeleri 

  • Roma Ağıtları (çevirmen: Ahmet Cemal, yayın 1996)- (Römischen Elegien)
  • Venezianische Epigramme, 1790
  • Xenien (Epigram, Friedrich Schiller ile ortak), yayın1796
  • Doğu-batı Divanı (çevirmen: Senail Özkan, 1948)- (West-östlicher Divan), yayın 1819, gelişme 1827

Estetik ve Felsefe çalışmaları 

  • Maximen und Reflexionen, 1833 (ölümünden sonra yayımlanmıştır.)
  • Über den Dilettantismus (Fragman, Friedrich Schiller ile ortak), 1799
  • Über Kunst und Altertum (6 Cilt, Johann Heinrich Mayer ile ortak), 1816–32

Doğa Bilimi çalışmaları
  • Über den Granit, 1784
  • Über den Zwischenkiefer der Menschen und Tiere, 1786
  • Beiträge zur Optik (Deneme, 2 Cilt),1791/92
  • Renk Teorisi (Tez)- (Zur Farbenlehre), 1810

Otobiyografi çalışmaları
  • Hayatımdan. Edebiyat ve Hakikat (Otobiyografik Çalışma, 4 Cilt)- (Aus meinem Leben. Dichtung und Wahrheit),1811–33
  • İtalya Seyahati (Gezi Yazısı, çevirmen: Göknil Seniha Bedri, 1955)- (İtalienische Reise), 1816/17
  • Kampagne in Frankreich (Rapor), 1822

Doğa bilimi çalışmaları

Goethe’nin tabiat anlayışına uygun olan araç, gözlemleme olmuştur. Mikroskop gibi araç ve gereçlere şüpheyle yaklaşarak şunları dile getirmiştir: “İnsanoğlu kendi kendisine ve kendisi için, zihinsel duyarlılığını kullandığı sürece, en büyük ve en muhteşem araçtır ve deneylerin adeta insandan soyutlandırılmış olması, fiziğin en büyük felaketidir. Suni araçların gösterdiği şeye, doğanın gücünün yetebildiğini sınırlandırarak ve kanıtlamak isteyerek yaklaşması oldukça açıktır.” Goethe, insanı da içerisine dâhil eden tüm ilişkisi kapsamında doğayı tanımaya gayret göstermiştir. Bu sıralarda bilimin kullanmaya başladığı soyutlanmaya karşı, nesnelerin buna bağlı olarak gitgide soyutluk kazanmasından dolayı, kuşkulu bir şekilde yaklaşmıştır. Ancak Goethe’nin deneyimleri modern doğa bilimi ile bağdaşmamaktadır.

Goethe’nin doğa bilimi uğraşıları, Faust dizisi, Die Metamorphose der Pflanzen (Bitkilerin Morfolojik Yapısı) ve Gingo biloba eserleri başta olmak üzere, birçok kez edebiyatında yer almıştır.

Goethe, canlı doğanın sürekli bir değişim içerisinde olduğunu tasvir etmiştir. Bu yüzden bütün türlerin “Ana Bitki”den (Urpflanze) oluşması gerektiğinden yola çıkarak, birbirinden farklı bitki türlerinin ortak bir temel yapıdan ileri geldiğini ortaya koymak için, ilk olarak Bitki Bilimi (Botanik) alanında araştırma yapmıştır. Daha sonra ise, tek tek çiçekler üzerinde yoğunlaşmış; çiçek kısımları ve meyvelerin, sonunda oluşmuş olan yaprakları ifade ettiğine inanmıştır. Yapmış olduğu gözlemlerin sonuçlarını, Versuch die Metamorphose der Pflanzen zu erklaeren (Bitkilerin Morfolojik yapısını açıklama denemesi) adlı dergisinde yayımlamıştır (1790). Goethe, 1780 yılında Anatomi alanında, Anatomi profesörü Justus Cristian Loder ile ortak çalışarak, insan embriyosundaki (zannedilen) ara çene kemiğini keşfetmesiyle büyük bir coşku yaşamıştır. . O zamana kadar sadece memeli hayvanlarda ortaya çıkan ara çene kemiği, insanlarda doğumdan önce, çevreleyen üst çene kemiği ile birleşmektedir. Goethe’nin insanlarda ortaya çıkardığı bu kanıt, -bilim adamları tarafından reddedilen- hayvanlar ile olan akrabalığın önemli bir belgesi olmuştur.

Goethe, 1810 yılında yayımlanan Renk Teorisi (Farbenlehre) adlı eserini, temel bilimsel doğa çalışması olarak ele almıştır ve birçok eleştirmene karşı, buna ilişkin ortaya attığı tezlerini ısrarla savunmuştur. Yaşlılığında ise, bu çalışmalarının edebi eserlerinden çok daha fazla değere sahip olduğunu dile getirmiştir. Goethe, kanıtlamasında Isaac Newton’a Renk Teorisi çalışması ile karşı çıkarak, beyaz ışığın farklı renkteki ışıklardan meydana geldiğini ortaya koymuştur. Kendi gözlemlerinden sonuca vararak, ışığın bölünemez bir birim olduğunu ve renklerin, açık ve koyunun, aydınlık ve karanlığın birleşiminden, hatta bulanık bir ışığın da aracılığı ile oluştuğuna inanmıştır. Örneğin güneş, önüne bir sis tabakası yayıldığında kızıl ışıklar saçmaktadır ve etrafı karanlık düşürmektedir. Bu olayın Goethe döneminden daha önce, Newton’un teorisi ile açıklandığı ortaya koyulmuştur. Renk Teorisi, çoktan bilim dünyası tarafından reddedilmiş olsa da kendi özünde o dönemden sonraki çağdaş ressamları, özellikle Philipp Otto Runge’yi etkilemiştir; buna ilişkin olarak Goethe, Renk Psikolojisi’nin temelini oluşturmayı başarmıştır.

Goethe, Jeoloji (Yer Bilimi) alanında öncelikle, ölümünde 17.800’ün üzerinde taşın bir araya geldiği mineral-koleksiyonunun oluşumunu ele almıştır. Kütle türlerinin somut bilgisi konusunda ise, yeryüzünün maddesel niteliğine genel kanılar getirmek ve yeryüzü tarihine uzanmak istemiştir. Kimya araştırmalarının taze bilgilerini büyük bir ilgi ile takip etmiş ve Jena Üniversitesindeki yetkileri çerçevesinde, bir Alman Üniversitesinde ilk kimya bölümünü kurmuştur.
Goethe soyu

Johann Wolfgang von Goethe ve eşi Bayan Christiane’nin beş çocuğu olmuştur. En büyükleri August dışında, bir tanesi ölü doğmuş, diğerleri ise birkaç hafta ya da gün sonra ölmüşlerdir. August, üç çocuğa sahip olmuştur: Walther Wolfgang (9 Nisan 1818 – 15 Nisan 1885), Wolfgang Maximilian (18 Eylül 1820 – 20 Ocak 1883) ve Alma Sedina (29 Ekim 1827 – 29 Eylül 1844). August, babasından iki yıl önce Roma’da hayatını kaybetmiştir. Eşi Ottilie von Goethe, August’un ölümünden sonra, bir yıl sonra ölen Anna Sibylle adında bir çocuk daha (August’dan olmayan) dünyaya getirmiştir. Çocukları bekâr kalmıştır, böylelikle Goethe’nin birinci dereceden soyu tarihe karışmıştır. Goethe’nin kızkardeşi Cornelia’nın, bugün soy’u hala devam etmekte olan iki çocuğu (Goethe’nin torun yeğenleri) olmuştur.
Değeri ve İlgi Görmesi

Goethe’nin bir yazar olarak kabulü, çarpıcı bir şekilde çeşitlilik gösterir ve eserlerinin edebi-sanatsal anlamlarının çok daha ötesine gider. Bu yüzden, sadece bazı noktalar göz önünde bulundurularak değerlendirilebilmektedir.
Hayatta iken benimsenişi

Goethe 25 yaşında iken çoktan Werther eseri ile şöhretinin doruğuna ulaşmıştır. Eser, her okur sınıfına hitap etmiş ve “din, dünya görüşü ve sosyal politika”ya ilişkin sorunlara eğilerek, büyük bir kargaşaya neden olmuştur. Daha sonraki yayınlar ise, bu sebeple okurun su yüzüne çıkmış beklentilerine karşılık verememiştir. Goethe’nin – Hermann ve Dorothea ve Faust’un ilk bölümü haricinde- daha sonraki eserleri, oluşan edebiyat çevrelerine uygun düşmüştür, fakat orada da tam olarak anlaşılamamış ve fazla basım görmemiştir. Buna bağlı olarak 19. yy’ın başlarında, Goethe’yi azizleştirip efsanevi hale getirerek, sürekli büyüyen bir okur tabakası ve çevresi oluşmaya başlamıştır. Daha sonraki yıllarda, Goethe’nin evinin, tüm Avrupa’dan edebi okurlarca oluşan bir ziyaretçi akını çekmesi, yazarın yurtdışında da gördüğü ilginin kanıtı olmuştur.
Goethe portresinin değişimi

Goethe’nin değeri, ölümünden sonra ilk defa azalmaya başlamıştır. Vormärz dönemine (1830’lar), Goethe’nin muhafazakâr politik tutumundan daha uygun olan devrim eğilimleri ileSchiller, Goethe’yi gölgesinde bırakmıştır. “Goethe fanatikleri”nin yanı sıra Goethe’yi vatan hainliği, daha doğrusu dinsizlik ile suçlayan milli eleştirmenler (Ludwig Börne) ve kilise eleştirmenleri ortaya çıkmıştır.

Goethe 1860 yıllarından bu yana, Alman okullarında derslere konu edilmiştir.

Goethe Çağı nispeten, 1871’de imparatorluğun kurulmasıyla sona ermiştir. “Yüce” Goethe, kurulan imparatorluğun dehası ilan edilmiştir. Goethe görevlerinin bir derlemesi ve edebi eserler üzerindeki Goethe yazıları ortaya çıkmıştır. Goethe (vakfı) toplumu (Goethegesellschaft) 1885 yılından bu yana, kendisini Goethe çalışmalarının araştırması ve yayılmasına adamıştır; bu topluma, aralarında Alman imparatorluğu çiftinin yanı sıra toplumun yurtiçi ve yurtdışındaki ileri gelenleri de dâhil olmuştur. Goethe çalışmalarına olan ilginin, arkasından genel bir düşünceyle şiir eserlerinin yavaş yavaş kaybolmaya yüz tuttuğu düzgün, hareketli ve zengin, bir o kadar da büsbütün bir ahenk içerisindeki hayatının sanatına nakledilmesi, imparatorluğun Goethe tapınmasına özgü olmuştur. Bu nedenle 1880 yılında yazar Wilhelm Raabe şunları yazmıştır: “Goethe, Alman ulusuna şairanelik vb. şeyleri bırakmamıştır, onlar Goethe’nin hayatından, baştan sona kadar eksiksiz bir insanı tanıma fırsatı bulmuşlardır.” İnsanlar gıpta edilen hayatını örnek alarak, Goethe araştırmalarından, kendi hayatlarının gidişatları konusunda tavsiye ve yararlar çıkarmaya çalışmıştır. Ancak bununla birlikte, toplumun bazı kesimlerinde Goethe tapınmasının gereksizliğini savunan sesler de yükselmiştir.

Gottfried Keller 1884’de şunları dile getirmiştir: “Kutsal isimler, her konuşmaya hükmediyor, her yeni toplum ise Goethe hakkında konuşuyor; fakat artık kendisi okunmuyor, bu nedenle eserleri de artık tanınmıyor ve bunlar hakkında bilgi sahibi olunamıyor”. Friedrich Nietzsche ise 1878 yılında şunları yazmıştır: “Goethe, Alman tarihinde sonu olmayan bir olaydır: Son yetmiş yıldaki Alman siyasetinde, kim Goethe’yi birazcık tasvir etmeye muktedir olabilirdi ki!” Weimar Hükümeti (1919–1933) Goethe’yi, kesinlikle yeni devletin manevi temeli olarak nitelendirmiştir. Goethe Weimar döneminde (Birinci Dünya Savaşı sonrası ile Nazi Almanya’sına kadarki dönem), solcular tarafından eleştirilmiştir: Hermann Hesse şu soruyu dile getirmiştir: “Goethe, sadece orta sınıf kahramanı, madun, kısa süreli, bugün çoktan solmuş olan ideolojinin yaratıcısı olma konusunda, onu hiç okumamış olan saf Marksistlerin tanımladığı kadar var mıydı?”.

Nasyonal sosyalizm, Goethe’yi pek ifade etmemiştir. Onun Hümanizm, Kozmopolitizm anlayışı ve “kişinin kendi başının çaresine bakması ve tüm insanlığı baz alması” olarak oluşturmuş olduğu ideoloji, faşist ideoloji hükmüne baş kaldırmıştır. Alfred Rosenberg, 1930 yılında “Der Mythus des 20. Jahrhunderts” (20. yy.ın Efsanesi) adlı kitabında, “şiirlerde olduğu gibi hayatta da, düşünceye dayatma yapılmasını reddettiğinden ve bağnaz bir fikrin hâkimiyetinden nefret ettiğinden dolayı”, Goethe’nin gelecek “amansız mücadele dönemleri”ne uygun olmadığından bahsetmiştir.

Goethe 1945’ten sonra, her iki Alman devletinde de, “bir yeniden doğuş” dönemine uğramıştır. Geçmiş yıllarda barbarlığın hâkim olduğu Almanya’da, daha iyi ve daha insancıl bir tolumun temsilcisi olmuştur. Fakat doğuda ve batıdaki Goethe, bir benimseme anlayışı olarak farklı izler altında şekillenmiştir. Öncelikle Georg Lukács’ın öncülüğünde, birMarksist-Leninist düşünce ortaya çıkmıştır. Goethe, Fransız Devrimi'nin müttefiki ve 1848–49 devriminin öncüsü; “Faust” eseri ise, “sosyal toplumun oluşması için üretken güç” ilan edilmiştir. Buna karşılık olarak Federal Cumhuriyet’de, geleneksel Goethe portresinden yola çıkılmıştır. 1860’lı yılların sonundan itibaren, “Klasiğin yergisi” eğilimi ön plana çıkınca da Goethe, artık zamana ayak uyduramaz biri olarak anılmıştır.