Sayfalar

2 Mayıs 2015 Cumartesi

Son Beklediğim

Ufkumda bulutlar kümelerken kara bahtım,
Ben her gönül ufkunda doğan mavi sabahtım.
Devran bana taslarla zehir sundu da birden
Ben herkese bir neş'e yarattım o zehirden.
Bir köprü kurup, zulmetin ardında, seherle,
Bildim gülüp eğlenmeyi ömrümce kederle.
Alnımdaki her çizgi beyaz bir gece saklar,
Bir başka şafaktır saçımın gördüğü aklar.
Farkım ne, emel kaynağı bir körpe çocuktan,
Mademki henüz gelmedi son yolcum ufuktan?
Omrümce neden yılları zincir gibi çektim,
Mademki bir aşk uğruna can vermiyecektim?
Bir müjde taşır hergün uzaktan bana rüzgâr;
Elbet gelecek, gelmedi, bir beklediğim var!

Son beklediğim gelmeden, ölsem de yüzünde,
Devran bulacak yâr ile ağyarı hüzünde.
İsmim gezecek pembe dudaklarda elemle,
Gözler dolacak bir çocuk ölmüş gibi nemle.
Bir günde doğup can veren altın kelebekler,
Bizden daha genç öldü bu şâir diyecekler!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları
1936

Gönül Mülkü

Evler yıkılır, köyler olur hâk ile yeksan;
Vîran yeri, birkaç yıla varmaz, onarırlar.
Yalnız şu gönül mülkü harâb olmaya görsün
Tâmîre yetişmez onu dünyâda asırlar


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Oğluma

Biliyorsun ki, oğlum, ortada ne sen varsın,
Ne seni yeryüzüne getirecek bir anne:
Bir gün cihâna gelmen mukadderse, anlarsın,
Bu gelişten gözümü, göynümü yıldıran ne?

Her gün saban başında topladığın kederler
Seni yorgun çıkarır sabahın altısına
Çalışkan ellerine bakanlar kirli derler,
Leke derler alnında güneş karaltısına.

İnce belin bükülmez zamanın dizlerinde,
Öpülen eteklere ayağını silersin.
Yoksulluğun yüzerek sonsuz denizlerinde
Gördüğün her kıt'aya açıktan diş bilersin.

Ayağından çarıklar dökülür parça parça,
Gözyaşların çürütür gömleğinin kolunu.
Bir lokmanın ardında dolaşır haftalarca,
Sürgün gibi gezersin kendi Anadolu'nu!

Fazilet arkadaşın, hakikat yoldaşınla
Seyredersin yabancı bir ufkun baharını,
Bulutları delsen de yükselen dik başınla
Sonunda bir dişiye maledersin varını.

Akşamları bir camın önünde, seni değil,
Elindeki çıkını gözetliyen karındır.
Hakkın önünde eğil, zulmün önünde eğil!
Taçlar bile cihanda eğilen başlarındır...

Derdim, omuzlarına yük olmasın bu varlık,
Derdim, oğlum ne Haktan, ne kuldan bir şey umsun.
Nasip olmaz kimseye bu kadar bahtiyarlık
Ki sen benim doğmamış, doğmayacak oğlumsun!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

1 Mayıs 2015 Cuma

Gençlik

Anlattı erenler: Bir bahar değil,
Âşıkın ömründe bin bahar varmış.
Hicranla ağaran bu saçlar değil,
Sevgisiz kalan kalb ihtiyarlatmış...

Sorardım sırrını hiç düşünmeden:
"Bu fânî gönlümün sevinci neden?"
Beni günden güne meğer genç eden
Dâima değişen mâcerâlarmış!

Gönlümde kovalar eskiden beri
Sarışın kumralı, kumral esmeri.
Dolmadan boşalmaz birinin yeri.
Gönlümde, anladım, her dem baharmış.


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları
1919

Bağ Bozumu

Hummalı bir sükûn inmiş sahile,
Dalgalar çırpınır, söğütler dalar.
Rakseden suların mûsikîsiyle
Kayalar dinlenir guruba kadar...

Kuytu ormanları, tenhâ bağları
Geziyor mevsimin yorgun rüzgârı.
İnce dallar kırık, yapraklar sarı,
Geçmiş bu yoldan da, belli, sonbahar.

Duyulur bir ayak sesi gizlice
Hâlî bahçelerden rüzgâr esince:
Geçen bir yolcu mu, yoksa her gece
Yollarda beklenen bir kadın mı var?


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları
1917

Karacaahmet

İkimiz tek katlı bir arabayla
Karacaahmet'den, akşam, yol aldık.
Batan bir güneşle, doğan bir ayla
Tükenmez servilik, bitmez mezarlık

Karacaahmed'in ıssızdır yolu,
Ve içi tabut kadar serindir.
Taşların boşluğa açılan kolu
Sevmeye kanmadan ölenlerindir.

Karacaahmet'de güneş geç doğar,
Ve iner geceler akşamdan erken,
Taşına yaslanıp dinlenenler var,
Sindiler görünce bizi geçerken.

Bizimle oradan geçti bir rüzgâr,
Ürperdi bir alın gibi her kabir,
O burma sütunlar, o taş kavuklar
Düştükleri yerden doğruldu bir bir...

Eliyle her mezar iki serviyi
İterek iki dal gibi bir yana,
Sevgilim, gördüm ki iyiden iyi
Ardınca hasretle baktılar sana!

Bu bakış bir gönül sırrından ince.
Sandım, bu bakışta biraz ben varım:
Bir mermer altına kalbim girince
Ben de sen geçerken böyle bakarım.

Son zevke eren kim bu yeryüzünde?
Kim var ki hayâta karşı ah etmez?
Sayısız güzellik doğar da günde
Birini sevmeğe bir ömür yetmez!

Hayâtın şi'rine gönlüm kanmadan
Karacaahmed'e göçerse yerim,
Benden bir an bile fazla yaşayan
Herkese diş biler, ölüm dilerim!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

30 Nisan 2015 Perşembe

Hüsn ü Aşk

Başım, ki fırtınalardan bu anda kurtuldu,
Senin dizinde nihayet biraz sükûn buldu...
Dalınca alnımı kat kat genişleten siteme,
"Neden bu vakte kadar bekledin, zavallı?" deme;
Şikâyet etme, sakın boş geçen zamanından.
Geçen zamanla ne eksildi hüsn ü ânından,
Geçen zamanla ne kaybetti ruhumun güneşi?
Muhabbetim de, cemâlin de lâyemûtun eşi...
Gelince hüsn ile aşk, ansızın, nazar nazara
Bir ân içinde döner karşılıklı aynalara.
Zaman, mesafe bu sonsuz hayâl önünde nedir?
Ne hükmü var ki, bütün kaybımız beş on senedir!
Dehâlar ölse de mısralar ihtiyarlamaz;
Güzelliğin de senin böyle tazedir kış, yaz;
Nasıl duvarda değişmeksizin durursa resim,
Nasıl güzelse Boğaz her saatte, her mevsim...
Diler beşikte görünsün, diler mezara yakın,
Yanan gönüllere ilhamı bir gelir aşkın.

Büyür çınar gibi zahmetle şanlı sevdalar;
Bahara geç kavuşur, sevgilim, büyük dağlar!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları
1941

Postacı

Duymamış, belli, hayâtında bir eş hasretini;
Yaşamış taş gibi, toprak gibi, mahrum acıdan.
Ne bilir bir kâğıdın canlara can kattığını?
Başımız dertte şu her gün geciken postacıdan!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Serdengeçtiler

Erişir fethe fedaîsi olan dâvalar;
Bir zafer destanı sağlar iki serdengeçti.
Nice Fâtih'le Yavuz, taht-ı revanlarla değil,
Kahramanlarla gelip tâk-ı zaferden geçti.

Korkma!
Sana ne dil uzatır, ne de el kaldırırım,
Gözümü kan bürümüş diye benden çekinme
Nasıl birden düşerse bir ağaca yıldırım
Beni baştan aşağı çarpar o lâhza inme.

Sakın kalkma köşenden, ısıttığın yerde dur.
Yine öpsün o dudak... Sarsın o kol belini!
Eşiğinde canımla ödüyorsam ne olur
Bir kadına inanmış olmanın bedelini?...


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

29 Nisan 2015 Çarşamba

İnme

Bir gün,
Uzak bir yolculuktan sonra, nefes nefese,
Kalbimin çarpışını sofranda sayacağım.
Ömrümü vermek için ağzından çıkan sese
Kapını sol elimle aralıklıyacağım...

Yabancı bir fısıltı söyliyecek adını,
Tanıdığım bir gülüş kıvrılacak içerde.
Vurur vurmaz duvara kapının kanadını
Karşımda ürperecek halı, sedir ve perde.


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Melekü'l - Mevt

Hangi ceylân seni kesmiş de çocukken memeden,
Hangi kaplan sana süt vermiş öz annen yerine?
Üç yüz evlik köyü takmış saçının tellerine,
Sürüyorsun bu mezarlıkta için titremeden.

Seyre çık, sevdiğim, akşamları kurbanlarını;
Yarıyor kalbini herkes sana göstermek için.
Ah, o taş kalbine bir gün heyecan vermek için
Yedi köy halkı sebil etti bu yıl kanlarını.

Bir çiçek rikkati sinmiş de ipekten tenine,
Sonra göğsünde çelikten mi dövülmüş bu yürek?
Sen köyün derdine bîgâne yaşarken, gülerek,
Gömüyor can veren evlâdını yüzlerce nine.

Bir ölüm meltemi hâlinde eserken nefesin,
Ömrü bir dal gibi âşıklarının, sallanıyor;
İhtiyarlar yanıyor, körpe çocuklar yanıyor;
Sen köyün sıtmalı bağrında cehennem mi, nesin?

Hangi ceylân seni kesmiş de çocukken memeden,
Hangi kaplan sana süt vermiş öz annen yerine?
Üç yüz evlik köyü takmış saçının tellerine,
Sürüyorsun bu mezarlıkta için titremeden.


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları
1923

Has Bahçe

I

Son goncalar döküldü. Sakın gelme bahçene.
Kalbinde mevsimin gamı yer tutmasın derim.
Yaprakların süründüğü atlas feracene
Nisan gelince ruhumu ben yaymak isterim.

Kalbinde bahçenin gamı yer tutmasın, bırak;
Ruhunda dört fasıl sürüyor bir bahar, ısın;
Sen bir güneşle çerçevelenmiş kadar sıcak,
Gün yüzlü, sırma saçlı ve zümrüt bakışlısın!

Kutbun zehirli rüzgârı vermez keder sana;
Ruhunda dalga dalga alevler yeter sana...
Ben kendi son baharımı kendim çiçeklerim

Karşımda puslu gökyüzü bir göl kadar yeşil
Baktıkça gözlerim dolar, ufkum derinleşir;
Bir doğmayan güneş gibi cânânı beklerim.


II

Yoldan sürüyle geçti bu semtin çobanlan;
Sordum, yazık ki, hiçbiri ismin ne bilmiyor
Bahçende munis olsa da hulyâ zamanları
Sensiz geçen hayâta yaşanmış denilmiyor.

Her kaafiyem kesildi canımdan kopan bir âh
Her mısraını gamınla gerilmiş birer sinir;
Ruhun bu ıstırabımı duymaz mı bir sabah?
Ruhun ki içlidir, bir ufak sözden incinir.

Gurbette her günüm bir adımdır zevalime;
Elbet yakında bir yer açarsın hayâlime;
Hemşiredir seninle, diyorlar ki, merhamet.

Fışkırmak istiyor bileğimden benim bu kan
Birgün, guruba karşı göçüp gittiğim zaman
Yaklaş biraz mezarıma, at sen de bir demet

III

Sen başka ömre bağladığın gün hayâtını,
Ben taş basıp da bağrıma, bir gün döner dedim;
Son goncamın döküldüğü gün hatıratımı
Nerkisle, yaseminle, menekşeyle süsledim.

Postundan ayrı, köyden uzak, hasta bir çoban;
Bir dağ başında, sanki dağılmış bütün sürüm;
Her gün yarım baş ağrılarından ve sıtmadan
Yansam da akseder mi bu dilsiz tahassürüm?

Kalbimde son firakın oyuklar bıraktığı,
Son yaşların döküldüğü, son zehrin aktığı
Bir günde, artık uğraşır oldum canımla ben.
Ömrümde tek şeref bana aşkından öldüğüm;
Kalmaz Yanık Kerem gibi ruhumda bir düğüm
Târihe âşık ismimi yazsam kanımla ben.


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları
1920

28 Nisan 2015 Salı

Senden Dönüş

Bir zaman lâle de sendin bize, peymâne de sen,
Bağda ırmaktın akan, bahçede rüzgârdın esen.

Göl sanırdık ne zaman dalsak elâ gözlerine,
Seyrederdik seni günlerce gülistan yerine.

Saçlarındaydı bütün tılsımı binbir gecenin,
Seher alnında, şafaklar gülüşündeydi senin.

Aramazdık gece mehtabı yüzün parlarken,
Bir uzak yıldıza benzerdi güneş sen varken.

Ezelî şi'rini yazdıkça tabîatte bahar,
Düşünürdük ki tabîatte olan, sende de var!

Ve bilirdik ki tabiat, süzerek cevherini,
Toplamış sende açık, gizli güzelliklerini.

Daha kuvvetli görürdük seni hilkatten de,
Onda kaybettiğimiz sırrı arardık sende...

O zaman sende bulurken biz ömür menbaını,
Ansızın sardı adem rengi o cennet bağını.

Her geçen yıl, o güzellikleri senden çalarak,
Serpiyor yerlere bir gül gibi yaprak yaprak...

Seni has bahçeler üstünde görürken daha dün,
Bizi hayran ediyor saksıda bir gonca bu gün!

Şehriyâr olsa da yalnız gidiyor kabre giden:
Dönüyor gözlerimiz âleme, sensiz, yenidene


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Firari

Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin;
Sana kâfir dediler, diş biledim Hakka bile.
Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,
Kahbelendin de garaz bağladım ahlâka bile.

Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim
Bence dînin gibi küfrün de mukaddesti senin.
Yaşadın beş sene gönlümde, misafir demedim
Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin?

Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine
Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek,
Sen bir âhû gibi dağdan dağa kaçsan da yine
Seni aşkım canavarlar gibi tâkîb edecek!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları
1925

Yolcu

Gülüyordun kayalıklardan inerken bana sen,
Ben ki her gölgenin aksettiği bir gamlı suyum;
Her gün alnında zehirden acı rüzgârlar esen,
Gurbet akşamlarının bağrı yanık yokuşuyum

Bir hazan akşamı kırlarda unuttum neyimi,
Hasta kalbimde bütün matemi bir sisli kışın;
Gece, yollarda bıraktım kırılan değneğimi;
Rehberim yok, beni döndürme yolumdan, sarışın!

Eriyen ruhumu 3701 gün bakışın doldursun;
Kumlar üstünde deniz neş'eli kız, yok mu yuvan
Sen ki sahilde gezen kızların en solgunusun,
Uhrevî beldene son yolcu dönerken beni an!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları
1917

27 Nisan 2015 Pazartesi

Heyecan Ve Sükun

1

"Şâir silecek yaşları bir gül demetiyle,
Yüzlerde bir iz kalmayacak mateme dâir;
Baykuşları besler gibi Ankaa'nın etiyle,
Fânilere kurbân edecek ruhunu şâir...

... Yalnız bu düşünceyle gezen bahçede, bağda,
Yıllarca bu duyguyla aşan dağları, kimdi?
Rüzgâr bana, ben rüzgâra hâkimdim o çağda;
Ben goncalarındım, ve gülistan da benimdi!

Bir çağda ki sonsuzluğu ölçerdim adımla;
Hissim dereler, fikrim ufuklar gibi hürdü...
Daldıkça geniş göklere kartal kanadımla,
Her saniye, aklımdaki dünyâ küçülürdü.

Her gün bir uçuş meşkedip en yırtıcı kuştan
Bilmezdim ayak basmağı bir gün de cihâna;
Yer, gök bana hayrette sanırdım bu uçuştan;
Koştukça yoruldum heyecandan heyecana...


II

Kaç manzara geçmişse çocukken gözümüzden
Son çağda da onlar kalıyor bizde, kalırsa;
Üstün buluyor benliğim âlemde bu yüzden
Sahildeki durgunluğu engindeki hırsa.

Ben şimdi bu varlık denilen Bâğ-ı irem'de
Vahşî bir otum, şüpheli bir hâr-ı mugaylân;
Ruhum bir açık penceredir sanki ademde,
Seyretmedeyim ben buradan hilkati, hayran.

Her gün yeni bir meyve verir dağda ağaçlar,
Her gün yeni bir gonca açar taze çimende,
Yıldız dolu gözler ve güneş dalgalı saçlar
Bulmaz bugün el değdirecek kudreti bende...

Esrarını kaybetti hayâlimde şeref, şan;
Rûhumdaki cevher bir ayar oldu kömürle;
Kalbimde ne can kaldı, ne canan, ne de hicran..
Bitmek dilerim böyle nebatî bir ömürle.


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Sen Nerdesin?

Caddeden sokaklara doğru sesler elendi,
Pencereler kapandı, kapılar sürmelendi.
Bir kömür dumanıyle tütsülendi akşamlar,
Gurbete düşmüşlerin başına çöktü damlar...
Son yolcunun gömüldü yolda son adımları,
Bekçi sert bir vuruşla kırdı kaldırımları.
Mezarda ölü gibi yalnız kaldım odamda:
Yanan alnım duvarda, sönen gözlerim camda
Yuvamı çiçekledim, sen bir meleksin diye,
Yollarım bekledim görüneceksin diye.
Senin için kandiller tutuştu kendisinden,
Resmine sürme çektim kandillerin isinden.
Saksıda incilendi yapraklar senin için,
Söylendi gelmez diye uzaklar senin için...
Saatler saatleri vurdu çelik sesiyle,
Saatler son gecemin geçti cenazesiyle,
Nihayet ben ağlarken toprağın yüzü güldü,
Sokaklardan caddeye doğru sesler döküldü


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Gazel

Nihad Sami Banarlı'ya


Hazân ersin de bülbül duymasın gül görmesin canlar
Açılmış gonca kalsın gülşen-i hatırda cananlar

Gönüller düşmesin fikriyle hüzn-âbâd-ı sermâya
Gezer meclis be meclis sünbülistanlar gülistanlar

Olur çeşm-î gazâlân leyl-i bî-mehtâba âvîze
Verir bir serv-i siminden nişan serv-î hırâmanlar

Süzülsün pây-ı Leylâ haymeden vâdîye bir kerre
Kalır mahsûd-ı cennet kârban geçmez beyabanlar

Hazân ermek değil Fârûk fasl-ı zemherîr olsa
Kapanmaz şerhalardır çâk çâk olmuş girıbanlar


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları