Sayfalar

9 Temmuz 2016 Cumartesi

Hırs

Sen kaçan bir yavru geyiksin dağda
Ben peşine düşmüş bir canavarım.
İstersen dünyayı çağır imdada,
Yeryüzünde bir sen, bir de ben varım.

Seni korkutacak geçtiğin yollar,
Arkandan gelecek hep ayak sesim.
Sarıp vücudunu hayali kollar
Enseni yakacak sıcak nefesim.

Kimsesiz odanda kış geceleri
İçin ürperdiğin anlar beni an!
De ki odur sarsan pencereleri
De ki, rüzgar değil, odur haykıran.

Göğsümden havaya kattığım zehir
Solduracak bir gül gibi ömrünü.
Kaçıp dolaşsan da sen şehir şehir,
Bana kalacaksın gene son günü.

Hırsım gibi sonsuz yaşarsan sen de,
Ben ölümle sırdaş olur beklerim.
Hırsıma toprağı rakip etsen de
Mezarında bir taş olur beklerim. 


Necip Fazıl Kısakürek
Kaldırımlar

Kaldırımlar II

Başını bir emele satan kahraman gibi,
Etinle, kemiğinle, sokakların malısın!
Kurulup şiltesine bir taht-ı revan gibi,
Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!

Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,
Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında.
Senin gölgeni içmiş, onun göz bebekleri;
Onun taşı erimiş, senin kafatasında.

İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var;
Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz.
Dünyada taşınacak bir kuru başınız var;
Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.

Yağız atlı süvari, koştur atını, koştur!
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur,
Ne senin anladığın kadar, kaldırımları…


Necip Fazıl Kısakürek
Kaldırımlar

Sayıklama

Kedim, ayak ucuma büzülmüş, uyumakta; 
İplik iplik sarıyor sükûtu bir yumakta, 
                       Hırıl hırıl, 
                       Hırıl hırıl...

Bir göz gibi süzüyor beni camlardan gece, 
Dönüyor etrafımda bir sürü kambur cüce, 
                       Fırıl fırıl, 
                       Fırıl fırıl...

Söndürün lâmbaları, uzaklara gideyim; 
Nurdan bir şehir gibi ruhumu seyredeyim, 
                       Pırıl pırıl, 
                       Pırıl pırıl...

Sussun, sussun, uzakta ölümüme ağlayan; 
Gencim, ölmem, arzular kanımda bir çağlayan, 
                       Şırıl şırıl, 
                       Şırıl şırıl...

Ne olurdu, bir kadın, elleri avucumda, 
Bahsetse yaşamanın tadından başucumda, 
                       Mırıl mırıl, 
                       Mırıl mırıl...


Necip Fazıl Kısakürek
Kaldırımlar

Son Şehir

Anneme


Duvarda canlı ışıklar bir hayal
Bu yaldızından alevler taşan resim.
Ölümle gölgeli bir düştür, ihtimal
Bakıp bakıp bana mahzunlaşan resim.
Bu ince çerçeveden başlıyor düşüm
Gözümde canlanıyor mavi bir liman.
Bu rengi, bilmiyorum, nerde görmüşüm?
Deniz parıltılı, dağlar duman duman...

Düşünce yollara köy köy, konak konak 
Nasıl arardık o aydın şehirleri.
Derinleşen uçurumlardan korkarak
Nasıl geçerdik o azgın nehirleri...
Nasıl arardık o aydın şehirleri.

Önümüzde şarkın o kar yüklü damları 
Ve işte buzdan ışıklarla bir şafak!
Beyaz ufuklara karşıydı camları
Benim kızaktır o billur yokuşta bak!
Ve işte buzdan ışıklarla bir şafak!

Bir ince kız gibi omuzumda mavzerim
"Çakırcalım" diye başlardı türküler...
Birer ateşti o çapraz fişeklerim
Güneş batınca yavaşlardı türküler
"Çakırcalım" diye başlardı türküler...

Uzaklaşırken at üstünde bahçeden
Düşerdi omuzuma nurdan bakışların.
Limon çiçekleri dallarda ürperen...
Alevlenirdi gururdan bakışların
Düşerdi omuzuma nurdan bakışların...

Bu son şehirde kapanmıştı gözlerin:
Sütun sütundu uzaktan şelaleler.
Deniz güzel... geceler, çeşmeler serin...
Bahar sefasına dalmıştı bahçeler
Sütun sütundu uzaktan şelaleler...


Ömer Bedrettin Uşaklı
Yayla Dumanı

8 Temmuz 2016 Cuma

Hançer İstiyorum

Portakallar altında geçmiyor bu yıl güzüm;
Gönlüm, uzak bir köyün gelecek baharında!..
Aylar var ki, ey Tanrım, görünmez oldu yüzüm,
Dor atlı yaylıların süslü aynalarında...
Aylar var ki hastayım, aylar var ki öksüzüm..

Dağlar önümde boy boy, güneş gözümde tel tel;
At üstünde söylenen şiirler kadar güzel,
Türküler yakılacak ölümler istiyorum.

Bayburd'un kalesinden sakatlar geçmez elbet;
Çoruh'un sularından hastalar içmez elbet,
Yiğitçe saplanacak bir hançer istiyorum.


Ömer Bedrettin Uşaklı
İstanbul
1941

Sarıkız Mermerleri

Afrodit, aşk tahtını kurmuş yüksek başında,
Yakubun rüyasından sanki iz var taşında...
Şahikanda yaşamış efsane dünyaları,
Senden birer parçaymış kainatın dağları...
Yalçın tepelerinde kartal saklı yuvalar,
Eteğinde Aşil'den ses veren Truvalar;
Binbir çiçek açarken ormanlarında yer yer,
Saçlarını tararmış körfezinde periler...
Bahar, meşalelerle sende alkışlanırmış,
Yapraklar solarken de başında ağlanırmış...
Venüs, şen sahilinde yatarmış kumsallara,
Her taşın bir taç gibi sunulmuş krallara...
İlyad'ı çamlarının dibinde yazmış Homer,
Lesbos'tan akşamları seyretmiş seni Bodler...
Barbaros, göklerinde tanımış ülkelerini,
Yeşil ormanlarında yapmış gemilerini...
Sarıkız'ın derdiyle çatlamış kayaların,
Sarıkız'ı anarak esiyormuş rüzgarın...
Taşında ve suyunda ağlıyor onun sesi,
Zümrüt tepelerinde türkmenlerin kabesi...
Mağrur güzelliklerin ruhunda ve tenimde,
Senin yüksek başından dileğim var benim de...
Bir şey istemiyorum, ne çiçek, ne de çemen...
Ne dağ çileklerinden, ne beyaz çam balından,
Ne gemiler yapılan o kızıl çam dalından...
Ne ceylan, ne de ince türkmen dilberlerinden...
Bir parça istiyorum meşhur mermerlerinden...
Ne üstüne destanlar, sevdalar yazmak için;
Ne şekilsiz derdime bir şekil kazmak için...
Fıskiyeli havuzlar, heykeller kurmuyorum;
Mermerinden saraylar yapıp oturmuyorum;
Bir şelale parçası, bir kevser ister gibi,
Onu çürütmeyecek bir cevher ister gibi;
Bir parça istiyorum meşhur mermerlerinden...
Ne ceylan, ne de ince türkmen dilberlerinden;
Sarıkız'ın gözyaşı damlamış bir yerinden
Bir parça istiyorum meşhur mermerlerinden...
Toprağına gömdüğüm bir dağ sümbülü için,
Eteğine koyduğum bir küçük ölü için...


Ömer Bedrettin Uşaklı

Tahtacı Güzelleri

Güneşi baltaların
Ucunda taşıyarak
Burdan daha çok uzak
Bir ormana gidiyor
Tahtacı güzelleri...
Yemyeşil ormanların
Baştacı güzelleri...

Kırmızı, al, yeşil, mor
Fistanları rüzgarın
Elinde birer bayrak
Gür siyah saçlar, gümüş
Paralarla karışık
Omuzlara dökülmüş
Çam kokusuyla dolu
Taşkın göğüsler açık...

Türkülerle gidiyor
Tahtacı güzelleri...
Kırmızı, al, yeşil, mor
Fistanları rüzgarın
Elinde birer bayrak.
Semiz katırlarıyla
Yapraklara basarak
Ormanlardan ormana
Türkülerle gidiyor
Tahtacı güzelleri...
Yemyeşil ormanların
Baştacı güzelleri...


Ömer Bedrettin Uşaklı

7 Temmuz 2016 Perşembe

Deniz Hasreti

Gözümde bir damla su deniz olup taşıyor
Çöllerde kalmış gibi yanıyor, yanıyorum
Bütün gemicilerin ruhu bende yaşıyor
Başımdaki gökleri bir deniz sanıyorum

Nasıl yaşayacağım ey deniz senden uzak
Yanıp sönüyor gözlerimde fenerin
Uyuyor mu limanda her gece sallanarak
Altından çivilerle çakılmış gemilerin?

Sevmiyorum suyunda yıkanmamış rüzgarı
Dalgaların gözümde tütüyor mavi, yeşil...
İçimi güldürmüyor sensiz ay ışıkları
Ufkunda yükselmeyen güneşler güneş değil

Bir gün nehirler gibi çağlayarak derinden
Dağlardan, ormanlardan sana akacak mıyım?
Ey deniz, şöyle bir gün sana bakacak mıyım
Elma bahçelerinden, fındık bahçelerinden?


Ömer Bedrettin Uşaklı

Çoruh Akşamları

Her akşam kayboluyor Çoruh uçurumlarda;
Kızıl bir damla güneş suyuna damlamadan!..
Sular, bütün kan rengi akarken her pınarda,
Dağların boğuştuğu bu kayalık diyarda,
Çoruh uyur suyuna bir ışık damlamadan!..

Girdapların kararmış gözleri süzülünce,
Korkunç birer dev gibi sulara girer dağlar.
Karlı dağlar ardından titrek bir ay gülünce
Çoruh zincir içinde bir esir gibi ağlar ...
Korkunç birer dev gibi sulara girer dağlar ...

Granit kayalara, akıntılara karşı,
Çekilip itilerek bir kayık sürüklenir;
Reisler bağrışır zalim rüzgara karşı,
Girdaplarda bir kayık boşaltılır, yüklenir;
Çekilip itilerek bir kayık sürüklenir.

Her akşam kayboluyor Çoruh uçurumlarda;
Kızıl bir damla güneş suyuna damlamadan;
Sular, bütün kan rengi akarken her pınarda;
Dağların boğuştuğu bu kayalık diyarda
Çoruh uyur suyuna bir ışık damlamadan!..


Ömer Bedrettin Uşaklı
Artvin 
1933

Ufuk Hasreti

Sarp dağlardan örülmüş dört duvar içindeyim
Nerdesiniz güneşler, nerdesiniz ovalar?
Dağılmaz simsiyah bulutlar içindeyim
Nerdesiniz güneşler, nerdesiniz ovalar!

Yine duman kapladı zindanımda her yeri 
Çoruh'a savuruyor yaprakları sonbahar.
Nerdesiniz ey sabah ve akşam güneşleri
Nerdesiniz atımı koşturduğum ovalar?

Duvarlara çarparak çırpınan bir kuş gibi
Gözlerim uzak geniş bir ufku arıyor.
Çoruh, dağlar içinde akamaz olmuş gibi
Süzülerek geçtiği ovaları anıyor.

Ufuk... Ufuk... Upuzun deniz olsun, göl olsun!
Gözlerimi dikince kanarak indireyim
Doğan, batan güneşleri içime sindireyim
Ufuk... Ufuk.. İsterse alevden bir çöl olsun...

Bir gün ufuk derdine gönlümü verip bir an
Ufuk... diye dağları gözümle deleceğim...
Bir gün ufuk! Diyerek bu çıplak kayalardan
Bir siyah kartal gibi göğe yükseleceğim...


Ömer Bedrettin Uşaklı

6 Temmuz 2016 Çarşamba

Bataklık Güneşleri

Kuyrukları düğümlü atlarımız çamurda
Kamışlarla çizilmiş bir aynada gölgemiz...
Gözlerimiz akşamdan süzülen ince nurda;
Karşımızda nehirle kucaklaşmış bir deniz
Kamışlarla çizilmiş bir aynada gölgemiz!

Bu uzun bir ova ki karlı dağlardan ıssız;
Suların üstündeki her sazlık birer ada
Bacakları çırçıplak sıtmalı bir köylü kız
Bu bataklık içinde güneşle bir arada!
Bacakları çırçıplak, sıtmalı bir köylü kız!

Bu nurdan ve çamurdan ovayı bırakarak
Sürdük atlarımızı kızıl denize doğru!
Hâlâ orda gözyaşı çamurlara akarak
İzimizden fışkıran sulara dalan yolcu;
Bataklıkta güneşle birlikte kalan yolcu!


Ömer Bedrettin Uşaklı

Bursa'da Akşam

Bu gün de sonbahardan süzülüp doğdu akşam
Dağların yere indi koyu serin gölgesi.
Uludağ etekleri al ipekten bu akşam
Düştü yeşil ovaya kubbelerin gölgesi. 

Ufuklarda bu akşam ne sis var, ne bulut var
Selvilerin içinde bir alev Emir Sultan.
İçten dualar gibi geçiyor sanki rüzgar
Bir ilahi adaya benzeyen Yıldırım'dan.

Orada ince yollar gölgeleniyor işte
Karşıdan renk içinde solgun ay görünüyor.
Güneşin son nurundan bir damlacık içmiş de
Şu karşıki kulübe bir saray görünüyor.

Gözlerine vurunca kubbelerin gölgesi
Öz cenneti gönlümle seyrettim ben bu akşam.
Göklerde ne bir nefes, ne de bir kanat sesi
Uludağ etekleri al ipekten bu akşam...


Ömer Bedrettin Uşaklı

Son Dilek

Aşıkım, dağlara kurulu tahtım,
Çobanlar bağrımı dağlarda geçer,
Günümü yıl eden şu kara bahtım,
Engin gurbetlerden çağlarda geçer

Hasretle doldurur geçtiğim yeri,
Vahşi kuş sesleri, yaban gülleri
Bazen Akpınar'a giden bir peri,
İnce yollarımı bağlarda geçer

Örtse gözlerimi sonsuz bir diyar
Mezarım kalsa dağlara yadigar,
Gönlümü çiğneyip geçen nazlı yar,
Belki mezarımdan ağlar da geçer.


Ömer Bedrettin Uşaklı

5 Temmuz 2016 Salı

Tokat

Bizim papaz efendi dedi ki:
“İsa bir yanağına tokat yedi
Öbür yanağını da çevirdi
İsa’nın yediği iki tokat
Roma’yı devirdi…”
Ben de papaz efendi’ye dedim ki:
“Ben de İsa babamızın kuluyum
Her gün efendimden tokat yiyorum
Her tokat yiyişimde
Öbür yanağımı da çeviriyorum
Efendim niye devrilmiyor Roma gibi?
Roma’dan güçlü mü bizim efendi?


Ercüment Behzat Lav
Mau Mau

Bir Kahramanın Midesi

Vahşi hayvanlara yediriyorlar ölülerimizi
Beyazlar bizimle savaşınca
Bizse kendimiz yiyormuşuz
Onları haklayınca

Böyle de olsa
Daha şerefli bir mezar değil mi
Hayvan bağırsaklarından
Bir kahramanın midesi?


Ercüment Behzat Lav
Mau Mau

Köroğlu'ndan Memiş'e Mektup

Atımla avradım öldü pusatım kırıldı
"Yeni bir at al
avrat çok tazelersin
pusatını da değiştir"
dediler öyle yaptım
Yeni at
huysuz çıktı
beni yere serdi
Yeni avrat
soysuz çıktı
Eşrafla yattı
Yeni pusat uğursuz çıktı
geri tepti beni ele sattı
Bunlardan hayır yok dedim yola düzüldüm
Pusat atsız avratsız bir yere gittim
Burada ömür
sürülmüş bir tarla kadar yatkın yumuşaktı
Hava süt beyazı
Ne donu var ne ayazı
bir su kadar ışıldaktı
Güneşi dağın doruğunda kazığa çakmışlar
buyrukla kararıp buyrukla ışımada
Deli gemsiz karayeli
kovuğa tıkmışlar
Ağaçları uslu uslu kaşımada
Yaprakların sallanıp hışımak ne haddine
Kuş adam hayvan sus pus
Bağırışmak yasak
İşe karışmak yasak
Yarışmak yasak
Dur yasak
Otur yasak
Çiviyi ses çıkarmadan çak
Ağır ezgi yürü
Burnunu yerde sürü
Soluk alma
Etliye sütlüye dalma
Senden iyisi yok
Dikili ağızlar kulakta
"Nasıl olsa aş kaynıyor
Gırtlağa ister koçan girsin ister kor
Yaşayan ölüler geçinip gidiyor
Yön yöre güllük gülistanlık
Bize ne
yerin dibinde kül yutan
sığırtmaçlardan
Kapı kullan
kapınca davulları
ileti iletiveriyorlar bize
İlle ne var ne yok yalan yanlış
Ziyanlı çıkmazsın
Gel bu gidişe sen de alış"
Yetti canıma bu dirlik düzenlik
Özledim soysuz avradı
Huysuz atı uğursuz pusatı
Deli gemsiz karayeli
Heybemi sırtladım
gene sılama döndüm Memiş


Ercüment Behzat Lav
Kaos

4 Temmuz 2016 Pazartesi

Ilgaz

Yıldızlar çamlara değer de geçer,
Gün burdan başını eğer de geçer.
Sular dizlerini döğer de geçer.
Bir Ilgaz, er Ilgaz, yar Ilgaz!..

Başında bir tavus tuğ gibi çamlar,
Yollara dizilmiş tığ gibi çamlar,
Karşıdan bir zümrüt çığ gibi çamlar.
Bir Ilgaz, er Ilgaz, yar Ilgaz!..

Dalı var; göklere yeşil direktir,
Gölü var; dağlara düşmüş yürektir,
Yolu var; içinde yitsem gerektir.
Bir Ilgaz, er Ilgaz, yar Ilgaz!..


Zeki Ömer Defne
Büyük Memleket Şiiri Antolojisi

Bir Yolcuya

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bu tümsek Anadolu'nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğduğu sele
Mübarek kanını kattığı yerdir.

Düşün ki, haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin
Bir harbin sonunda bütün milletin
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.


Necmettin Halil Onan
Çakıl Taşları

Boğaz Rüyası

Son Gül Dağıldı, Son Kuş Uçup Gitti, Şimdi Yaz
Yol Yol Sürüklenen Sarı Yaprak Sesindedir
Eşsiz Güzelliğiyle Hayalimde Hep Boğaz
Gönlüm Yaz Ortasında Bebek Bahçesi’ndedir

Üstünde İncecik Buğudan Tül, Öbür Kıyı
Sakin Bir Öğle Sonrası Hazzıyla Uykuda;
Bir Ses, Hüzünle Perdeli, Bir Eski Şarkıyı
Rüyada Bir Dua Gibi Söyler Küçüksu’da

Artık Uzak Ve Hatıralaşmış Güneşli Yaz
Yaprakların Tabiatı Örten Pasındadır;
Her An, Yaz Ortasında Hayal Ettiğim Boğaz
Masmavi, Göz Kapaklarımın Arkasındadır


Necmettin Halil Onan
Dünden Bugüne Türk Şiiri