Sayfalar

15 Temmuz 2017 Cumartesi

Bir Şiir İçin Ancak

Bir şiir yazılacak.
O şiirin uğruna
öfkeli bir alev gibi kuduracak mavi gökyüzü
ve huzursuz fırtına
kanatlarını çırpacak denizin üstünde
bulutların düğüm düğüm dumanlı perçemleri
çözülecek ve
gökgürültüsü dolduracak ormanı,
kökler nasıl da korkacak
topraktan sökülmenin utancını duymaktan,
şimşek nasıl bakacak geriye
göz kamaştıran ışığının ortasından
yok edici göz kendini gözetleyecek
kanın kırımızı aynasında
ve her yerde yıkımı görecek.
Ve işte şiir o zaman yazılacak.

Bir şiir yazılacak.
O şiirin uğruna
birisi dualar yapıştıracak duvarlara geleceğe kalacak
sonra da ölüm korkusunu idam edecek
adım adım ilerlerken geçittekiler:
göklere rüzgarlar yankılanacak türküsüyle
sonsuz güzellikler
ve sonsuz sevgi dolu gelecek dünyanın.
ve işte şiir o zaman yazılacak.


Subhas Mukarci
Çeviren: Yurdanur Salman

Aşığın İnleyişi

Heyhat üzerimde yükselen ay yok bu gece
Siyah yağmur bulutları göklerde toplanıyor
Sayısız rüzgarlar ıslık çalıyor -ben tek başımayım.
Siyah yağmur bulutları göklerde toplanıyor bu gece
Okyanus bir can çekişme haliyle haykırıyor.

Ölmüş aşkların tatlı neşesini hatırladığından
Gözlerim yaşlarla dolu
Okyanus bir can çekişme haliyle haykırıyor bu gece.
Artık sevgilimi hiç göremeyeceğim
Kıyıyı arkasında bırakmış olan
Siyah yağmur bulutları gözlerime doluyor bu gece.

Heyhat üzerimde! Yükselen ay yok.
Karanlıkların derinliğinden, yağan yağmurlardan
Hala onu çağırıyorum
Heyhat bana! O artık dönmeyecek.


Harindranath Chattopadhyaya
Çeviren: Özdemir Asaf

Gitancali'den

III.

tanımadığım nice insan tanıttın
nice evde bana da verdin bir köşe
uzağı yakına çevirensin
yabancıyı kardeşe

eski evimden ayrılıp düşünce yollara
düşünürüm ilkin kara kara
eskide de var olan sensin oysa
yenide de var olan sen
uzağı yakına çevirensin
yabancıyı kardeşe

ölümde yaşamda bütün evrende
nereye götürsen beni
tüm doğuşlardan bilinen
sen tanıtacaksın bana herkesi

yabancı yoktur bilene seni
kapılar kapanmaz olur
herkesin bağısın bilen bildirensin
senden ırak kılma beni
uzağı yakına çevirensin
yabancıyı kardeşe


VII.

türlü türlü ahenklerle gel
kokularla türkülerle renklerle gel

vücudumda duyayım gel seni
başımda duyayım şarap gibi
örtülü gözlerle büyülü renklerle gel
türlü türlü ahenklerle gel

gel pırıl pırıl duru ve güzel
inceliğinle sessizliğinle gel
gel başka başka düzenlerle

acınla gel neşenle gel canevime
gel günümün bütün işlerine
gel işlerden çekince gel

türlü türlü ahenklerle gel
çeltik tarlasında güneşle bulutların
saklambaç oyunu var bu kez
mavi gökte ak buluttan sallar
kim yüzdürür bilinmez

arılar ışıkla esrik
balı kovanı unutmuş
ırmak kıyısında bir yığın kuş
neden toplanır bilinmez

girmesek bugün evden içeri dost
girmesek evden içeri
basıversek de göğü bugün
yağma etsek enginleri

sularda köpükler gibi
rüzgarda gülüşler koşuyor bak
boşversek de işi gücü
günü türkülerle harcasak


X.

altın tepsisinde bugün sana
gözyaşlarını sunacağım mücevher gibi
bir gerdanlık dizeceğim onlardan
inciler gibi

ayaklarındaki halkalar
aydan güneşten olabilir
benim acımsa göğsüne
bir değerli taş gibidir

ne varsa senin
olur ne dersen
ister verirsin
alırsın ister

acımsa benimdir ancak
bilirsin taşın temizini
karşılığında bir gülüşün
yeter gönendirmeye beni


XI.

çelenkler ördük çiçeklerden
otlardan demetler derdik
bir sepet sunuyoruz içine
taze başaklar serdik

gel ey güz Lakşimi'si
koşulsun ak buluttan araban gel
duru mavi yollarda gel
gel bütün karanlığı yıkanmış
ışıkla donanmış
ormanlardan tepelerden dağlardan
gel tacın ak nilüferlerle bezenmiş
serin çiğler içinde

Ganjın sular basmış kıyısına
kuştu korularda döşek serilmiş
dökülen yaseminlerden sana
kuğu dönüp yaymış kanatlarım
ayak ucuna

fısıltılar yükselir tellerinden
senin altın çalgının
bal gibi tatlı bir vızıltı derinden
eriyiverecek gözyaşlarıyla ansızın
kahkaha taşan ahenk

denektaşıdır pırıldayan
saçının büklümlerinde yer yer
bir an için o esirgeyen yeller
dolaşsa düşüncemizde
altına dönüşür dertlerimiz
karanlıktan ışığa çıkıveririz


XX.

bir yaz akşamıdır karanlık çöküyor
gün yok olmuştur
kesintisiz boşanır gökten
bir tükenmez yağmur

çekilmişim evin bir köşesine
kurarım kendi kendime
bahçede ıslak esen yel
kimbilir ne konuşur
kesintisiz boşanır gökten
bir tükenmez yağmur

dalgalar yükseldi gönlümde bugün
kıyı görünmez oldu
çiçek kokularından ıslak bahçenin
gözlerime yaş doldu

neylesem bu akşam neylesem
ne türküler söylesem
büyülü bir el değer belleğime
bildiklerim yok olur
kesintisiz boşanır gökten
bir tükenmez yağmur


Rabindranath Tagor
Çeviren: Bülent Ecevit

Aynı Ses, Hep

Parçalayacağın ekmek gibiyim ben
Yakacağın ateş gibiyim, arı su gibiyim
Ölüler yurduna seninle gidecek olan

Köpük gibiyim
Senin için ışığı ve limanı olgunlaştıran.

Kıyıları silen gece kuşu gibiyim
Ansızın akşamın yeli gibi daha soğuk ve ansızın


İossif Noneşvili
Çeviren: Özdemir İnce

14 Temmuz 2017 Cuma

Var Böyle Bir Ülke

Bir beşik gölgesinde sallanan, asmaların
Bir kavalın tatlı inleyişi,
Dilden dile dolaşan ölümsüzlük ve yiğitlik türküleri
Bir halkın, Rustaveli'nin şiirlerinde.
Tertemiz kanıyla atalarımızın
Yıkanmış bir toprak; güneş ışınlarıyla taçlanan,
Uçurumlara sıçrayan uğultulu seller
Karlı dağlar: ovalarda bülbüller.
Ansızın bir geyik sürüsü,
Bir kartal gökyüzünde salınan...
Söylediğim gerçek, var böyle bir ülke.
Var böyle bir ülke: adı Gürcistan!
Güçlü erkeklerin güzel kadınların buyruğunda

İavnana: Orolova. Rero ...
Bağlar, çayırlar, buğday tarlaları
Durmadan ışıtır yaşamayı; ışıtır aşkı!
Bir atasözü:
"Mutluyuz bölüştüğümüz zaman kuru ekmeğimizi."
Açar dostlara yüreğinin,
Ve de evinin kapılarını ardına dek:
Bir tanrı konuğudur gelen mutlak,
Diye düşünen yiğit halkı!
Söylediğim gerçek, var böyle bir ülke,
Var böyle bir ülke, adı Gürcistan.
"Dağları ovaları da olsa bir küçük ülke"
Demeyin; gökyüzündedir o doruklar;
Okşar durur güneşi,
Bir elde kadeh bir elde çiçek.
Karşılamaya hazırlanır baharı!..
Bir yücelik düşü varsa
Ölümsüz halkının yüceliğidir o!
Yüreği kıvançla dolu.
Seyreder gelecek denen sancağın çırpınışını,
Söylediğim gerçek, var böyle bir ülke
Var böyle bir ülke; adı Gürcistan!..


İossif Noneşvili
Çeviren: Sefahattin Hilav

Dut Ağacı

Penceremden atlayacak dut ağacı, kuşkusuz!..
Odama süzülecek, sürünecek saçlarıma.
Adımı çağırıyor, sesleniyor, kıvranıyor sanki
Elmas yapraklı dik başlı ağacım!
Nasıl da eziliyor yüreğim, fısıldayışlarından
Nasıl da tutku yüklü, yakıcı bu sözler!
Biliyorum penceremden atlayacak dut ağacı;
Birden odama süzülecek
Saracak gövdemi


Anna Kalandadze
Çeviren: Selahattin Hilav

Yuvarlanan Taş

"Dur durak bilmiyorsun, korkuyorsun bir yerlerde kalmaktan
"Ne garip! Demek böyle yaratılmışsın sen!" diyorlar.
Doğru! Sonuna kadar yaşıyorum, sonuna kadar söylüyorum, türkümü.
Kim kınayabilir beni coşkunsam; kabıma sığmıyorsam.
Köpüklü bir selin önünü çevirseniz
Durgun ve bulanık bir birikinti kalır geriye!
Delişmen bir ırmak gibidir ruhum
Kıvılcım yüklü dalgalarını devirerek akan
Öylesine tedirginim; öylesine çılgın! seviyorum alınyazımı!
Yuvarlanan ve yosun tutmayan taşın alınyazısını!...


İossif Grişaşvili
Çeviren: Selahattin Hilav

13 Temmuz 2017 Perşembe

Alazan'ın Kıyılarında

Bilirim tabiatın konuştuğu dili
Güzellik ve bilgelik dolu sesini tanırım
Düşen yaprağın mırıltısından anlarım
Alazan dağlarının türküsünü, benden sorun!

Borbal dorukları neler anlatır
Sakhor tepeleri, Khador geçitleri,
Vadiyi seyreden dağ ne düşünür?
Altın tenli güzel ne fısıldar, benden sorun!

Buzlu kayaların çıtırdısını
Yüreğini ovaya açan kaynakları
Nisan ayının çılgın sellerini
Uyku dolu gözün dingin yüzünü, benden sorun!

Bilirim tabiat-kitabını okumayı
kulak vermeyi sesine, ölümsüz güzelliklerle dolu;
Buğdayın ve otların incecik sözlerini
Ve güneşin canlandırdığı üzüm denilen elması, benden sorun!

Rüzgar neler fısıldar anlarım,
Tanırım kuşu uçuşundan,
Şu dünyadan çekip gittiğim an
Biliyorum, bu cıvıl cıvıl konuşmalardan
İnsanoğlunun diline dökülmeyen bir şey kalacak


İraklı Abaşidze
Çeviren: Selahattin Hilav

Ressam Niko Pirosmaninin Yitik Mezarında Bir Gün

Baharın böylesini
Görmedim doğrusu ya
Yağmur yağmur
Kasımdayız sanki
Koptu ipi
Yaşamanın
Karardı gelecek
Her umudun sonu geldi

Fakat elbet
Geçer bu sanrı da
Ömür boyu
Sürmez bu sağnak
Ve işte senin
Doğum gününde
Toplandık hepimiz
Mezarında

Gök senin şerefine mi
Aydınlanıverdi
Sen misin yoksa
Çevreyi aydınlatan
Gün nasıl da
Esnek, parlak
Toprak nasıl da
Pırıl pırıldı
Bağrında açan
Yaban gülleriyle
Kendi yarattığın
Dünyayı sen
Tanrıya sunduğunda
Titreyen ellerinle


İraklı Abaşidze
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Şafaktan Önce Kar

Şehir sırtüstü uyuyordu
Yüzünde yorgun bir gülümseyişle
Anımsamaya çalışır gibi
Geçmiş günün olaylarını
Ve az önce şafaktan
Yorgan kayıverince
Uyuyan Tifüs
Bir beyaz nevresimle kaldı

Boşuna değil şafağın
Mucizeler vaat etmesi
Bu sokaklara beyazını
Boşuna çekmedi kış
Sessizlik ve bilgelik doldu
Bir eski kitap mahzeni gibi her yer
Gizemli bir bekleyişe
Gömüldü dilsiz evler

Ve ıssız Mtatsminda'da
İki anlamlı bir desen belirdi
Bezendi tunç renkli yamaç
Parlak nakışıyla hayatın
Baktı şehre dağdan
Dilsiz bir hayranlıkla Akaki
Apak aydınlığında
Kışın ve kendi saçlarının


İraklı Abaşidze
Çeviren: Ataol Behramoğlu

12 Temmuz 2017 Çarşamba

Güz

Bulutlar
Karanlık bulutlar
İndi iyice aşağılara
Güneşliyken gün, kapandı birden.
Eski yara yerleri
Askerlerin
Sızlıyor şimdi
Askerler ki yoktur ayrımları
Şairlerden

Bin övgü onlara, bin şan!
Savaşın ateşinde pişip
Kardeş oldular şairlerle.

Aynı acı yazılıdır
Çünkü şairlerin alnına da
Ki nükseder
Havanın her değişiminde...


İraklı Abaşidze
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Yıkıntıların Kuşu

Yıkıntıların kuşu ayrılır ölümden,
Boz kayalarda yuva yapar, güneşte,
Tüm acıyı aştı, tüm belleği,
Bilmiyor artık yarın nedir sonsuzda.


Yves Bonnefoy
Çeviren: Özdemir İnce

Akşamın Işığı

Akşam,
Şu aralarında konuşan kuşlar, belirsiz,
Birbirini ısıran, aydınlık,
Issız böğürde kımıldayan el.

Devinimsiz duruyoruz uzun suredir.
Fısıltıyla konuşuyoruz.
Ve çevremizde zaman renk bataklığı gibi.


Yves Bonnefoy
Çeviren: Özdemir İnce

11 Temmuz 2017 Salı

Tiyatro

I.

Sekilerde koştuğunu görüyordum,
Savaştığını görüyordum yele karşı,
Soğuk kanıyordu dudaklarında.

Parçalandığını gördüm, ölü olmaktan kıvandığını
ey ondan da güzel olan
kendi kanınla lekelerden beyaz camlarını yıldırım.


VI.

Hangi solgunluk vuruyor sana, yeraltı ırmağı,
hangi atardamar kopuyor sende, nerede yankılanıyor
düşüşün?

Kaldırdığın bu el açılıyor birden, tutuşuyor.
Geriliyor yüzün. Hangi yoğunlaşan sis söküp alıyor
bakışını benden? Gölgenin ağır yalıyarı, ölümün
sınırı.

Uzanıyor sana dilsiz kollar, ağaçları bir başka
kıyının.


XIII.

Yüzün toprakla aydınlanmış bu akşam,
Görüyorum ama çürüyüşünü gözlerinin
Ve artık anlamı yok yüz sözcüğünün.

Dönen kartallarla aydınlanmış içdeniz,
Bir imgedir bu. Soğuk tutuyorum seni
Görüntünün artık erişemeyeceği bir derinlikte.



Yves Bonnefoy
Çeviren: Özdcnıir İnce

Her Zaman Bir Şey Kalacak Ondan

Tanrım bir insan olarak düşünüyorum seni
Oturmuşsun Eiffel Kulesi'nin son sahanlığına
Kaygısızca sigara sarıyorsun
Yukarıdan bakarak boğulan insanlara
Çok oldu birlikte tatil yapmayalı
Son kez sanırım anımsarsın
Eli kulağındaydı savaşın
Bir yerde küçük bir limanda
Sabahları erkenden düşüyordun yola
Omuzuna balık ağını atarak
Çok sonra buluşabildik bir daha
Kasım ayında yükselen bir yolda
Pas rengiydi ağaçlar ve yağmur yağıyordu
Bir baskından dönüyordu haydutlar
Tanrım yazık değil mi sence
Benim gibi yolculuk vurgunu birinin
Oturup beklemesini seni bekler gibi
Yaşlı köy postacısını 1900'lerden kalma
Gökyüzü şatom! Athena tapınağımdır benim!
Athena sineması sen o çocukluk yıllarımın
Piyano sahanlığı ve sessizlik
Büyük kargaşalık komşu odadaki
O tam sonsuzluğa bakan.


Rene Guy Cadou
Çeviren: Özdemir İnce

Bu Saatte Dünyada

Bu saatte dünyada
Bir küçük kız vardır belki çiçek toplayan
En güzel ülkenin bir yol kıyısında
Ve bir limanda mendil sallamaktadır biri
Uzun uzun şifreli telgraflar gibi
Gösterişli arabalar düşünüyorum
Chavigne'de yengeç dolu bir dereyi
Ve son sayfasını istasyonu düşünüyorum
Rüzgarın uğuldadığı bir akşam
Hiçbir zaman inmeyeceğim istasyonu
Boş villalar vardır kıyıda
Ve dumanla kaplıdır bir plaj oteli
Yitmiştir can sıkıntısı dumanında
Bir bataklığın ucunda ya da
Garip bir şato vardır gecenin içinde
Ve Montepin okur piposunu usulca tüttürerek yaşlı bahçıvan
Bir transatlantik vardır okyanusta
İkiz kardeşidir sanki Nuh'un Gemisi'nin
Ama özlemektedir üçüncü sınıf öğrencisi çocuk
Küçük çiftliklerini ve bayram günlerini
Ve bisiklet yarışlarım kasabalar arasında
Bu saatte dünyada
Bir çiçek açar
Birden bir kanıt bulur bir ozan
Ve güneşin şişesine
Bir pervane gibi düşeceğini sanan uçman
Gülmeye başlar sarhoş ve açar yakasını
Ah yaşlanmadığını şu dakikada
Ne gelir elimden seni düşünmekten başka
Güvercin memelerini
Ağzını
Ellerini
Kusursuz güzelliğini
Uzun bacaklarını beni coşturan
Ve okşayışlarını
O her akşam bir leylak gibi açan.


Rene Guy Cadou
Çeviren: Özdemir İnce

10 Temmuz 2017 Pazartesi

Avrupa

Her yer gece
Yürüyen gölgelerle dolu dünya
Akınız kara gelincikler basamaklar üzerinden
Bilinmez bir ceset zehirliyor buğdayları

Ağlayan kadınlar var
İçinde çiçekler bitmiş paslı bir miğfer
Toprağın kokuları
Tüfeğin parlayan gözü sisin kirpikleri altında
Ve ateşin gözkapaklarını tutan el

Kimileri karları zorluyor
Kimileri denize açılıyor okuldan çıkınca
Kimileri durmadan kanıyor çarmıhta
Terk etti son akşam yemeğini Tanrı
Beyaz ekmek kalmadı masalarda

Ah bir uyuyabilsek dallar arasında
Ama ya gökyüzü salı verirse üzerimize çığlarını
Selam tembeller
Yumak yapıyor yüreğini
Önlüğünün altında öğrenci

Koru güzel yüzünü
Görünümü son silah sesleri kurtarıyor
Ve boyun eğiyor kolum gelip geçici dostlara.


Rene Guy Cadou
Çeviren: Özdemir İnce

Helen

Erişeceğim sana Helen
Donmuş pırıl pırıl sabahlarda
Meyve bahçelerinin kabuğu altında
Taş kafeste
Omuzunun kendine yuva yaptığı

Sen bütün günler
Kuşkulu ve uykucu
Üzerinde gözlerimin
Ellerin iki başıboş tekne
Tanır yazı insanlar
Şu saydam alnında
Ve ne zaman öğrenmek istesem geçmişini
Beni otlar, av hayvanları, ırmaklar yanıtlar.

Seni görmeden daha
Düşmedi dilimden adın
Bana ayak sesini ansıtırdı
Düşen her yaprak
Yeniden yaratırdı yüzünü
Açılan dalga
Ve bir handın sen
Bütün köylerin bütün çıkış kapılarında


Rene Guy Cadou
Çeviren: Özdemir İnce

Bir Tekne Ver Onlara

Bir tekne ver onlara:
ufku zıpkınlamaya gidecekler.
Bir çakıl ver onlara:
bir dağ yapacaklar ondan.
Birkaç sözcük ver onlara
kutsal kitaplarını yazsınlar diye
ve bir fırça
ikinci bir gök çizmek için.
Ama sakınmak istiyorsan eğer,
bir kez bak onlara başka bakma:
üzerinde bir evren kuracaklar.


Alain Bosquet
Çeviren: Özdemir İnce

Hiç Anlamadın

Hiç anlamadın
nasıl sevilir -yitmek için-
önemsiz nesne:
tabak, çakı, sönmüş lamba.
Hiç anlamadın
nasıl sevilir -kendini bulmak için-
ayaktakımı meyveler:
elma
yaban kirazı,
bir kırlangıcın gizlendiği karpuz.
Hiç anlamadın
insan nasıl sever:
aşksın sen.


Alain Bosquet
Çeviren: Özdemir İnce