Şiir, Sadece: şiir
şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Şubat 2017 Salı

Lale

Lalelim
Lalelide oturur
Laleli lale olur lalelimden.

Laleliden geçilir
Lalelimden geçilmez!..


Orhon Murat Arıburnu
Kovan

11 Şubat 2017 Cumartesi

Tebliğ

Ömrümde görmedim böyle bir gün.
Yarım dilim ekmek önümde,
düşünüyorum alevden ülkeleri.
Boğazında kalsın yedikleri
ve zehir zıkkım olsun,
bu anda düşünmeyen varsa eğer!

Sen benim,
memleketimin şarkılarında bile varsın,
sen o korkunç,
sen o uykusuz geceler altında bir kerre olsun
umudunu kaybetmeyen şehir!
Ben de bilirim, umuttur bu,
bağlanamaz kıskıvrak dört bir yanından.
Bir umuttur ki;
daha haşin,
daha merhametsiz,
tank ordusundan düşmanın!
Bir umuttur ki;
sokaklarında sırtüstü yatan
henüz buluğa ermemiş yaralı çocukların
mavi gözlerinde okunur,
ve sonuncu kalede,
mazgallardan bakanların yumruklarında!

O insanlar bitmedi mantar gibi yerden.
Anaları doğurmuştu onları bir zamanlar,
tıpkı dalda bir çiçek açar gibi.

Ve şimdi, kimi kurtuldu ölümden,
kimi yapıştı toprağa yüzükoyun.
step kokan elleriyle.
Kimi de verdi kendini dalgalara,
bir kuş kadar rahat,
erkekçesine ve hazin.
Püfür püfür esen
en yumuşak rüzgârlarına bile
düşman oldum Karadeniz’in!

Ve sen, güzel şehir,
sen artık hiçbir şarkıya sığmazsın.
Seni yarın, ilk defa bir şafak vakti
mükellef bir sofraya oturan
bütün dünya insanlarının
bulutsuz ve taze yürekleri,
bir türkü gibi değil
bir sevgi gibi değil,
fakat bir ağlamak ihtiyacı gibi duyacaktır,
giderilmez bir ağlamak ihtiyacı gibi!


A. Kadir
Mutlu Olmak Varken
İstanbul, 1943

7 Şubat 2017 Salı

Evler

İnsanlar yüzyıllar yılı evler yaptılar.
İrili ufaklı, birbirinden farklı,
Ahşap evler, kagir evler yaptılar.
Doğup ölenleri oldu, gelip gidenleri oldu,
Evlerin içi devir devir değişti
Evlerin dışı pencere, duvar.

Vurulmuş vurgunların yücelttiği evlerde
Kalbi kara insanlar oturdu.
Gündelik korkuların çökerttiği evlerde
O fıkara insanlar oturdu.

Evlerin çoğu eskidi gitti, tamir edilemedi,
Evlerin çoğu gereği gibi tasvir edilemedi.
Kimi hayata doymuş göründü,
Bazıları zamana uydular.
Evlerin içi oda oda üzüntü,
Evlerin dışı pencere, duvar.

Evlerde saadetler sabunlar gibi köpürdü:
Eve geldi bir tane, nar gibi,
Arttı, eksilmedi.
Evleri felaketler taunlar gibi süpürdü.
Kaderden eski fırtınalar gibi,
Ardı kesilmedi.

Evlerin çoğunda dirlik düzen
Kalan bir hatıra oldu geçmişte.
Gönül almak, hatır saymak arama.
Evlatlar aileye asi işte,
Bir çığ ki kopmuş gider, üzüntüden.
Evlerde nice nice cinayetler işlendi,
Ruhu bile duymadı insanların.
Dört duvar arasında aile sırları,
Bunca çocuk, bunca erkek, bunca kadın,
Gözyaşlarıyla beslendi.

Çocuklar, büyük adam yerine evlerin kiminde:
Çocukları işe koştu kalabalık aileler.
Okul çağının kadersiz yavruları,
Ufacık avuçlardan akşamları akan ter,
Tuz yerine geçti evlerin yemeğinde.

İnananların kaderi besbelli evlere bağlı,
Zengin evler fakirlere çok yüksekten baktılar,
Kendi seviyesinde evler kız verdi, kız aldı.
Bazıları özlediler daha yüksek hayatı,
Çırpındılar daha üste çıkmaya
Evler bırakmadı.

Yeni yeni tüterken ocakların dumanı
Kadın en büyük kuvvet erkeğin işinde
Erkekleri kaçtı, kadınları kaçtı
Evler dilsiz şikayet kaçmışların peşinde.

Şu dünyada oturacak o kadar yer yapıldı,
Kulübeler, evler, hanlar, apartmanlar
Bölüşüldü oda oda, bölüşüldü kapı kapı
Ama size hiçbir hisse ayrılmadı
Duvar dipleri, yangın yerleri halkı,
Külhanlarda, sarnıçlarda yatanlar.


Behçet Necatigil

3 Şubat 2017 Cuma

İstanbul

İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul'dasın
Yağmur altında bir adam sallanır durur sehpada
Bir damla mavi gök damlası gözlerinin üzerindedir
Karnını taşlara vermiş biri yatar camilerin önünde
Denize ağaçlara karşı
Bir bahriyeli bu şehrin parkında gördüğü rüyalardan utanıp kaçtı

Köprü başında yağlı ekmeklerini camekana sıralayan
İhtiyar satıcı memnun
Kocaman gemi direkleriyle dolu gökyüzü için şiirler yazıldı

Bakarsın ayağın dibinde boyalı kirli yelkenler yatar
Fildişi kakmalı aşağlık bir gökyüzü çalkalanıp durur
Memurun serserisinin aşkları hayalleri kendilerine mahsus
Ve deliler durup durup küfür etmesini unutmazlar
Minarelerine takılı bulutların sarhoş olduğunu şairler söylediler

Geceleri el kadar bayraklı gemilerin
Kızların uykularına girip dolaştıkları malumunuzdur
İnsana daima güzel şeyler düşündüren yıldızların
Zil zurnalığı için cigaralar yakılıp.
İki gözü iki çeşmedir serseriler için İstanbul
Dört yanında Allah'a söve söve yaşanır
Bir meyve gibidir intihar sabah akşam bölüşülür
Rakının adı geçtiği yerde ayağa kalkılır
Sualler tanzim edilir yaşamaya ait, sorulmaz

İki yanından uzamış saçlariyle
Sevdiği kadından vatandan savaşlardan kaçmış bir takım insanlar geçer
Dünyayı ve insanları görmeye çıkmışlardır
Elleri arkasında bir adam köprünün ortasında durur
Nereye baktığı belli olmaz
Ben gökyüzünü parkı beyaz sarayları seyrettiğini söyleyebilirim
Bu şehir aşktan değil şehvetten düşüp gebermeye hazır
Genç orospular ölü padişahlar hastalar şehri Rezil
İstanbul


İlhan Berk

2 Şubat 2017 Perşembe

Ajans

Radyoda bir hüzzam şarkı var
dışarda sümbül havası,
"halbuki şimdi uzak ufuklara kar yağıyor."

Daha evvel ajans dinledik,
zincirlerini şakırdatarak geçti esaret
alev raylar üzerinden demir arabalarla.

Toprak gebeydi,
toprak çocuklar: Dostlar,
kiminde orak, kiminde balta
-buğday kokan avuçları kan içinde-
emeklerini yığın yığın, başak başak
harman yerinde bırakarak
döğüştüler en ön safta.

Döğüştüler ve öldüler.

Sonra hürriyet
-yaralı ceylânlar gibi-
ve sulh
-anam sütü kadar helâl-
yüzünde ne bir kin, ne bir infial düştü yollara.

Yollar uzun, menzil ırak
ayakları kanıyor, yalnayak!

Bir şarkıdır bu
sulh ve hürriyet dediğin
ağız dolusu söylenir ufuklara karşı.
Bir şarkıdır bu
kalû belâdan beri söylenir
kurtlar dilinde, kuşlar dilinde.

Ben, onunla büyüdüm
onunla yürüdüm
onun için büyüttüm bu boyu
onun için ölebilirim.

Demir bu şarkıyla dövülür
Bu şarkıyla yürür gemiler
ve bir temmuz öğlesinde
mola verdiği zaman orakçılar
bu şarkıyla ayran içer.
Bu şarkıyla geçer
semasından insanların
boşaltıp rahmetini kümülüs bulutları.

Dostlar,
dostların dostları;
bu bâbda ne söylesek az.

Bir şarkıdır bu
kan ve ölümle yazılmış kalplerimize,
unutulmaz!

Niyazi Akıncıoğlu
Yürüyüş
9.1.1943

1 Şubat 2017 Çarşamba

Lorca Kardeşim

Ölmek istemiyorum diyordu içinden.
İri taşlı kirli bir duvar önünde
Fazla bekletilmeden
İki beyaz bulut geçti
Ve iki beyaz kelebek
Mavi bir diken üstünde
Sevişemeden uçtular.

Her şey ortada soğuktu
Ve güneş
Sabahları bilerek dikine çıkıyordu.

Biz bütün bu olanları
Anlaşılmaz bir uzaktan seyrettik
Kapılarımız inadına üzerlerimize çiviliydi.
Korkak sokaklarda sarı ışıklar
Geceler boyu çekinmeden umutları yedi.
Bilinen bir dua için eğri çıkıyordu tepeyi.
Berikiler orta yerde durup
Bir başka şarkı tutturdular
Ve sabahları boşuna erkende
Budalaca düşlerini anlatıyorlardı.
Biri bir kuyu dibinde
Dipten yukarı ışıklara bakıyordu
Yukarda çırpınan bir böcek
Boşuna suyu karıştırıyordu.

İki beyaz bulut
Ve iki beyaz kelebek
Mavi bir diken üstünde
Sevişemeden uçtular
Gün ertesi
Çirkin bir ışıkta
O yıkık taşlı kirli duvar önünde
Koca kafalı bir koyun otlattılar.


Müştak Erenus

31 Ocak 2017 Salı

Tavla Şampiyonu

Yaşasın
Kazandınız bu partiyi de
Oyun üstüne oyun
Mars üstüne mars yaptınız
Her elde en güç kapıları açtınız
Yok ustalığınıza diyecek
Ne güzel de geliyor zarınız
Memleket gibi hep yek
Vatan gibi düşeş
Millet gibi gele...


S. Aldanır
Memleket Saat Ayarı

30 Ocak 2017 Pazartesi

Ayna

Öyle durgun, sıcak saatler vardır ya,
Hani kararmış tahtalar, nikel, bakır
Işır karanlık odalarda, kanarya
                    Susar, kedi uyur, yazdır.

Hani yaprak kıpırdamaz, çakıl yanar,
Bir böcek sesi gelir bahçeden, fincan
Düşlere götürür sizi, kesik kanar,
                    Emersiniz, yazdır akan.

Öyle durgun, öyle sıcak saatlerde,
Sessiz bir bahçe görünür aynadan,
Nerde bu gök, dersiniz, bu ağaç nerde,
                    Ne Uzay kalmış ne Zaman!

Camdan duvarlara sıçrar da Yeşil
Parlar kararmış tahtalar, nikel, bakır,
Kanarya susar, kedi uyur, bir gül
                    Dalı pencerede, yazdır.


Oktay Rifat
Yeni Şiirler

28 Ocak 2017 Cumartesi

Yalancı Dolma

Şu zeytin yağlı dolma 
Yemek değil rezalet 
Rezalet rezalet. 
HÜRRİYET MÜSAVAT ADALET


Oktay Rifat
Aşağı Yukarı

23 Ocak 2017 Pazartesi

İnsana Doğru

I.


Ey kudretli büyük rüzgar;
Dudağıma o gül tadını getir!
Sen, hatıralarımı sakla,
Çocukluğumu mesud geçirdiğim şehir!

Vaad edilmiş an ki kalbe
Huzur getirecek mi Rabbim?
Promete içimde yaşıyor,
Yaşayan Promete ben'im!

Ve zincirsiz koştuğum kırlar,
Sarhoş başımda duman ...
Gölgemi görüyorum duvarda;
Gölgem, gölgem ne kadar perişan.


İskender Fikret Akdora
Sağken, 1
Hatıralar Şehri 
1935-1945

Ağır Hasta

Üfleme bana anneciğim korkuyorum
Dua edip edip, geceleri.
Hastayım ama ne kadar güzel
Gidiyor yüzer gibi, vücudumun bir yeri.

Niçin böyle örtmüşler üstümü
Çok muntazam ki bana hüzün verir.
Ağarırken uzak rüzgârlar içinde
Oyuncaklar gibi şehir.

Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum
Ağlıyorsun, nur gibi.
Beraber duyuyoruz yavaş ve tenha
Duvardaki resimlerle, nasibi.

Anneciğim, büyüyorum ben şimdi,
Büyüyor göllerde kamış.
Fakat değnekten atım nerde
Kardeşim su versin ona, susamış. 


Fazıl Hüsnü Dağlarca

20 Ocak 2017 Cuma

Otopsi

Orhan Veli'ye ağıt


Morgda açılınca kafatası
Doktor beyler beyin gördüler
İndirince tenkafesine neşteri
Doktor beyler yürek gördüler
Yürekte ne gördüler dersiniz
Yürekte memleket gördüler
Dünya gördüler
Bir de dost gördüler
Ama bu işte doktor beyler
Doğrusu geç kaldılar
Çok geç kaldılar


Halim Şefik Güzelson

19 Ocak 2017 Perşembe

Müjde

Portakal kabuğundan
Kavun diliminden
Havalandı nakışlar
Avşar kiliminden.
Çılgın topukları üstünde
Sebepsiz sevincin
Adamın canı dostlara
Güzel haberler götürmek ister
Aksi gibi ne dost var meydanda
Ne de güzel haber.


Bedri Rahmi Eyüboğlu
Karadut

18 Ocak 2017 Çarşamba

Sanatoryumda

Bir doktor konferans verdi


Kesildi tıknefeslerin soluması
Yitirdi hızını
Ciğerleri zorlıyan öksürük
Ak gömlekli hekim kürsüde
İlacın ekmeğin bizden esirgediğini
iki çift sözle yapacak
Evet diyor ak gömlekli hekim
Elinizdedir yaşamak
Kırılmasın cesaretiniz
Biliriz nasıl yaşanır karşı adalarda
Su içer gibi kendiliğinden
Onların da elindededir yaşamak

Söylüyor ak gömlekli hekim
Yorulma yok çalışma yok
Ateşçi Dursun'a bakıyorum
Gözüm kayıyor Balıkçı Niyazi'ye
Gırgıra asılmak yok demek. Boylu boylu
Şabladaki Reiz'de kulaklar
Donmuş istika halatı avuşta
Mola etmek yok iki yüz yirmi kulacı
Gözlerde haftalık uyku
Torik yataklarına olta salmak yok

Söyleniyor kürsüden
Temiz havada açık havada
Güneş altında değil
Beşiktaşlı sandalcıda gözlerim
Düşüverdi kırçıl başı önüne
Tam yedi yıl suç işlemiş demek
Karıştı yüzü Rıza'nın

Anasının alınteri döktüğü bostana
Korkuluk ta olamaz artık
Vaktinde yiyeceksiniz diyor kürsüden
Hem de çeşitli yiyeceksiniz
Tatlı eksik olmasın sofranızdan

Otuz sekiz ateşte Selim Efendi'nin
Açılıverdi iştahı yutkunuyor
Derken unutuverdi biçare
Sıkı sıkı tuttuğu öksürğü
Boğulurcasına öksürüyor

Bize yüklüyor suçu ak gömleklim
Har vurup harman savurdunuz sağlığınızı
Geç vakitlere kadar oturdunuz içtiniz
Kiminiz pokerde kiminiz barda

Sorumuz var ak gömlekli hekimden
Beykozlu ha doğruldu ha doğrulacak
Tütün deposundan Ali kımıldanıyor
Kauçuk kaynakçısı Osman
Hatırladı buhar kazanını
Hayır kimse bir şey soracak değil
Geçirmişiz sorunun sırasını

Soluk aldı ak gömlekli hekim
Sonunu tatlıya bağlıyacak
Hepiniz kurtulacaksınız çocuklar
Döneceksiniz kanlı canlı evinize
Gençleriniz asker olacak
Doğacak nurtopu yavrularınız
Kiminiz tarlasına dönecek
Kiminiz tezgahına

Sanmayın şifası yok bu hastalığın
Tıbbın elinden ne kurtulur
İniyor ak gömlekli hekim kürsüden
Alkışlanır böyle vadedenler
Biz sade öksürüyoruz


Rıfat Ilgaz
Uzak Değil

13 Ocak 2017 Cuma

Ahret

Bir garip dünyada ben yadırgadım yerimi.
Yıllardan sonra gir gün, görüp çektiklerimi,
Tanrım bir meleğine emredecek: "Yetişir!"

Göz1erimi o saat sessiz kapıyacağım.
Beni bekliyedursun bir kenarda yatağım;
Bütün yorgunluğumu alacak bir teneşir.

Bir yükü atmış gibi içimde bir hafiflik,
Oraya geçmek için aşacağım bir eşik,
Bir lahza tutacağım bana uzanan eli.

Bir el gözlerimdeki perdeyi sıyıracak.
Onları bulacağım ... Ve annem şaşıracak:
"Oğlum! Ne kadar da büyümüş ben görmeyeli."


Ziya Osman Saba
Geçen Zaman
1938

12 Ocak 2017 Perşembe

Yağma

Ümit Yaşar'a


Boğaz'ın bir kıyısında, aydınlık 
Pencerelerde -her bulutun yolu- 
Bir mevsim, seninle başbaşa kaldık, 
Yaşadıkdı bir zaman İstanbul'u.

Akan suda kuş gibi gemilerle, 
Eski evler ve tenha sokaklarla, 
Şarkı gibilerle, düş gibilerle 
Sarmaş dolaş... Olmaz gibi bir dünya.

Mutluluklar şehri bir İstanbul'du, 
Şiirler, buluşmalar, aşklar... 
Şimdi Akşam olan bir gün gibi son buldu; 
Ne şiir kaldı, ne aşk, ne beklenti.

Tığ gibi minareleriyle, kendi 
Kendisinde güzel, tek, yüce, kutlu 
Bir ölümsüzlükler, zaferler kenti 
Bugün yenilgilerle, yasla dolu.

Bir songün hali, bir taş taş üstüne; 
Hem mide, hem ruhta bir açlık, ejder 
Örneği saldırmada dörtbir yöne; 
Toz, duman, inilti, akıntılar, çöpler...

Niçin geri geldik bunca yıl sonra? 
Batık bir ülkeyi aramak gibi. 
İşte gençliğimiz: ta uzaklara, 
Çok uzaklara bak. Orada belki.

Ama gizlice bak, olur ki ürker. 
Yaşantıdan fazla anılardan kork, 
Bize gülümsüyorsa geçmiş günler; 
Belki yalandır, belki o bile yok.

Orda elinde bir simitle, ufak, 
Süzgün bir çocuk, çocukluğum işte; 
Nasıl kaçıyor benden, nasıl bir bak, 
Yaban domuzu görmüş gibi düşte.

Boğaziçi, daha sağken gömülmek 
İçin dönüşmüş beton mezarlara; 
Bir hippi kız, bir deccal, şimdi 
Bebek Koylarında ilham, arsız, farfara.

Ölebilirsin ha yol ortasında, 
Yanılıp gökyüzüne bakma sakın. 
Bir sevi vaktinin bile havasında 
Yok artık o mahrem örtüsü aşkın.

O güzelim aşkın vücudu yağma, 
Şarkısı ne mahur beste, ne Itri... 
Tenekeler çalıp çığlık çığlığa 
Yarı bir sevişme, ayaküzeri

Ve ekmek kapanın elinde. 
Hayat Haklı değil. Tanrı ve kul ortada. 
Darağacında sallananlardan tut 
Yargı kürsüsüne kadar yürü, taa... 

Herşey değişiyor, kalbimiz bile, 
Ama yüzyıllarla besli bir şehir 
İnsan yaşamından daha da hızla 
Bunca çabuk nasıl yok olabilir?

Hani o masal dünyası yalılar, 
Hani o kayıklar ki kızca beyaz, 
Hani o kadınlar ki sevdalılar, 
Renk renk şemsiyeler altında bin yaz?

Ve o İstanbullular... Doygun, uçuk, 
Sanki bir gelecek tufandan haber 
Almışlarcasına hep, çoluk çocuk, 
Göksel gemilere binip gitmişler.

Gidiş o gidiş… Ve kimbilir kaç yıl 
Bu göç, fakiri, zengini elele 
Usulca... Ve artık hiç... Hayal meyal 
Görünmüyorlar bulutlarda bile...

Kurabilir misin tekrar, düşünsen? 
Hayallerimizi bile yitirdik; 
Dağılmış bir sofra bu, bitti şölen. 
Sona kalmışlarsa biz gibi yenik.

Ne kadar yalnızız şu akşam vakti, 
Bir selam bile yok artık verilen; 
Anlamsız turistler gibiyiz şimdi 
Kapalıçarsı'da sen, Köprü'de ben.

Söyle her doğruyu bilen güzel'im, 
Sulara vurmuş gökyüzü mü? Neydi? 
Uzanıp yıldızları tutsa elim 
Bulur muyuz yeniden o cenneti?

Ruhumuz Boğaz'da, o eski yerde, 
Yeni akımları umursamadan, 
Bir hayalet gibi pencerelerde 
Ne denli beklese de.. Hiç bir zaman.

Bir Tanrı ve tarih güzeli, tabu; 
Güneş ve sular mucizesi, bir giz... 
Her zaman sonsuz elbet, İstanbul bu. 
Körelen belki de biziz.. Kalbimiz...


Ahmet Muhip Dranas

Darağacı

Ve günlerden bir gün, bir sabah erken
Kuşluk vaktinde, bülbüller öterken
Kentin meydanında bir darağacı.
Sallanıyor boşlukta bir yabancı.
Geçiyor sabahın yolu alnından
Ve yalın ayakları bir gecede...
(Yeni yollarını mı düşünmede
Bu ayaklar? .. son durağına kadar
Ne uysal yürümüştür bu ayaklar!)

Esintili alanda üç beş adam;
Uykusuz yüzleri donuk birer cam,
Bakadurmuşlar öyle... ve garibi,
Hepsi ayrı ayrı asılmış gibi.
Ben de aralarında üç beş adam;
Uzatsam elimi, alnını tutsam,
“Uyan, kardeşim! Desem, bu uykudan”,
Yüzünü kapardı hemen, korkudan.

Çekilirken gece batıya doğru,
Konmuş da bir çatıya karga ruhu
Söylenip duruyordu: “Gün doğmada
Ben miyim bu? ben mi, bu baş bu eller,
Bu ayaklar? .. ya hani nerde yollar? ”
(Anlamamış ne olup bittiğini
Zavallı karga; atın yittiğini.
Sadece bir göğe, bir yere bakıp
Ölüyü ölüye çekiştirir hep.)
“Niye geldin bu çıkmaza, be ayak?
Var mı beni boşlayıp, burda barınmak?
Ben insanoğlunun aynası mıyım?
Şu garip yolcunun aynısı mıyım?
Benzeten kim bana bu dağarcığı
Orda sadece bir darağacı
Ve onda rüzgarla sallanan bir dal! ..
Yalnız, beni düşünür gibi bir hal! ”

Bir yağmur gölcüğü yerde akşamdan,
İçinde titrek bir yansı idamdan...

Bu biçim üzre bitecekken gece,
Dağılacakken artık seyirci de,
Birden, kargalarla doldu gök yüzü.
Tüm asılmışların ruhlar sürüsü
Tamusal bir koroyla, dişi erkek,
Alçalarak, yükselerek, dönerek,
İlenirlerdi bağrışa çağrışa
Hem asılana, hem asan nebbaşa:

“İşte Ölen, ama işte Öldüren,
İşte Bulan, ama işte Bulduran,
Filozof ve kurtarıcı, hem yalvaç,
Hem doğrucu bir ruh ve de yalancı
Ve siyasacı ve hakcı ve hırsız
Ve can çalan ve övüngen ve arsız...”

Gün doğmak üzre, eşya kabarıyor,
Yeryüzünün çatısı ağarıyor;
Acı bir gün! Karga ağlanır durur,
Adam darağacında sallanır durur..


Ahmet Muhip Dranas

9 Ocak 2017 Pazartesi

Kim Bilir

İlk yağmur damlası düştü
Kuru yapraklarına güzün.
Ardında kış kıyamet,
Dert, hüzün.

Alınyazısı hepsi.... Kısmet....
Ha yazı, ha kışı geceyle gündüzün,
Kim bilir kaç günü kaldı
Ömrümüzün?


Ziya Osman Saba
Nefes Almak 
1956

4 Kasım 2016 Cuma

Şiir

Bir ağaç ölür
Mevsimleri
Artık tanıyamazsa
Ve hiç yankı yapmazsa.

Su ölür unutursa
Ne yöne gideceğini
Ve susuzluğu gideremezse.

Toprak ölür üretemezse
Artık ekinlerini ve
Yeni türküler sunamazsa ışığa.

İnsan ölür yitirirse
Mucizeler yaratma hünerini
Ve yaşama isteğini.


Maksim Tank
Çeviren: Yusuf Eradam

Şiir

Aradığın zaman
Hemen yanıtlamazsam
Lütfen azarlama beni.

Genellikle omuzlarımda
Yorgun kuşlar dinlenir- 
Rahatsız etmek istemem onları.

Genellikle gözlerimin önünde canlanır
Eski - ölmüş dostlarım,
Ve ben onlarla söyleşirim.

Genellikle dudaklarım uyuşur
Bir türküye duyduğum susuzluktan,
Ve sonra dilsizleşirim,
Söyleyemez olurum adını.

Ne olmuş
Palton buradaysa?
Genellikle uzaklardayım ben
Naroch çam ağaçları arasında gezinirim
Gece gündüz,
Ve hep oradadır
Bütün acılarım,
Neşem
Ve düşüncelerim.


Maksim Tank
Çeviren: Yusuf Eradam