Şiir, Sadece: Canto General
Canto General etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Canto General etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Kasım 2014 Perşembe

Bernardo O'Higgins Riquelme

O'Higgins, seni övebilmek için
loş ışıkla aydınlatılmalı salon.
Güney'in sonbaharındaki yarım ışığıyla
kavakların sonsuzca titreyişi arasında.
Sen Şili'sin, yarı patrik yarı çiftçi,
sen taşradan bir kepeneksin, adını henüz
bilmeyen bir çocuksun sen,
inatçı ve utangaç bir okul çocuğusun,
hüzünlü bir taşra delikanlısısın sen.
Santiago'da yabancı hissedersin kendini,
süzüp dururlar sana çok bol gelen siyah elbiseni
ve bağladıklarında etrafına hamayılı,
bize bağışladığın memleketin bayrağıydı
bağrına vuran sabah çimeninin kokusu,
kırsal bir heykelin bağrına.

Delikanlı, senin öğretmenin Kış
alıştırdı seni yağmura,
ve Londra'da, sokakların üniversitesinde
aldın sisin ve yoksulluğun doktor ünvanını,
ve seçkin bir dilenci, özgürlüğümüzün
perişan alazı,
verdi sana bilge kartalın öğüdünü
ve Tarih'e doğru ilerletti seni.

"Adınız ne sizin", güldü
Santiago'lu "yüce efendiler",
sen bir kış-gecesi sevgisinin ürünüsün,
babasız olarak doğmuş olmanın kaderi
kardı senin köylü harcını.
Güney'de evlerde ve kerestede
işlenmiş bir her şeyi belirleyen değerle,
Herşeyi değiştirir zaman, senin yüzünden başka.

O'Higgins, sen değişmez bir saatsın
tek bir zamanı gösterir senin parıltılı plakan:
Şili'nin zamanısın sen, geriye kalan
en son dakikasın sen savaşan
onurun ateşkızılı zaman çizelgesisin sen.

İşte böyle de kalacaksın, gül ibrişimden
mobilyalar ve Santiago'nun kızları arasında,
ölüm ve barutla çevrili Rancagua'daki gibi.

Sen, babası olmayıp ta bir anayurdu
olanın basılı resmisin,
sevgilisi olmayanın, ama
portakal çiçekli bu toprak
topçuluk gibi fethetti seni.

Peru'da mektup yazdığını görüyorum.
Böyle bir sürgün görülmedi, böyle bir gurbet.
Bütün bir ülke sürüldü toprağından.

Şenlik ateşi gibi tutuşurdu Şili
sen orda olmasaydın eğer. Yabanıl bir israf içindeyken
değiştirdiler zenginlerin dansına
senin Aztekli disiplinini,
ve anayurt kazanıldı kanın arasında,
sen olmasaydın halkın dışarda bırakıldığı
bir balo gibi yönetilirdi memleket.

Terle, kan ve Rancagua tozuyla örtünmüş olarak
katılamazdın elbet eğlenceye.
Yakışık almazdı
başkentin seçkin ağaları için.
Seninle birlikte gelmiş olurdu köy yolları,
ter ve at kokuları
ve anayurdun ilkbaharındaki kokular.

Bu baloya katılamazdın sen.
Senin balon patlayışların bir kalesidir.
Vızıldayan dansın kavgadır.
Senin balonun bitişi titreten yenilgidir,
Mendoza'ya doğru yola
çıkan uğursuz gelecektir, kucağında anayurtla.

Güney'e doğru tepeden bak haritaya,
Şili'nin dar kuşağına doğru,
ve kar yağarken getir genç askerleri,
kumda getir düşünceli delikanlıları,
parlayan ve sönen siper kazıcılarını.

Kapa gözlerini, uyu ve düşle biraz,
tekrar tekrar yüreğine düşen
biricik düşün senin: Güney'deki
üç renk, yağan yağmur,
toprağın üstündeki kırsal güneş,
halkın silah atışları isyan sırasında
ve mutlaka gerekliyse
senden iki-üç sözcük.

Düşledin mi, bugün düşünün gerçekleşeceğini
En azından mezarında düşle bunu.
Daha fazlasını bilmeyeceksin, eskiden olduğunca
utkulu savaştan sonra,
dansediyor los senoritos'lar Saray'da
ve tıpkı eskisi gibi bakıyor aç suratları
caddenin karanlığından.

Ama senin kararlığını miras aldık biz,
senin inatçı, suskun yüreğin
senin bükülmez babacan onurun
ve eski süvarilerin göz kamaştıran
çığında, sağlıklıların arasında,
mavi ve altın-sarısı üniformalarda
aramızdasın sen bugün, bizden birisin,
halkın babası, her daim asker.


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General

Bırak Batırayım Elimi Derine

Bırak batırayım elimi derine
peçeli parıltının ortasından,
taştan gecenin ortasından,
ve bırak titresin unutulmuş yaşlının yüreği
bende bin yıl tutsak kalmış bir kuş gibi.
Bırak unutayım bugün denizden daha engin mutluluğu,
değil mi ki denizden ve adalardan daha engindir insan,
ve düşercesine bir kuyuya inmeli insana,
düşülmez çünkü dipten aşağı, tırmanılır ancak
gizlenmiş sudan ve
boğulmuş gerçeklerden yapılmış bir dalla.
Ey olağanüstü kaya, bırak unutayım
senin kudretli kucağını,
kavranmaz boyutunu, bir peteğin duvarını,
ve bırak kaydırayım elimi bugün bir dikdörtgenin
tuzlu kan ve cezagömleği hipotenüsü arasından.
Öfkeli kondor, kıpkızıl kanatlarının atnalı gibi
vuruyor kaçıştaki şakaklarıma doğru
ve yabanıl tüyden kasırga süpürüyor
çapraz basamaklardan suskun tozu,
ne hayvanı ne de pençelerininin kör basamağını
görüyorum,
eski insanı görüyorum, hizmetçiyi, tarlalarda uyuyanı,
bir gövde, binlerce gövde, karanlık boraların altında,
bir adam, binlerce kadın, yağmurun ve gecenin siyahları,
heykelin ağır taşı altında sendeleyen:
Juan Taşyontucusu, Wiracocha'nın oğlu,
Juan Soğukyiyici, yeşil yıldızın oğlu,
Juan çıplakayaklı, firuzenin torunu,
tırman, birader, ayağa kalk benimle, hayata.


Pablo Neruda
Alturas de Macchu Picchu
Canto General

5 Kasım 2014 Çarşamba

Bir Asker Uyuyor

Uzaktaki sık ormanda yolunu yitirerek
geldi asker. Sözcüğün tam anlamıyla bitkindi
ve düştü sonra sarmaşıklarla ırmağın tüylere bürünmüş
büyük tanrısının ayakları yanındaki yapraklara:
bu yabanıl ormanda
yalnızdı dünyasıyla
henüz ortaya çıkmamış.
Okyanustan doğmuş
bu yabancı askere baktı O.
Gözlerine, kanlı sakalına,
kılıcına, zırhının
siyah parıltısına baktı, yorgunluk
bu katil çocukbaşına
bir sis gibi çöktü.

Ne çok karanlık bölge
doğması için tüy-tanrısının
ve bükmesi için hacmini ormanlar üstünde,
gül-kızılı kayalar üstünde,
ne çok karışıklık bu çılgın suyun
ve yabansı gece, henüz doğmamış ışıktan yapılma
taşkın nehiryatağı, yaşayan canlıların şiddetli mayası,
yıkım, bereketliliğin unu ve yanısıra düzen,
bitkinin ve melezlerin düzeni,
oyulmuş kayaların yükselişi,
dinsel tören lambalarının dumanı,
dünyanın insana sunduğu temel,
kavimlerin yerleşmesi,
dünyasal-tanrıların mahkeme kürsüsü.
Bütün taşların pulu titredi,
ve Tanrı korkunun düştüğünü duyumsadı
böceklerin işgali gibi,
topladı tüm gücünü,
yağmur köklere işlemesin diye bıraktı,
yeryüzünün dalgalarıyla konuştu,
ataletten yapılmış giyitindeki
kara tanrıyla, kozmik taş,
ve ne pençelerini ne de dişlerini kımıldattı,
ne ırmakları ne de depremi,
ne de ülkenin kubbesinde vınlayan göktaşlarını,
ve orda kaldı O, kımıldatılamaz taş ve sessizlik,
uyurken Cordoba'lı Beltran.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

Bir Gül

Su kıyısında bir gül görüyorum, bir küçük tas
kızıla çalan sarı renkli göz kapaklarıyla,
havalı bir sesle taşınmış yukarıya:
yeşil yapraklardan bir ışık dolaşıyor kaynakları
ve dönüştürüyor ormanı yalnız yaratıklarıyla
berrak ayaklarında:
hava donanmış açık renkli giyitlerle
ve ağaç yürüyor azametle uyuyan büyüklükte.


Pablo Neruda
América, no invoco tu nombre en vano
Canto General

Bir Katil Uyuyor

Lekelenmiş şarapla mide
tavernanın tanrısı
çiğnediğinde ayakları altında kırık bardakları ve baykuşları
şafağın zaptedilmez ışığı:
o küçük sokak kızının hıçkırığıyla
yıkanmış gül, humma ateşli günlerin rüzgarı
giriyor öcünü almış olanın ayakkaplarıyla yattığı
camsız pencereli odadan içeri,
silahların kekre bir kokusunda,
yitik gözlerin mavi bir renginde.


Pablo Neruda
América, no invoco tu nombre en vano
Canto General

3 Kasım 2014 Pazartesi

Bir Kelebeğin Yaşantısı Ve Ölümü

Muzo'lu kelebek uçuyor fırtınada:
bütün gündönümünün ağı,
zümrütlerin donmuş sürüsü,
her şey uçuyor bu şimşek parıltısında,
havanın son sonuçları sürülüyor öteye
ve yığılıyor yeşil etaminlerin yağmuru,
zümrüdün ürkütülmüş çiçek tozu:
uyuşturan kokudan yapılma büyük kadife yaprağı
düşüyor fırtınanın mavi sahiline,
birleşiyor düşmüş, topraksı mayalarla,
geri dönüyor evine yaprakların memleketine.


Pablo Neruda
América, no invoco tu nombre en vano
Canto General

Bir Piskopos

Piskopos kaldırdı kollarını,
yaktı kitapları meydanda
kendi küçük tanrısının adı için
ve dönüştü dumana
bu karanlık zamanda çürümüş eski yapraklar.

Ama duman dönemez gökyüzünden geriye.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

Birader Bartolome de Las Casas

Düşünür insan geceleri eve geldiğinde,
mısırın soğuk sisinde yorgun, eve gelince
sendikadan (yıpratan
kavga günden güne, saçaklardan damlayan
yağmur yüklü mevsim, inatçı
acının tok sesli yürek çırpması)
bu boyun eğdiricinin ve zincirin
maskelenmiş, kurnaz,
alçak geri-dönüşü,
ve dehşet yükseldiğinde
kilide dek girmek için seninle birlikte içeri,
eskice bir ışık seçilir, ılıkca ve sertçe
bir metal gibi, gömülmüş bir yıldız gibi,
Padre Bartolome, sağolasın bunun için,
bu amansız geceyarısının armağanı için,
sağol, çünkü hayatının ipi yenilmezdi:
Ölebilirdi bu, ayaklar altında çiğnenebilirdi,
acımasız çeneli köpekler tarafından yutulabilirdi,
kundaklanmış evden geriye kalabilirdi
kül olarak,
sayısız katilin buzsoğuğu kılıcına
rastlayabilirdi O
ya da nefret idare edebilirdi bir gülüşle
(bir sonraki haçlı askerinin ihaneti) ,
iftira özenle yerleştirilirdi pencereye.
Batabilirdi O, renksiz görünmez iplik,
yılmaz berraklık,
dönüşmüş eyleme, dövüşene,
çeliğin pike yaparak düşen çağlayanı.
Çok az insan seninki gibi bir hayat sunabilir,
çok az gölge ağaçtaki gölgen kadar tazelik verir,
dalgalanır onda kıtanın bütün gergin ateşleri birlikte,
bütün ezilmiş koşullar, parçalanmış yara,
yokedilmiş köyler, her şey işte yeniden doğar
gölgende senin, ölümün eşiğinde
umudu kurarsın sen.
Padre, ne büyük mutluluk insan ve soyu için
bu çiftliğe gelmiş olman,
suçun siyah tohumunu çiğnemen,
her gün boşaltman öfkenin tasını.
Kim kırdı gönlünü, ey çıplak ölümlü,
hiddetin dişleri arasında?
Nasıl tanınır acaba başka gözler,
başka metalden, doğduğunda sen?
Nasıl karıştırılır mayalar
insanın gizli ununa
yoğurmak için senin kararlı başağını
dünyanın ekmeğine?

Gerçekte kana susamış hayaletler arasındaydın,
sen ev arayışının borasında
şefkatin sonsuzluğuydun.
Kavgadan kavgaya dönüşür
umudun gerekli aletlere:
yalnız kavga dal oldu,
yararsız ağlayış partiyle toparlandı.

Yararı yoktu merhametin. Bıraktığında
direklerinin görmesini, seni koruyan geminin,
kutsayan elinin, papaz cübbenin,
ipe dizdi gözyaşlarını düşman ayaklar altında
ve havaya uçurdu zambağın rengini.
Yararı yoktu merhametin, yüksek ve boş
terkedilmiş bir katedral gibi.
Senin yılmaz kararlılığındı bu,
canlı direniş, silahtaki yürek.

Sağduyu senin en büyük gerecindi.

Örgütlenmiş çiçek senin yapın.

Oradan kâşifler
(kendi tepelerinde) baktılardı sana,
kavga kılıçlarına yaslanmış,
kaya gölgeleri gibi, karartırken onlar
başlangıcının arazilerini alaylı tükürükleriyle
ve bağırdılar: "Yabancılardan
para alıyor O,"
"Anayurdu falan yoktur O'nun," "Hâinin biridir O,"
ama senin vaazın
gelip geçici bir dakika değil,
uçucu kural değil, yoldan geçen birinin adımları değil.
Ağacın savaşan bir ormandı senin,
demirdi en derindeki kökte, çiçeklenen toprakta
saklamıştı her bir ışık için,
evet, hatta daha çok, daha da derine gitti bu:
zamanın birliğinde, hayatın akışında
uzatılmış elin
burçlar kuşağındaki bir yıldızdı, halkın işaretiydi.
Padre, bugün benimle birlikte gir bu evden içeri.
Mektupları göstereceğim sana, halkımın ıstıraplarını,
takip edilmiş insanların ıstıraplarını.
Eski acıları göstereceğim sana.
Ve tökezlememem için, tam tersine, ayağa kalkmam için
dünyada ve sürdürmek için kavgayı,
bırak yüreğimde huzursuz rüzgârı
ve şefkatinin merhametsiz ekmeğini.


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General

Birleşir Çelik

Kötülüğü görmüştüm ve iblisi, fakat
kendi inlerinde değil.

Bu mezzotint hakkında bir hikayedir,
yer altındaki mağarasındaki kötülük hakkında.

Yoksulların yolunu donattılar
cadılarla, sonra paçavralarda düşürdüler
sefil maden dehlizlerine.
Buldum kötülüğü mahkemelerde otururken,
Senato’da gördüm süslü püslü
ve taranmış bir halde, bütün fikirleri ve münazaraları
kendi ekonomik çıkarları doğrultusunda çarpıtmaktaydı.
Kötülük ve iblis
yakın zamanlarda yıkanmaya gitmişlerdi:
kibirle sarmalanmışlardı
ve kusursuzlardı
kaygan ve sahte süsleri içerisinde.
Gördüm kötülüğün kendisini,
ve bu çıbanı ortadan kaldırmak için yaşadım
diğer insanların arasında, hayatı hayata ekledim,
gizli bir yazı oldum, isimsiz bir metal,
halktan ve tozdan dizginsiz bir birlik.

Küstah olan savaşıyordu hiddetle
fildişi kulesinde
ve meteoruyla uğradı kötülük
ve dedi: "Onun düzenli yalnızlığı
hayranlık verici.
Rahat bırakın onu!"

Şiddetli olan aldı alfabesini
ve açarak bacaklarını durdurdu onu kılıcıyla
konuşmak için ıssız caddede.
Kötü olan geçip giderken dedi ki: "Ne cesaret!"
ve sonra gitti Kulüp’e
cesaret hakkında konuşmaya.

Ama ben taş ve sıva olunca,
kule ve çelik, birleşti heceler:
o zaman sıktım halkımın ellerini
ve alarak yanıma bütün denizi katıldım kavgaya,
terk ettiğimde yalnızlığımı ve koyduğumda
küstahlığımı müzeye ve kibrimi
depoya köhne el arabalarının yanına,
başka insanlara katıldığım zaman
temizliğin metali oluşturulmuştu,
sonra geldi kötülük ve dedi: "Affetmek yok
onları, haydi hapse, orada ölsün onlar!"

Fakat çok geçti artık, ve insanın
eylemi, partim,
toprağın altındaki katı,
yenilmez ilkbahar,
umuda ve gelecek zamanlarda
ortaklaşa yenecek yemişlere dönüşmüşken.


Pablo Neruda
Yo soy (Ben)
Canto General
1945

1 Kasım 2014 Cumartesi

Boş Eylemlerin, Sıradan Olayların Uçsuz Bucaksız Mısır Ambarlarında

Boş eylemlerin, sıradan olayların uçsuz bucaksız
mısır ambarlarında
kılçıkları ayıklandı yaşayan her canlının
mısır için, birincisinden yedincisine,
sekizincisine kadar,
ve yalnızca bir ölü değil
ama birçokları geldiler
teker teker ve kendiliğinden:
her gün küçük bir ölü, toz, kurtçuk ve lamba
varoşların bataklarında söner gibi, küçük bir ölü
kalın kanatlarıyla
delerek kendisini her insanın içindeki
bir mızrakmışcasına,
ve kuşatılarak ekmek ve bıçaklarla insan oldu,
davar-besleyicisi: bahçelerin oğlu ya da sabanın
karanlık kaptanı oldu,
ya da dar sokakların kemirgen hayvanı:
ölümü beklerken öldü herkes orda, kısacık
gündelik ölüm:
ve onların günlük, kekre kederi
titreyişle içtikleri kara bir kadeh gibi.


Pablo Neruda
Alturas de Macchu Picchu
Canto General

Bozkıra Gömülü İnsan

Ben sadece tangodan tangoya
denersem o sonsuz çayıra ulaşmayı,
yabanıl mısır, uyurken ben, büyürse
sadece ağzımdan dışarı,
duyarsam ovalarda
atların gürleyişlerini,
toynakların hiddetli fırtınası
gömülmüş parmaklarımın üzerinden geçerse hızla,
öperim tohumu o zaman dudaklarım olmasa da
ve iliştiririm gözlerimin izini
görmek için serkeşliğimin sevdiği dörtnalayı:
öldür beni, vidalita,
öldür ve dağıt özümü
gitarın kısık sesli metali gibi.


Pablo Neruda
América, no invoco tu nombre en vano
Canto General

Bozkırın Üstündeki Güherçilenin Şafağıydı

Bozkırın üstündeki güherçilenin şafağıydı.
Kar beyazı dondurucu bir odası olan
bir gemiyle yola çıkan azotla
titredi gezegen.
Bugün görüyorum iz bırakmadan
Büyük Okyanus'un kumuna açılanlardan
arta kalanları.
Gördüklerime bakın,
altın'dan yağmurun sürüklediği, kasvetli çöp
anayurdumun gırtlağındaki irinden bir kolye gibi.
Bırak izlesin seni, ey gezgin,
Valparaiso'nun göğüne zincirli
bu kımıldatılmaz, delik deşik edici bakış.
Şili'li yaşar
çöp ve Antartik rüzgârı arasında,
acımasız memleketin esmer çocuğu.
Kırılmış camlar, cüzzamlı kireç-pudrası,
yıkılmış duvarlar, çökmüş çatı,
gömülmüş kapı ve balçık taban
güçlükle sarılırlar
dünyanın ince ekmekkabuğuna.
Valparaiso, kirlenmiş gül,
denizin kıstırılmış lâhiti,
yaralama beni dikenli caddelerinle,
rezil sokaklarının tacıyla,
bırak görmeyeyim yoklukla ezilmiş
çocuğu senin ölümlü bataklığında!
Halkıma ağlıyorum bugün
Amerika denen bütün memleketim boyunca,
kemiklerine dek kemirdikleri her şeye,
tatlı, harap edilmiş memelerine
aç köpeklerin işediği
bayağı ve paramparça edilmiş bir tanrıça
gibi köpük içinde bıraktılar seni.


Pablo Neruda
Sığınmacı (El fugitivo)
Canto General

Böylelikle, Bir Geceden Ötekine

Böylelikle, bir geceden ötekine,
Şili topraklarına çökmüş karanlıkla
birlik bu uzun saatte,
dolandım kapıdan kapıya sığınmacı olarak.
öteki alçakgönüllü evler bütün Anayurttaki
her bir saban izindeki eller
bekledi benim adımlarımı.
Geçtin binlerce kez
sana hiç bir söz söylemeyen bu kapının önünden,
bu boyanmamış duvarın önünden,
kurumuş çiçekleriyle bu pencere önünden.
Benim için gizlilikti bu:
benim için vurdu hiddetle,
bulunurdu kömürün bölgesinde,
şehâdetle asitlenmiştir,
Antartik adalar denizinin yakınındaki
kıyı limanlarında bulunurdu,
bulunurdu, bak dinle, belki bu
yüksek sesli caddede, gün ortasında
caddelerin müziği arasında,
ya da öteki pencerelerden ayırt edilemeyen
halk bahçesinin yanındaki
bu pencerede, ve bekler gibi beni
hazır bir tabak çorba
ve masa üstündeki bir yürekle.
Benimdi bütün kapılar,
Söylediği şuydu herkesin: "Benim biraderimdir O,
gösterin ona yolunu bu yoksul evin,"
onca işkenceyle lekelenmiş ülkem
buruk bir şarapüzümü-sıkacağı iken.
Tenekeci-çırağı geldi,
genç kız anneleri,
hantal köylü,
sabuncu, kibar bayan yazar,
umutsuz yazı-dairesine
bir böcek gibi delgiyle tutuşturulmuş
genç adam,
bunların hepsi geldi ve kapıları sakladı
gizli bir işareti, bir kule gibi
gözetlenmiş bir anahtar,
ki çabucak girebileyim diye içeriye
geceleri, akşamları ya da gündüzleri
kimseyi tanımadan söyleyebilmek:
"Birader, biliyorsun elbette kim olduğumu,
sanıyorum beni bekliyorsun."


Pablo Neruda
Sığınmacı (El fugitivo)
Canto General

28 Ekim 2014 Salı

Brezilya'lı Prestes

Majestik Brezilya, hangi sevdayı
beslemedim ki sana karşı
oturmak için kucağında senin,
sarıp sarmalamak için kendimi muhteşem yaprağınla,
o bitkisel gelişmende, zümrütlerin
yaşayan çöplüğünde: gözetlemek seni,
Brezilya, senden doğan
papazsı ırmaklardan,
dans etmek teraslarda ırmak-ayının
ışığında ve yaymak kendimi
senin ıssız bölgelerinde
ve beyaz metalik
kuşlarla çevrilmiş büyük hayvanların
çamurdan doğuşunu görmek.

Kaç tane körfez armağan etmeyecektin ki bana.
Ey, yeniden girmek içeri mısır holünden,
varoşlara gitmek, yabancı göreneklerinin
duyumsamak kokusunu, inmek aşağı
senin dolaşımının merkezine,
ta cömert yüreğine senin.

Ne ki yapamam.

Bir keresinde Bahia'da acının varoşunda
verdi kadınlar bana,
o eski köle-pazarında
(ki bugün aynı toprakta yaşıyor eskisi gibi
yeni kölelik, açlık,
paçavralar, acının koşulları) ,
bazı çiçekleri ve bir mektubu,
şefkatli bazı sözcükleri ve bir kaç çiçeği.

Ayıramam sesimi acı çeken her şeyden.
Biliyorum ne kadar görünmez gerçek
senin kıyıların, doğal sahiller
armağan etmeliydi bana:
Biliyorum bu gizli çiçek, bu başkaldırmış
sürüsü kelebeklerin,
bütün hayatların ve ormanların
bereketli mayası
bekliyor beni
sınırsız rutubet hakkındaki teorileriyle,
ne ki yapamam, yapamam
başka bir şey bir kez daha sessizliğinden
ayırmak halkın sesini,
yükseltmek onu yabanıl ormanın
en parıltılı tüyü gibi,
koymak onu yanıma ve sevmek onu
şarkı söyleyene kadar dudaklarımda.

Bu yüzden görüyorum Prestes'i özgürlüğün
yolunda, seninleymişcesine
Brezilya, kapalı sanılan kapılarda,
acıya tutuşturulmuş, açmak olanaksız.
Prestes'i görüyorum, sütunları yeniyor
açlığı, yolda yabanıl ormanı geçerek,
Bolivya'ya doğru, takibine uğramış
solgun gözlü zalimin.
Halkına geri döndüğünde ve dokunduğunda
kavganın çankulesine,
içeri tıkıyorlar O'nu, ve karısını
teslim ediyorlar Almanya'nın
kara cellatlarına.
(Şair, arıyorsun kitabında
eski Yunan acılarını,
dünyalar vuruldu zincire
geçmiş lânetlerle,
senin burulmuş gözkapakların aceleyle seğirtiyor
yeni bulunmuş acılara,
ve görmüyorsun kendi kapında
okyanusların halkın kara göğsünü
kırbaçladıklarını.)
Şehitliği sırasında doğar kızı.
Ne ki yok olur gider O
altında savaş baltasının, gazın içinde, Gestapo'nun
kaatil gölcüğü içinde
boğulmuş.
Ey, mahkumun
acıları! Ey, yaralı liderimizin
acılarından ayrılmış
öngörülemez acılar!
(Şair, okşa kitabınla
Promete'yi ve zincirlerini O'nun.
O eski masalın yok hiç
bütün bu sönmüş büyüklüğü,
bütün bu dehşet veren trajedisi.)

Onbir yıl tutuyorlar Prestes'i
arkasında demir parmaklıkların
ölümün sessizliğinde
cesaret edemeden öldürmeye O'nu.

Hiç bir haber ulaşmıyor halka.
Siliyor Prestes'in adını
zorbalık karanlık dünyasında.
Ve onbir yıl dilsiz kaldı adı.

Ama yaşadı adı bir ağaç gibi
halkının arasında,
onurlandırıldı ve beklenildi.

Özgürlük gelene dek
O'nu hapiste bulana dek
ve yeniden dışarıdaki ışığa yükselene dek,
sevgili, utkulu ve dostça,
kurtarılmış üzerine atılan
bütün o nefretten.

Anımsıyorum 1945 yılında
O'nunla Sao Paulo'da birlikte olduğumu.
(Zayıf ve sağlam bir yapısı vardı,
sarnıçtan alınmış
fildişi kadar solgun,
temiz havası kadar ince
yalnızlıkların,
büyüklük kadar ak-pak,
acıyla korunmuş.)
İlk kez konuştu
halkına, Pacaembe'da.
O büyük stadyum dolup taşıyordu
O'nu görmeyi ve O'na dokunmayı bekleyen
yüzlerce binlerce kırmızı yürekle.
Betimlenemez bir şarkı
ve şefkat dalgasıyla geldi,
yüzlerce binlerce mendil bir orman gibi
hoşgeldin diyordu sallanarak.
Ben konuşurken bakıyordu bana
derin gözleriyle.


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General
1949

27 Ekim 2014 Pazartesi

Bunların Hiçbiri Olmasın

Bunların hiçbiri olmasın,
Ağaçyarıcı, uyan!
Baltasıyla ve tahta tasıyla
gelsin Abraham
köylülerle birlikte yemek yemeye.
Ağaç kabuğundan kafası,
tahtaların ve meşe kerestesinin kıvrımları içinden
görünen gözleri
bırak yeniden görsün
seqioia-ağacından daha da yukarı yükselen
yapraklar üzerindeki dünyayı.
İzin ver eczaneye gidip bir şeyler almasına,
bırak da Tampa'ya giden bir otobüse binsin,
sarı bir elmaya dişlerini geçirmesine
ve sinemaya gidip sıradan insanlarla konuşmasına
izin ver.

Ağaçyarıcı, uyan!

Gelsin Abraham, kabarsın
ekşi mayası
İllionis'in altınsı ve yeşil toprağı,
kaldırsın baltasını adamlarının ortasında
yeni köle sahiplerine karşı,
köle kırbacına karşı,
basımevlerinin zehirine karşı,
satmak istedikleri o kanlı eşyaya karşı.
Beyaz tenli delikanlı ile siyah tenli delikanlı
şarkı söyleyerek ve gülümseyerek yürüsün
üstüne altın duvarların,
üstüne nefret fabrikatörlerinin,
üstüne kanlarının satıldığı ticarethanelerin,
şarkı söyleyerek, gülümseyerek ve utku kazanarak.

Ağaçyarıcı, uyan!


Pablo Neruda
Que despierte el lenador
Canto General

25 Ekim 2014 Cumartesi

Buradan Çok Ötede

Hindistan, sevmedim senin utançsız elbiseni,
senin korunmasız yığınların paçavralar içinde.

Yıllarca dolandım ben
korkunun tepelerini aşmak isteyen gözlerle,
yeşil balmumundan pastalar gibi şehirler arasında,
tılsımlar ve kanlı ekmeği korku salan haşmet gibi
pagodalar arasında.
Gördüm sefil olanı, fazlasıyla hem de
kardeşinin acısıyla dolup taşmış,
küçük köyler ezilmiş
çiçeklerin muhteşem pençelerinde,
ve nöbetçi bir asker gibi zamanda
gittim yığınların arasından ve çekip aldım
kara kenarlı yığınları, kölelerin tartışma nedenini.
Tapınaklara girdim, alçı ve pişirilmiş balçık,
basamaklardı, kirlenmiş kanla ve ölümle;
ve o hayvansı rahipler, yabanıl esrime içinde
kendinden geçmiş, tozda kaynayan
paralar için dövüşen,
fosfor ayaklı yüksek putlar
intikam isteyen dillerini uzatırlarken
ve çiçekleri ezerken, ah sen küçük insan
düşüyordun kıpkızıl fallus bir taşın üzerine.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General

22 Ekim 2014 Çarşamba

Büyük Ölüm, Demir Grisi Kanatlı Kuş

Büyük ölüm, demir grisi kanatlı kuş, sen değildin
zavallı mirâsçısı aceleyle hazırlanmış öğünler arasında
evlere taşınan boş derisinin altında:
en son çürümüş halat artığıydı O,
döğüşmeye gelmemiş göğüsten bir atom
ya da alna düşmemiş çiy gibiydi.

Kendisi yenilemeyecek olan gibiydi; huzursuz, çevresiz
zavallı ölümün bir kıymığı:
bir kemik, onunla ölen bir çıngırak gibi.
çözdüm sargıları, daldırdım elleri
ölümü öldüren alelâde acılara,
ve yarada bulduğum tek şey ruhun buharlaşan yarıklarından
sızan buz-soğuğu bir rüzgâr üflemesiydi.


Pablo Neruda
Alturas de Macchu Picchu
Canto General

Büyük Sevinç

Araştırdığım karanlığı göremiyorum artık.
Gemi direği yapılacak ağacın sürekli sevincini duyuyorum,
ormanların kalıtına sahibim, yolu yalayan rüzgara
ve dünyasal ışığın altında seçilmiş bir güne.

Başka kitaplarda hapsolsun diye değil yazdıklarım,
ne de zambak müptelası çıraklar için,
fakat su ve ay isteyen sıradan insanlar için yazıyorum,
değişmez düzenin parçaları olan
okullar, ekmek ve şarap, gitarlar ve çalgılar isteyenler için.

Halk için yazıyorum, okumasalar bile
şiirlerimi kendi garip gözleriyle.
An gelecek ki, bir dize, yaşantıma değen o hava
ulaşacak kulaklarına onların,
ve o zaman kaldıracak ırgat bakışlarını,
maden işçisi gülümseyecek kırarken kayayı,
çoban silecek alnının terini,
elini titreşimiyle yakan balıktan yükselen
ışığı daha bir berrak görecek balıkçı,
ve tamirci, ak pak ve yeni yıkanmış, sabun kokarak
okuyacak benim dizelerimi,
ve belki şöyle diyecekler: 'Bir yoldaştı O! '

Bu yeterli, arzuladığım taç işte bu.

İsterim ki, şiirim fabrikaların ve madenlerin kapılarında
toprağa, havaya,
zulme uğrayan insanın utkusuna değgin olsun.
İsterim ki bir genç ağırbaşlıca ve metallerle
bulsun yarattığım gücü bir sandık gibi, ve açtığında onu,
yüzyüze gelsin hayatla-
ve daldığında ruhu içine
bulsun sevincimi fırtınalarla kundaklanmış
dağ doruklarına götüren ansızın esen rüzgarları.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General

21 Ekim 2014 Salı

Chimbarongo'da Seçim

Şili'de, Chimbarongo'da kısa süre önce
bir senato seçiminde bulunuyordum.
Gördüm nasıl seçildi,
bu vatanın destekleri.
Öğleden önce saat onbirde
gelirdi arabalar tarladan
ırgatlarla dolu olarak.
Kıştı; ıpıslak,
kir pas içinde, aç, çıplak ayaklı
iniyorlar Chimbarongo'nun
köleleri arabalardan aşağıya.
Korkunç bir manzara: terden sırsıklam, paçavralar içinde,
koşturuluyorlar hep birden ve ellerinde
bir kağıt gönderiliyorlar geriye,
gözetleniyorlar; üst üste yığılmışlardı,
geliyorlar geriye ücretlerini almaya,
ve yeniden gönderiliyorlar
arabaya
atlar gibi, sıra sıra.
Sonra
ayaklarının önüne et ve şarap attılar
kendi hallerine bırakana dek onları, aşağılayarak onları
hayvanlar gibi, ve unuttular sonra onları.

Sonra işittim
bu yöntemle seçilmiş senatörün sesini:
"Bizler, Hırıstiyan yurtseverler,
bizler, düzenin savunucuları,
bizler, ruhun oğulları."
Ve uluyan eski zamanların
karanlık mağaralarındaki
bir mamut hortumu gibi
çarparak kayalara
göbeğini titretti
konyak sıcağı öküz sesi.


Pablo Neruda
La arena traicionada (İhanete Uğramış Kum)
Canto General

Cholula

En güzel giyitlerini kuşanır
gençler Choula'da, altın ve tüy,
ayakkabılar tam şölenlik,
ve sorguluyor fatih.

Ölüm verdi onlara yanıtları.

Orda dinleniyor binlerce ölü.
Oldukları yerde titriyor
öldürülmüş yürekler,
ki günün bu ipliğini saklarmışcasına
rutubetli uçurumda açılmışlar.
(Fetihçiler atlarla geldi ve öldürdüler,
kestiler altın ve çiçekle saygı
gösteren eli,
bulvarın yolunu kapattılar, dokunmasın
diye kimse onlara kestiler kolları,
ve öldürdüler memleketin çiçeğini,
hayrete düşmüş kardeşlerimden akan kanın
içinde battılar ta dirseklerine kadar.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General