Şiir, Sadece: Evrensel Şarkı
Evrensel Şarkı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Evrensel Şarkı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Nisan 2014 Cumartesi

Gemideki İnsan

Geminin dümen suyunun uzağında
çağıldayan tuzla örülmüş
düşlere sızan ölü yağlanmaların arasında,
uyuyor gemici çıplak bir yorgunlukta,
nöbetteki biri taşıyor metal zinciri,
geminin dünyası
yankılanıyor, rüzgâr gıcırdıyor tahtalarda,
aptalca vuruyor sakatatın demiri,
yüzüne bakıyor aynada ateşçi:
bir parça kırık camda tanıyor yeniden
bu kemikli, isle kararmış maskenin arkasında
bir çift gözü: Graciela Gutiérrez’in sevdiği
gözlerdi bunlar, ölmeden önce, sevdiği
bu gözler olmaksızın, görebilmişti ölüm döşeğinde
ve sürmüştü kendisiyle beraber en son yolculuğa,
kömürün ve petrolün arasında o günün işinde.
Onları yolculuklar ve bu armağanlar arasında
birleştiren öpüşlere rağmen şimdi yok kimse,
kimse yok evde. Denizin gecesinde seğirtiyorum
sevdaya bütün uyuyanların döşeğinde, yaşıyorum
en dibinde geminin havaya ipliklerini fırlatan
gecesel bir yosun gibi.

Başkaları yayılarak yatıyor deniz yolculuğu gecesinde,
boşlukta, düşlerin altında deniz olmaksızın,
hayat gibi, parçalanmış tepeler, gecenin
cam kırıkları, düşlerin parçalanmış ağını
uzaklaştıran kayalıklar.
Gecenin toprağı istila ediyor denizi kendi dalgalarıyla ve örtüyor
o zavallı uyuyan yolcunun yüreğini
tek bir hecesiyle toz, tek bir
kaşık dolusu ölümü talep ediyor geriye.

Her okyanussu taş okyanustur, denizanasının
en küçük morötesi kuşağı, gökyüzü
bütün yıldızla lekelenmiş boşluğuyla, aydır
sahibi ölü denizlerin kendi benzerlerinde:
fakat kapatıyor gözlerini insan, kemiriyor biraz
kendi izlerini, tehdit ediyor kendi küçük yüreğini,
hüngürdüyor ve tırmalıyor geceyi tırnaklarıyla,
arayan toprak, solucana dönüşen.

Topraktır suların örtemediği şey, yok edemediği.

Balçığın gururudur ölecek olan testide,
şakıyan damlalarını yayan ve toprağa kararsız
eklenişini sabitleyen bir kırılışta.

Arama denizde bu ölümü, bakma o
kıta toprağına, saklama bir avuç tozu
el sürmeden sunmak için toprağa.

Bu sırrı söyle şakıyan sayısız dudaklara,
devinim ve dünyadan oluşan koroya,
yitip giden suyun sonsuz anneliğinde.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı'dan

25 Nisan 2014 Cuma

Gemiler

Işıklı denizin üzerinde kayıp giden ipek gemiler,
o menekşe mavisi sabahta yükselen,
kızıl flamalı denizin güneşini çaprazlayan,
yolunmuş ercik gibi hırpanî,
altın kasalardan gelen o sıcak hava
bıraktı tarçını kemanlar gibi çınlasın diye,
ve ovuşturulan ellerden bir fırtınada
limanlarda fısıldayan o soğuk tamahkârlık,
yeşim taşının hoş gelmiş yeşil
şirinliği ve ipeğin solgun tahıl tanesi,
bir rüzgârın yolu gibi hızla geçti her şey denizden,
kaybolan anemonların dansı gibi.

Zayıf hızlı gemiler geldi, denizin
güzelim aletleri, yelkenli balıklar,
buğdayla parıldayarak, kaderi
kül grisi yüklerin,
çünkü taşın taşkını gibi yanıp sönüyor
yelkenleri arasında düştüğünde ateş gibi,
ya da ağzına kadar doldurulduğunda kükürt sarısı çiçeklerle,
koparılmış tuzun çorak tarlalarında.
Başkaları zincirlere vurulmuş halk ırkları taşıyordu,
aşağıdaki rutubete gönderilmişler,
geminin ağır tahtasını çizen
gözyaşlarıyla mahkûm gözler.

Biraz önce fildişinden ayrılmış ayaklar, kızgınlıklar
yığılmış üst üste yaralı meyveler gibi,
derisi yüzülmüş geyik gibi acılar: yazın
elmaslarından pis kokulu
gübrenin derinliğine düşmüş başlar.
Hem buğdayla yüklü, rüzgâr gibi
ovaların mısır başakları arasından süzülürcesine
dalgaların üstünde titreyen:
balina avlanmalarının gemileri, katı zıpkınlar gibi
dikelmiş yürekler,
avla ağırlaşmış, dolu ambarıyla
Valparaíso’ya doğru giden,
yağlanmış yelken, oraya buraya fırlatılmış,
soğukla ve yağla yaralanmış,
geminin fincanı dolana dek
hayvanın yumuşak avıyla.
Denizin öfkesinde bir batıştan öbürüne
hatırasına ve geminin son parçalarına
insanların yapışıp durduğu,
deniz bölümlerinin
kesilmiş eller gibi
o ölüm savaşında köpüklenen denizi
dolduran dar ağızlara götürdüğü
direksiz araçlar.
Güherçile gemileri, karinası dar
ve yılmaz yunuslar gibi neşeli
yola koyulmuş yedi okyanusa doğru, kayarak
rüzgârla kendi görkemli çarşaflarında,
parmaklar ve tırnaklar gibi dar,
tüy ve kavga aygırları gibi hızlı,
memleketimin metallerini kemiren
karanlık denizdeki gemiler.


Pablo Neruda
Büyük Okyanus
Evrensel Şarkı

22 Nisan 2014 Salı

Genelevler

İstiflenmiş banknotların
bayraklarını izleyen
servetten doğdu genelev:
başkentin saygıdeğer
mağaraları, çağımın gemisindeki
soğuk odacıklar.
Makineleştirilmiş genelevler
inşa ettiler Buenos Aires’in
yelelerinde, taze et
ihraç ettiler şehirlerdeki
sefaletten ve ıssız yörelerden
paranın su taşıyan kadına pusu kurduğu
ve zarif boru çiçeğini hapsettiği taşradan.
Kırsal pezevenkler geceleri,
kışları, atları sırtında
köylüklerin kapılarında
ve satılan düşüncesiz kızlar
ve tekrar satılanlar
düştüler patronun pençelerine.
Üzüm hasadının diktatörleri
kentin varlıklıları
uyuşturuyor cinsel geceyi
korku salan hırıltılarıyla
kesat taşra genelevlerinde.
Saklanmış köşelerde
bir fahişe sürüsü, kaypak
hayaletler, ölümcül trenin
yolcuları, çoktandır mahkum olmuşsunuz,
çoktandır bu kirlenmiş ağdasınız,
artık geri dönemezsiniz denize,
çoktandır aldatılmış ve avlanmışsınız,
çoktandır ölmüşsünüz boşlukta
hayatın en yaşayan bölümünde,
çoktandır bırakmışsınız gölgelerinizin kaymasını
duvarlar üzerinde: ölümden
başka hiç bir yere
götürür topraktaki bu duvarlar.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı'dan

12 Nisan 2014 Cumartesi

Geri Dönmek İstiyorum Güney’e

Veracruz’da hastayken, Güney’de bir gün
anımsadım, ülkemde, gökyüzünün suyunda
hızlı bir balık gibi gümüşten bir günü,
Loncohe, Lonquimay, Carahue, serpiştirilmişler
yukarıdan, sessizlik ve köklerle çevrilmişler,
oturuyorlar meşinden ve tahtadan tahtlarında.
Güney bir attır delgiyle batırılmış,
yavaş ağaçlarla ve çiyle taçlanmış,
kaldırdığında yeşil dudaklarını düşer damlalar,
kuyruğunun gölgesi ıslatır o büyük adalar denizini
ve büyür içinde o saygın kömür.

Söyle bana, sen gölge, söyle bana, elim,
ve söyle bana sen ayağım, kapı, kemik ve mücadele,
asla rahatsız etmeyecek misiniz ormanı, yolu, başağı,
sisi, soğuğu, senin her bir adımını kararlaştıran
o mavi şey, tüketilen sürekli?
Gökyüzü, bırak bir gün dolanayım yıldızdan yıldıza,
tepinen ışık ve barut, döken kanımı benim,
ta yağmurun meskenine ulaşana değin!
Dolanmak istiyorum
ağacın ardından ırmakla birlikte
Toltén, mis kokulu, gelmek istiyorum bıçkıhanelerden,
elektrik fındıktan gelen ışığın götürmesini istiyorum beni,
ineklerin dışkılarının yakınlarında yaymasını istiyorum beni,
ölmek ve yeniden doğmak, çiğneyerek yeryüzünün buğdayını.
Okyanus, getir bana
Güney’den bir günü, senin dalgalarına yapışmış bir günü,
ıslak ağaçtan bir günü, getir
kutup mavisi bir rüzgârı soğuk bayrağıma!


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı'dan
1941

10 Nisan 2014 Perşembe

Gómez

Gómez, Venezüella’nın bataklığı,
boğuluyor yavaşça yüzler
ve ruhlar çalılıklarında.
Geceleri düşüyor insanlar ona,
hızla hareket eden kollarla, koruyan
yüzünü korkunç darbeye karşı,
fakat bataklık yutuyor onu,
yeraltı bodrumlarına yutuluyor,
yollar boyunca çıkıyor sonra,
zincire vurulmuş, toprağı kazıyor
ölene dek, kötürüm edilmiş,
yitik, kaybedilmiş.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı'dan

9 Nisan 2014 Çarşamba

Góngoraik Yumuşakçalar

Kaliforniya’dan getirdim silisyumdan dikenleriyle
boynuzlu bir murexi, katılaşmış gülün
o dikenli giysisi örtülmüş dumanla,
ve içi bir gırtlak gibi gül kızılı, yanmış
etli bir taçyaprağının uysal karanlığıyla.

Bir tane de cyprea vardı bende, düştü lekeleri
üzerine kabuğun ve süsledi o saf kadifeyi
barutla ya da panterle yanmış yüzüklerle,
ve bir başkası taşıdı tas gibi o düz sırtında
ay ışığında dövme yapılmış ırmaklardan dalları budakları.

Ve daha da iyisi, yalnızca havayla
ve denizle taşınan sarmal salyangoz,
ey merdiven, ince zevkli scalaria,
ey şafağın kırılgan anıtı
bir yüzük gibi bilenmiş opal
çevreliyor kayarak şirinliğin arasından.

Açtım kumu ve soydum denizden
o katılaşmış istiridyenin kanayan mercanını,
içinde kendi boğulmuş hazinesinin
ışığını saklayan spondylus,
kızılın iğneleriyle ya da karın
saldırgan dişleriyle kuşatılmış bir sandık.

Kumda buldum o narin zeytin salyangozunu,
nemli gezgin, eflatun kızılı ayak,
şeklinde meyvenin ateşini
ölümsüzleştirdiği ıslak mücevher,
kristal cilalamıştı kendi deniz doğasını orada
ve güvercin eğmişti çıplaklığını.

Tritón salyangozu korudu
mesafeyi sesin mağarasında,
ve örülmüş kireçten binasında taçyapraklarından
kubbesiyle havaya kaldırdı denizi.

Ey rostellaria, delinmez çiçek
bir işaret olarak yükseltildin bir iğnede,
sen minyatür katedral, gül renkli mızrak,
ışığın kılıcı, suyun taş kalemi.

Fakat şafağın boyunda gösteriyor kendini
ışığın oğlu, aydan yaratılmış,
bir titreyişle yönetilen argonaut,
yoğrulmuş hamuru titreyen bir dokunuşla
köpükle, bir dalgayla giden
gemisinin yaseminden sarmalıyla.

Ve o zaman, saklanmış gelgitte,
o dut renkli denizin dolambaçlı ağzı
o muhteşem menekşe dudaklarıyla,
tridacna, bir şato gibi kapalı,
muazzam gülünün kendisini öpen
mavi ağaç gövdelerini yiyip bitirdiği yerde:
tuzdan manastır, kıpırtısız miras parçası
kaskatı bir dalgayı hapseden.

Fakat söylemeliyim, hemen hiç değinmeden,
ey Nautilus, senin kanatlı hanedanlığını,
o yuvarlak denkleminde gidiyorsun
kayıp giden sedeften geminle,
denizin çanlarının fildişiyle ve temiz çizgiyle
birlikte eridiği sarmal geometrin senin,
ve adalara doğru gitmeliyim ben, rüzgârda,
seninle birlikte gitmeliyim, sen yapının tanrısı.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı'dan


Notlar:
Góngoraik: 1561-1625 yılları arasında yaşamış İspanyol barok şair Luis de Góngora’ya özgü anlamında kullanılan bir sıfat. İspanyolca yazan bütün çağdaş şairler tarafından Luis de Góngora’ya çok değer verilmiştir.
Silisyum: Atom sayısı 14, atom ağırlığı 28,09, yoğunluğu 2,34 olan, 1420 °C'de eriyen, endüstride geniş ölçüde kullanılan ve doğada oksijenden sonra en bol bulunan element (simgesi Si).
Murex: Mor midye. Antik çağda mor boya elde etmek için kullanılmış kabuklu deniz canlısı.
Cyprea: Bir deniz kabuğu cinsi.
Scalaria: Koni salyangoz.
Opal: Panzehir taşı. Silisin hidratlı ve jelatinli bütün türlerini kapsayan değerli bir mineral.
Spondylus: Dikenli taş istiridyesi.
Tritón: Borazan salyangoz.
Rostellaria: Deniz salyangozu.
Argonaut: Mürekkep balığı.
Tridacna: Dev midye.
Nautilus: Kafadanbacaklılar (Sefalopodlar; Cephalopoda) sınıfına dahil bir deniz canlısı cinsi. Kabuk taşımayan yegane yumuşakçalardandır. Salyangozlarınkine benzeyen kabuğu, septumlar ile odacıklara ayrılmıştır. Hayvan büyüdükçe yeni bir odacık oluşturulur ve canlı daima en son oluşturulan odacık içerisinde bulunur.

8 Nisan 2014 Salı

Gonzáles Carbalho’ya

Yutarken gece gölgesini ve insan seslerini,
çizgi çizgi, düşer toprağa,
işitiriz büyüyen sessizlikte, ötesinde yaşayanların,
Gonzáles Carbalho ırmağının çağıltısını,
derinliği ve sonsuz suyu
sanılır ki ağacın ya da zamanın gelişimi gibi kımıltısızdır.

Bu büyük ırmak şiirler eşlik ediyor dünyanın sessizliğine
ahenkli ciddiyetle, ve dünyanın gürültüsü ortasında
kulak verecek ona, o (tıpkı yolunu kaybetmiş kaşifler gibi
ormanda ya da yaylalarda yapıyor onu)
dayıyor kulağını
toprağa: ve henüz ortasında caddenin
adımların gürültüsü arasında işitecek bu şiirin
yükseldiğini:
toprağın ve suyun derin sesleri.

O zaman, şehrin ve sıkışıklığının altında, altında lambaların
kızıl tunikler içinde, mısırın büyüdüğü,
delip geçen bütün enlemi: şarkı söyleyen bu ırmak.

Bütün bu ırmak yatağı üzerinde: şafağın ürkütülmüş
kuşları, uzayı bölen gırtlağı akşam kızıllığının,
erguvan kırmızısı yapraklar inen yere.

Yalnızlığın içine bakmaya cesaret eden bütün insanlar:
vuranlar o terk edilmiş ipe, bütün
sonsuzca temiz olanlar, ve gemilerden işitmişler
tuzun, yalnızlığın ve gecenin birlikte eridiğini,
gecesel ilkbaharın billurundan ve Gonzáles Carbalho korosunun
güçlü yükseldiğini duyacaklar.
Anımsıyor musunuz başka birini? Aquitanya’nın prensini:
kaybetmiş kulesini yerine koydu ilk saatinde gözyaşlarının köşesinde
bin yaşındaki insanın boşaltması gibi kadehleri.
Ve yalnızca bilmeliydi, yüzleri görmeyen,
galip ya da bozguna uğramış:
dokun ötedeki bütün caddelere, o karanlığa,
ötesinde anın, ve bırak devam edelim birlikte.

O zaman görülmüştü o mütevazi hayatın mavi mürekkepten
düzensiz haritası: ırmak, şarkı söyleyen suların ırmağı
umuttan yaratılmış, batmış olan üzünçten,
kaygısız sudan yükselen utkuya doğru.

Biraderim yarattı bu ırmağı:
onun yükselmiş ve yeraltı şarkısından yükseldi
sessizlikle ıpıslak bu ciddi ton.
Şeyleri çevreleyen bu ırmaktır kardeşim.

Nerede olursanız olun, geceleri, gündüzleri, yollarda,
çayırlıkların uykusuz trenlerinde,
ya da nemli gülünün yakınında o soğuk şafağın,
ya da hemen hemen,
ortasında giysiler arasında, sıyırarak
kafa karışıklığını,
atın kendinizi toprağa, ki yakalasın yüzünüz
bu güçlü darbesini gizli, kuşatan suyun.

Birader, sen yeryüzünün en büyük ırmağısın:
dünyanın arkasında ciddi ırmaktan sesin duyulur,
ve nemlendirir göğsündeki ellerimi,
asla kesilmeyecek bir varsıllığa olan inanç,
yükselmiş gözyaşlarının berraklığına olan inanç,
insanın saldırılmış sonsuzluğuna olan inanç.


Pablo Neruda
Şarkının Irmakları
Evrensel Şarkı

7 Nisan 2014 Pazartesi

Gonzáles Videla - Şili’nin Haini

O çok eski sıradağlardan çıktı cellatlar
kemikler gibi, felaketlerin şeceresinin
dikelmiş sırtındaki Amerikan
dikenleri gibi: alındılar,
eklendiler halk yığınlarının sefaletine.
Her gün kirletti kan onların saçaklarını.
Geldiler kemikleri çıkmış canavarlar gibi
siyah balçığımızdan oluşan sıradağlardan.

Yırtıcı kertenkelelerdi onlar, buzdan küçük krallar,
yenilerde geldiler kadim mağaralardan ve yenilgiden.
İşte böyle keşfedildi Gómez, elli yıldır
kanımızın lekelediği yollardaki çene kemiği.

Ve gölgeledi dünyayı canavar kaburga kemikleriyle
idamlardan sonra burarken bıyıklarını
çay ikram eden
Amerikan Elçisi’nin yanında.

Acımasızdı canavarlar, fakat çökmüş sayılmazlardı.
Bugün
gülüyor ışığın saflığa saklandığı o küçük ülkede,
Araukanya’nın karla kaplı, ak memleketi,
çürük bir tahtta oturan bir hain.

Anayurdumda hüküm sürüyor yozlaşma.

Gonzáles Videla sattığı ülkemin üzerine
dışkıyla ve kanla dolu kürkünü
silkeleyen bir sıçandır. Her gün
karıştırıyor ceplerindeki çalıntı parayı
ve düşünüp duruyor yarın ülkeyi mi satsam
yoksa kanı mı diye.

İhanet etti her şeye.

Bir sıçan gibi kıvrıldı halkın omuzlarında,
ve oradan kıvırdı aç gözlü kuyruğunu,
ülkemin kutsal bayrağını kemirdi,
ve toprak sahibine, yabancıya, Şili’nin yeraltına
hüküm sürene şöyle söyledi: “İstediğiniz kadar
emin kanı, ölüm cezasının idarecisiyim ben”.

Hüzünlü palyaço, sefil karışımı
maymunla sıçanın, ki taratır
altın briyantinle kuyruğunu Wall Street’te,
sen ağaçtan düşmeden ve sokak köşelerinde
üzerine basmamak için herkesin dikkat ettiği
pislik olduğun bilinmeden geçmemeli günler!

İşte böyle oldu. İhanet Şili’nin Hükümeti oldu.
Ve bir hain bıraktı adını bizim tarihimize.
Kurukafanın dişlerini bayraklar gibi dalgalandırdı hain
ve sattı biraderimi,
zehir verdi benim anayurduma,
Pisagua’yı kurdu, söktü aldı yıldızımızı,
tükürdü benzersiz bayrağın renklerine.

Gabriel Gonzáles Videla. Duruyor adı burada,
Ve zaman sildiğinde utancı
ve ülkem temizlediği zaman
buğdayla ve karla aydınlanmış yüzünü,
yeşil bir alaz gibi bu dizelerde bıraktığım
mirası arayacaklar burada onlar,
halkım tarafından geri çevrilen, ölüm kalım savaşının
kadehini getiren hainin adına rastlayacaklar.

Halkım, halkım, kaldır havaya kaderini!
Dağıt hapishaneni, yık seni içeri tıkan duvarları!
Saraydan emir yağdıran sinsi sıçanı
ez ayakların altında: şafağın ışığında kaldır mızraklarını
ve bırak parlasın en yukarısında göğün hiddetle alazlanmış
Amerika’nın yolları boyunca parıldayan yıldızın.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı'dan
Sonsöz - 1949

29 Mart 2014 Cumartesi

Gonzáles Videla

Ama kimdi? Kimdi o? Nerede olursam olayım
soruyorlar bana
mülteci olarak dolandığım yabancı ülkelerde.
Şili’de kimse sormuyor, yumruklar sıkılmış rüzgâra karşı,
madenlerdeki gözler dikilmiş bir noktaya,
onlarla ağlayan utanmaz bir haine doğru,
tahta çıkabilmek için onların oylarını tartakladığında.
Gördüler onu, Pisagua’dan bu adamlar, kömürün
cesur savaşçıları: gözyaşı dökmüştü o,
dişlerini göstermiş ve vaatler vermişti,
şimdi kendisinin kumlu çıban izini
yıkayan çocukları kucaklayıp öpmüştü o zamanlar.
Halkımın arasında, memleketimde, tanıyoruz onu. İşçi
uyuyor ve düşünüyor ne zaman nasırlı elleri
kavrayacak o yalancı köpeğin boğazını,
ve maden işçisi karanlıkta kaygılı mağarasında
uzatıyor ayağını ve düşlüyor ezdiğini
o zararlı, o alçaltan ve doymaz biti.

Biliyor kimin konuştuğunu ardında süngülerden
bir perdenin, pazardaki hayvanların
ya da yeni esnafların ardında,
fakat kendisine başvuran halkın değil asla
bir saat bile konuşmuyor için onlarla.

Çaldı umudu halkımdan, gülümseyerek
sattı onu karanlıkta en fazla fiyat verene,
ve yeni evler ve özgürlük yerine yara aldı halk,
madenlerin gırtlaklarında dövüldü,
havan toplarının arkasında emredildi maaşı,
yalaka bir şirket hükümetteyken ve dans ederken
keskin dişleriyle gecesel timsahlar gibi.


Pablo Neruda
Karanlıktaki Anayurduma Yeni Yıl İlahisi
Evrensel Şarkı


Not:
Gabriel Gonzáles Videla, 1946-52 yılları arasında Şili Devlet Başkanı. Komünistlerle seçim ortaklığı yaptı, ama devlet başkanı seçildikten sonra A.B.D.’nin baskısı sonucu 1949 yılında ”demokrasiyi savunma yasası” ile birlikte Şili Komünist Partisi’ni yasakladı, parti liderlerini tutukladı ve amansız bir takibe girişti. Kuzey Şili’deki İquique kentinin kuzeyindeki çölde bulunan Pisagua’ya sürüldü tutuklananlar. Komünist Partisi’nden milletvekili seçilmiş bulunan Neruda önce saklanmak, daha sonra da Şili dışına çıkmak zorunda kalmıştır.

26 Mart 2014 Çarşamba

Göksel Şairler

Neler yaptınız Gide okuyanlar,
Entelektüelciler, Rilke hayranları,
kutsal gizemlerin yorumcuları, sahte varoluş
sihirbazları, bir mezarda
alevlenen sürrealist
gelincikler, moda gereği
Avrupalılaşmış ceset,
kapitalist peynirdeki solgun kurtçuk,
neler yaptınız
kaygının hükümetine karşı,
bu karanlık insan hayatı için,
bu tekmelenmiş varlık,
bu pisliğe zorla bastırılmış baş için
bu kötü davranılmış hayat
bu dirençli öz için?

Kaçmaktı tüm yaptığınız:
sattınız yığılmış çöpü,
göksel bir saç arıyordunuz,
korkak bitkiler, kırılmış tırnaklar,
“Mutlak güzel”, “sihrin gücü”,
korkutulmuş zavallıların eserleri,
gözleri görmemek için, cezbetmek için
o hassas göz bebeklerini,
hakkınızdan gelmek için sizin
efendilerin fırlattığı
kirli artıkla dolu kaplarla,
ölüm savaşında taşı görmeden,
savunmadan, fethetmeden,
mezarların kıpırdamaz, çürümüş
çiçekleri üzerine düşerken yağmur
mezarlıkların sallanan
çelenklerinden daha da uysal.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı'dan


Not:
André Gide: 1869-1951 yılları arasında yaşamış Fransız yazar.
Rainer Maria Rilke: 1875-1926 yılları arasında yaşamış Avusturyalı şair.

14 Mart 2014 Cuma

Grev

Garipti o durmuş fabrika.
İşliklerde bir sessizlik, bir mesafe
makineyle insan arasında, bir kesilmiş
ip gezegenler arasında, zamanı
inşa etmekle geçiren
insan ellerinden bir boşluk, ve o çıplak
konaklama çalışma olmaksızın, ses olmaksızın.
Terk ettiğinde insan türbinin
boşluklarını, ayırdığında kollarını
ateşten ve yüksek fırının
içinde düştüğünde, çekip aldığında çarktan
kendi gözlerini ve o baş döndüren ışık
durdurduğunda görünmeyen çemberini,
o muhteşem kuvvetlerden,
o şaşırtan enerjiden
sadece bir yığın anlamsız çelik kaldı geriye,
ve insansız hollerde terk edilmiş rüzgâr,
o yalnız kokusu yağın.

Hiçbir şey yaşayamadı bu kırbaçlanmış
kırık parça olmaksızın, Ramirez olmaksızın,
yırtık elbiseleri içindeki adam olmaksızın.
Orada duruyordu motorların derisi,
üst üste yığılmışlar ölü güç için
siyah balinalar gibi zehirlenmiş
dalgasız deniz diplerinde
ya da gezegenlerin yalnızlığı altında
birden batmış dağlar gibi.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı'dan

25 Şubat 2014 Salı

Hain

Ve bütün bu felaketlerin üzerinde
kahkaha atıyordu bir zorba
ve tükürüyordu aldatılmış
maden işçilerinin umutlarına.
Her halkın kendi acıları vardır,
her savaşımın kendi ıstırapları,
fakat gel buraya ve söyle bana
bu kana susamış
bu yasasız despotların arasında
nefretle taçlanmışların, yeşil kırbaçlardan
kral asalarıyla dolaşanların arasında
var mıdır Şili’deki gibi biri daha?

Tutmadı verdiği sözleri ve ayaklar altında
çiğnedi vaatlerini ve gülüşü,
bulantıdan oluşturdu kral asasını,
zavallı, üzerine tükürülmüş halkının
acıları üstünde dans etti.

Ve sahte fermanları sayesinde
dopdolu olan hapishanelerde
yaralanmış olanların ve hakaret edilmişlerin
siyah gözleri toplandığında üst üste,
dans ediyordu o Viña del Mar’da,
mücevherler ve kupalarla çevrilmiş olarak.

Fakat bakıyor siyah gözler
kara gecenin içinden dosdoğru.

Sen kendin ne yapmıştın? Sözcüklerin işitildi mi
derin madenlerde biraderin için,
aldatılmışın acıları için,
geldi mi alevlerin heceleri sana
haykırmak için ve savunmak için halkını?


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı'dan

24 Şubat 2014 Pazartesi

Halk

Geçip gitti halk kızıl bayraklarıyla
ve onların arasında, o dokundukları taştaydım,
o bütün gün süren gümbürdeyen yürüyüşte
ve kavganın keskin şarkılarında.
Gördüm nasıl fethettiklerini adım adım.
Sadece direnci yol idi onların,
ve yalıtılmışlardı ezilmiş parçaları gibi
ağızsız ve pırıltısız bir yıldızın.
Sessizlikte yaratılmış ortaklıklarında
ateştiler, kökü kazınamaz şarkı,
derinlik ve kavgaya dönüşen
ikircikli duruşu insanın yeryüzündeki.
Ayaklar altına alınmış saygınlıktı savaşan
bunun için, ve uyandı
bir sistem gibi, hayatın düzeni
kapıya vuran ve bayraklarıyla
ortadaki salona katılan.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı'dan

18 Şubat 2014 Salı

Harf

İşte böyleydi. İşte böyle olmalı. O kireçli
dağlarda ve dumanın
kıyılarında, işliklerde,
bir ileti yazılmış duvarlara
ve halk, sadece halk, görebilir onu.
Onun berrak harfleri terden
ve yalnızlıktan oluştu. Yazılmış duruyor.
Sendin yoğuran onları, halk, yolunda
ve kalkıyorlar ayağa gece boyunca
alazlanan, kasvetli ateşi gibi şafağın.
Halk, gir günün sahillerine.
Birleşmiş bir ordu gibi yürü,
ve adımlarınla inlet toprağı
ve aynı çınlayan özdeşliğinle.
Kavgada terle bir olasın,
tozla kaynayan kanıyla
yollarda biçilmiş halkın.

Bu berraklığın üstüne doğacaklar,
çiftçi evleri, şehir, madenler,
ve filizlenen toprak gibi
bu dayanıklı birliğin üzerinde
yaratan değişmezlik kalacak, hayatlarınız
için yeni bir şehrin tohumu.
Eziyet görmüşün ışığı lonca, anayurt
yoğrulmuş metalürjik ellerle,
düzen balıklardan kaynaklanıyor
denizden bir dal gibi, çiçeklenen
duvarcı loncalarıyla silahlandı duvarlar,
tahılın okullarıyla, insandan doğruldu
fabrikalar için kereste.
Geri dönüyor barış sürgünden, bölüşülmüş
ekmek, şafak, o topraksı sevdanın
sihirli gücü, inşa edilmiş
gezegenin dört rüzgârı üzerinde.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

27 Ocak 2014 Pazartesi

Hayat

Bırak başkaları oyalansın kemik evlerle...
Elmanın çıplak renklerine sahip dünya:
Irmaklar sürüklüyor kendisiyle
madalyalardan bir zenginliği
ve her yerde oturuyor uysal Rosalína
ve Yoldaş Juan...

Kaba taşlar güvence oldu,
ve üzümden daha yumuşak balçık
yükseltti evimi buğday artıklarıyla.
Engin toprak, sevgi ve yavaş çanlar,
şafağa değgin kavga ruhu,
sevginin beni bekleyen saç örgüsü,
firuzenin dinlenen yığınları:
evler, yollar, düşlerde bir heykel oluşturan dalgalar
yıkıyorlar bol suyla
en erken seherdeki fırınları,
kumda dersini almış saatler,
gezgin buğdayın gelincikleri,
ve bu karanlık eller
benim hayatımın özünü yoğurdu:
hayata yanar portakallar
hayatın bin türlü amacına.

Bırak mezarcılar kazsınlar kazanın
özünü, bırak kaldırsınlar
külün ışıksız parçacıklarını
ve konuşsunlar solucanların dilini.
Önümde sadece mısır tohumu var,
ışıltılı manzaralar ve şefkat.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

25 Ocak 2014 Cumartesi

Hırpalanmış Kuşlar

Tocopilla’nın yücelerinde uzanıyor nitratın pampası,
çorak topraklar, tuz madenlerinin utanç lekesi, gölgesiz,
zamansız, tek bir yaprağı, tek bir kınkanatlı böceği,
tek bir çayırlığı bile olmayan çöl.

Orada oluşturdu denizin garuma kuşu yuvasını,
çok uzun zaman önce, o ıssız ve sıcak kumda,
yumurtladı orada yayarken kıyıdan
kaçışını, tüyden dalgalarda,
yalnızlığa doğru, o uzak
dörtgenine doğru çölün
hayatın uysal hazinesinde giyinmiş.

Denizin güzel ırmağı, aşkın
yabanıl yalnızlığı, rüzgârın kuş tüyü
kıvır kıvır manolyanın güllesi için,
damarlardaki kaçış, hayatın bütün itkilerini
topladığı birleşik bir ırmaktaki
bildik titreyiş:

böyle şeneltildi bu kıraç tuz,
böyle taçlandırıldı bu çorak toprak tüyle,
ve kaçış yumurtadan çıktı kumda.

Geldi insan. Belki doldurdu
sefaletini çölün
yolunu yitirmiş solgun ışığıyla, çölde deniz gibi
titremiş kuş cıvıltılarının dallarıyla,
belki kamaştırdı beyazlığın gıcırdayan
yayılışı onu bir yıldız gibi,
fakat izledi başkaları izini onun.

Şafağa doğru bastonlarla geldiler
ve sepetlerle, soydular hazineyi,
hırpaladılar kuşları, mahvettiler
tüylerin gemisini bir yuvadan öbürüne,
tarttılar yumurtaları ellerinde ve ezdiler
içinde yavru bulunanların hepsini.

Işığa kaldırdılar onları ve fırlattılar
çölün toprağına, kaçışın ve çığlığın
ve öfkenin dalgası
ortasında, ve kuşlar serptiler
bütün hiddetlerini o işgal edilmiş havada,
ve örttüler güneşi bayraklarıyla:
fakat yıkım ezdi yuvalarını onların
hızla çevrilen bastonlarıyla ve denizin çöldeki
kenti dümdüz edildi toprakta.

Daha sonra, akşamın sisten
ve ayyaşlıktan salamurasında, işitti kent
sepetlerin gidişini satmak için
deniz kuşlarının yumurtalarını, o yabanıl meyveler
çorak topraktan, yalnızlık olmadan
mevsimler olmadan hiçbir şeyin hayatta kalamadığı
ve saldırıya uğramış, kızgın tuz.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

Hiçbir Özür Verilmez

Talep ediyorum toprağı, ateşi, ekmeği, şekeri, unu,
denizi, kitapları, herkese bir anayurdu, bu yüzden
dolanıyorum bir mülteci olarak: hainin yargıçları
takip ediyor beni ve terbiye edilmiş maymunlar gibi
onların yardakçıları deniyorlar benim anımı boğmaya.
Onunla gittim ben, onunla oraya, madenin çıkışı
civarında bekleyen o unutulmuş şafağın çölüne,
onunla gittim ve dedim benim yoksul biraderlerime:
“Artık taşımayacaksınız bu tel tel olmuş paçavra elbiseleri,
artık ekmeksiz bir gününüz olmayacak, sizlere
anayurdun çocuklarına davranıldığı gibi davranılacak”.
“Şimdi artık paylaşacağız güzelliği, ve kadınların gözleri
artık ağlamayacak oğullarınız için”.
Fakat onlar paylaşılan sevgi yerine
gecede açlığa ve acıya sürüldüğünde,
kendisine kulak verdikleri tarafından, heybetli bir ağacın
şefkatini ve gücünü sunacağını söyleyen tarafından,
o zaman yanında değildim o küçük satrapın,
fakat adsız olan o adamın yanındaydım, halkımın.
Talep ediyorum ülkemi halkım için, talep ediyorum
anayurdumun yelesinde alazlanan
eşit olarak dağılmış ışığı,
talep ediyorum günün ve pulluğun sevgisini,
silmek istiyorum nefretle dolu olanların
halkın ekmeğini elinden almak için çektikleri çizgiyi,
ve gardiyanlar teslim edebilsin diye
anayurdumun sınırlarını silmiş zincirlerle,
yaralansın diye anayurdumu satana
ne övgü dizebilirim ne de umursamadan geçip gidebilirim,
onun numarasını ve adını
alçaklığın duvarına çivileyeceğim.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"nın "Karanlıktaki Anayurduma Yeni Yıl İlahisi" adlı bölümünden

Himaye Edilmişler

Zorbalığın yağlı, küflü
peynirinden uyanıyor
başka bir kurtçuk: favori olan.

Korkak olandır, kirli elleri
övgü dizme işine alınmış olan.
Hatiptir ya da gazetecidir.
Birdenbire uyanıyor sarayda
ve çiğniyor büyük bir hazla
hükümranın dışkısını,
içgüdülerini genişçe yayarak
akıtıyor, bulanıklaştırıyor
suyu
ve avlıyor balıklarını
irin dolu o lagünde.
Darío Poblete diyelim adına
ya da Jorge Delano “Coke”,
(Önemli değil, başka bir ad da
verebiliriz ona, oradaydı,
Machado öldürmeden önce
konuşurken arkasından Mella’nın) .

Poblete o zaman yazmıştı
“kötülük dolu düşmanları”
“Havana’dan Perikles”leri.
Daha sonra öpmüştü Poblete
Trujillo’nun nallarını,
Moriñigo’nun eyerini,
Gabriel Gonzales’in kıçını.

Dündü, yeni kaçmıştı askerden
isyan birliklerinden, işe alındı
yalan söyleyerek kurşuna dizilmeleri
ve yağmalamaları ört bas etme işine alındı,
bugün olduğu gibi, kavrıyor korkak kalemini
Pisagua’daki ıstıraplara karşı
binlerce adamın ve kadının
acılarına karşı.

Bizim kasvetli, işkence görmüş coğrafyamızda
her zaman buldu zorba
yalanı yayabilecek olan
irinle dolu saçma sapan bir kafayı
ve şöyle diyecek: Yüksek Majesteleri,
İnşacı, bizleri yöneten
Büyük Cumhuriyetçi, ve daldırıyor
siyah hırsız pençelerini
fuhuş mürekkebine.
Peynir yenildiği zaman
ve zorba düştüğünde cehenneme,
ortadan kaybolur Poblete,
Delano “Coke” karışır dumana,
döner pislikten evine larva
ve bekler kepaze tekeri
zorbaları başa geçiren ya da düşüren,
gülümseyerek ilerlemek için
yeni bir hitabet ile, ufukta beliren
tiran için yazılmış.

Halkım, bu yüzden bul solucanı
başkasından önce, ez ruhunu onun,
ve onun çıkmış sıvısı,
onun karanlık, yapışkan irini
en son yazı olsun bırak,
mürekkepten bir vedayla
silip atacağız dünyadan.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

Istıraplar

Başka bir grev daha, yetmiyor
maaşlar, ağlıyor kadınlar
mutfaklarda, maden işçileri
birleştiriyorlar teker teker ellerini
ve acılarını.
Onların grevi bu,
denizin altını kazanların,
rutubetli mağaralarda duranların,
ve kanlarıyla ve bütün güçleriyle
madenlerin siyah taşını çıkaranların.
Bu sefer askerler gelmişti.
Geceleri evlerini dağıtmışlardı onların.
Madenlere götürmüşlerdi onları
hapishaneye götürür gibi ve çalmışlardı
onların sakladıkları berbat unu
çocukların tahılını.

Ondan sonra sertçe vurdular onlara
ve sürdüler, korkuttular,
etrafını çevirdiler, yokladılar onları
hayvanlar gibi, ve yollarda
görüldü kömürün kaptanları
acılardan bir göç içinde
oğullarının dışlandığını gördüler,
kadınlarının yerlere fırlatıldığını
ve yüzlerce maden işçisi
sürüklenip götürüldü ve hapse atıldı
Patagonya’da, Antarktik soğuğunda,
ya da Pisagua’nın çöllerinde.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

24 Ocak 2014 Cuma

İnsan

Burada buldum sevgiyi. Kumda
doğmuştu, büyüdü sessizlikte, dokundu
sertliğin çakmaktaşına ve karşı koydu ölüme.
Burada insan birleştiren hayattı
el değmemiş ışık, hayatta kalan deniz
ve saldırı ve şarkı ve savaştı
metallerin o birlikteliğiyle.
Burada mezarlıklar yeni fırlatılmış
topraktı, dağılmış ağaçlarının üstünde
kumlu rüzgârın esip durduğu
kırılmış haçlar.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan