Şiir, Sadece: Fransız Şiiri
Fransız Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fransız Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Temmuz 2017 Çarşamba

Aerea'nın Kapılarında

Mutlu zamanlar. Her kent kocaman bir aileydi
korkunun birleştirdiği; işleyen ellerin türküsü
ve göğün canlı gecesi aydınlatırdı onu. Ruhun çiçektozu
korurdu sürgün payını.
Ama sürekli şimdi, bir anlık geçmiş, egemen
yorgunluk altında, söktüler gemi iskeletini.
Sıkı yürüyüş, dağınık sona. Dövülmüş çocuklar,
yaldızlı saz dam, irinli insanlar, hepsi de çark
işkencesine. Açıldı demir arının nişan aldığı gül.


Rene Char
Çeviren: Özdemir İnce

Kraliçenin Davranışı

Sarsılmak gerek büyümek için.
Bugün halkım egemen oluyor surlara,
Güneşin bana beşik olarak seçtiği.
Saklıyorum yürek sözcüğünün bağladığı çifti
yol gösteriyorum.
Sönmüş olduğunu anlasalardı dünyanın
Kaygılarını giderirdim bir kraliçe olarak.


Rene Char
Çeviren: Özdemir İnce

A...

Bunca yıllık aşkımsın benim,
Başdönmem bunca bekleyiş karşısında,
Ki yaşlandıramaz, ürpertemez hiçbir şey,
Ne ölümümüzü bekleyenler bizim,
Ne bizimle savaşanlar inatla,
Ne bize yabancı olanlar hala,
Ne de yitişlerim, geriye dönüşlerim.

Şimşir bir pancur gibi kapalı
İşte son bir güçlü talih
Sıradağlarımızdır bizim,
Sıkıştıran görkemimizdir.

Talih diyorum, ey çekiçlenmiş aşkım;
Yüklenebiliriz ikimiz de
Karşılıklı sır paylarımızı
Ve hiç dillendirmeyiz onları;
Birliğinde gövdelerimizin
Bulur ayrılığını sonunda
Başka yerlerden gelen acı,
Bulur güneşli yolunu sonunda
Merkezinde yırtıp yırtıp
Yeniden başladığı bulutumuzun.
Talih diyorum, öyle geliyor bana.
Yükselttin o doruğu
Bekleyişimin aşmak zorunda olduğu
Yarın yittiği zaman.


Rene Char
Çeviren: Özdemir İnce

4 Temmuz 2017 Salı

La Sorgue

Yvonne'a Türkü


Çok erken giden ırmak, birden yoldaşsız,
Tutkunun yüzünü ver ülkemin çocuklarına.

Şimşeğin bittiği, evimin başladığı ırmak,
Usumun çakılını unutuşun parmaklarına yuvarlayan.

Irmak, toprak bir titremedir sende, güneşe kaygı.
Ekmeğini yapsın her yoksul, gecesinde, senin ekininden.

Çoğu zaman cezalı ırmak, yüzüstü bırakılmış ırmak.

Elleri nasırlı çırakların ırmağı,
Kırılmayan yel yoktur dalgalarının doruğunda.

Boş ruhun, paçavranın ve kuşkunun ırmağın.
Çözülen eski acının, karaağaç fidanının, acımanın ırmağı.

Delilerin, coşkunların, tay yontucularının ırmağı.
Yalancıya alışmak için sabanını bırakan güneşin.

Kendinden iyilerin ırmağı, çiçeklenen sislerin ırmağı.
Şapkasını saran boğuntuyu gideren lambanın ırmağı.

Düşe saygının ırmağı, demiri paslandıran ırmak.
Gölgesini denize vermek istemeyen yıldızların olduğu.

Aktarılmış güçlerin ırmağı ve suları fışkıran çığlığın,
Asmayı çiğneyen ve yeni şarabın habercisi kasırganın.

Bu zindan delisi dünyada hiç yıkılmamış yürekli ırmak,
Hem amansız hem de dost tut bizi ufkun arılarına.


Rene Char
Çeviren: Özdemir İnce

Keçisağan Kuşu

Geniş kanatlı keçisağan, dönen ve sevincini
haykıran evin etrafında. Böyledir yürek.

Yıldırımı kurutur. Tohum saçar dingin gökyüzüne.
Yırtılır yere değerse.

Kırlangıçtır onun yanıtı. Bu teklifsiz dosttan
tiksinir. Değeri nedir kulenin dantelinin?

En karanlık oyuktadır durağı. Kimse yaşayamaz
onun gövdesinden daha dar bir yerde.

Uzun aydınlıklı yazda, karanlıkta uçacak, gece
yarısı kepenkleri arasında.

Göz yoktur erişecek ona. Tek var oluşudur
onun haykırmak. İnce bir tüfek vurup indirecek onu.
İşte böyledir yürek.


Rene Char
Çeviren: Özdemir İnce

Meşe ve Köpek

Havre'da doğmuşum Şubatın yirmi birinde
Yıl bin dokuz yüz üçmüş,
Babam tuhafiyeci, annem deseniz öyle,
Tabii ben doğunca ikisi de sevinçten havaya uçmuş.
Tuhaf bir biçimde haksızlığı kavramışmışım
Bu yüzden günün birinde
Vermişler beni bir sütnineye,
Bu obur ve alık kadın da
Dayamış hemen memesini ağzıma,
Aman efendim o ne gür süt öyle
O saat anlamışım şölene konduğumu
İşim işmiş yani em allah em
Armudu andıran o kadın nesnesini.
Azıcık daha büyüyünce
Yirmi beşinci yirmi altıncı ayımda
Beni alıp kendi sofralarına oturttular
Eh, ondan sonra daracık korseli günahkar meleklerin
Ve hüzünlü şeytanların lağımlara içi saman dolu kuşlar
attıkları
Koskoca bir ülkede
Peder kral bendeniz de veliaht.
Çekmeceler tıklım tıklım
Abadan, kağıttan çiçeklerle
Demet demet çiçekler
Şapkaları süslemek için
Bir sürü zımbırtı işte.
Babamın masasının üstü
Metrelerce ipekli
Bir araba düğme,
Raflar desen dinine imanına dolu,
Ekstrforlar, türlü türlü kurdele ...
Birkaç da kız vardı bu tatsız işte ona yardım eden
Kupon mupon kesen,
Merdivene çıktılar mı
Hiç sakınmadan oralarını buralarını gösteren.
Zavallı anacığımsa
Müziğe bayılırdı
Ve boyuna piyano çalardı,
O çaladursun
Bir yandan da satış yapılırdı: şapkalar, danteller ...
Jean Henriette iner içki mahzenine
Ha bire petrolin getirirdi,
Mağazanın döşemelerini silmek için
Kullanılan o yağlı kumu anımsıyorum,
Bu pis nesnenin süpürülmesine ben de yardım ederdim.
Pancurlar indirilirdi.
Bir sıraya ata biner gibi atlayıp bağırırdım "perpette" diye
("Sonsuzluk" demek isterdim yani).
O hanım kızlar içinde yetiştim işte
İçime çekerek onların ter kokularını ve koltuk altlarında
çalışmalarının ürünü olarak domurlanan o inci tanelerini.
Hiç kız kardeşim olmadı,
İniş dönemi Fransa'nın tek oğlu olarak
Ağzımdan eksik olmazdı şekerleme.
Ve tıkırındaydı bizimkilerin işleri
Menkul kıymetleri yığıp duruyorlardı köşeye
Yüzde üçten Panama hisse senetleri, Rus tahvilleri,
Credit Foncier'inki,
S.S.C.B. de ters sonuçlara da yol açıyorlardı böylece.
Benden büyük olan kuzenim kasadan para yürütüyordu
Benim de yardımımla.
Ve çalışan kızlar arasından seçiyordu metreslerini.
Buluğa erdiğimi anladığım gün ahlak dersleri verildi.
Usuller falan öğretildi.
Bu aile yasasına her zaman uydum
Genelevlere doğru yöneldim.
Ama dönmem gerek biraz geriye
Hep o çocuk olarak kaldım ben
Uzun tren yolları çiziyorum özenle
Kabarmış dalgalar üstünde dans eden,
Gemi resimleri yapıyorum
Martılar uçuyor semaforlarının çevresinde,
Sonra cuk gibi oturmuş sağlam şato resimleri
Rüzgar yelkovanları, askerleri, tabyalarıyla birlikte
(Militarizmimin sağlam kanıtları.
Ama rövanş da yaklaşıyor, ha!
Daha beş yaşındayım o sıra) ve parmaklarımın altındaki bir
prizma marifetiyle kolu bacağı uzamış adam resimleri,
Ben tanıyorum onları, ama başkaları zavallı örümceklere
benzetiyorlar hepsini
Sanki okulda ne öğreniyorsun? Sayılar, çizgiler, harfler;
bir yandan da burnunu karıştırıyorsun.


Raymond Queneau
Çeviren: Ferid Edgü

3 Temmuz 2017 Pazartesi

Barbara

Anımsa Barbara
Yağmur yağıyordu o gün Brest'te durmadan
Yürüyordun gülümseyerek yağmur altında
Şaşkın hayran sırılsıklam
Anımsa Barbara.
Siam sokağında rastladım sana
Yağmur yağıyordu Brest'te durmadan
Gülümsüyordun
Gülümsüyordum
Tanımıyordum seni

Sen de beni tanımıyordun
Anımsa gene de anımsa o günü
Unutma
Saçağın altında sığınmış bir adam
Adını ünledi
Barbara
Seğirttin ona doğru yağmur altında
Şaşkın hayran sırılsıklam
Atıldın kollarına
Anımsa bunu Barbara
Sen diyorum diye de bana kızma
Sen diyorum bütün sevdiklerime
Ancak bir kez görmüşsem bile
Sen diyorum bütün sevişenlere
Tanımasam bile

Anımsa Barbara
Unutma
O yumuşak mutlu yağmuru
Mutlu yüzüne yağan
O mutlu kente yağan
Denize yağan
Tersaneye yağan
Ouessant gemisine yağan yağmuru

Ah Barbara
Ne hırboluktur savaş
N'oldun şimdi sen
O demir o çelik o kan yağmuru altında
Ya o adam n'oldu seni yürekten
Kucaklayan
Öldü mü kaldı mı n'oldu

Ah Barbara
Yağmur yağıyor Brest'te durmadan
Eskiden nasıl yağıyorsa öyle
Ama artık bildiğin gibi değil bura yok oldu her şey
Yıkık bitik bir yas yağmuru şimdi yağan
Demir çelik kan fırtınası bile değil
İtler gibi kuyruğunu titreten
Bulutlar yalnız bulutlar
Brest'te sular boyunca yitip giden itler
Çürümek için gidiyor uzaklara
Hiçbir şey kalmayan Berst'ten
Çoook uzaklara


Jacques Prevert
Çeviren: Teoman Aktürel

Seni Öylesine Düşledim

     Seni öylesine düşledim ki yitirdim gerçekliğini.
     Bu canlı bedene sahip olmanın ve benim taptığım sesin çıktığı
bu ağzı öpmenin daha zamanı değil midir?
     Seni öylesine düşledim ki senin gölgeni kucaklaya kucaklaya,
göğsümün üstünde kavuşmaya alışmış olan kollarım belki de senin
belini saramayacak.
     Belini günler boyu ve yıllar boyu yöneten ve kendine çeken gerçek
görüntün karşısında bir gölge gibi kalacağım kuşkusuz.
     Ey duygusal dengeler.
     Seni öylesine düşledim ki zaman yok artık uyanmama hiç kuşkusuz.
     Ayakta uyuyorum, yaşamın ve aşkın bütün görünümlerine sunulmuş
beden ve sana, benim için bugün tek önemli şey olan sana, senin alnına
ve dudaklarına belki de hiç dokunamam, ilk gördüğüm birinin dudaklarına
ve alnına dokunduğum kadar.
     Seni öylesine düşledim, görüntünle öylesine yürüdüm, konuştum,
yattım ki görüntün bile silindi gözlerimin önünden ve yine de yaşamının
güneş saati üstünde ağır ağır gezinen ve gezinecek olan gölgeden bir
kat daha koyudur gölgen, görüntüler arasında görüntün eksiksizdir.


Robert Desnos
Çeviren: Eray Canberk

Pelikan


Bizim serüvenci kaptan,
On sekizinde olduğu zaman,
Bir adadan, Uzakdoğu'dan
Alıp geliyor bir pelikan.

Gelgelelim bizim pelikan,
Yumurtluyor sonradan
Ve tıpatıp aynı olan
Bir yavru çıkıyor yumurtadan.

Sırası gelince yumurtlayan
Bu ikinci pelikandan
Yenisi çıkıyor, aman aman,
Bir başka yumurtlayan.

Bu iş böylece sürer gider uzun zaman
Yavru çıkmadan önce omlet yapılmazsa yumurtadan.


Robert Desnos
Çeviren: Eray Canberk

Leopar

Ormana giderseniz
Dikkat edin leopara.
Çok hafiftir sesi
Ve dört yandan gelebilir.

Akşam, mırıldanırken leopar,
Neşeli bir bülbül öter
Ve bu koca orman
Dinler onları ve şaşırır,

Ormandaki ağaçlar şaşırır
Leopar çıkagelir
Duyulur duyulmaz sesle
Bilinmeyen bir yerden.



Robert Desnos
Çeviren: Muzaffer Uyguner

1 Temmuz 2017 Cumartesi

Mutsuzlukta Dinlenme

Mutsuzluk, büyük çiftçim,
Mutsuzluk, gel otur şöyle ..
Dinlen hele bir.
Dinlenelim biraz olsun, sen de ben de
Dinlen,
Gelip beni buluyor, yoklayıp sınıyorsun ve kanıtlıyorsun ki
Ben senin yıkıntınım.

Büyük tiyatrom, limanım, ocağım.
Altın mahzenim benim.
Geleceğim, gerçek anam, çevrenim.
Işığına, bolluğuna, iğrençliğine.
Salıyorum kendimi işte.


Henri Michaux
Çeviren: Tahsin Saraç

Alın Götürün Beni

Alın bir yelkenliyle götürün beni,
Eski ve ağır bir yelkenliyle,
Pruvada ya da köpüklerde, isterseniz.
Ve yitirin uzaklarda beni, çok uzaklarda.

Bir başka çağın koşumunda.
Aldatıcı kadife sinde karın.
Toplu birkaç köpeğin soluğunda.
Bitkin yığınında kuru yaprakların.

Kırmadan götürün beni, öpücükler içinde
Kalkıp inen göğüslerde, soluyan göğüslerde,
Halısında avuçların, gülümsemelerinde
Geçeneklerinde eklemlerin ve uzun kemiklerin.

Alın götürün beni, gömün daha doğrusu.


Henri Michaux
Çeviren: Tahsin Saraç

Gözyaşları da Benzer

Çiniden meleklerin bozbulanık göğünde
Bozbulanık göğünde boğuk hıçkırıkların
Mainz'da geçen günleri birden anımsadım mı ne
Hani şu simsiyah Renae ağladığı perikızlarının

Bir sokağın dibinde bazen bir asker bulunurdu
Kim bilir kimin öldürdüğü bir bıçak darbesiyle
Bazen de o zalim barış salınırdı ortada
Yamaçlarını karanfilli beyaz şarabıyla süslü

Kirazların saydam alkolünü içtim
İçtim fısıltılarla içilen dostluk yeminlerini
Ne güzeldi saraylar tapınaklar ne güzeldi
Ve anlamıyordum henüz yirmisindeydim

Bozgun denilince ne biliyordum ki
Yurdun yasak aşk olduğunu nereden bilecektim
Yitik umudu yeniden canlandırabilmek için
Nereden bilecektim sahte peygamberler gerektiğini

Beni köklerimden sarsan şarkılar anımsıyorum
Bir sabah duvarlarda birden beliriveren
Tebeşirle çizilmiş işaretler anımsıyorum
Gizemlerinin asla çözülemediği

Kim diye bilir belleğin nerede başladığını
Nerede bittiğini şimdiki zamanın
Geçmişin nerede ezgiyle el ele vereceğini
Ve mutsuzluğun soluk bir kağıda dönüşeceğini kim diyebilir kim

Düş görürken suçüstü yakalanmış çocuklar gibi
Nasıl da kahredici oluyor yeniklerin mavi bakışları
Nöbeti devralmaya gelen mangaların
Ayak sesleriyle ürperirken Ren sessizliği.


Louis Aragon
Çeviren: Atilla Tokatlı

Mutlu Aşk Yok Ki Dünyada

Aslında hiçbir şey kar değil insana
Ne gücü ne zayıf yanları ne de yüreği
Gölgesi bir haç gölgesidir kollarını açsa
Ve kırar göğsüne bastırırken sevdiği şeyi
Tuhaf bir ayrılıktır hayatı kapkara
Mutlu aşk yok ki dünyada

Hani giydirilmiş erler bir başka yazgıya
İşte o silahsız askerlere benzer hayatı
Sabahları o yazgı için uyanmış olsalar da
Tükenmiştirler ve kararsızdırlar akşamları
Söyle yavrum şu sözleri ve sakın ağlama
Mutlu aşk yok ki dünyada

Güzel aşkım tatlı aşkım çıbanını derdim
Yaralı bir kuş gibi taşırım seni şuramda
Ve görmeden bakanlar şu halimize bizim
Süzdüğüm sözleri söylerler benden sonra
Ve her şey der demez ölür iri gözlerin uğruna
Mutlu aşk yok ki dünyada

Yaşamayı öğrenmek bizimçin geçti çoktan
Ağlasın gece içinde kalplerimiz yan yana
En küçük şarkıyı mutsuzluktur kurtaran
Her ürperiş borçlu baştan bir hayıflanmaya
Ve her kitar havası beslenir hıçkırıkla
Mutlu aşk yok ki dünyada

Acılara batmamış bir aşk söyle bana
Yıkmamış kıymamış olsun bir aşk söyle
Bir aşk söyle sarartıp soldurmamış ama
İnan ki senden artık değil yurt sevgisi de
Bir aşk yok ki paydos demiş gözyaşlarına
Mutlu aşk yok ki dünyada
Ama şu aşk ikimizin öyle de olsa


Louis Aragon
Çeviren: Cemal Süreya

30 Haziran 2017 Cuma

Mezar Taşları

-Francis Picabia-

Niçin ·
Seni mezarına dört köpeğinle
Bir gazeteyle
Ve şapkanla gömmelerini istedin,
İstedin ki taşına şunu yazsınlar
İyi seyahatler
Bir şey değil, öteki dünyada da deli zannedileceksin.


-Theodore Fraenkel-

Öldüğün vakit harikulade bir hava vardı
Mezarlık o kadar güzel ki
Hiç kimse mahzun olamadı
Epeydir de senin artık orada olmadığını sanıyorlar
Homurdanmalarını duymuyorum
Susuyorum
Yahut omuz silkiyorum
Cenneti görmeyi asla istemezdin
Nereye gideceğini artık bilmiyorsun
Ama sen, işin alayındasın


-Marie Laurencin-

Kafesteki bu güzel kuş
Senin mezardaki gülüşündür
Yapraklar dans ediyor,
Uzun uzun yağmur yağacak
Bu akşam hareketimden evvel
Ağaçların çiçek açtığını görmek istiyorum
Bir dişi geyik sessizce yaklaşacak
Bulutlar biliyorsun pembe ve mavidir


-Louis Aragon-

Dostların küçük kızlar halka oldular
Sana çelenkler ördüler
Ufacık yalanlarınla
Sana kağıt getirdim
Ve çok iyi bir kalem
Ebediyette şiirler yazacaksın
Koruyucu melek seni teselli eder
Kıravatını bağlar
Ve sana gülmesini öğretir
Artık beni unuttun
Allah benden çok daha güzeldir


-Paul Eluard- 

Oraya bastonunu ve eldivenlerini de götür
Düz dur
Gözler kapalı
Pamuk bulutlar uzaklarda
Ve bana allahaısmarladık demeden gittin
Bir yağmur
Bir yağmur
Bir yağmur


-Tristan Tzara-

Kim o
Bana elini uzatmadın
Ölümünü duydukları vakit çok güldüler
Ebedi olmandan öyle korkmuşlardı ki
Son nefesin
Son gülüşün
Ne çiçek ne de çelenk
Sadece küçük otomobiller
Ve beş metre boyunda kelebekler


-Andre Breton-

Bakışını gördüm
Gözlerini kapattığın zaman
Mahzun olmama izin vermedin
Ve ben bir şey yapmasam bile bol bol ağladım
Artık bana hiçbir şey söylemeyeceksin
Hiç ama hiç
Bir sürü adam çiçekler getirdi

Nutuklar bile söylendi
Ben hiçbir şey söylemedim
Seni düşündüm.


Philipe Soupault
Çeviren: Orhan Veli

Hastalık

Aralıksız burnunu sokması vardır tanrının
büyüde,
bir tin ya da bir varlık olarak değil de
yüreğin
daha çürümüş olduğu bir halde.
Çünkü nedir ki yürek?
Bir çürüme,
eti delen bir çürümenin
yürek sızısı ki
bu çarpan yıvışık kan organizmasını,
bu aralıksız depremi,
bu yaşama baygınlığını yaratır.
Nedir bir yürek atışı?
Ansızın akışı, orada taşması
duran bir yaşam,
ve yeniden yola koyulan.
Neyin itelediği?
Bilinmiyor.
Şimdiden siyah bir gerekirlik,
buyurgan bir beyin elisıkılığı,
kırmızı etin dışkısını kaldırır
ve onu içindekini vermeye iter,
istediğini ve içindekini söylemeye.
Dernek ki bu çürümedir tanrı,
bu kırmızı dışkı,
bu elisıkılık.
Çünkü, bir hastalıktır tanrı.
Yaratıcı değil, yaratılan ile
yaratılmayan arasındaki Gayya
kuyusudur o.
Hiçbir zaman yeri doldurulamayan ve
doldurulmayan uçurum,
ama insanın her kan çekici düşüncesinde,
her buyrukçu bunaltıda burgulanan,
sıkıntılı ve tedirgin, önüne
bir başka bunaltı daha koymak için:
ne'den yapıldığını bilmeyen hoşnutsuz Varlığınkini,

oysa insan, o bilir bunu,
tek sağlığı yerinde olsun.


Antonin Artaud
Çeviren: Enis Batur

Mumyaya Çağrı

Saltık karanlıkların başladığı
bu deri-kemik burun deliklerin,
ve bir perde gibi örttüğün
bu dudak boyası

Ve sana düşte kayan bu altın,
kemikten arındıran yaşam
ve içinden ışığa kavuştuğun
bu yanlış bakışın çiçekleri

Ve bağırsaklarını ters çevirdiğin
bu incecik eller, Mumya, korkunç
gölgenin bir kuş biçimini aldığı
bu eller

Ölümün kuşku verici bir ayindeki
gibi süslendiği bütün bu şeyler,
bu gölge gevezelikleri ve siyah
bağırsaklarının yüzdüğü altın

İşte oradan iletiyorum sana,
damarlarının kireç kaplı yollarından
ve altının benim üzüncüm sanki,
en kötü ve en güvenilir tanığım.


Antonin Artaud
Çeviren: Enis Batur

29 Haziran 2017 Perşembe

Özgür Birlik

Orman ateşi saçlı karım
Isı şimşeği düşünceli
Kaplan ağzında susamuru bel’li karım
En iri yıldızlar demeti ağızlı kokart ağızlı karım
Ak toprak üzerinde ak sıçan izi dişli karım
Amber dilli perdahlanmış cam dilli
Kesilmiş kurban dilli karım
Gözlerini açıp kapayan bebek dilli
İnanılmaz taş dilli karım
Çocuk el yazısı elif kirpikli karım
Kırlangıç yuvası kenarı kaşlı
Kış bahçesi tavanı şakaklı arduvaz şakaklı karım
Cam buğusu şakaklı
Şampanya omuzlu karım
Buz altında kalmış yunus başlı çeşme omuzlu karım
Kibrit bilekli
Rastlantı parmaklı kupa beyi parmaklı karım
Kesilmiş saman parmaklı
Zerdeva koltuklu karım
Saint-Jean gecesi ve kurtbağrı koltukaltlı karım
Deniz köpüğü ve bölme kollu karım
Değirmen ve buğday karışımı kollu
Füze bacaklı karım
Umutsuzluk ve saat makinesi devinimli karım
Mürver ağacı iliği baldırlı
Baş harf ayaklı karım
Anahtar demeti ayaklı su içen gemi işçisi ayaklı karım
İncili arpa boyunlu karım
Vald’Or boğazı boyunlu
Sel yatağının ta içinde sözleşmek boyunlu karım
Gece göğüslü
Deniz tepeciği göğüslü
Yakut potası göğüslü karım
Çiğ altında gül görüntüsü göğüslü
Günlerin açılan yelpazesi karınlı karım
Dev pençe karınlı
Dikey uçan kuş sırtlı karım
Cıva sırtlı
Işık sırtlı karım
Yuvalanmış dövülmüş taş ve ıslanmış tebeşir enseli
Ve biraz önce içilen bir bardağın düşüşü enseli karım
Tekne kalçalı
Avize ve ok tüyü kalçalı karım
Ak tavuskuşu tüyü sapı kalçalı
Duyulmaz dengeli
Kumtaşı ve amyant kabaetli karım
Kuğu sırtı kabaetli
Bahar kabaetli karım
Glayöl kasıklı
Altın damarı ornitorenk kasıklı karım
Yıllanmış bonbon ve yosun kasıklı karım
Ayna kasıklı
Islak gözlü karım
Menekşe zırh takımı ve mıknatıslı iğne karım
Uçsuz bucaksız çayır gözlü
Hapishanede içilecek su gözlü
Hep balta altında kalan odun gözlü
Su düzeyi gözlü hava toprak ve ateş düzeyli gölü karım


Andre Breton
Çeviren: Selahattin Hilav

Şiir

Yavrum bu senin gülüşünün ardında
Bütün sevda kelimeleri çırılçıplak
Memelerini tutup çıkarıyorlar boynunu
Sonra kalçalarını gözbebeklerini
Sonra ne varsa okşayış adına
Bütün bunları bulup çıkarıyorlar
Seni öptüğüm zaman gözlerinden
Yalnız sen göresin diye
Bu sevda kelimeleri


Paul Eluard
Çeviren: Cemal Süreya

Ölmemekten Ölmek

Gözkapaklarımın üzerinde ayakta duruyor
Ve saçları saçlarımın içinde
Biçimi ellerimin biçiminde
Gözlerinin rengi gözlerimin renginde
Gölgemde yitip gidiyor
Tıpkı bir taş gibi gökyüzünde.

Gözleri var her zaman açık
Ve bir an olsun uyutmaz beni.
Düşleri var apaydınlık
Güneşler buharlaştıran
Güldürür, ağlatır beni ve güldürür
Konuşturur beni söylemeksizin tek bir söz.


Paul Eluard
Çeviren: Özdemir İnce