Şiir, Sadece: Los libertadores
Los libertadores etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Los libertadores etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Aralık 2013 Cuma

Marti

Küba, köpüklenen çiçek, gürleyen
kızılın zambağı, yaseminçalısı,
çiçeklerin örgüleri altında bulmak zor
senin karanlığını, işkence edilmiş kömürünü,
ölümün bıraktığı o eski buruşukluğu,
köpükle örtülmüş yaraizini.

Ama son ağaçkabuklarının çatladığı
Marti'nin eşsiz bir badem gibi dinlendiği
için filizlenen kar'ın
ışıksaçan geometrisi gibi.
Yuvarlanan derinliğinde O havanın,
memleketin mavi merkezinde dinleniyor O,
ve bir su-damlası gibi parıldıyor
uyuyan tohumunun arılığı.

Kristalden O'nu örten gece.

Ağlayış ve acı, zalim damlalar
sızıp gidiyor bir kerede topraktan
sonsuz, uyuyan berraklığın mekânına.
Ara sıra batırıyor halk köklerini
gecenin içine dokununcaya dek
O'nun gizlenmiş harmanisinin durgun suyuna.
Ara sıra yeni biçilmiş tarlaları çiğneyen
öfkeli öç-isteği geliyor,
ve bir ölü düşüyor halkın çanağına.

Ara sıra vızıldıyor gömülmüş kırbaç yeniden
yüksek kubbenin havası içinden,
ve bir taçyaprağı gibi düşüyor kan
toprağa ve batıyor sessizliğe.

Hepsi ulaşıyor o sessiz parıltıya.
En küçük titreyiş vuruyor
gizlenmişin kristal kapısında.

Her bir gözyaşı ulaşıyor O'nun akıntısına.

Her bir ateş O'nun yapısının titremesine yol açıyor.

Ve işte böylece, dinlenen kaledeki,
zuladaki varsıl tohum
yükseliyor adanın savaşçılarına.

Çok özel bir kaynaktan geliyor onlar.

Kristal berrağı durumdan doğuyorlar.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

4 Aralık 2013 Çarşamba

Mina

Bir sürü dağın yamacından geldin
Mina, katı sudan bir iplik gibi.
Aydınlık İspanya, berrak İspanya
getirdi seni dünyaya acıyla, sen ey yılmaz
ve barındırıyorsun tırmalayan dağ dalgasının
parıldayan sertliğini.

Uzunca bir süre, yüzyıllar ve ülkeler boyunca
savaştı karanlık ve aydınlık senin beşiğinde,
hanedan armalarındaki tırnaklar
yırttı halkın ışığını,
ve sofu şahinleriyle
nöbet tuttu eski avcılar
ekmek için, yoksulların ırmağına
geçiş için izin vermediler.

Ama senin insafsız kulende
yarattın sen İspanya'yı, bu isyancı elmasa
ve ölen ve yeniden doğan ışıktan gelen akrabalarına
her zaman için bir siper.

Kastilya'nın bayrağında boşu boşuna durmuyor
komüncü rüzgârlarının rengi,
Garcialaso'nun mavi ışığı boşuna dalgalanmıyor
granit çatlakları arasında,
Cordoba'da, boşuna bırakmıyor Gongora arkasından
mücevherlerle dolu tepsilerini,
papazvari örümcekler arasında
ayazın inci-sokuşu.

İspanya, senin acımasız
geçmişinin pençeleri arasında salladı
masum halkını senin
acıların köklerini
ve yardım etti bu feodal dünyanın yük-eşeklerine
yılmaz ve dökülen kanla,
ve seninle ışık karanlık kadar yaşlı,
esneyen bir damarın yuttuğu.
Besle duvarcının barışını, meşelerin soluklarını
çaprazlayan,
Besle bağın ve hecelerin ışıldadığı
yıldızla süslenmiş kaynakları.
Yaşıyor çağının üstünde, kasvetli bir titreyiş gibi
avcı-şahin kayadan merdiveninde.

Açlık ve acı çakmaktaşıydı
ataların sahilinde,
ve halkın kökleriyle birlikte sürüklenmiş
tok bir patırtı
sundu dünyanın özgürlüğünü
şimşek ışıltısından bir sonsuzluğu
şarkıları ve partizanları.

Navarra'nın vadileri
sakladı genç ışıltıyı.
Mina buruşturdu uçurumu
partizanların değerli bir zinciri:
işgal edilmiş meskenlerden,
gece karanlığı halklardan
aldı ateşi O, besledi
yakıp yokeden direnişi O,
aşıp geçti karla kaplı kaynakları,
atağa geçti şaşırtıcı oklarla,
fırladı çıktı koyaklardan
ve fırınlardan patladı çıktı O.

Zındanlara gömdüler O'nu,
Ama dikkafalı, isyancı ve ezgi dolu
kaynağı geri döndü
dağdoruğunun yüce yeline.

İspanyol özgürlüğün rüzgârıyla
götürülür Amerika'ya O,
ve yeniden geçer gider
sınırsız yüreği ormanları
ve döller çayırları ve meraları.

Kavgamızda, toprağımızda
boşaltılır O'nun berrak dalgası,
savaşır paylaşılmaz
ülke dışına sürülmüş özgürlük için.

Meksika'da zincire vurdular suyu
İspanyol kaya yamaçlarından.
Ve şişen berraklığı
dokunulmaz ve suskun oldu.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

2 Aralık 2013 Pazartesi

Morazan

Gecedir ve Morazan uyanır.
Bugün mü, dün mü, yarın mı? Sen biliyorsun bunu.

Merkezi kuşaklar, ensiz Amerika,
yaratılmış gibi iki denizin
mavi dalgalarından, taşıyor kollarında
sıradağları ve zümrütten tüyü:
arazi, birlik, filinta tanrıça
doğdu deniz-köpüğünün kavgasından.

Nesiller ve kurtçuklar yavaşca kemirip tüketir seni,
fıkırdaşır üzerinde asalak hayvanlar
ve bir maşa uykundan ediyor seni
ve bir hançer kana buluyor seni,
yırtılırken bayrağın.

Gecedir ve uyanır Morazan.

Geliyor işte kaplanlar alazlı meşalelerle.
Senin barsaklarını yutmaya geliyorlar.
Yıldızı parça parça etmek için geliyorlar.
Geliyorlar,
küçük kokulu Amerika,
haça germek için seni, derini yüzmek için,
bayrağının metalini toprağa fırlatmak için.

Gecedir ve uyanır Morazan.

Kaşifler doldurdu meskenini.
Ölü bir yemiş gibi bölüştürdüler seni,
ve diğerleri koydu sırtına
kana susamış bir aşiretin dişlerini,
ve daha başkaları soydu soğana çevirdi denizlerini,
ağrılarında ağır kan.

Bugün mü, dün mü, yarın mı? Sen biliyorsun bunu.

Kardeşler, ağarıyor şafak. (Ve uyanır Morazan) .


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

Mülkler II

Dünya dolandı durdu daimi efendilerin
ve doblin kuruşlarının arasında. Neredeyse bilinmiyor,
yalnızca görüntülerden ve manastırlardan bir yığın,
bu mavi coğrafyanın hepsine
dağıtıldı çiftliklerde ve arazilerde.
Ölü odanın arasında geldi
melezin sıkıntısı
ve İspanyol ile köle-tacirinin kırbacı.
İspanyol asıllı olan kansız bir hayaletti
ufacık parçaları kemiren,
ta ki onlarla
kendisine küçük bir ünvan kazanana dek
altın harflerle boyanmış.

Ve kontlar gibi giyinmiş olarak gider
kasvetli karnavala,
öbür dilencilerin arasında gururla
gümüşten küçük değneğiyle.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

15 Ekim 2013 Salı

Pacaembe'da Söylenmiştir

Neler söylemek istemezdim ki sizlere bugün,
ey Brezilya'lılar,
kaç öyküyü, savaşı, umduğunu bulamamayı,
size anlatmak için
yüreğimde yıllardır taşıdığım utkuyu,
düşünceleri ve selâmları. And-dağı karlarının selâmlarını,
Pasifik Okyanusu'nun selâmlarını, geçip giderken
bana söyledikleri sözcükleri, işçileri, dağlıları,
duvarcıları, yurdumun bütün insanlarını.
Neler söyledi bana kar, bulut, bayrak?
Hangi gizini açtı bana denizci?
Neler söyledi o küçük kız uzatırken bana birkaç başağı?
Bir mesajı vardı onların: Prestes'e benden selâm söyle.
Bul O'nu, diyorlardı, yabanıl ormanda
ya da ırmak boylarında.
Kurtar O'nu esaretten, bul hücresini, çağır O'nu.
Ve eğer izin vermezlerse sana O'nunla konuşmana, bak yalnızca O'na yorgun düşene dek
ve anlat ertesi gün bize ne gördüğünü.

Gururluyum bugün O'nu utkulu yüreklerden
bir denizin çevirdiğini görmekten.
Şili'ye diyeceğim ki: O'nu selâmladım
halkının özgür bayraklarıyla dolu bir havada.
Paris'te bir kaç yıl önce bir akşam üstü bir halk topluluğuna
yaptığım bir konuşmayı
hatırlıyorum, cumhuriyetçi İspanya için
yardım istemeye gelmiştim
halk için bu kavgada.
Enkaz ve onurla sürülmüştü her yanı
İspanya toprağının.
Fransızlar dinledi benim dileğimi sessizlikte.
Yaşayan her şey adına yardım istedim
ve dedim ki onlara: Yeni kahramanlar, İspanya'da savaşanlar ve ölenlerdir,
Modesto, Lister, Pasionaria, Lorca,
Amerika kıtası yiğitlerinin oğullarıdır, kardeşidir
Bolivar'ın, O'Higgins'in, San Martin'in, Prestes'in.
Ve andığımda Prestes'in adını kocaman bir dalga
geçti gitti sanki
Fransa'nın göğünden: Paris selâmladı O'nu
Gözü-yaşlı yaşlı işçiler baktılar
Brezilya'nın içlerine ve İspanya'ya doğru.

Başka küçük bir öykü daha anlatacağım size.
Şili'de denizin altına uzanan büyük kömür-ocaklarına
yakın bir yerde, Talcahuano'nun soğuk limanına
çok uzun zaman önce bir Sovyet şilebi gelmişti.

(Daha diplomatik ilişkiler kurmamıştı Şili
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği ile.
Bu yüzden yasakladı aptal polis
Rus tayfaların karaya çıkmasını
ve Şili'lilerin gemiye binmelerini.)
Gece çöktüğünde
geldi büyük madenlerden binlerce işçi,
erkek, kadın ve çoluk-çocuk, ve her yandan
işaret verdiler bütün bir gece
küçük maden-lambalarıyla, yakıp söndürdüler,
Sovyet limanlarından gelen o gemiye.

O karanlık gece yıldız doluydu:
insan yıldızlarıyla, halk lambalarıyla.

Bugün de, bizim Amerika'mızın
her yanından, özgür Meksika'dan, özlem dolu Peru'dan,
Küba'dan, halk varsılı Arjantin'den,
Uruguay'dan, sen ey sürgündeki kardeşler için barınak,
ey Prestes, selâmlıyorlar küçük lambalarıyla seni
insanlığın yüce umutlarının ışıldadığı yerde.
Bu yüzden gönderdiler beni buraya
Amerika kıtasının göğü arasından,
seni görmek için ve sonra da anlatmak için
nasıl olduğunu, bunca yıl suskun olan liderin
neler söylediğini,
bunca zalim yılların yalnızlığı ve karanlığından sonra.
Onlara kin tutmadığını anlatacağım.
İstediğinin yalnızca memleketinin yaşaması olduğunu.

Ve özgürlük yeşermeli sonsuz bir ağaç gibi
derinliğinden Brezilya'nın
Brezilya, anlatmak istiyordum sana onca yıl susturulup da
bu yıl içimde derimle ruhumun arasında barındırdığım onca şeyi,
kan ve acı arasında, zaferler, şairlerin ve halkın birbirlerine
anlatacakları şeyleri: ne ki başka bir güne erteliyorum bunu,
bir güzel güne.

Bugün volkanlardan ve ırmaklardan büyük bir sessizlik
istiyorum.

Büyük bir sessizlik istiyorum dünyadan ve erkeklerden.

Amerika'dan büyük bir sessizlik istiyorum kardan
pampanın toprağına kadar.

Sessizlik: Halkın kaptanı aldı sözü.
Sessizlik: çünkü konuşacak Brezilya O'nun ağzıyla.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"
Brezilya - 1945

21 Eylül 2013 Cumartesi

Pedro de Valdivia'nın Yüreği

Bir ağacın dibine sıkıştırdık Valdivia'yı.

Yalnızca sabah bir yağmur mavisiydi
soğuk ipleriyle örtünmemiş bir güneşin.
Bütün şöhret, bu gümbürdeyen gökgürültüsü,
dinlendi karma-karışık bir halde
bir yığın yaralı çelikte.
Tarçın ağacı fırlattı dilini havaya,
ve çiyden ıslanmış ateşböceklerinin parıltısı
her yerde debdebeli monarşisinde.
Taşıdık giyitleri ve çömlekleri, dokumalar
evlilik bağı gibi sık,
takılar aybademleri gibi
ve davul doldurdu sanki
Araukanya'yı meşin ışığıyla.
Ağzına dek doldurduk kadehleri şirinlikle
ve dansettik, ayaklarla yere vurarak çıplak kemikleri,
kendi karanlık soyumuzdan yaratılmış.

O zamandan beri vurduk düşmanın yüzüne.

O zamandan beri kestik yiğit gırtlağı.

Aramızda bir nehir gibi bölüştüğümüz
cellâdın kanı ne güzeldi öyle,
hâlâ yanarken, hâlâ hayattayken O.
Sonra bir mızrakla vurduk göğsüne,
ve bir kuş gibi kanatlı yüreği teslim ettik
Araukanyalı ağaca.
Bir kan çağıltısı yükseldi tepesine dek.

Savaşın, güneşin, hasadın türküsü
fışkırdı bedenlerimizden yaratılmış
topraktan
volkanların ululuğuna doğru.
Paylaştırdık kanayan yüreği o zaman.
Deldim dişlerle bu çiçek-tacında
ve uyguladım toprağın yasasını:
'Sun bana soğukluğunu, ey kalleş yabancı.
Sun bana senin kaplan cesaretini.
Sun bana kanınla sulanmış öfkeni.
Sun bana ölümünü ki izlesin beni
ve ayırsın dehşeti seninkilerden.
Sun bana birlikte getirdiğin savaşı.
Sun bana gözlerini ve atını.
Sun bana senin karmaşık karanlığını.
Sun bana mısırın anasını.
Sun bana atın dilini.
Sun bana dikensiz anayurdu.
Sun bana utkulu barışı.
Sun bana yüce efendi tarçın-ağacının
soluduğu havayı.'


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

20 Eylül 2013 Cuma

Perde Arası: Sömürge Yırtıyor Ülkemizi I

Kılınç dinlence bulduğunda ve duygusuz
İspanya'nın oğulları, hayalet gibi,
yabanıl ormanlardan ve uzak eyaletlerden
gönderdiler kağıt dağlarını bir yakınma çığlığıyla
saraya, düşünceli monarka:
bütün öykü ağızdan ağıza yayıldıktan sonra
Toledo'daki sokakta
ya da Guadalquivir'in yokuşunda,
ve hortlaksı fâtihlerin partal
gemi donanımı
itildiler liman girişleri boyunca,
ve en son ölüler yatırıldılar tabuta
kiliselerde kanla oluşturulmuş
resmi geçitler için,
erişti yasa ırmakların dünyasına,
geldi dükkân sahibi para kesesiyle.

Sabahın enginliği karardı,
erkek-etekleri ve örümcek-ağları dağıttı
karanlığı, iğvayı, şeytanın
ateşini insan meskenleri arasına.
Bir kandil aydınlattı
sonsuz kar ve bal levhalarıyla dolu,
koskoca Amerika'yı
ve yüzyıllarca batık bir sesle konuştu insan,
öksürdü koştururken sokaklarda
ve haç işareti yaptı avlanırken para için.

İspanyol asıllı geldi dünyanın caddelerine.
Zayıflamış haçlar arasında çekti içini aşktan,
temizlerken deliği
ve ararken hayatın
saklı patikasını
kilise masasının altında.
Balmumu ışığın tohumunda mayalandı
kent siyah cübbeler altında
ve kazınmış balmumundan
biçimlendirildi cehennemsi mahalleler.

Amerika, bir zaman mahogni-ağacının tacıydı
yarayla dolu bir köpüklenişti,
gölgelerle dolup taşan bir ordu hastanesi,
ve serinliğin yaşlı, yayılmış bölgelerinde
büyüdü kurtçuğun alçakgönüllülüğü.
Altın yükseltti havaya çıbanlarını
katı çiçeklerini, suskun asma-kütüklerini,
batık karanlığın binalarını.

Bir kadın irin topladı
ve irinle dolu olan bardağı boşalttı her gün
gökyüzü onuruna,
açlık dansederken altın
Meksika madenlerinde
ve Peru'nun Anddağı'na özgü yüreği
ağladı usulca kömürle
paçavraların altında.

Bu kasvetli günün karanlığında
yarattı dükkân-sahibi imparatorluğunu,
idareli kullanarak kafirin ateşini aydınlattı
ve toplayarak kırıntıları,
şimdi bir köz yalnızca, kabul ettiği
küçük bir kaşık İsa.
Ertesi gün, hazırlarken onlar
entarilerini, hatırladı hatunlar
çılgına çevrilmiş bedenlerini,
ateşle dövülmüş ve yutulmuş,
mahkeme-bekçisi araştırırken
küçük lekeyi yakılanın ardından:
yağ-izi, kül ve kan
köpeklerin yaladığıydı.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

11 Eylül 2013 Çarşamba

Recabarren İçin

Recabarren İçin
I

Dünya, dünyanın metali, o yoğun
güzellik, mızrak, lamba ya da yüzük
olacak demir dolu barış,
saf irin, zamanın
satınalma gücü, çıplak toprak için
hekimlik sanatı.

Mineral batmış ve gömülmüş
bir yıldız gibiydi.
Gezegenin nabızatışları altına saklandı
ışık gram gram.
Kalın harmani, balçık ve kum
örttü senin yarıküreni.

Ne ki sevdim senin tuzunu, yüzeyini.
Senin ağır yağmurunu, gözkapağını senin, görünümünü.

Katı arılığın ayarında
türkü söyledi elim: zümrüdün
gelinsi çoban-şiirinde alıntı yapıldı benden,
ve demirin boşluğunda koydum bir gün yüzümü
uçuruma dek, direnç ve çoğalım aktı gitti benden.

Ama bir şey bilmiyordum ben.

Demir, bakır, tuz biliyordu bunu.

Altın her çiçek koparıldı kanla.
Her metalin bir askeri var.


Bakır
II 

Bakıra geldim, Chuquicamata'ya.

Akşamdı sıradağlarda.
Hava buzsoğuğu bir cam gibiydi
kuru berraklıktan yapılmış.
Daha önce bir çok gemide yaşamıştım,
ama çölün gecesinde
parıldadı bu muhteşem maden
göz-kamaştıran bir gemi gibi
bu gecesel tepelerin
parıldayan çiyi altında.

Kapattım gözlerimi: Uyku ve gölge
gerdi güçlü tüyünü
üzerime dev bir kuş gibi.
Sallanırken elemli araba
bir bu yana bir öbür yana, fırladı
yakındaki yıldız, bir mızrak gibi
delip geçen gezegen
buzsoğuğu bir ateşten donmuş bir şimşek
ve bana yöneltilmiş bir tehdit.

Chuquicamata'da Gece
III 

Gece zaten koyuydu, uçurum derinliğince bir gece
bir çanın içindeki boşluk gibi.
Ve gördüm gözlerimin önünde amansız duvarları,
kırıyordu bakırı bir piramitte.
Yeşildi buraların kanı.

Ta ışığa boğulmuş gezegenlere dek ulaştı
bu yeşil, bu gecesel ihtişam.
Damla damla yarattı insan
turkuvaz bir sütü,
sonsuzlukta parıldayan
taştan bir şafağı,
ötesinde kumgecesinin
yıldız kuşanmış, açık toprağını.

Adım adım sürükledi beni Sendika'ya
o zaman
kendi eliyle karanlık.
Şili'de olmuştu bu,
Temmuz ayında, o soğuk mevsimde.

Adımlarımın hemen yanından geçiyordu günler
(ya da yüzyıllar) (ya da sadece aylar
bakırdan yapılmış, taştan yapılmış ve taştan ve taştan,
yani: zamanla cehennemden yapılmış:
bitimsiz olandan yapılmış, kükürt-sarısı bir elin
desteğiyle yapılmış)
yalnızca bakırın tanıdığı
başka adımlar ve ayaklardan.

Kirli bir kalabalıktı,
açlık ve paçavralar, yeraltında
geçitler açan yalnızlıklar.
O geceyi görmedim
sayısız yaralarının resmi törenle geçişini
madenin merhametsiz sahilinde.

Ne ki durdum baktım bu acıların tarafında.

Bakırın omurgakemikleri ıslaktı,
Terli darbelerle çıkarılmış
And-dağı havasının bitimsiz ışığında.
Kazıp çıkarmak için bu mineralsi kemiklerini
yüzyıllarca gömülü kalmış heykelin
inşa etti insan
bu boş tiyatronun galerilerini.
Ne ki bu katı öz,
gelişmesindeki taş, bakırın
utkusu kayboldu ve bıraktı arkasında volkanın emrettiği
bir krateri, tepelerde soluk bir delik bırakan
bu yeşil yıldızı
demircil bir tanrının göğsünden sökülmüş.


Şilililer
IV 

Bunların hepsini yaratan senin elindir.

Senin elindi, bu mineralsi köylünün
tırnakları, savaşılmış
'tantanacı halk yığını', insandan malzeme
serildi ayaklar altına, paçavralar içindeki küçük insan.
Senin elin bu coğrafya gibiydi:
gömdü bu kraterlerin yeşil karanlığını,
okyanussu taştan bir gezegeninin temelini attı.

Cephanelikler arasında dolaştı,
bükülmüş kükürdü toparladı
ve barut koydu her yana
baygın bir tavuğun
yumurtlaması gibi.

İnanılmaz bir krater hakkında bu anlatılanlar:
ta dolunaydan
görünür dibi
ki gömülmüş el ele
Rodriguez diye biriyle, Carrasco diye biriyle,
Diaz İturrieta diye biriyle,
Abarca diye biriyle, Gumersindo diye biriyle,
Şili'li biriyle, binlercedir adı O'nun.

Bu sınırsızlık sürükledi
paçavralar içindeki Şili'liyi, adım adım, birlikte
kazılıp açılmış topluluktan, bir gün
ve bir gün daha, bir kış daha,
çıplak yumruklarla, hızlı, tepelerin
sürükleyen atmosferi,
ve kümeledi toprağın bölgeleri arasında.


Kahraman

Yalnızca bir çok parmağın gürültücü
hızı değildi bu, yalnızca kürek değildi bu,
yalnızca kol değil, kalça, insanın bütün
ağırlığı ve enerjisi:
ağrıydı, belirsizlik ve hiddetti
kazan her bir santimetresini
kireçli tepeyi ararken
yıldızın yeşil damarlarını,
gömdülerdi kuyruklu-yıldızların
fosforışıklı kuyruklarını.

Kansı tuz doğdu insanın
eridiği kuyudan.

Çünkü hırçın Reinaldo'ydu O,
taş-arayıcısı, yorulmaz
Sepelveda, oğlun senin, teyzen
Eduviges Rojas'ın yeğeni,
mineralsi sıradağları havaya uçuran
ateşli kahraman.

İnsan hayatına ve toprağa,
en içteki dölyatağının taşkınlığına
sızmasını bilen biri gibi
bozguna uğrattım kendi kendimi:
batıncaya dek sarkıtlar gibi
gözyaşının sellerinde insana,
zavallı, düşmüş kandan,
toza bulanmış terden.


Görevler
VI 

Başka bir keresinde Lafertte'yle gittik çok uzaklara
mavi, el etek çektiren İquique'den
Tarapaca'dan
kumun sınırları boyunca.

Elias gösterdi bana güherçile-işçisinin
küreğini. Her bir adamın parmakları
gömülmüş duruyordu
tahtadan sapına küreğin:
her bir parmak ucundan ötürü
aşınıp gitmişti kürek.
Kürekteki bu ellerin damgası
ezdi çakmaktaşını,
ve böylece açtılar topraktan ve taştan,
metalden ve asitten mahzenleri,
bu acılı tırnaklar, gezegenleri
havaya uçuran
ellerin bu simsiyah zinciri,
madenleri gökyüzüne doğru kaldırıyor
ve diyor ki kutsal kitaptaki
öyküye benzeyen bir masalda olduğu gibi:
'İlk günü bu yeryüzünün.'

İşte, kimsenin daha önce görmediği
(başlangıç gününe kadar) ,
ayağa kalktı küreğin ilk örneği
cehennemin kırıntıları üzerinden: baş etti onlara
kaba, ateşli elleriyle,
açtı toprağın yaprağını,
ve mavi gömlek içinde atıldı ileriye,
beyaz dişli rehber,
güherçilenin kâşifi.


Çöl
VII

Büyük kumçöllerinin katı yemek-yeme zamanı
geldi çattı:
dünya çıplaktı,
sereserpeydi, yalıtılmış ve ak-paktı en uçtaki
sınırına dek kumun:
yaşayan tuzun, yalnız tuz-kuyularının çıkardığı
hışırtıya kulak ver:
güneş dinamitliyor pencererini o boş sonsuzlukta,
ve toprak savaşıyor ölümle, tuzun inildeyen
kuru, yarı boğulmuş sesinin altında.


Noktürn
VIII

Çölün çevresine gel,
bozkırın koyu, havalı gecesine,
gecenin yıldızdan ve uzaydan oluşmuş çevresine gel,
Tamarugal bölgesinin zamanda yitmiş
bütün sessizliği topladığı yere.

Uzaklıktan ve aydan yapılma bir kubbede
kireçmavisi bin yılların sessizliği,
oluşturmakta gecenin çıplak coğrafyasını.
Seviyorum seni, eldeğmemiş toprak, sevdiğim gibi
o kadar zıt şeyi:
çiçeği, sokağı, ırmak yüzeyini, dinsel töreni.

Seviyorum seni, ey okyanusun temiz bacısı.
İnsansız, duvarsız ya da bitkisiz,
kimseler beni desteklemeden
başarmak zordu benim için bu boşluğun okulunu.

Yalnızdım bir başıma.
Hayat ovalar ve yalnızlıktı.

Bu dünyanın erkeksi bağrıydı.

Ve sevdim senin sarp biçiminin düzenini,
boşluğunun kesin sonsuzluğunu.


Çorak Toprak
IX

Yutulmuş çorak toprakta insan
yaşadı kemirerek çıplak toprağı.
Önüne geldim tam mağaranın,
daldırdım elimi bitlerin arasından,
dolaştırdım raylar boyunca
avutulmaz şafağa dek,
uyudum katı talaşlar üzerinde,
işten çıktım akşama doğru,
buhar ve iyod kasıp kavurmuştu beni,
tokalaştım o adamla,
konuştum genç karısıyla O'nun
eşikte arasında tavukların,
arasında paçavraların, sefil yoksulluğun
bütün kokuları arasında.

Ve birleştirdiğimden bir çok
acıyı, topladığımdan
ruhun çanağında onca kanı,
gördüm temiz odaların birinden,
akıl ermez bozkırdan,
bir insanın geldiğini, aynı çeşit kumdan yapılma,
bir kımıldamaz, her şeyi barındıran çehre,
muhteşem bir gövde için biraz giysi,
inatçı lambalar gibi
bir çift yarı kısılmış göz.

Recabarren'di adı O'nun.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den - "Canto General"

10 Eylül 2013 Salı

Reis'in Terbiyesi

İnce bir oktu Lautaro.
Esnek ve maviydi babamız.
İlk gençliği sessizlikti yalnızca.
Çocukluk yılları eylemdi.
Gençliği hedefi belirli bir rüzgârdı.
Hazırladı kendini uzun menzilli bir mızrak gibi.
Alıştırdı ayaklarını çağlayanlara.
Dikenler arasında geliştirdi ruhunu.
Yarıştı Guana-ineğiyle.
Hayvanların kış-uykusunda yaşadı.
İzledi kartalların öğünlerini.
Büktü kayaları sırlarından.
Ateşin çimen-yaprağını yaşattı.
Soğuk ilkbaharla beslendi.
Yakıldı cehennemsi uçurumlarda.
Zalim kuşlar arasında avcıydı.
Utkularla renklendi elleri.
Okudu gecenin saldırısında.
Karşı durdu çökerten kükürde.

Beklenmedik ışık, hız oldu.

Sonbaharın duraklayışını öğrendi.
Çalıştı görünmez hayvan-inlerinde.
Sonsuz kar'ın çarşaflarında uyudu.
Okların yolunu düzeltti.
Av-eti kanını içti yollarda.
Ele geçirdi dalgalardan defineyi.
Tehdit yaptı kendini kasvetli bir tanrı gibi.
Yedi her bir halk-mutfağından.
Öğrendi şimşeğin alfabesini.
Tarttı saçılmış külü.
Kara deriler sardı yüreğini.
Farketti dumanın spiral ipliğini.
Kendisini inşa etti suskun liflerden.
Zeytinin yüreği gibi yağladı kendini.
Katı ve şeffâf kristal oldu.
Fırtına rüzgârı gibi sınadı kendini.
Savaştı kan susana dek.

Böylece halkına yaraşır olabildi. 


Pablo Neruda
"Los libertadores"den - "Canto General"

24 Ağustos 2013 Cumartesi

San Martin

San Martin, öyle uzun süre dolandım ki bir yerden
öbür yere, sildim senin elbisenle izlerimi,
biliyordum bir gün seninle karşılaşacağımı
sıradağların bittiği yerde
eve dönüş yollarında dolanırken
sende miras kalan ve her şeyi süpüren fırtınada.
Öyle zordu ki pamuk çalılarının budakları arasında
ayırmak, kökler arasında,
patikalar arasında yüzünü göstermek,
kuşlar arasında bakışını yakalamak,
havanın içinde varlığınla karşılaşmak.

Bize verdiğin topraktın sen, kokusuyla
havayı kamçılayan nerde olduğunu ve
memleket havası ve çimen kokan esansının
nereli olduğunu bilmediğimiz
bir ceron dalıydın sen.
San Mart¡n, dört nal gidiyoruz senin adında,
şafakla koyuluyoruz yola bedenin üstünde
sürmek için atlarımızı, içine çekiyoruz
senin gölgeni hektarlarca
ve tutuşturuyoruz ateşi senin uzun boyunda.

Bütün kahramanlar içinde enginliksin sen.

Başkaları plato'dan platoya göçtü gitti
dörtyoldan kasırgaya doğru,
ama sen sınırlardan oluşuyorsun
ve başlıyoruz coğrafyana bakmaya,
senin sonlu tepelerine, senin bölgene.

Zaman kendi kaynağında
sonsuz bir su gibi
çekememezliğin kemiklerini fışkırttığında,
keskin ateşin görüntüsünü,
daha çok toprak içeriyorsun,
köklerinin filizi daha da kaplıyor yüceleri,
sunuyorsun ilkbahara büyük armağanını.

Hemencecik duman oluyor adam yaptığı binadan
yükseliyor göğe, kimse doğmuyor yeniden
yanıp yok olmuş çam fıçısından:
çözülüşü arasında yarattı hayatı
ve düştü yalnızca toz kalmışken geriye.

Öümde daha çok yeri kucakladın.

Öümün bir tahıl ambarının sessizliği oldu.
Hayatın geçti gitti başka hayatlarla birlikte
Kapılar açıldı, duvarlar yükseldi
ve başak filizlendi yayılmak için.

San Marti, başka kumandanlar
senden daha da berrak parıldıyor, fosfor ışıltılı
tuzla süslenmiş asma çubuğu taşıyorlar,
gene başkaları konuşuyor çağlayanlar gibi,
ama kimseler senin gibi değil, kuşanmışsın sen
toprak ve yalnızlıkla, kar ve yoncayla.
Irmaktan geri döndüğümüzde rastlıyoruz sana,
selâmlıyoruz seni çiçeklerle.
Tucumanya'nın taşralı biçiminde,
ve ötelerde yollarda görüyoruz
seni at sırtında, avlanarak gidiyorsun
uçuşan harmaninle, ey toz-grisi baba.

Olgunlaşıyor bütün güneş ve ay
ve bu koca rüzgâr
akraban, yalın akraban: gerçeğin
toprağın gerçeğiydi, tuzlu bir hamur,
ekmek kadar vazgeçilmez, soğuk bir dilim
balçıktan ve buğday başağından, gerçek bir bozkırda.

Ve tam da böylesin işte, ay ve dörtnala
asker kampı ve fırtına
tekrar kavgaya gittiğimiz
yoldaki kentler ve tepeler arasında,
kuruyorsun topraksı gerçeğini,
dağıtıyorsun yayılmış mısırtohumunu
ve havalandırıyorsun başağın sayfalarını.

Böyle olmalı, ve izin verme huzur bulalım
Savaşlardan sonra senin bedenine
tırmanmadan önce
ve senin büyüyen barışının yayılışında
bulduğumuz amacın uyumasına.


Pablo Neruda
"Canto General"den "Los libertadores"
1810

Sandino

Toprağımıza
diktiğimiz zamandı
mezarhaçlarını,
sakat, profesyonel mezarhaçlarını.
Dolar saldırgan dişleriyle geldi
yutmak için toprağı
Amerika'nın çobansı boğazından.
Acımasız çenesiyle yakaladı Panama'yı,
geçirdi dişlerini genç toprağına,
düşürdü kendini çamurun, viskinin ve kanın içine,
ve diplomat kılıklı bir Başkan dua etti:
'Gündelik rüşvetimiz
bizden eksik olmasın.'
Derken ulaştı çelik,
ve böldü kanal ikiye insanların meskenlerini,
beyler bu tarafa, hizmetkarlar öte tarafa.

Yöneldiler Nikaragua'ya doğru.

Beyazlar giyinmiş olarak geldiler ülkeye
ve dağıttılar dolarlarla kurşunları.
Ne ki ayağa kalktı bir lider
ve dedi: 'Hayır, gelemezsin buraya
tekelci emellerin ve şişenle.'
Onu başkan yapacaklarını söylediler
eldivenli, hamayıllı ve yenimoda
güzelim rugan ayakkabılı.
Çıkardı çizmelerini Sandino,
yitti gitti titreyen bataklıklarda,
bağladı kendine yabanıl ormanda
hayatın rutubetli hamaylını
ve yanıtladı 'uygarlık yayıcıları'nın
kurşunlarını kurşunlarla.

Kuzey Amerikan öfke
sınırsızdı: belgelerle
ikna etti elçiler
dünyayı ki bütün sevdikleri
Nikaragua'ydı, ve düzen
bir kerecik ulaşmalıydı
uykuya batmış ruhuna.

Toparladı Sandino bağımsızları.

Wall Street'in kahramanlarını
yuttu bataklıklar,
bir şimşekparıltısı öldürdü onları,
bir çok pala-kılıç peşindeydi onların,
gecede bir yılan gibi
peşindeydi bir urgan onların,
ve asılmışlarken bir ağaçta
yavaşça yok edildiler
mavi kanatlı böcekler
ve açgözlü sarmaşanlarca.

Sandino sessizlik içindeydi
Halk Meydanı'nda, her yer
Sandino'ydu,
O öldürdü Kuzey Amerikalıları,
O idam etti davetsiz konukları.
Ve uçaklar geldiğinde,
zırh kuşanmış ordunun
saldırganlığı, ezici
güçlerin masrafı,
Sandino partizanlarıyla birlikte
balta girmemiş bir ormanın hayaleti gibiydi,
kendi kendisine katlanan bir ağaçtı,
uyuyan bir kaplumbağa
ya da hızla akan bir ırmaktı.
Ne ki ağaç, kaplumbağa ve ırmak
kindar ölümdü,
balta girmemiş ormanın düzeni,
örümceğin ölümcül ârazıydı.

(1948 yılında
Yunanistan'da bir partizana,
Sparta'nın direğine,
ışık kutusuna saldırdı
doların kiralık çırağı.
Dağlardan ateş püskürttü O
Chicago'nun mürekkepbalıklarına,
ve Nikaragualı kahraman
Sandino gibi, çıktı O'nun da adı
'Dağların eşkiyasına')

Ateş, kan ve dolar
yıkamadığı için Sandino'nun
onurlu kulesini,
barış istedi Wall Street'in savaşçıları
ve davet ettiler partizanı
barışı kutlamaya,
ve yenilerden bir hain otuz dolar için
boşalttı tüfeğini üzerine O'nun.

Somoza'dır hainin adı. Bugün hâlâ
yönetiyor O Nikaragua'yı:
o otuz dolar büyüdü
ve üredi O'nun işkembesinde.

Nikaragua'nın kaptanı Sandino'nun öyküsü
işte böyle,
bölünen ve saldırıya uğrayan
şehit edilen ve işkence edilen
toprağımızın
yürek buran yeniden doğumu.


Pablo Neruda
"Canto General"den "Los libertadores"
1926

4 Temmuz 2013 Perşembe

Siste Ölür Miranda

Günün geç saatinde Avrupa'nın içine daldığınızda
yüksek şapkanızla birden çok baharla
süslenmiş bahçede fıskıyenin mermeri
yanında düşerken eski altından yapraklar
İmparatorluğun üstüne
kapıda çiziktirilir bir biçimin hatları
Sankt Petersborg'un gecesine doğru.
Büyük kızağın çanı titreşir
ve birileri o beyaz yalnızlıkta ya da
aynı türden
bir adım aynı soru
eğer çıkarsan Avrupa'nın
süslü kapısı arasından siyah giysili efendi bir bay
zeki tanıma işareti altından bir emir şeriti
Özgürlük Eşitlik bak alnına O'nun
yankılanan ağır toplar arasından
adalarda tanıdı halılar O'nu
Sanıyorum girdi içeriye okyanusları alan
Bütün gemiler ve sis
adım adım izliyor O'nun gündüz işini
mason localarının kitaplıklarındaki bir oyukta bulunan
şöyle ya da böyle bir eldiven kılıç bir kartla
yazı dosyası ağzına dek dolmuş olarak
havagemileriyle dolmuş kentlerle
Trinidad'ta sahile karşı duman
bir savaştan ve bir başkası daha ve deniz taptaze
ve bir kez daha Bay caddesinin merdivenleri atmosfer
ki solunmazmışcasına karşılıyor O'nu
bir elmanın yoğun özü gibi
ve bir kez daha bu asilzade eli bu maviye çalan
savaşçı eldiveni saray odasında
sonsuz yollar savaşlar ve bahçeler
yenilgi dudaklarında başka bir tuz
başka bir tuz değişik bir yakıcı sirke
Cadiz zincirlenmiş duvara
ağır halkalarla düşünceleri soğuk
korku kılıçtan zaman tutsaklık
farelerin arasına inecekseniz bu yeraltı tüneline
ve cüzzamın granit kayasına bir başka kilit var
asılı tabutta o eski yüz
ki ölüp gitti orda ölü bir söz
bir söz adımız bizim dünya
adımlarının gittiği yere doğru
özgürlük titreşen alevi için O'nun
batırıyorlar O'nu suya halatlarla
düşman toprak selâm sabah yok ve soğuk
mezar soğukluğu Avrupa'da.


Pablo Neruda
"Los libertadores'den, Canto General"
(1816)

27 Haziran 2013 Perşembe

Sucre

Yaylada yaşıyor Sucre
dağların sarı yüzünde,
Higaldo düşer, Morelos yakalar
sesi, bir çanın titreyişi
dikilir toprağa ve kana.
Paez dolanır yolları
ve dağıtır fethedilmiş gökyüzünü,
çiy düşer Cundinamarca'da
yaraların kardeşliği üstüne,
yurdun genişliklerinden o saklı
hücreye dek ayaklanmış halk doğrulur,
ayrılıklardan ve dörtnalalardan
bir dünya oluşur,
çünkü her bir dakikada bir bayrak doğar
merakla beklenen bir çiçek gibi:
kanlı şallardan ve özgürlüğün
kitaplarından yapılma bayraklar,
yolların tozu boyunca
sürüklenmiş, süvarilerden aşınmış
eriten atışlar ve şimşekle
yayılan bayraklar.


Bayraklar

Bayraklarımız o kokulu
zamandan, handiyse dikildiler,
handiyse doğdular, saklılar
derin bir aşk gibi, birdenbire
tutuştular sevgili barut-dumanının
mavi rüzgârında.

Amerika, yaygın beşik, yıldız-duvar,
olgun nar,
birdenbire doldu senin coğrafyan
arılarla,
kiremit ve taşla
taşınmış bir vızıltıyla, elden ele,
şaşırmış bir petek gibi cadde
giysilerden bir yığın oldu birdenbire.

Atışların gecesinde
parıldadı dans gözlerinde,
bir portakal gibi
yükseldi portakal çiçeği gömleklere,
ayrılış öpüşü, undan öpücük,
sevgi sıkı sıkı bağladı öpücüğü,
ve savaş şarkı söyledi
gitarına yollarda.


Pablo Neruda
"Los libertadores'den Canto General"

13 Haziran 2013 Perşembe

Şili'li Balmaceda

Londra'dan geldi Mr. North.

Güherçile-zenginidir O.
Önceleri bozkırda çalıştı bir zaman
ırgat olarak,
ne ki yükseldi sonra ve kayboldu ortadan.
şimdi geri dönüyor, İngiliz pounduyla sarmalanmış.

Yanında iki arap atı
ve saf altından yapılma
küçük bir lokomotif getiriyor. Armağan bunlar
Başkan'a, nam-ı diğer
Jose Manuel Balmaceda'ya.

'You are very clever, Mr. North.'

Ruben Dario gidip geliyor bu eve,
bu başkanlık-sarayına, istediği zaman.
Bir şişe konyak her zaman hazır ve nâzır.
Genç Minotauro, gizlenmiş ırmağın sisine,
ses sadayla aşıp giden,
Mr. North için çıkılması çok zor olan
büyük merdivenlerden çıkıyor yukarıya.
Başkan yenilerde döndü geriye
avutulmaz, güherçile dolu Kuzey'den,
şöyle söyledi orada: 'Bu toprak, bu varsıllık
Şili'nin olacak, bu beyaz maddeyi
halkım için okula, yola,
ekmeğe dönüştüreceğim ben.'
Şimdi, sarayda, arasında bütün evrakların
bakıyor ince profili, gergin bakışları
çorak topraklarına güherçilenin.
Soylu yüzü gülmüyor.
Başın solgun alımı
taşıyor ölmüş birinin antik damgasını,
memleketin eski atalarından birinin damgasını.

Bütün varlığı resmî bir tetkikde.

Buz soğuğu bir rüzgâr bozuyor
huzurunu ve düşüncelerini O'nun.

Geri çevirmişti Mr. North'un atlarını
ve o küçük altın makinayı. Bakmadan geri gönderdi
onları sahibine, O büyük gringo.
Elini handiyse kımıldattı, umurunda değildi.
'Şimdi, Mr. North, hiç bir ayrıcalık
veremem size,
memleketimi City şirketinin gizli emellerine
bağımlı kılamam.'

Mr. North soluğu kulüpte alıyor.
Yüzlerce viski geliyor masasına,
yüzlerce akşamyemeği avukatlara,
Parlamento'ya, şampanya
muhafazakarlara.
Çöküyor acentalar kuzeyin başına,
teller geliyor, gidiyor ve geri dönüyor.
Hoş pound ve sterlin
örüyorlar altından örümcekler gibi
gerçek bir İngiliz giysisini
halkıma, terzi elinden çıkma bir giysi
kandan, baruttan ve sefillikten yapılmış.

'You are very clever, Mr. North.'

Karanlık çevreliyor Balmaceda'yı.
Günü gelince hakaret ediyorlar O'na,
alay ediyor O'nunla aristokratlar,
Parlamento'da tehdit ediyorlar O'nu,
yeriyorlar, arkasından konuşuyorlar O'nun.
Kavga için kışkırtıp yeniyorlar O'nu.
Ama yeterli değil daha bunlar: gerçekleri de
çarpıtmaları gerekiyor. Zengin üzümbahçeleri
'fedakarca' davranıyor, ve alkol
boğuyor o iğrenç geceyi.
Şık giyimli gençler
işaretliyor kapıları ve bir istilâ sürüsü
saldırıyor evlere, atıyorlar piyanoları
balkonlardan dışarı.
Lağım benzeri
bir aristokrat piknik
ve Fransız şampanyası kulüpte.

'You are very clever, Mr. North.'

Arjantin elçiliği açtı
kapılarını Başkan'a.
O akşam hemen güvenlik diye
yazdı elinin içine,
kara bir kelebek gibi
yükseliyor gölgesi içine
gözlerinin bitkin gizemdoluluğunun.

Ve gururlu alnı O'nun
çıkıyor o küçük odanın
yalnız dünyasından
ve aydınlatıyor karanlık geceyi.
Yazıyor temiz adını,
öğretmenden öğrendiği
büyük, derli toplu harflerle.

Elinde tabancası var.

Pencereden görüyor
en son göreceği memleket parçasını
ve düşünüyor Şili'nin yayılmış
bedenini, gecede bir kitap sayfasıymışcasına
uğramış saldırısına karanlığın.
Yolculuğa çıkıyor şimdi de, ve görmeden kayıyor bakışları
bir trenin penceresinde kayarcasına
tarlalara, ev sürülerine,
kulelere, sel basmış enlemlere,
yoksulluklara, acılara, paçavralara.
Hatasız bir düş kurguladı,
bu umutsuz manzarayı değiştirebileceğine dair,
halkın saldırılan bedenini
koruyabileceğine dair bir düş.

Şimdi çok geç, tek tük silah sesleri
duyuyor, zafer kazanan komutanın bağırışını,
o hain saldırının, ulumalarını
'aristokrasi' 'nin, duyuyor
son mırıltıları, büyük sessizliği,
ve böylece kapatıyor gözlerini hayata.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den "Canto General"
(1891)

11 Haziran 2013 Salı

Şili Topraklarında Uygun Adım

Ta Dünyanın Güneyucu'na dek üşüştü İspanya.
Eğilip bükülerek
araştırıyordu kar'ı sırık İspanyollar.
Bio Bio ciddi ırmak,
'dur' dedi İspanya'ya.
Yeşil ipliği titreyen bir yağmur gibi asılan
Maiten orman
dedi ki İspanya'ya: 'Devam etme.'
Suskun sınırların Titan'ı, karaçam
konuştu gökgürültüsüyle.
Ne ki, hançer ve sıkılmış yumruk gibi ulaştı
memleketimin ortasına kâşifler.
Yüreğimin yoncalarda uyandığı
İmperial ırmağının kıyılarına dek
fırlattı kasırga kendini sabah-ışığına.
Kasvetli kristalin kıyıları arasındaki
bir çanak gibi köpüklenerek
uzattı balıkçılın geniş ırmak-yağını
adalardan hiddetli denize doğru.
Sahilinde yayıldı çiçektozu
şiddetli etaminlerden bir halı
ve denizin ötesinde kımıldattı rüzgâr
bütün sonbaharın hecelerini.
Araukanya'nın fındıkağacı
çekti gönderine sevincin alazını asılı salkımları
yağmurun toplanmış temizliğin yanına
kaydığı her yerde.
Mis kokuyla bürülüydü her şey,
yeşille yıkanmış ve yağmur ağırlığı ışıkla,
ve her bir buruk kokulu koru
kış'ın yayılmış bir dalıydı
ya da yolunu yitirmiş deniz tertibi
hatta okyanus çiy'iyle sarhoş.
Kuşlardan kule ve tüy
ve tınlayan yalnızlıktan bir fırtına
yükseldi yarıklardan,
çiçeklenen topa-topa
sarı öpücüklerden bir tespihken
dev eğrelti-otlarının kıvrılan
yeleleri arasındaki nemli gizlilikten.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den "Canto General"

22 Mayıs 2013 Çarşamba

Toussaint L'ouverture

Tatlı karmaşıklığından fırlatıyor
dokunaklı çiçeklerini Haiti,
bakımlı bahçelerini, ihtişamın
binalarını; denizi,
karanlık bir ata gibi beşikleri
tenden ve yerden oluşan onurunu.

Toussaint L'ouverture bağlıyor
bitkilerin mutlak hükümdarlığını,
zincire vurulmuş o majestelerini,
davulların tok seslerini,
ve saldırıya geçiyor, yolları kesiyor, tırmanıyor,
emrediyor, kovuyor düşmanı ve davet ediyor inadına
doğuştan hükümdar gibi,
ta düşene dek O karanlık
ağa ve götürülene dek denizler ötesine,
yerlerde sürünmüş ve ayaklar altında ezilmiş
geri dönen halkı gibi,
fırlatıldı soğuk depolara ve mahzenlerin
saklı ölümüne.
Ne ki Ada'da kayıyor kayalar,
konuşuyor saklanmış dallar,
umutlar gönderiliyor,
yükseliyor kalenin duvarları.
özgürlük senin ormanın,
benim kara kardeşim, saklıyor
senin sonsuz acının anısını:
geçmişin kahramanları
senin sihirli köpüğünü korusun.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den "Canto General"

Tupac Amaru

Concorcanqui Tupac Amaru,
Bilge efendi, adil baba,
Gördün avutulmaz ilkbaharın
Tungasuca'ya yükseldiğini
Anddağlarının basamakları boyunca,
ve ilkbaharla birlikte tuzu ve felaketi,
adaletsizliği ve zulmü.
İnkaların Reisi, Reis Baba,
gözlerine gizlendi her şey.
Bir sandıkta aşktan
ve kederden sertleşmiş gibi.
Yerli halk gösterdi ısırık yaralarının
damarlarda parıldadığı
sırtlarını
eski cezalardan arta kalan,
ve öyle çoktu ki sırtlar,
bütün bir yayla tiril tirildi
ağlayışın çağlayanlarıyla.

Bir hıçkırık duyuldu, ve bir başkası daha,
ta ki silahlandırılana dek
toprak-grisi halk yığının çalışma-günü
topladı gözyaşları çanağında
ve pekiştirdi patikaları.
Dağların koruyucu efesi yaklaştı,
barut döşedi yollara,
ve şaşkın şaşkın halkın yanına
geldi kavganın ağası.
Fırlattılar kepeneklerini toprağa,
eski bıçaklar birleşti,
ve çağırdı trompetlerin sesi
dağılmış hısım akrabayı.

Kana susamış taşa karşı,
Uğursuz miskinliğe karşı,
Zincirlerin metaline karşı.
Ne ki böldüler senin halkını
ve kırdırdılar
kardeşi kardeşe,
senin kalenin duvarları ufalandı toz gibi.
Bağladılar yorgun düşmüş ellerini ve ayaklarını
dört azgın ata
ve dörde böldüler şafağın
amansız ışığını.

Tupac Amaru, yenik güneş,
senin parçalanmış şanından
bir deniz-güneşi gibi
yükseliyor yitik bir ışık.
Balçıklı toprağın alçak köyleri,
adanılmış hasır iskemleler,
tuzun rutubetli evleri
'Tupac' diye fısıldar usulca,
ve Tupac bir mısır-tohumudur
derler usulca: 'Tupac',
ve bekler Tupac saban-izinde,
usulca fısıldarlar: 'Tupac',
ve filizlenir Tupac topraktan.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den "Canto General"

1 Mayıs 2013 Çarşamba

Yayılmış Savaş

Topraktan ve okyanuslardan, kentlerden,
gemilerden ve kitaplardan tanıyorsunuz öyküyü
orda geri çeviren ülkeden
evini arayan bir taş gibi
doldurdu zamanın derinliği
mavi bir taç-yaprağıyla.
Üçyüz yıl boyunca savaştı
kendi savaşçı soyu,
üçyüz yıldır doldurdu Araukanya'nın
kıvılcımı kralsı boşlukları
külle.
Üçyüz yıldır yere çakıldı kumandanın
yaralanmış gömlekleri toprağa,
üçyüz yıldır ıssızlaştı
sabanlar ve balpetekleri,
üçyüz yıldır gözden düştü
her bir kâşifin adı,
derisini yırttılar üçyüz yıldır
saldırmak isteyen kartalların,
üçyüz yıl gömdü toprağa
okyanusun ağzı gibi
damları ve kemikleri, zırhları,
kuleleri ve altın ünvanları.
Süslenmiş gitarların
kızgın izlerine
geldi atların bir dörtnalası
ve küllerden bir fırtına.
Katı toprağa geri döndü
gemiler, doğurdu buğdayı
İspanyol gözler büyüdü
yağmurun ülkesinde,
ne ki Arauco çökertti kiremit çatıları,
ezdi taşları, yıktı duvarları
ve şarap-çubuklarını,
arzuları ve giysileri.
Bak, nasıl da çakılıyor toprağa,
nefretin hırçın oğulları,
Villagras, Mendozas, Reinosos,
Reyes, Morales, Alderetes
toplaştılar buz-soğuğu Amerika'nın
beyaz tabanına.
Ve kralsı zamanın gecesinde
düştü İmperial, düştü Santiago,
düştü Villarica karda,
katlandı Valdivia ırmağı,
ta Bio Bio'ya kadar,
durakladı ırmak-ülke
kanın yüzyılı karşısında
ve kurdu özgürlüğü
kanayan toprakta.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den - "Canto General"

30 Nisan 2013 Salı

Yeni Efendiler

İşte böyle durdu zaman sarnıçlarda.

İnsan, zorlanmış ıssız
tuzaklarda, kalenin taşı ardında,
kürsü-mürekkebiyle, dolduruldu
ıssız bırakılmış, Amerika'ya özgü kent ağızlarla.

Her şey barış ve uyumken,
hastahane ve krallık sömürgesi iken, Arellano,
Rojes, Tapia, Castillo, Nunez, Perez,
Rosales, Lopez, Yorquera, Bermadez,
Kastilyalı son askerler,
yaşlandı mahkeme-kürsüsü ardında,
varakların altında battı ölüler,
bitleriyle gömülüp gittiler
kralsı hazine-odalarının düşlerinde
gerildikleri yere, tek tehlikeyken
sıçan kana susamış
ülkeler için,
çuvallar ortaya çıktığında Bask'lı,
bağcıklı ayakkaplarıyla Errazuriz,
Fernandez Larrain balmumu ışığını satmak için,
yünlü fanilasıyla Aldunate,
çorap kralı Eyzaguirre.

Bunların hepsi aç insanlar olarak geldi,
kaçak olarak jandarmadan ve hayatın sillesinden.
Ama çok geçmeden, gömlek değiştirircesine
kovaladılar kâşifi
ve attılar temelini
sömürge-ticaretinin zaptedilişinin.
O zamandan beri uğraştılar gururla,
satın aldılardı karaborsada.
Çaldılar kendileri için
mülkleri, kırbaçları, köleleri,
sorulu-yanıtlı din kitaplarını, dış ülke komiserliklerini,
sadaka kutularını, gecekonduları, kerhaneleri,
ve bütün bunlara kutsal dediler
batı kültürü dediler.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den - "Canto General"

29 Nisan 2013 Pazartesi

Yeni Zalimler

Yeniden yaygınlaşıyor insan avı
bugün Brezilya'da,
köle tacirlerinin soğuk açgözlülüğü
evinde hissediyor kendini orada:
Wall Street'de emrettiler
domuzsu uydularına
dişlerinizi geçirin
halkın yaralarına diye,
ve sonra başladı av

Şili'de, Brezilya'da,
tüccarların ve cellatların yerle bir ettiği
Amerika'mızda.

Geçeceğim yolu sakladı halkım,
elleriyle örttü şiirlerimi,
kurtardı beni ölümden,
ve Prestes'in bir kez daha
gaddarlara vurduğu Brezilya'da
yolu kapatıyor
halkın sayısız kapısı.

Brezilya, keşke saklasaydın
senin üzüntüye değer liderini,
Brezilya, keşke sen yarın
O'nun anısı adına toplamak zorunda kalmasaydın
her bir lifi yapmak için O'nun resmini
yükseltmek için o sert kayada
dışında yüreğinin ortasının
bıraksaydın da sürseydi
hâlâ ulaşabileceğin özgürlüğün keyfini
ey Brezilya.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den - "Canto General"