Şiir, Sadece: Macaristan Şiiri
Macaristan Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Macaristan Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Mart 2014 Pazartesi

Bir İnsan Konuşuyor

Çocuklara acıyorum,
Büyüyecekler.

Büyüklere acıyorum,
Bir gün ölecekler.

Dünyaya acıyorum,
Habersiz kendi sonsuzluğundan.

Var olsaydı. Tanrı'ya da acırdım
Çılgın yasaları için.


György Timar
Çeviren: Özdemir İnce

22 Mart 2014 Cumartesi

Rüzgarlı Batı

Rüzgarlı Batı
Titriyor pespembe
Düşünce ve kaygılar
Artık dinlenmede

Çiy taneleri gibi
Donmakta ter
İçip doysunlar diye
Yıldız civcivler

Kızıl dağ koca bir
Geviş getiren inek
Başı üstünde ay
Bir taç oluverecek


Laszlo Nagy
Çeviren: Yaşar Nabi

21 Mart 2014 Cuma

Kim Ulaştıracak Sevgiyi

Ben çekip gidince kim hayran olacak
Yay çeken ağustosböceklerine?

Ebemkuşağında haça gerilip
Kim ısıtacak donmuş ağacı?

Kim yoğurup kaya göğüsleri
Yumuşak tarlalar haline koyacak?

Saçlar, kanlı duvarlara kök salmış
Damarlar, kim okşayacak sizi?

Kim çiğnenmiş imana sığınak
Küfür katedralleri dikecek?

Ben çekip gidince büsbütün
Kim ürkütecek akbabaları?

Bakir aşkı dişleriyle kavrayıp
Kim ulaştıracak karşı yakaya?


Laszlo Nagy
Çeviren: Yaşar Nabi

20 Mart 2014 Perşembe

En Doğrusu

Anadan doğma dolaşacağım sokakta,
insanlar kırılacak bana gülmekten.

Anadan doğma dolaşacağım sokakta,
gezip tozacağım arasında delilerin.

Anadan doğma dolaşacağım sokakta,
olacağım kapkara, ağaç gibi.

Anadan doğma dolaşacağım sokakta,
toprağa düşeceğim
kendini öldürmüş biri gibi
kaskatı.

Anadan doğma dolaşacağım sokakta,
dileneceğim aptal aptal sırıtarak.

Ne diye yeniden kuşanayım
yalancı giysiler?
Anadan doğma dolaşacağım sokakta.


Peter Kuczka
Çeviren: A. Kadir - A. Timuçin

19 Mart 2014 Çarşamba

Arasında

Hava açmış elini kolunu
Ve yaslanmakta ona
Hem kuş bilimciler, hem kuşlar
Hem uçucu sözcükler.
Canlı bir buhar yayılıyor
Tutku gibi kaprisli;
Ve yukarda, bulutlarda
Akıyor, beyaz yelkenliler gibi.
Oh, solumak dakikada yirmi kez
Muazzam, kırağılı melekleri!

Aşağıda, yerçekimi, ağırlık
Devsel dağların kımıltısız taşkınlığı.
Donmuş tepelerin yeleleri.
Kayalıkların ağır baskısı,
Muazzam forumu tüm jeolojinin.
Ansızın bir ova (gerginliği azaltmak
yolu bir an kesmek için)
Ve yeniden iskelet, kütleler, biçimler
taşlaşan hareket
gökle yer arasında.

Kayaların yarıkları.
Ve madeni parıltısıyla güneş.
Ve maden, güneşsel parıltısıyla.
Geziniyor vahşi hayvan kızgın kütlelerde
Ve dumanlı izi tırnaklarının
Kalıyor yersel kemiklerin granitinde.
Ardından, uçurumda gece;
Her şey donduğunda, soğuduğunda,
Çatırdadığında toprağın çekirdeği
Eklemleri ve kıkırdakları kıtırdadığında
Patladığında dökme demirden levhalar
Ve büyük bir gerginlikte
Kemiren bir çılgınlıkta
Vuruşları sessiz yıldırımın
dilsiz, kara-beyaz hıçkırıklar
yerle gök arasında

Yarıklar, yara izleri
Kuraklık ve inatçı serap.
Ve yeniden doğuş, anlık bir acıyla.
Kaya kaslarının titreyişleri
Yerden göğe kadar düşey hatlar ...
Ve arasında iklim kuşakları
Ve arasında taş ve tank izleri
Ufukta kararan kamış:
Ve iki satır, iki kitabede;
Ve yıldızlar, satır üstü işaretleri gibi...
Gökyüzüyle
Gökyüzü arasında


Agnes Nemes Nagy
Çeviren: A. Behramoğlu

18 Mart 2014 Salı

Dönerken

Masa gene dünkü gibi bomboş.
Ayakları. İplik. Lamba kımıldıyor.
Bir kadeh başköşede. Görüyorum onu.
Ve mavi zehir bir zamanlar içtiğim.
Pencereden bakıyordum.
Sis kımıldıyordu önümde.
Bir dal yığını boğuyordu
İçinde gecenin yüzdüğü çayırın suyunu.
Pencereden bakıyordum.
Gözlerim, kollarım vardı, sevincim de.

Şimdi çizmelere sürünüyorum.
Dizini aştığım yok bir şeyin.
Dün güllerin kırbacına meydan okurdu vücudum

Bunca kuşun üşüştüğü göklerde

Bir saz yangını gibi
Rüzgardan ürkmüş çatırtılı bir düğüm,
Kanın coşkunluğundan çığlık çığlığa.
Bin bir tüye bürünmüş çıplak yüreği
Kaybolmuş uçuşlarıyla bunca kuş
Dün ateşti dün göktü.

Gidiyorum. Neden parmaklarımla
Dokunamıyorum yerlere dalga dalga?
Soğuk rüzgarda bir ruh gibi
Kayıp gidiyorum kendimden geçmiş.


Agnes Nemes Nagy
Çeviren: Yaşar Nabi

17 Mart 2014 Pazartesi

Buz

Kışın, tıpkı göldeki sazlar gibi
Dünya usulca donar içimde
Ve bir parça gökyüzü, bir imge, bir dal
Sıkışır sazların arasında, donup kalır.
İnansaydım eğer sana, açardım
Sessizce sıcak avuçlarını yine,
Yukarda, gölün ve bütün kışın üzerinde
Küçük güneşlere dönüşecek avuçlarını.
O zaman buz ve köpük oynardı yerinden
Tıpkı sudan fırlayıveren balıklar gibi
Hep birden pırıl pırıl olurdu nesneler.


Agnes Nemes Nagy
Çeviren: Özdemir İnce

15 Mart 2014 Cumartesi

Soğuk Yel

Issız taş, dinleniyor sırtım
anısız, bensiz,
ölü külünden zamanlarım.

Soğuk bir yel esiyor zaman zaman.


Janos Pilinszky
Çeviren: Özdemir İnce

14 Mart 2014 Cuma

Üçüncü Gün

Külrengi gökler gürüldüyor, Ravensbrück'ün ağaçları,
Üçüncü gün bugün.
Ve duyuyor kökler gelişini ışığının.
Rüzgar çıkıyor. Ve neşeleniyor dünya.

Kiralık askerler öldürebilirdi onu.
Durabilirdi yüreğinin vuruşları -
Üçüncü gün, yendi ölümü
Et resurrexit tertia die.


Janos Pilinszky
Çeviren: Özdemir İnce

13 Mart 2014 Perşembe

In Memoriam F. M. Dostoyevski

Eğiliniz. (Yere kadar eğiliyor.)
Kalkınız. (Doğruluyor.)
Gömleğinizi, donunuzu çıkarınız.
(İkisini de çıkarıyor.)
Bana bakın.
(Geri dönüp bakıyor.)
Giyininiz.
(Giyiniyor.)


Janos Pilinszky
Çeviren: Özdemir İnce

12 Mart 2014 Çarşamba

Yaradılış Masalı

Gece böcekleri ışığın çevresinde
Yıldızlar yıldızların çevresinde
Düşüncelerim senin çevrende
Ben hiçliğin çevresinde
Hiçlik benim çevremde.

Düşüncelerim kendi çevresinde
Sen düşüncelerimin çevresinde
Hiçlik senin çevrende
Gece böcekleri hiçliğin çevresinde
Yıldızlar benim çevremde.

Ben düşüncelerimin çevresinde
Yıldızlar senin çevrende
Gece böcekleri yıldızların çevresinde
Gece böceklerinin çevresinde ışık
Hiçlik ışığın çevresinde.

Yıldızlar kendi çevrelerinde
Gece böcekleri kendi çevrelerinde
Sen kendi çevrende
Ben kendi çevremde
Çevre çepçevresinde çevrenin.


György Somlyo
Çeviren: Özdemir İnce

11 Mart 2014 Salı

Çiçek Masalı

Odanın içinde aşağı yukarı dolaşıyorum, çömeliyorum masanın
yanındaki sandalyenin üzerine, bir kitap karıştırıyorum, bir
yudum bir şey içiyorum, sözcüklerimi arıyorum.
Kocaman, pembe şakayık kımıldamadan duruyor vazonun içinde.
Paltomu giyip dışarı çıkıyorum, işlerimin, işlerim olduğunu
sandığım şeylerin peşine düşüyorum, geri dönüyorum sonra.
Aynı yerde duruyor şakayık, bana dönmüş durumda; kocaman
taç yapraklardan başıyla bakıyor bana.
Hep bana bakıyor. Bıkmıyor benden, yorulmuyor. Açılmış, iri
iri açılmış bir göz gibi gramofon borusu gibi güneşi gibi tıpkı
Notre Dame'ın.
Nasıl konuşsun, ne söylesin?
Konuşmak istemiyor şakayık. Kendi kendinin eşi, başka bir
şey değil, o kadar. İşte bu yüzden bunca güzel.
Gene de nasıl duyarlıdır! Yanından geçecek olsam, bütün
taç yapraklarıyla titremesi için yeter döşemedeki adımlarım.
Bitki yaşamına mı özeniyorum, bitkilerin bilinçsizliğiyle
insanlığımı avundurmak mı istiyorum?
Hayır. Kendim olmak istiyorum, başka bir şey değil, o nasıl
yalnız kendisiyse ben de olmak istiyorum.
Çiçek olmak istemiyorum, onun gibi. Çiçeğin çiçekliğince,
ben de insan olmak istiyorum, o kadar.
Pembe, kocaman bir şakayık


György Somlyo
Çeviren: Özdemir İnce

10 Mart 2014 Pazartesi

Nazım Hikmet'e

Ayrıldın, bir veda sözü mırıldanmadan
Nazım.
Ve bir kez daha
Acılar eklendi hayata
Ve bir dost eksildi ondan.

Çıkıp gelmiştin bize bir gün
Şiirlerin elle tutulmayan dünyasından
Soyut ülkesinden gazete haberlerinin
Ve ağızdan ağıza dolaşan efsanelerden;
Ve söylemesi bir tuhaf bu ad
Bir can yoldaşına dönüşüverdi birden.
Hey kocaman gülümseyişli Türk!
Ağzında mahpushanelerden yadigar hüzünlü bir kıvrım
Geniş omuzlarında sürgünlüğün ağır yükü
Ve göğsünde iyi bir devin yüreğini taşıyan ...

Vaktimiz azdı masa sohbetlerine ayıracak
Ve oturup susmaya
Azdı, kesintisiz çalışma ve yolculuk yılları arasında
Adacıklar, bir soluk alacak ...
Konuşamadık hiçbir zaman
şöyle doyasıya ...
O ayrılırkenki el sıkışmalarda
Ne kadar söylenmedik söz kaldı sonsuzca.
Fakat her zaman
Yanıbaşımda duydum seni
Bir el sıkımı uzaklığında;
Ve yılları örten sislerin arasından
Ve iki bin kilometre uzakta da
Aynı masaya oturduğum
Çoğundan daha yakın ve gerçektin bana.
"Hoşçakal!" derdik ayrılırken birbirimize
"Budapeşte'de görüşmek üzere"
"İstanbul' da görüşmek üzere"
Fakat ne karşılaşma olacak artık ne görüşme.

Şiirler kalıyor
İçinde yüreğinin çarptığı şiirlerin
Ve tıpkı senin gibi onlar
Günler ve uykusuz geceler boyunca
Çalışıyor, dövüşüyor ve seviyorlar
Düşlerini bir bir gerçekleştirerek;
Ve öz dilinde senin
Ve dünyanın bütün dillerinde
"Barış, ekmek, özgürlük, gerçek"
sözlerini haykırarak girdikleri dövüşte
Ne zindan korkusu var onlar için
Ne sürgün
Ne de yüreği bir diş gibi zonklatan sancılar.

Dostum benim, kardeşim benim. Nazım
Her şeyini veren ve vermekte olan.
Hayranlık dolu gezgin, insanlık ve
insan aşkına müptela.
Sevdiğin o toprak, seni bağrına basmak için
Gelip isteyecek kemiklerini bir gün
Yazık ki gecikmiş olarak;
- Gelecek o gün, çünkü kuraldır bu
Bir acı avuntu da olsa -
Ve coşkun söylevler, gözyaşları
Ve halkın, ellerinde çiçeklerle
Bekleyecek seni sevgili yurdunda ...


Laszlo Benjamin
Çeviren: Ataol Behramoğlu

8 Mart 2014 Cumartesi

Kuru Ağaç

Yapraksız, yemişsiz, kuru kütük; kimsin sen benim için
Ki gece gündüz çıkıp önüme

Dallarının gıcırtılı ve titreyen karanlığını uzatıyorsun
Acındırmak için kendine.

Niye acıyayım, şimdi uzaklarda bir fırtına
hazırlanıyor gelip seni topraktan sökmek için.

Devrileceksin ve ilk kez karşılaşacak gökyüzüyle
ölü ve mutlu köklerin


Sandor Wöeres
Çeviren: Ataol Behramoğlu

7 Mart 2014 Cuma

Şimşekler

Akşamın kıpkızıl dudakları
Yerde uykuya dalıyor duman.

Yanıp kül oluyorsun türküyle
Sisten bir ağır arabada.

Gülüşün geçiyor içimden
Çatıyı yalayan alev gibi.

Kurtlar alıp götürmüş arabacını,
Gölgeni karanlıklar.

Bir şeyler kalmış ardında bak:
Unutulmuş gül de haykıracak.


Sandor Wöeres
Çeviren: Yaşar Nabi

6 Mart 2014 Perşembe

Yaz

Nasıl söylesem? İşte güneşin altındayım
Tam öğle vaktinde yaşamımın.
Söyleyemem, her şey pek kolay olmadı öyle,
Ama başardım işte gene de kırk yıl sonra
Bir yaz yarattım kendi içimde.

Uçsuz bucaksız bir ülke görüyorsun;
Irmağımın üzerinde, rüzgarda, bir deniz var,
Balıkların pulları bir anı gibi parıldar,
Buğdaylarını orağa gelecek kadar olgun,
Diz çöküp otlarım saman oldular.

Daldır, daldır testini sulara
Her zaman suvardın beni tertemiz kaynağından,
Soyun sen de ısın yazımda benim,
Akşama daha çok var, çok var akşama,
Kavaklara değen gökyüzü yaldızlı lacivert hala.
Bırakma sakın, bırakma, sona ermesin gün,
Ve sen de sev beni, sev beni.


György Ronay
Çeviren: Özdemir İnce

5 Mart 2014 Çarşamba

Siyah Gül

Gece gibi karaydı saçları
Gözleri kömür gibi karaydı
Karaydı üzerine çullanan korku
Karaydı içine atıldığı gaz odası
Karadır öldüğü toprak.

Karadır onun suçlayan varlığı
Karadır solup gidişi bu yeryüzünde
Yüreğindeki eksikliği karadır
Karadır sonsuza dek anısı
Bak, bir gül açıyor, o da kara.


György Ronay
Çeviren: Özdemir İnce

4 Mart 2014 Salı

Geyik

Her sabah bir geyik iner dağdan
İner ve evime gelir.
Yiyecek bir şeyler ister benden.
Ellerimden yer verdiğim yiyeceği.
Bir parça ekmek koy sen de bir kıyıya
Bakarsın geyikler gelir sana da ormanlardan
Ve bir şeyler yemek isterler senin de avuçlarından.


György Ronay
Çeviren: Özdemir İnce

3 Mart 2014 Pazartesi

İspanya, İspanya

İki gündür yağıyor böyle; pencereyi açar açmaz
ışıldıyor karşıdan Paris'in damları
bir bulut çörekleniyor masama
yansıyor yüzümde ıslak bir parıltı.

Evlerin üzerinden, olukların diplerinden
sırılsıklam kurumlar yakarıyor bana.
Ben ki yapışkan çamurlar, haberlerle kirlenmişim
Oturmaktayım utanç duyarak bu alacakaranlıkta.

Ey bizi kırbaçlayan kara kanatlı savaş!
dehşetin geziyor sınır boylarında
kimse ekmiyor öbür yanda, kimse biçmiyor.
Yok artık, bağlarda devşiren parmaklar da.

Yavru kuş şakımıyor, güneş yanıp tutuşmuyor -
gökyüzünde, anneler çocuksuz bundan böyle.
Yalnız senin kanlı ırmakların, İspanya
köpüre köpüre akmakta.

Yeni ordular doğacak ama, gerekirse yokluktan
çılgın kasırgalar gibi
ordular, yerin altından
yaralanmış tarlalardan.

Özgürlük! Senin geleceğine inliyor insanlık!
Bu akşam vaktinde, sana ulaştırdılar şarkılarını.
Ağır sözler ve ıslanmış bir yüzle
yoksulluğu Paris'in söyledi sana bunları.


Miklos Radnoti
Çeviren: Erdal Alova

1 Mart 2014 Cumartesi

Şiir Sanatı

Şairim ben ama şiiri
Kendisi olarak umursamam bile.
Gece ırmağının taşıdığı yıldız
Çirkinleşir göğe tırmanmak isterse.

Zaman damla damla eriyip gitmede
Karnım tok sütüne masalların
Ben gerçek ve elle tutulan bir dünyayla beslenmekteyim
Göğün köpükleridir yükselen üstünde o dünyanın

Girip yıkanasın diyedir kaynak
Orada ürpertici ya da sakin sular
Birbirlerine karışıp sarmaşırlar
Sevimli, akıllı şeyler konuşarak

Birtakım şairler - ırak olsunlar benden -
Tepeden tırnağa çamur içinde
Yalandan bir sarhoşluğun imgelerini kusarak
Yolculuk etmedeler birinci mevki bir esrimede

Meyhaneler de ırak olsun benden
Ben akla giderim ve daha öteye
Hiçbir şey ruhumu alçaltamaz
Dalkavukluğa, ikiyüzlülüğe.

Sev, ye, uyu, iç; kendine
Ölçü olarak evreni almalısın
Bizi yoksul ve tutsak kılanlara
Bir zerresini bağışlamam yaşama hakkımın

Hiçbir uzlaşmaya yanaşmadan
Mutlu olma hakkımı haykırırım
Kızarır yanaklarım tutkudan
Tutuşur ateşler içinde kanım.

Hiç kimse beni susmaya zorlayamaz
Bilimdir bana omuz veren çünkü
Çağ beni koruyor, onun oğluyum ben;
Beni düşünüyor sürerken sabanını köylü.

İşçinin içine doğan şey benim
Mekanik iki hareket arasında
Şu hırpani kılıklı delikanlı
Beni bekliyor sinema kapılarında

Ve benim yakıcı dizelerimi
Vurmaya kalkıştığında alçaklar
Yola çıkar kardeş tanklar
Gümbürdeyerek şiirlerimi

İnsan çocuk daha, bunu biliyorum
Ama büyümek istiyor; işte bu onun deliliği,
Anne-babası sevgi ve akıl
Ona göz kulak olsalar bari.


Attila Jozsef
Çeviren: Ataol Behramoğlu