Şiir, Sadece: Nihat Behram
Nihat Behram etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nihat Behram etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ocak 2015 Pazartesi

Dörtlükler II

-
Ne gücünün farkında köle ne köle olduğunun
Şükürle yudumluyor kader tasındaki zehiri,
Ben sağırlaştım neredeyse paslı şakırtısından
O yılmadı taşımaktan kollarındaki zinciri


-
Irmağı dilsiz, dalı kör, dağı kötürüm sanma
Çünkü ırmak yeryüzünün en dilbaz gelinidir,
Dağlar dimdik durur, dallar göz göz olur her bahar
Vicdansız insansa vahşetin kanlı dilimidir


-
Her şeye güç yeterdi akıl, aptallık hariç
Herkesi varsıl kıldı işçi, kendisi hariç
Güle dikeninden vazgel dedim, güldü geçti
Her dem hazla özledim aşkı, acısı hariç


-
En güçlü silah hayata yakışı olmanın onurudur,
Onunla susturdu ruhundaki gürültüyü sürgündeki
Zulmün pençesini onunla kırdı işkencedeki tutsak
Tenindeki yaralarını onunla sardı hücredeki


-
Kavgamızın "niçin"i öylesine yalın ki:
Bakışları üşüyen kimsesiz bebek için
Karartılan ufuk, yağmalanan emek için
Can için, vicdan için, yaralı yürek için


Nihat Behram
Dörtlükler 

Dörtlükler I

-
Kuma sordum çakıldan geldiğini söyledi
Çakıl kayalıktan, kaya dağdan, dağ ufuktan,
Dile sordum akıldan geldiğini söyledi
Akıl kavrayıştan, kavram candan, can topraktan


-
Birden bir sağırlık sardı içimi
Sandım ki derdimin hissizliğiyim
Üç gün üç gece sonra fısıldadı
Dedi ki hasretin sessizliğiyim


-
Yarım bardak su vermek odamdaki çiçeğe
Ona gönül borcumun binde biri değildir
Ki savsaklasam bile bir yudumcuk suyunu
O beni bakışıyla sürekli sevindirir


-
Akarsuya set dayanmaz, damla damla selleşir
Çocuk akarsu bakışıyla sunar kuşkusunu
İsterim ki mazlumun da selleşen azmi olsun
Yıksın engelleyen ne varsa yaşam tutkusunu


-
Meşelerden derlediğim neşem olsun isterim
Arının telaşını üleşen nektarlı eşim,
Dorukları mesken tutmuş kuşum olsun isterim
Yolunmuş güle gülüşünü kavuşturan işim


Nihat Behram
Dörtlükler

6 Mayıs 2014 Salı

Üç Dağa Ağıt

Açlığın
çıplaklığın acısı mı genişliyor
dalları
meyvaya çağıran rüzgar mı

...

Dalgın bir kuşun ötüşünden
sevdiğinin kalbine düşen aşık mı
yağmuru emen toprak mı derinleşiyor

...

Yas mı tutmalıyım onurlu ölüme
halkın gözlerini dolduran çizgilere
umudu mu çağırmalıyım

...

Ah, gidiyor işte gidiyor göz göre göre
sıcak titreyişi varlığını hayata adamışların
gidiyor
öfkenin haykırışları
yasalarıyla gidiyor kahredişin
zulmün ve iğrençliğin buyruklarıyla gidiyor
toprağa düşen bakımsız yapraklar gibi değil
azarlanmış çocukların kederiyle değil
doğuşun ve sevmenin feryadıyla gidiyor
ölümü donatan arkadaşlarım

...

Ah, gidiyor işte gidiyor göz göre göre
durutarak gündüzleri geceleri
durutarak adanmışlığı, mertliği yüceliği
damıtıp sevdalarına
nefesi toprağa aşılamaya gidiyor arkadaşlarım

...

Bulutlar da hafif mi kar taneleri kadar
özgürlüğün borcu mu ödeniyor

...

Yaralar mı açılıyor yoksulluğa
ezilmişliğin isyanı mı sesleniyor

...

Ah, gidiyor işte gidiyor göz göre göre
birer rüzgar uğultusu bırakarak yanan ateşe.


Nihat Behram 
Mayıs 1972

17 Şubat 2014 Pazartesi

Yine De Gülümseyerek

Ne sağnaklar görmüşüz, yarılan gökyüzünden alnımız yıldırımlarla ağmış,
ne rüzgarlar çınlamış bağrımızda, coşkusundan kırılmış kaburgamız,
dişlenip kayaları ne ateşler yakmışız, aşmışız ne zifiri uçurumlar,
yine de ürkütmeden öpmüşüz bir ceylanı gözlerinin yaşından
incitmeden tutmuşuz ağzımızda yorulan kelebeği;
şimdi asmalardan korukların tadı silinmiş,
sesimizde sendeleyen bir keder,
uykusuzluk serin serin sızıyor acıyan tenimizden;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzde aşkın yeri çok derin.

Ne azgın canavarlar üstüne yürümüşüz bir demet çiçek için,
neyimiz var neyimiz yok vermişiz bir narin dilek için,
yıllarını taş duvara örmüşüz ömrümüzün bir hırçın yürek için;
şimdi çevremizde yosunlaşmış sessizlik,
yabanıyız gittiğimiz her şehrin, çiğdemsiz, kükremesiz,
kimsecikler sezmiyor boynumuzdan didişen örümceğin zehrini;
ziyanı yok, nasıl olsa nabzımızda durulanır iksiri.
Ne güzel sevmişiz, ağzımızda mavi bir tat kekremiş,
ne sızılar sarmışız yumuşacık öpüşlerin çığlığını kuşanıp,
şafaklar tutuşkunu şarkılar yuvalanıp ne mintanlar yırtmışız,
şimdi usulcacık ürpersek kara gece uykumuz kaçacak kadar delik
üstümüz çimensiz tepeler gibi bereketsiz, örtüsüz, serin;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün çayırları ipekten, bakışımız lekesiz.

Ne masalar düzmüşüz kıvrımları gümüş, kakmaları sedeften,
ne milyonlar yanından başeğmeden geçmişiz, huyumuz değişmemiş,
hayatımız günbegün çarpışarak yaşanılan sırların ürünüdür;
şimdi kar altında avcumuz, avurdumuz ilaçsız,
ıssızlaşmış sabahlar, yoksunluk arsızlaşmış,
kaçışır yolumuzdan gölgesini de alıp o şaklabanlar inildesek açlıktan;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün dağı taşı altından.

Ne devlerle dalaşmış kanımızı göstermeden silmişiz.
ne kudurgan günlerde elimizi dost eline titremeden vermişiz,
bir ömür seğirtmişiz bir nefes beklemeden;
şimdi nice anışların dudağı üşüyen bir çocuk kadar uçuk,
nicesi elsıkışların sahtekar çıkmış.

- Bizi eşkiyalar soymamış abi
muhabbet yıkmış!



Nihat Behram

16 Şubat 2014 Pazar

Yenilgi

Ah susuşu o saf yüreğin
ah, acısı acemi çocukluğun
düş kırıklığı, coşkudaki bozgun

Ah yenilginin yorgun kısrağı
kendi içini kavuran kızgın ateş
bekleyişe bağlanan umut, tasası haykırışın

Ah, ardı ardına kenetlenen ölüm
ah, hıncı sabırla bezeyen sır
yazmadaki sırması ağlayışın, tırnaklara oturan kan

Sanki delirmenin eşiğindeyim
boş bomboş gözlerine gömülmüşüm bir köpeğin
mısırların süt taneleri, kestanelerin
bademlerin daha olgunlaşmamış
suyla susuzluk arası kayganlığında
aranıp duruyorum kendimi

Ey yangınlarda patlamaya hazırlanan merak
ey içimi ekşi sularla çalkalayan baş dönmesi
ıssız ıpıssız boşluğu aysız gecenin
ölümle yaşamak arasındaki şerit
naneler, kekikler, ebegümeçleri
ve şifalı bulutu kaynar kükürt deresinin
çekiyor altımdan nemli döşeğimi

Ah, yürekleri toprağa saplanan arkadaşlarım
ah, oğlakların, tayların, buzağıların
acı otlarla kararan damakları
(akşamları barut kokusuyla dönsem de odama,
sancısı: çaresiz seyrettiğim ölümün

Ah, bir kere daha kederliyim
ah, çılgın bir aşkın kollarında incelen bıçak
seni öperek bilemeliyim


Nihat Behram

15 Şubat 2014 Cumartesi

Yaşamak Dediğimiz Feryat

Kalbini taşırken harcadığın kuvvet
ufacık elleri olan bir devin çırpınışlarıymış,
o dev ki: mızraktan yağmurlar altında dolaşarak
bileklerini incecik yasemin saplarına alıştırmış

Demek ki, seninle tanıştırdığım sihir
arpaların, kozaların, peteklerin,
aslına astarına aşk denilen,
burçlarında atmacalar, şahinler barındıran,
bağrın bağra çarpışından
başlayan sevdalı buluşmaların
ürünü bir sihirmiş,
o sihir ki: kanında öpüşlerin olduğu kadar
şerefli ayrılıkların kıpırtılarını da biriktirmiş

Şimdi beton üstüne serilmiş bir döşeğin kıyısında
bunları yazarken
şaşkınlıklar ve özlemlerle zenginleşen sözlerin
senden çaldığı sıcaklığıyla vedalaşmadayım,
ve - sevgilim - bıraktığın notu okuduğum sıralar
koyu bir gecenin çıngıraklarından
çok uzakta olacağım,
üstelik dağlarda, bayırlarda bile
zaptedemediğim o feryadı
çaresiz, oradan
parmaklıklar ardından taşıracağım

Şurada, kaçaklık aylarımın son günüyle
geçip gidiyor hayatımın bir dönemi...
İşte köşesinden köşesine dolaştığım şehir;
işte içime dolan hava;
böğürlerimdeki çılgın girdabı aldığım her nefesin...
gelişime kapı örtenler de oldu bu şehirde
yatak serenler de gecelerime

Sen gözlerinin maviliği gözyaşlarına bulaşan titreyiş,
yosunları dalgalara kıyılara vuran kuvvet,
sen akılalmaz sarplıklardan fışkıran çiçeklerdeki fiyaka,
doğuruşların görkemini taşıyan şefkat,
cançekişler, gerinişler, intikam duyguları,
yetkinlikler, eriklerin ham lezzeti, körpelikler,
midyelerde incileşen kumtanesi: aynı hızla
yolumu gözle - geleceğim -
unutma ki
bu gidişler zaferi getirecek...


Nihat Behram

14 Şubat 2014 Cuma

Yaşadıkça

Ah benim aşkla beslediğim sevgilim
kalbimi zorlayan heyecanla sana
savaşın gitgide yaklaşan uğultusuyum

Günler
sazlarla çevrili göl kıyısında
suyun inanılmaz berraklığıyla çalkalanıp geçti
serçeler karla yıkadı tüylerini
taşların oyuklarına doluşan kertenkeleler
düşlerimde zamanla silikleşti
Bazan düşünmek acı veriyor bana
içimde yırtılarak uzaklaşan çayırları

Ah, benim aşkla beslediğim sevgilim
bütün güzel şarkıları sanki ben bestelemişim
üstelik merakla bakıyorum tanıdık her yüze

Çayırları düşün
anamdan emdiğim sütün tadı
yırtarak uzaklaşan çayırları

Artık tek afiş kan kokusu şehrin sokaklarında
gerisi düşmanın kurduğu pusu
kan kokusu diyorsam
ah, benim aşkla beslediğim sevgilim
kalbimi zorlayan heyecanla sana
savaşın gitgide yaklaşan uğultusuyum.


Nihat Behram

13 Şubat 2014 Perşembe

Uykudaki Korku

Gece kuşları
ışığı tel tel koparıyor pencereden

Ay
yapraklarından
köklerine inmiş papatyaların

Çöllerin
kuru hışırtısını titreyen bir yılan
sanki kıvrılıp kayıyor
gözlerindeki tümsekten

Kalbin geceyle bir gemide

Kapın ya açıldı ya açılacak

Duvarında her gün
gelincik yaprakları toplayan resim
ürkmüş, sığmıyor çerçevesine

Çocukların
düğün evlerinde dolaşan uykusu
zambaklar topluyor
yorgun dönerken bahçelerden

Oysa
ağaç kabuklarını dolduran nem
yıldızları saçlarından gizliyor senin

Her gece bir bekleyiş
kırılmak üzere örtülen kapıların
merdiven ayaklarıyla birleştiği yerden
ürperip çekiliyor

Her gece bir bekleyiş
onların oyulmuş göz çukurlarını perçinliyor
ayrılırken hüzünle bakacağın
başucundaki resme


Nihat Behram

12 Şubat 2014 Çarşamba

Umut Ki

Umut ki yüreğimdir
Halk olmuş yüreğimdir
Adını Onur koyduğum kavga
Büyü de umudu doğur

Kimi gün düşüm olur
Sese döner beni söyler
Kimi gün rüzgarlanır
Kuşa döner göğü söyler

Bileğim kelepçeli
Kolum zincirli olsa
Dudağım filizlenir
Kırılmış dalı söyler


Nihat Behram

11 Şubat 2014 Salı

Sürgün

Uyandırın Anamı
Söyleyin gidiyorum
Yolumu gözlemesin
Dönemem belki geri

Arkadaslarım duysun
Kardeşim bunu bilsin
Söyleyin gidiyorum
Dönemem belki geri

Babama haber salın
Çiçekler onda kalsın
Sulasın günaşırı
Dönemem belki geri

Korulara söyleyin
Dağlara asmalara
Baygın çocukluğumun
Çınladığı kırlara

Söyleyin gidiyorum
Dönemem belki geri
Gelsinler anılarım
Uğurlasınlar beni

Sadece sevdiğime
Söylemeyin duymasın
O kadar körpe ki kalbi
Bilmiyor yitirmeyi
Söylemeyin bu akşam
Sevdiğim ağlamasın


Nihat Behram

10 Şubat 2014 Pazartesi

Suda Yiten Ayışığı

Kırk sevginin baygınıyım - belki de yüzkırk -
yine de yalnızlık yalazlanır kırık kalbimde

Otların tutuklusu
haylazı ağzım
şimdi tutlusu kara suların.

Her şeye yeniden başlayabilseydim eğer
aşkımı acıyla anmazdım artık.

Ben ki delisiyim suların, oysa bu sular
çöl rüzgarı kadar bulanık.

Akar gibi geçiyorum dünyadan, ısınıp bakınmadan,
sarhoş
sıkılgan
sırılsıklam...

Kırk diyarda kırkbin öpüşün bitkiniyim
dudağında kırkbin kekik tadı kamaşır
yine de kalbim ısırgan mı ısırgan.

Eşini çağlayana kaptırmış balığıyım bu nehrin;
aydır, geceden beri dişlenmiş kelebeğin
her sabah ağzımda ölümüyle buluşan.


Nihat Behram

9 Şubat 2014 Pazar

Sığınak

Yedeğimde hep bir şiir olmalı
Korusun diye beni,
Sarsın
Solusun diye...
Yedeğimde hep bir şiir olmalı
Dileğimce değiştirebildiğim
Değiştikçe beni de değiştiren
Yüreğimle sindiğim,
Kimsenin bilmediği,
Acısına başka acı
Sevincine başka sevinç değmemiş,
Canım gibi
Yok etmek hakkını kendimde gizlediğim
Ömrümce çılgın, gönlümce engin,
Yeni doğmuş bebeklerin sesiyle
Yankısı ufkuma dokunurcasına yakın
Soluğumda kıvılcım, dudağında gül
Yaşamaya düğümlü,
Goncalar kadar körpe
Dalgalar kadar hırçın
Kavuşmamız olanaksız birine sakladığım,
Mahrem, bağışıksız,
Mazlum bir şiir
Yedeğimde hep bir şiir olmalı;
Çırpındığım geceler
Yetişip yatıştıran
Esinlenip dindiğim,
Duygusu sağılmamış,
Üşüse soluverecek,
Pürüzsüz, bir başına incecik,
Gülüşü gülüşüme denk, andıkça parıldayan
Andıkça parıldadığım,
Kanmayan, kandırmayan;
Öfkesi kirlenmemiş,
Zehri gibi kendi hayatımın
Ayrılık yaralarını sarılır sanmış,
Sürgün, ürkütülmüş,
Üzgün bir şiir.
Yedeğimde hep bir şiir olmalı
Yuvasında ilk kez uçan serçe gibi telaşlı,
Şafakta kuzulamış karaca gibi baygın,
Ulaşınca çılgınlığa kırılan dallarda ömrün
Yanarak uğuldayan
Yanarak uğuldadığım...
Yine daldım da kendi düşüme
Hasretin kanayışı bitermiş sandım...
Beni şiirler bağışlasın!


Nihat Behram

8 Şubat 2014 Cumartesi

Özlemin Kadar

güzelim;
serçelermi taşıdı sana,
çimen çimen,
karadut oyası
zülüflerini.

çigdem tüten gamzeleri
omuzlarına kırdan mı sardın?

yadellerden esen yelde
sevdalın mı var?

unutma,
hiçbir şey yakışmıyor kalbime


Nihat Behram

7 Şubat 2014 Cuma

Ölüme Gazel

İnsandır en yüce değerleri yaratan.
Sevdayı sözgelimi,
erdemi, özlemi, özveriyi,
umudu, şefkati, düşü...
Yaşamı tanıdıkça kendini tanımlayan... İnsandır...
Ve fakat
yakalar yakalamaz uygun bir an
bulur bulmaz dengini
durmaz
tümünü
haraç mezat pazarlar...
Soylu mu soylu, huylu mu huylu;
hırsız mı hırsız, arsız mı arsız!
İnsandır...
Tanrılar yaratacak denli esinli, tinsel, engin...
Canı pahasına direnecek denli gözüpek,
atılgan, seçkin...
Ve fakat
kendi büyüsüne sığınacak denli bitkin,
güvensiz, sefil...
Sefasını sefaletten sağacak denli rezil...
Özlü mü özlü, sözlü mü sözlü;
bezgin mi bezgin, azgın mı azgın!

İnsandır...
Diş diş dudaklarında
özgürlüğün tutkusu kıvılcımlanır,
çığlığı gecenin ışıltısı olur şarkılarında.
Çağıran acılarsa eğer
koşar
üleşir her şeyini...
Ve fakat
ışıltının karşısında kuduran da odur...
Bilgine değil, haine tapan;
kendi türünü yok etmenin ustası;
doydukça bölüşmeyi unutan...
Masum mu masum, mazlum mu mazlum;
Katil mi katil, zalim mi zalim!

İnsandır...
Bir o’dur ölümlü doğuşunun bilgisiyle yaşayan...
Vurgunu olduğu göğe süssüz,
sürgünü olduğu cana güçsüz,
çılgını olduğu tene öksüz...
Narince açan... Soldukça üzgün...
Sevincini bile gözyaşıyla yoğuran...
bir yanı hep anılara sarmaşık...
Gönül boyu yaralı... Ömür boyu âşık...
Bağrında özlem, sırtında hançer
dağları delip, ağzında ışıkla gelebilir...
Coşkun, düşlü, dövüşken...
Ve fakat
çıkan için ufkunu yakan
dostunu satan da odur...
Doymak bilmezcesine çakalcana açgözlü;
uygarlığınca acımasız, evcilliğince vahşi...
Korkak, kaypak, sürüngen...
Ulaşsa
denizler gibi yıldızlar da kirlenir ellerinde...
Binlerce yılmış gibi ömrü, onlarca yıl susabilir;
suskunluğu çatal çatal, yılanca zehirlidir...
İçli mi içli, güçlü mü güçlü;
suçlu mu suçlu, hınçlı mı hınçlı!

İnsandır...
Sonunda solacak,
kurumuş bir yaprak gibi rüzgâra ilişerek
geldiği toprağa dönecektir.
Yücelerde soluduysa ömrünü
baharda sazı kalır
dallarda hızı kalır
kuşlarda açar sesi
dillerde sözü kalır...
Irmağın kıvrım kıvrım suyunda
köpürür, gümüşlenir...
döndükçe gümüşlenir...
Arının kekik tüten balıyla
leylaklar kınalanmış bakışlar kutsar onu,
köklere sürgünlere uğurlar...
Ardı sıra
ateşböcekleri uçuşur,
su tutuşur...
Dalgalar alkışlarıdır...

Kimi ölür izi kalır,
kimi ölür buzu kalır


Nihat Behram

6 Şubat 2014 Perşembe

Oy Dağlar

Yazlar kışlar uçan kuşlar tanığımdır
Ayrılıklar yolum oldu
Can yoldaşlar dil sırdaşlar tanığımdır
Ölümlerden gülüm soldu
Anam bacım arkadaşlar tanığımdır
Zulüm gelip beni buldu

Oy dağlar yalçın dağlar
Dumanı hırçın dağlar
Gün olur devran döner
Ağlayan bayram eyler

Oy dağlar haber verin
Sılamı özledim yine
Kuş olun kanat gerin
Yolunu gözledim
Yolunu gözledim yine oy dağlar oy dağlar
Kın olup bıçak verin
Anamı özledim yine
Kuş olup kanat gerin
Yolumu gözledim yine


Nihat Behram

5 Şubat 2014 Çarşamba

Ona Doğru Koşmak İçin

Sana ufku anlatmak istiyorum

Yüreğini
Avuçlarında bir güvercinin
Yüreğiyle yatıştıran çocuğun
Bileklerinde çözüp
Doldurduğu şeyi
Sana anlatmalıyım...

Binlerce insan dökülmüş duraklara
Asfalttan, yapılardan, seslerden;
Binlerce saattir oradalar
Ve kudurgan bir beyin
Ve kıpırtısız bir yürekle
Düşmanca bir şeyler biriktiriyorlar karşılıklı
Ve herkes birbirine benziyor
Ve herkes yabancı birbirine üstelik.

Sana ufku anlatmak istiyorum...
Yalınayak
Ve aşağılara koşarken çaylarda
Çakıl taşları, çağlayanlar
Ve kayaların oyuklarında köpüren suyun
Düşündürdüğü şeyi
Sana anlatmalıyım...
...
Sana ufku anlatmak istiyorum...
Bir ağacın kökleri ve dallarıyla
Uzanıp uzanıp vardığı şeyi
Sana anlatmalıyım...
İçinde duvarlar uğulduyor ilişkilerin
İlanlar, rutubet, çıkar...
Ve söz namusun simgesi değil,
Duygular öyle lekelenmiş
İçtenlik öyle hesap işi ki...
Kimin öpüşleri bir papatya kadar temiz
Kim kime kıstırıldığı anda omuz verebilir?
Ya aşk: çarparak başlatan yeni şeyleri
O sevinç
Nerede şimdi?

Yine de güzel bazı duygular
Aşkla kendini onarıyor
Fakat rüzgârlı, yağmurlu ve sabahları
Bir sinir birikintisi olarak karşılamaktan
Bakışları gizlice köreliyor onun da
Ve hatta sağanağı bir nehir gibi
Yabani bir hayvanmış gibi düşünüp
Ürküyor
Ve giderek aciz,
Sinirli, habis insanlar dolduruyor caddeleri;
Oysa şehirden yabani bir hayvan kadar uzakta nehir
Öpüşüyor uçsuz bucaksız bir çalkantıyla
Ve yüzlerce çocuk tanıyorum
Kaçak bir duygu taşıyan sinemalarda
Ona doğru koşmak için...

Sana ufku anlatmak istiyorum.
...
Son mavisi gözlerinde kaldı gökyüzünün
Bu şehirde
Anlatmak istediğim.


Nihat Behram

Ne Sağnaklar Görmüşüz

Ne sağnaklar görmüşüz, yarılan gökyüzünden, alnımız yıldırımlarla ağmış.
Ne rüzgarlar çınlamış bağrımızda, coşkusundan kırılmış kaburgamız.
Dişlenip kayaları ne ateşler yakmışız, aşmışız ne zifir uçurumlar.
Yine de ürkütmeden öpmüşüz bir ceylanı gözlerinin yaşından.
İncitmeden tutmuşuz ağzımızda yorulan kelebeği.
Simdi asmalardan korukların tadı silinmiş,
sesimizde sendeleyen bir keder.
Uykusuzluk serin serin sızıyor acıyan tenimizden.
Ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzde aşkın yeri çok derin.
Ne azgın canavarlar üstüne yürümüşüz bir demet çiçek için,
neyimiz var neyimiz yok vermişiz bir narin dilek için,
yıllarını tas duvara örmüşüz ömrümüzün bir hırçın yürek için.
Simdi çevremizde yosunlaşmış sessizlik, yabaniyiz gittiğimiz her şehrin.
Çiğdemsiz, kükremesiz, kimsecikler sezmiyor
boynumuzdan didişen örümceğin zehrini.
Ziyanı yok, nasıl olsa nabzımızda durulanır yaşamanın iksiri.
Ne güzel sevmişiz, ağzımızda mavi bir tat kekremiş,
ne sızılar sarmışız yumuşacık öpüşlerin çığlığını kuşanıp,
şafaklar tutkusunu şarkılar yuvalanıp ne mintanlar yırtmışız,
şimdi usulcacık ürpersek kara gece uykumuz kacacak kadar delik
üstümüz çimensiz tepeler gibi bereketsiz, örtüsüz, serin.
Ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün çayırları ipekten, bakışımız lekesiz.
Ne masalar düzmüşüz kıvrımları gümüş, kakmaları sedeften,
ne milyonlar yanından başeğmeden geçmişiz, huyumuz değişmemiş,
hayatimiz günbegün çarpışarak yaşanılan sırların urunudur.
Simdi kar altında avcumuz, avurdumuz ilaçsız,
ıssızlaşmış sabahlar, yoksunluk arsızlaşmış.
Kaçışır yolumuzdan gölgesini de alıp o şaklabanlar inildesek açlıktan;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün dağı taşı altından.
Ne devlerle dalaşmış kanımızı göstermeden silmişiz.
Ne kudurgan günlerde elimizi dost eline titremeden vermişiz.
Bir ömür seğirtmişiz bir nefes beklemeden.
Şimdi nice anışların dudağı üşüyen bir çocuk kadar uçuk,
nicesi elsıkışların sahtekar çıkmış.
- Bizi eşkiyalar soymamış abi muhabbet yıkmış.


Nihat Behram

Manastır Kuşçusu

Zor bir nakış gibi işliyorum
liseyi ve aşkı
hüzünden bir kanaviçeye

Üveyikler ibibikler arıyorum
kandillerle gece çullukları
bana bir salgını çağrıştıran bıldırcınlar
lise öğretmenlerinin dolduğu odalardan
sarı asmalar ürküyor koştuğumda

kim bilir kuşların öldüğünü
rüzgar geçerken selviler arasından
sepetime diken gülleri toplayıp
annemin güzelliğine üzgün
kuşlar vurduğumu benim
çağlalar çaldığımı
kim bilir hala nasıl süslüyor beni
o yusufçuk sesleri

şimdi kumruların angutların kaçıştığı
çocukların mavi serçeler topladığı
aile albümünden bir yüreği
hızla soyunuyorum
hızla soyunuyorum karanlık koynumdan
liseli kitaplarımı.


Nihat Behram

İşkencede Ölen Yoldaş İçin

Senin alnındaki yaralar
Halkın yaralarıdır,
Seni kırbaçlayan el
Halkı da kırbaçladı..

Boynuna vurulan zincir
Halkı boğmak istiyor,
Beynini sarsan elektrik
Halkı da örseledi

-Toroslar ah Toroslar
Hozat, Silvan, Tunceli
Açlık, esaret, keder..
Kavga sizin içindir;
Elinde katillerin
Yoldaş sizin için can verdi-

Kimbilir ne kadar vahşice sana
Vurdular, dağladılar;
Direnen bakışların
Nasıl zalimce katledildi?

Alnındaki yaradan
Boşaldı belki bütün kanın
Fakat nehirlerin akıyor; dağların rüzgarlıdır
Bak yine çarpıyor kalbin,
Ortasında kavganın...


Nihat Behram

İnsan ki Hasreti Kadar

Aşksa:
Sağır da olsa dile döner seslenir...
Düşse:
Eni sonu suya düşer ıslanır...

Aşktan öte başka hangi tohum yeşerir
Hangi dal sügün verir ezildiği yerinden?

(...Dolunaydı... Dağların bulutlandığı,
toprağın yoncalandığı aydı...Öpsem,
yaralanır sandığım
çiçekler kadar körpeydi bahar...
Bir yanım sazınca külhan,
yağız, civan, atmaca;
bir yanım nazınca uslu,
suskun, ıssız, utangaç,
savrulup savrulup sokaklara
söylediğim şarkılar
süsüydü ömrümüzün,
yitince bulunmaz zenginliğimiz...
Ne güzel günlerdi ah
ne güzeldin gençliğim;
gönlümü tarih düşüp
ömrümce yol gözledim,
yazık ki sen beklemedin...)

İki derde yenik düştüm ne çare:
biri aşk
biri düşten düşe sızım sızım yüreğim...

Taşa çaldım derdimi,
taş çatladı kıvrım kıvrım kök verdim;
güle sardım kendimi,
gül kurudu derdim azdı yürüdü...

İnsan ki hasreti kadar:
belki bin sevda bin ayrılık
fakat
bir aşk bir intihar
bir ömre ancak sığar.


Nihat Behram