Şiir, Sadece: Pablo Neruda şiirleri
Pablo Neruda şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Pablo Neruda şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Kasım 2014 Perşembe

Ağaçların Dallarında Niçin Kalır Güz?

Ağaçların dallarında niçin kalır güz
yapraklar düşene dek?

Ve nerede asar o
kendi sarı pantolonlarını?

Doğru mudur güzün beklemekte olduğu
olacak olan bir şeyi?

Belki bir yaprakta titreyecek
ya da evren uğrayacak geçerken?

Toprağın altında bir mıknatıs mı var,
güzün kardeşi olan bir mıknatıs?

Ne zaman emredilir toprağın altında
gülün önceden belirlenmişliği.


Pablo Neruda
Sorular Kitabı

Ağır Ölüm

Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar, her gün aynı yoldan yürüyenler, yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler, giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler, tanımadıklarıyla konuşmayanlar.

Ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar, beyaz üzerinde siyahı tercih edenler, gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında onarılmış yüreği küt küt attıran bir demet duygu yerine “i” harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler.

Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler, bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar, hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler.

Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar.

Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler, kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler, ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar, daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler, bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.

Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden, anımsayalım her zaman: yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir.

Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına.


Pablo Neruda

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

Şiirin son tümcesini, Rimbaud’nun “A’laurore, armes d’une ardente patience nous entrerons aux splendid villes” (“Şafak kızıllığında, ateşli bir sabırla silâhlanmış olarak gireceğiz o muhteşem kentlere”) dizesinden esinlenerek yazmıştır Neruda.

Ağıt

Yalnız başıma, ıssız yerlerde
ağlamak istiyorum ırmaklarca,
söndürülmek istiyorum, uyumak istiyorum,
uyumak senin hayli yaşlı mineralsi gecen gibi.

Neden düştü parıldayan anahtarlar
haydut ellerine? Ayağa kalk,
Ocllo, anatanrıça, bırak dinlensin gizliliğin
bu gecenin sonsuz yorgunluğunda
ve akıt öğüdünü damarlarıma.
Henüz dilemiyorum senden Yupanquierne'nin güneşini.
Uykuda konuşuyorum seninle, ülkeden ülkeye
bağırarak, Peru'lu anne,
sıradağların kasığı.
Nasıl sızdı hançer yığınları
senin kumul ülkenin içine?
Ellerinde kımıltısızca
duyumsuyorum metallerin yayılışını
yeraltı damarlarınca.

Senin köklerinden yaratıldım,
ne ki anlayamıyorum, toprak
sunmuyor bana hikmetini,
gördüğüm geceden başka bir şey değil
yıldız aydınlığı gök bölgeleri altında.
Hangi anlamsız yılan düşü
sürükledi kendini kankızılı o çizgiye?
Acının gözleri, kasvetli gelişme.
Nasıl geldin acaba bu kızgın rüzgâra,
neden, gazabın kayaları arasında
kaldırmadı havaya Capac
parıldayan balçıktan tiara'sını?
Bırak dayanayım acıya bayraklarının altında
ve gömeyim kendimi
bir daha parıldamayacak ölü kök gibi.
Katı gecenin altında, katı gecede
yeryüzüne inmek istiyorum
altın'ın ağzına erişmeye.

Yaymak istiyorum kendimi bu gecesel granitte.

Oraya umutsuz yazgımla erişmek istiyorum.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

Ailelerdeki Melankoli

İçindeki bir kulak ve bir resimle
saklıyorum mavi bir şişeyi:
gece mecbur ettiğinde baykuşun tüyünü,
kısık sesli kiraz ağacı yolduğunda kendi dudaklarını
ve deniz esintisi çoklukla
delik deşik ettiği kabuklarla tehdit ettiğinde,
bilirim bulunur batmış büyük yayılmalar,
külçelerce kuvars,
balçık,
mavi sular bir vuruşa,
onca sessizlikten, yenilgiden ve kâfur ağacından,
kaybolmuş eşyalardan, madalyalardan,
okşayışlardan, paraşütlerden, öpüşlerden
çok sayıda damarlar.

Tek bir günün adımları var yalnızca öbürüne doğru,
yalnız bir şişe denizlerde yolcu,
ve güllerin vardığı bir yemek odası,
bir yemek odası, terk edilmiş
bir diken gibi: konuşuyorum
ezilmiş bir kadeh hakkında, bir perde hakkında,
taşları sökerek akan bir ırmağın çağladığı
ıssız bir odada bulunan derinlik hakkında, bu bir evdir
yağmurun temelleri üzerinde duran,
olmazsa olmaz pencereleriyle ve kayıtsız şartsız sadık
yaban şarabıyla iki katlı bir ev.

Gidiyorum akşamlar boyunca, ve dönüyorum eve
kirle ve ölümle dopdolu,
getirerek beraberimde toprağı ve köklerini
ve cesedin buğdayla, metallerle, devrilmiş fillerle
birlikte uyuduğu toprağın sınırsız karnını.

Fakat her şeyden önce korku dolu,
korku dolu ve ıssız bir yemek odası var
kırılmış yağdanlıklarıyla
ve akıyor sirke masaların altından,
ve durdurulmuş bir ay ışığı,
karanlık bir şey, ve arıyorum
bir karşılaştırmayı kendimde:
belki denizle çevrilmiş bir dükkândır bu
ve hırpanî paçavralar damlıyor tuzlu sudan.
Yalnızca ıssız bir yemek odası var
ve etrafında sonsuz genişlikler,
suyun altına konulan fabrikalar,
sadece benim bildiğim enlemler,
çünkü hüzünlüyüm ben ve yolculuktayım
ve tanıyorum toprağı ve hüzünlüyüm.


Pablo Neruda
Yeryüzünde İkinci Konaklama

Akışkan Kaymak

Acayip, garip aristokratlar
Amerika’mızda, yakın zamanlarda
alçıyla kaplanmış memeli hayvanlar, kısır
genç adamlar, kibirli budalalar,
kötülük dolu toprak ağaları, Kulüp’te
aşırı içkinin kahramanları,
banka ve borsa soyguncuları,
ahmaklar, züppeler, pısırıklar,
kaygan aslanları elçiliklerin,
solgun asil kızlar,
et yiyen çiçekler, kokulandırılmış
haydut mağaralarının zürriyeti,
kan emen tırmanıcı sarmaşık,
gübre ve ter,
boğan sarmaşıklar,
feodal boa yılanlarından zincir

Stepler titrerken
Bolívar’ın ya da
O’Higgins’in dörtnallarıyla (yoksul askerler,
acı görmüş halk, yalın ayaklı kahramanlar) ,
oluşturdunuz sizler yolu
kral için, papaz çukuru için,
bayraklarımıza karşı ihanet için,
ve halkın korkusuz
rüzgârı salladığında mızraklarını
ve bıraktığında anayurdu kollarımıza,
ortaya çıktınız sizler ve çevrimlediniz toprağı,
ölçüp ayırdınız çitleri, yığdınız
toprağı ve ruhları, bölüştürdünüz
polise ve tekellere.

Döndü halk evine savaşlardan,
yitti aşağıda madenlerde, kıvrımların
siyah derinliklerinde,
düştü taşlı pulluk izlerine,
kirli fabrikaları çalıştırmaya başladı,
üredi kiralık kışlalarda,
diğer acıklı yaratıklarla birlikte
tıka basa doldu meskenlerde.

Dibe vurana dek battı halk şaraba,
terk edildi, vampirlerden
ve bitlerden bir ordu tarafından
saldırıldı, kuşatıldı
duvarlarla ve devriye polislerle,
ekmeksiz, müziksiz, yollarda
sersem yalnızlığın içinde
Orfeus bırakmaz herhalde oraya
ruhu için bir gitarı,
bir şeritle ve umutsuzlukla
kendisini sarmalamış
ve köylüklerin üzerinden yoksulluğun kuşu gibi
şarkı söyleyecek bir gitarı.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı


Simon Bolívar: 1782-1830 tarihleri arasında yaşamış general. Kolombiya, Venezüella, Ekvator ve Bolivya’da özgürlük savaşlarını yönetti. Güney Amerika’nın kuzey bölgelerini birleştirmeye çalıştı, fakat başarılı olamadı. Hayal kırıklığına uğramış bir şekilde ve sürgünde ölmüştü liman kenti Santa Marta’da.

Bernardo O’Higgins Riquelme: 1776-1842 yılları arasında yaşamış ve San Martín ile birlikte Şili’nin bağımsızlığını 1819’da kazanmıştır.

Orfeus: Yunan mitolojisinde, tanrısal şarkıcı.

Alandaki Ölüler

Düştükleri yere ağlamaya gelmiyorum:
sizlere geliyorum, sizleri yokluyorum, yaşayanları,
seni ve beni yokluyorum ve dövüyorum bağrını.
Daha önce de düşenler oldu. Ansır mısın? Elbet, ansırsın.
Aynı ad ve soyadları vardı onların da.
San Gregorio'da, yağmur dolu Lonquimay'da,
Ranquil'de dağılmış her rüzgarda,
İqueique'de kuma gömülmüş,
deniz boyunca ve çölde,
duman boyunca ve yağmurda,
bozkırdan adalar denizine dek
öldürüldü diğerleri de,
senin gibi Antonio'ydu adları
ve balıkçı ya da demirciydi senin gibi:
Şili'nin eti, yaralanmış yüzleri
rüzgarla,
bozkırın işkence ettikleri,
acıyla damgalanmış.

Anayurdun duvarları ardında,
yakınında kar'ın ve kardan cam butiklerin,
ırmağın yeşil yaprakları ardında,
güherçilenin ve başakların altında
gördüm halkımın kan damlalarını,
ve her bir damlası ateş gibi yanıyordu.


Pablo Neruda
İhanete Uğramış Kum
Canto General
28 Ocak 1946, Santiago de Chile

Alberto Rojas Jiménez Geliyor Uçarak

Korkutan kanatların arasından, arasından gecelerin,
manolyaların arasından, arasından telgrafların,
Güney’in rüzgârı arasından ve denizle ıslanmış Batı’dan,
geliyorsun uçarak.

Mezarların altından, altından külün,
donmuş salyangozların altından,
en son yeraltı sularının altından,
geliyorsun uçarak.

Daha da derinde, boğulmuş kızların arasında
ve kör bitkilerin arasında, çözülmüş balıkların
daha da derininde, bulutların arasında yeniden,
geliyorsun uçarak.

Kanla kemiklerin ötesinde,
ötesinde ekmeğin, şarabın ötesinde,
ötesinde ateşin,
geliyorsun uçarak.

Sirkenin ve ölümün ötesinde,
arasında çürümenin ve menekşelerin,
göksel sesinle ve ıslak ayakkabılarınla,
geliyorsun uçarak.

Elçilerin ve eczanelerin üstünden,
ve tekerin, ve avukatların, ve gemilerin,
ve yeni çekilmiş kırmızı dişlerin,
geliyorsun uçarak.

İri kadınların geniş elleriyle
saçlarını çözüp tarağı düşürdüğü
çökmüş çatılı kentlerin üstünden,
geliyorsun uçarak.

Şarabın sessizlikte loş, bulanık ellerle
kızılca bir ağaçtan yavaş ellerle
olgunlaşacağı mahzenleri geçerek,
geliyorsun uçarak.

Yitik havacıların arasından,
kanallar ve gölgeler boyunca,
gömülmüş zambaklar yanında,
geliyorsun uçarak.

Acı renkli şişelerin arasından,
anason ve bela çemberleri arasından,
ellerin yukarda ve ağlayarak,
geliyorsun uçarak.

Diş hekimleri ve toplantılar üstünden,
sinemaların ve tünellerin ve kulakların üstünden,
yeni bir takım elbiseyle ve sönmüş gözlerle,
geliyorsun uçarak.

Ölümünün yağmuru yağarken
tayfaların yolunu yitirdiği
duvarsız mezarının üstünden,
geliyorsun uçarak.

Boşanırken yağmur parmaklarından,
boşanırken yağmur kemiklerinden,
düşerken iliğin ve gülüşün,
geliyorsun uçarak.

Eriyip gittiğin taşlar üstünden,
aceleyle kışa doğru, zamana doğru,
yüreğin düşerken damlalarda,
geliyorsun uçarak.

Çimentoyla ve kara katip yürekleriyle,
ve hiddetli atlının kemikleriyle
çevrilmiş olan, sen değilsin oradaki,
geliyorsun uçarak.

Ey deniz gelinciği, ey benim soyum,
ey arılarla giyinmiş gitarcı,
saçındaki bütün bu gölgeyle yanlış bu:
geliyorsun uçarak.

Seni kovalayan bütün bu gölgeyle yanlış bu,
onca ölü kırlangıçlarla yanlış bu,
onca sızlanmayla kararmış toprakla:
geliyorsun uçarak.

Valparaíso’nun kara rüzgârı
dağıtıyor kömürden ve köpükten kanatlarını
geçip gittiğin göğü süpürmek için,
geliyorsun uçarak.

Vapurlar var, ve ölü denizin soğuğu,
ve kaval sesleri, ve aylar, ve bir koku
sabah yağmurundan ve kirli balıklardan:
geliyorsun uçarak.

Rom var, sen ve ben, ve benim ağlayan ruhum,
ve hiç kimse, ve hiçbir şey, çatlamış basamaklarıyla
bir merdiven yalnızca, ve bir şemsiye:
geliyorsun uçarak.

Orada uzanıyor deniz. Geceleri gidiyorum ve dinliyorum
deniz altından uçarak gelişini, yapyalnız,
bende şenelmiş deniz altı karartılı:
geliyorsun uçarak.

Duyuyorum kanatlarını ve senin sakin uçuşunu,
ve ölü suların sana çarpışını
kör ve ıslak güvercinler gibi:
geliyorsun uçarak.

Geliyorsun uçarak, terk edilmiş, yalnız,
ölüler arasında tek, her zaman yalnız,
geliyorsun uçarak gölgesiz ve adsız,
şekersiz, ağızsız, gülsüz,
geliyorsun uçarak.


Pablo Neruda
Yeryüzünde İkinci Konaklama


Alberto Rojas Jiménez 1900-1934 yılları arasında yaşamış, Neruda’nın arkadaşı Şilili bir şairdi. Züppelik derecesinde şık giyimliydi. En büyük hobilerinden biri, İspanyol şair Miguel de Unamuno’dan öğrendiği şekilde kağıttan kuşlar yapmaktı. 1930 yılında yayınlanmış “Chilenos en París” (”Paris’teki Şilililer”) adlı bir şiir kitabı bulunmaktadır. Paris’te yaşadığı dönemde Chagall’ın tablolarına özenerek yaptığı bazı resim çalışmaları da bulunmaktadır.

15 Kasım 2014 Cumartesi

Alçı Maskeleri

Sevmiyordum.... Acıma mıydı ya da nefret?
Saygon gibi şehirlerde dolaşıyordum, Madras’ta,
Khandy’de, ta gömülmüş olana dek, Anaradapurha’nın
görkemli taşları, ve Seylan’ın kayalıkları,
Siddhartha’nın resimleri
balinalar gibi – ve daha da uzaklardaki:
Penang dolaylarında tozda, nehir yataklarında,
yabanıl ormanın en temiz sessizliğinde, akınına uğramış
hayvan sürülerinin haşin hayatlarıyla
ötesinde Bangkok’un, dansçıların
giysileri ve alçı maskeleri.
Zehirlenmiş deniz dipleri
çiy renkli mücevherlerden yapılma evler taşıyordu
ve geniş ırmaklar boyunca akıyordu
yoksul kalabalıkların barakaları, teknelerle paketlenmiş,
ve sayısız başkaları da örtmüş yayılan toprağı,
sarı ırmakların ardı boyunca,
bağrı yarılmış bir tek vahşi hayvanın derisi gibi,
halkların derisi, sayısız efendi tarafından
küçük düşürülmüş.
Komutanlar ve kontlar
yaşadılar ölen fenerlerin
ıslak hırıltısında, emdiler kanını
yoksul zanaatkarların,
ve pençelerle kırbaçlar arasında, daha yücelerde,
bulunuyordu izin belgesi, Avrupalı,
alüminyumdan tapınaklar kuran
petrolün Kuzey Amerikalısı,
korunmasız deriyi yüzüp duruyordu
ve yaratıyordu kanda yeni kurbanlar.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General

Almería

Kırık ve kekre bir öğün yemek rahip için
demir artıklarından, külden, gözyaşlarından
bir yeraltı öğünü, iç çekişlerden ve yıkılan duvarlardan,
bir öğün yemek rahip için, Almería’nın kanıyla pişirilmiş.

Bir öğün yemek bankere, mutlu Güney’in
çocuk yanaklarından bir öğün, patlamalardan
bir öğün, hissiz sudan ve harabelerden ve dehşetten,
kırılmış millerden ve ezilmiş başlardan bir öğün,
siyah bir öğün, Almería’nın kanıyla pişirilmiş bir öğün.

Her sabah, hayatlarınızın bulanık sabahlarında
bulacaksınız o buharlı ve sıcak öğünü her biriniz:
yumuşak ellerinizle kenara itmeye çalışacaksınız
görmemek için, sindirmemek için defalarca:
kenara iteceksiniz ekmekle üzümler arasında,
her sabah orada duracak olan
suskun kandan bu öğünü,
her sabah.

Garnizon eğlencesinde, her bir eğlencede,
albaya ve albayın karısına bir öğün
yeminlerin ve tükürüğün üzerinden, şafağın şarap ışığında:
ki görmeyesiniz o titreyen şeyi ve soğuğu dünya üzerinde.

Evet, hepinize bir öğün, orada ve buradaki zenginlere,
elçilere, bakanlara, yıldıran şölen misafirlerine,
derin koltuklarda çay içen kadınlara,
ezilmiş ve taşan bir öğün, yoksul kanla lekelenmiş,
her sabah, her hafta, her zaman,
Almería’nın kanıyla pişirilmiş bir öğün, önünüzde, her daim.


Pablo Neruda
Yürekteki İspanya
Yeryüzünde Üçüncü Konaklama


Şubat 1937’de yüzlerce Cumhuriyetçi mülteci Málaga’dan Almería’ya göç ederken, nasyonalistlerin uçakları ve tanklarıyla beklemedikleri bir anda karşılaştılar. Çocuk ya da yetişkin ayrımı yapılmaksızın bütün erkekler kurşuna dizildiler.

Altın

Altın sahibiydi bu temiz günün.
Yapısı yeniden batmadan önce
o kendini bekleyen çamursu atıkta,
yenilerde göründü, yenilerde kaybetti
yeryüzünün o yüksek heykelini,
ateşle temizlenmişti, insanoğlunun
teri ve elleriyle örtünmüştü.

Orada ayrılmıştı halk ile altın.
Ve ilişkileri topraksıydı, temiz
zümrüdün kül rengi anası gibi.
Rahatsız edilmiş çubuğu tutan el de
ter içindeydi
toprağın temelinden azalmış
zamanın bitimsiz boyutundan,
tohumların geçici renklerinden,
gizem dolu bereketli topraktan,
salkımları işleyen topraktan.

Lekelenmemiş altın yeryüzüler, insanın
parçaları, halkın kirletilmemiş
metali, yollarının oluşturduğu
merhametsiz haçların karşılaştığını
anlayamayan kızoğlankız madenler:
insan ara vermeden kemirecek tozu,
devam edecek taşlı toprak olmaya,
ve altın yükselecek kanının üzerinden
yaralayana dek ve hükmedene dek yaralıya.


Pablo Neruda
Los flores de Punitaqui
Canto General

Altının Yolu

İçeri girin, efendim, buyurun alın anayurdu ve toprağı,
meskenleri, kutsamaları, istiridyeleri,
burada her şey satılır.
Barutlarınızla düşmeyecek hiçbir kule yoktur,
bulunmuyor isteklerinizi reddedecek herhangi bir başkanlık,
vergi tasarrufu yapacak herhangi bir ağ da yok.

Burada bizler rüzgâr kadar “özgür” olduğumuzdan
satın alabilirsiniz rüzgârı, şelaleyi
ve geliştirilmiş selülozda
düzenleyebilirsiniz yerinde olmayan fikirleri
ya da toplayabilirsiniz
esnaf çarşaflarına özgü lakayt sevdaları.

Giysi değiştirdi altın ve gitti
yıpranmış kağıttan paçavra giysilerle,
görünmeyen yapraklarla soğuk yumurtalar,
burkulmuş parmakların kemerleri.

Yeni sarayındaki genç kıza
getirdi babası dişlerini göstererek
banknotla dolu tabağı
o güzel kız bir anda yuttu ve çarptı yere
ani bir gülümseyişle.
Altının yüzyıllar boyunca ataması
emredildi Piskopos tarafından, açtı kapıyı
yargıçlar için, yaydı o kalın halıları,
genelevlerde titremesini sağladı gecenin,
savurdu rüzgârda dalgalanan saçlarını.

(Bunlar hüküm sürdüğü zamanda yaşamıştım.
Gördüm tüketilen çürümüşlüğü,
gübreden piramitler eziliyor
onurdan: yıkayan yağmurun
isteksiz kayserleri,
ikna ettiler terazilerin
kararını, ölümün kaskatı
oyuncak bebeği, kireçlenmiş
onların katı, tüketen külünden.)


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

Alvarado

Pençeler ve bıçaklarla atladı
kulübelerin üstüne, Alvarado, yerle bir etti
saracın ata-yadigarını,
çaldı aşiretin düğün-gülünü,
halk-ırklarına, mülklere, dinlere saldırdı,
hırsız çocukların define-tabutu oldu
ölümün gizli şahini.
Papaloapan'a doğru,
Büyük yeşil ırmak
Kelebek-ırmağına doğru, döndü neden sonra
savaşçı bayrağında kanla.

Ağırbaşlı ırmak gördü oğullarının öldüğünü
ya da köle olarak hayatta kaldığını,
su boyunca ateşte gördü o
soy ve sezgi, genç kafaların yandığını.
Ne ki yoktu acıların sonu
onların zalim seferinde
yeni zulümlere doğru yola çıkan.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

Ama Doğru Mudur Köşecikte

Ama doğru mudur köşecikte
beklediği yeleklerin isyanının?

Niçin sunuyor ilkbahar bize
o yeşil giysilerini yeniden?

Niçin gülüyor ziraat
göğün solgun gözyaşlarıyla?

Nasıl oldu da terk edilmiş bisiklet
kazandı özgürlüğünü?


Pablo Neruda
Sorular Kitabı

Ama Eğer Silâhlandırırsan Ordunu

Ama eğer silâhlandırırsan ordunu, Kuzey Amerika,
bu temiz sınırı yok etmek için
ve Şikago kasabını efendisi yapmak için
sevdiğimiz bu müziğe ve düzene,
o zaman taşlarla ve havayla atılacağız ileri
seni un ufak etmek için:
sana ateş püskürtmek için
atılacağız ileri son pencereden:
en derin dalgalardan atılacağız üzerine
seni dikenlerle çarmıha germek için,
o zaman atılacağız ileri saban izlerinden ki
filizler Kolombiyalı bir yumruk gibi
patlasın yüzünde, o zaman atılacağız üzerine
ekmek ve suyunu kesmek için,
o zaman atılacağız ileri
cehennemde yakmak için seni.

Bu yüzden ayak basma, ey asker
harika Fransa’ya, çünkü orada olacağız bizler
yeşil asmalar şarap sirkesi verebilsin
ve yoksul kızlar gösterebilsinler diye
Alman kanının hâlâ kurumadığı yerleri.
İspanya’nın kuru dağlarına tırmanma
çünkü oradaki her bir taş ateşe dönüşecek
ve savaşacak yiğitler bin yıl daha:
zeytinliklerde şaşırma yolunu
çünkü asla dönemezsin Oklahoma’daki evine, dalma
Yunanistan’ın içine, çünkü izin verdiğin
ve bugün de akan kan
topraktan kalkarak durdurur seni orada.
Gelme balık avlamaya Tocopilla’ya,
çünkü biliyor kılıç balığı yağmalamalarınızı
ve Araukanyalı esmer maden işçisi getirecek
yeni istilacıları bekleyen
o eski zalim gömülmüş okları.
Güvenme gauchoların söylediği vidalitalara
ya da soğuk depoların işçilerine. Tıpkı
bir elinde bir şişe petrol
öbüründe bir gitar, bekleyen Venezüellalılar gibi
her yerdeler gözleri ve yumruklarıyla onlar.
Girme, Nikaragua’ya da girme sakın.
O güne kadar göz kapağı olmayan bir yüzle
uyuyordu Sandino ormanda
sarmaşıklarla ve yağmurla kaplanmış tüfeği,
fakat onu öldürdüğünüzde açtığınız yaralar
bıçakların ışığını bekleyen
Porto Riko’daki eller gibi canlı hâlâ.
İnatla karşı koyacak dünya size.
Sadece adalar ıssız kalmayacak, fakat hava da
ki dinliyor bugün sevdiği sözcükleri.

Gelip de insan eti isteme
Peru’nun yüceliklerinde: anıtların yaralanmış sisinde
sana karşı bileyliyor mor kuvars kılıcını
kanımızın uysal atası,
ve vadiler boyunca çağırıyor boğuk sesli savaş boruları
savaşçıları, Amaru’nun taş fırlatan
oğullarını. Meksika dağlarında da arama kimseyi
şafak kızıllığına karşı savaştırmak için,
uyumuyor Zapata’nın tüfekleri,
yağlanmış tüfekler ve çevrilmişler Teksas topraklarına.
Girme Küba’ya, çünkü o denizsi ışıkta
ter ağırlığı şeker kamışı tarlaları üzerinde
bekliyor seni tek bir kasvetli bakış
ve tek bir çığlık, öldürmek için seni.
Partizanların topraklarına girme gürültülü
İtalya’da: Roma’da tuttuğun o şık askerlerin
saflarından ayrılma sakın, Aziz Peter Katedrali’nden ayrılma:
köylüklerin basit ermişleri var orada,
balıkçıların deniz ermişleri
seviyorlar dünyanın yeniden çiçekleneceği
bozkırın o geniş topraklarını.
Dokunma
Bulgaristan’ın köprülerine, izin vermezler geçmene.
Romanya’nın ırmaklarını fokurdayan kanlarla dolduracağız
haşlamak için istila kuvvetlerini:
bugün feodal efendisinin nerede gömüldüğünü bilen
ve sapanıyla ve tüfeğiyle nöbet bekleyen köylüye
selam verme: bakma ona
çünkü küle dönüştürür seni bir yıldız gibi.
Girme Çin topraklarına: Kiralık çırağın Chiang yok orada
müsteşarlarıyla kokuşmuş sarayında artık:
Çiftçilerin oraklarından bir orman
ve baruttan bir volkan bekliyor orada seni.

Başka savaşlarda suyla dolu hendekler vardı
ve bunların arkasında dikenli teller ve pençeler vardı,
ama bu hendekler daha büyük, bu sular daha derin,
bu dikenli teller bütün diğer metallere göre daha yenilmez.
Bunlar bu insansı metallerin toplamından oluşan atomlar,
hayat üstüne hayattan oluşan binlerce düğümün toplamı,
uzak vadilerden ve ülkelerden halkların eski acıları bunlar,
bütün bayrakların ve gemilerin,
toplanılan bütün mağaraların eski acıları bunlar,
fırtınaya karşı savaşta yırtılan bütün ağların,
toprağın bütün çetin yarıklarının,
ateşten kızmış çaydanlık cehennemlerinin,
bütün dokumaların ve dökümhanelerin
bütün kaybolmuş ya da istiflenmiş lokomotiflerin
eski acıları bunlar.
Bu çelik tel binlerce kez dolandı dünyayı:
kesilmiş gibi görünür, orduyla yıkılmış sanılır,
fakat birdenbire bulur kutuplarını
ve tekrar kuşatır dünyayı.
Fakat henüz
çok ötelerde bekliyor sizleri,
ışıltılı ve kararlı,
çeliklenmiş ve güleç,
hazır şarkı söylemeye ve mücadeleye,
tundradan ve tayga ormanlarından kadınlar ve erkekler,
ölümü yenen savaşçıları Volga’nın,
Stalingrad’ın oğulları, Ukrayna’nın devleri,
kandan ve taştan, demirden ve şarkıdan, cesaret ve umuttan
yapılmış tek yüksek, korkunç bir duvar.
Eğer bu duvara dokunursanız, öleceksiniz,
fabrikaların kömürü gibi yanacaksınız,
ve Rochester’den gülüşler gölgeye dönecek
step rüzgârları savuracak
ve kar sonsuza dek gömecek sonra.
Büyük Peter’den bu yana savaşanlar, herkes gelecek,
toprağa merakla vuran yeni kahramanların yanına,
ve onların madalyalarından bugün mutlu olan
bu muhteşem ülkenin üzerinde vızıldayan
küçük soğuk mermiler yapacaklar.
Ve sarmaşıklarla donanmış laboratuarlar,
gönderecekler kurtarılmış atomu
mağrur şehirlerine.


Pablo Neruda
Que despierte el leñador
Canto General


Gaucho: Arjantin bozkırlarındaki cowboy; yerli kadınlarla İspanyol istilacıların soyundan gelen melezler anlamına gelmektedir.
Vidalita: Hüzün ve neşeyi aynı şarkı içinde barındıran, gaucho şarkısı.
Büyük Peter: 1672-1725 yılları arasında yaşamış Rus çarı.

Amerika'ya Özgü Kum, Bayramlarla Dolu

Amerika'ya özgü kum, bayramlarla dolu
bitkilenmiş toprak, kızıl sıradağlar,
oğullar, eski fırtınalarla
bölünmüş biraderler,
haydi toplayalım canlı mısır tanelerini
toprağa dökülmeden önce,
ve doğacak olan yeni mısır dinlemeli senin sözünü,
tekrarlamalı senin sözünü mısır bitkisi
ve kendi kendisini de tekrarlamalı.
Gece ve gündüz türkü söylemeli onlar
ısırılmalı ve yutulmalı onlar,
dünyaya taşınmalı onlar
ve birdenbire ağır ağır inmeli sessizliğe,
batmalı taşların altında,
bulmalı gecesel kapıları
ve tekrar yükselmeli yeni doğanlar
bölüştürmek için ve ekmek gibi,
umut gibi, gemilerin rüzgârı gibi
yol göstermek için kendi kendisine.
Mısır bitkisi getirir sana benim türkümü
halkın köklerinden filizlenmiş
doğmak için,
kurmak için, türkü söylemek için
ve yeniden mısır tohumu olmak için,
sayısızca kavgada.

Burada işte benim yitirilmiş ellerim.
Görünmezdir onlar, ne ki
geceleyin görebilirsin onları,
görünmez rüzgâr arasında.
Uzat ellerini bana, görüyorum onları
hırçın kumullar üzerinde
Amerika'ya özgü bizim gecemizde,
ve seçiyorum senin sol elini
ve sağ elini,
savaşmak için kaldırılmış olan el
ve tekrar ekin ekmek için geri dönen el.

Gecede, dünyanın karanlığında
yalnız hissetmiyorum kendimi.
Halkım ben, sayısızca halk.
Sesimde duru bir güç barınır
delik deşik etmek için sessizliği
ve filizlenmek için karanlıkta.
ölüm, şehâdet, gölge ve donsoğuğu
düşer ansızın tohuma.
Ve halk gömülmüş sanırsın.
Ne ki geri döner mısır toprağa.
Amansız kızıl elleri
deldi geçti sessizliği.
ölümden doğulur yeniden hayata.


Pablo Neruda
Sığınmacı (El fugitivo)
Canto General

Amerika

Ben, çevrilmişim ben
hanımelleri ve çorak topraklarla, çakallar ve şimşeklerle,
leylakların zincirlenmiş kokularıyla:
ben, çevrilmişim ben
günlerle, aylarla, sadece benim tanıdığım suyla,
yoncalarla, balıklarla ve sadece benim ansıdığım günlerle,
ben, çevrilmişim ben
daracık, savaşan köpüklerle
çanlarla kaplı sahiller boyunca.
Volkanın ve kızılderililerin al renkli gömleği,
yol, kökler arasındaki yaprak ve dikenle
beliren çıplak ayak
geliyorlar ayaklarıma geceleyin dolaşmam için.
Karanlık kan sanki sonbaharın
toprağa akışı gibi,
yabanıl ormandaki ölümün korkunç örneği,
fatihlerin derinleşen adımları, savaşçıların
çığlıkları, uyuyan mızrakların karartısı,
askerlerin ürperti veren düşleri, timsah barışının
suyu gürültüye boğduğu büyük ırmaklar gibi,
senin yeni kentlerinin umulmadık belediye başkanlarıyla,
yılmaz kuşların korosu,
ateş böceklerinin koruyucu parıltısı
yabanıl ormanın çürüyen günlerinde,
yaşıyorsam karnında, senin tırtıklanmış
ikindinde, dinlentinde, doğumlarının rahminde,
depremde, çiftçilerin sövgüsünde, kar bulutundan
düşen külde, uzayda,
o temiz olan, daire gibi yuvarlak olan, kavranılmaz uzayda,
sıradağların kanlı pençelerinde, Guatemala'nın
onuru kırılmış barışında, zenciler arasında,
Trinidad'ın rıhtımlarında, La Guayra'da:
her şey benim gecemdir, her şey
günümdür benim, her şey
havamdır benim, bunların hepsi benim yaşadıklarım,
uğruna acı çektiğim,
yükselttiğim ve ölümüne savaştıklarımdır.
Ey Amerika, benim bu şarkısını söylediğim heceler
ne gündüzden yapılmış ne de geceden.
Bu adanmış öz topraktan yapılmış,
parıltıdan ve ekmeğim utkumdur,
ve düşüm düş değil, ama topraktır.
Uyuyorum sere serpe balçığın içinde
ve ellerimin arasından akıyor, yaşadığım zaman,
sulu bir toprağın kaynağı.
Ve şarap değil içtiğim, ama toprak,
saklanmış toprak, ağzımın toprağı,
tarımın çiğdem ıslaklığındaki toprağı,
ışıltılı sebzelerin poyrazı,
mısırın kökü, altınsı ambarı.


Pablo Neruda
América, no invoco tu nombre en vano
Canto General

Amerika Sevdası

Takma saç ve üniforma paltolardan önce
vardı ırmaklar, candamarları gibi ırmaklar,
aşınmış dalgalarının tepelerinde kondor'un ve kar'ın
kımıltısızca durduğu sıradağlar vardı:
nem ve yabanıl orman da bulunurdu, henüz
adı olmayan şimşek, gezegenimsi bozkırlar.

İnsan topraktı, kaptı, titreyen bataklığın
gözkapağı, bir çeşit balçıktı,
Karaib maşrapası, Chibcha taşıydı,
sultan kupası ya da Arauco çakmaktaşıydı.
Genç ve acımasızdı, gene de kanlı kristalden
yapılma silahının kabzasında basılıydı
dünyanın başharfleri.
Onları
ansıyamadı sonraları hiçkimse: rüzgâr
unuttu onları, toprağa gömüldü
suyun dili, yitirildi anahtarlar
ya da boğuldu sessizlik ve kanda.

Yaşam yitirilmedi, çoban kardeşlerim.
Ama yabanıl bir gül gibi
düştü kızıl bir damla ormana,
ve bir yerlambası söndü.

Öykünün akışını anlatmak için buradayım.
Yaban öküzünün barışından
dünyanın bir ucunda kırbaçlanan
sahillere dek, Antartik ışığıyla toparlanmış
köpük yığınlarında ve bunaltan
karanlıklarda, Venezuella sakinliğinin
dikkaya oyuklarında aradım
seni, babam benim,
karanlığın ve bakırın genç savaşçısı,
ya da seni, gelinlik bitki, yatırılmaz saçörgüsü,
ana-timsah, metalik güvercin seni.

Ben, dipçamurun gururlu İnkası
dokundum taşa ve dedim ki:
Kim
bekler beni? Ve ezdim bir avuç
sırçayı parmaklarım arasında.
Gene de dolandım durdum
zapoteka-çiçekleri arasında,
ve ışık bir geyik kadar yumuşaktı
ve gölge yeşilce bir gözkapağı.

Sen memleketim benim, adsız, Amerikasız,
gündönümünün taçyaprağı, erguvan mızrak,
köklerimden sürünür kokun tepeme dek,
boşalan kadehime dek, en taze söze dek,
henüz ağzımdan doğmamış olana dek.


Pablo Neruda

Amerika, Anmam Adını Boş Yere

Amerika, anmam adını boş yere.
Boyun eğdiğinde kılıç yüreğime,
ruhumda o sonsuz dam akmasına dayandığımda,
pencerelerden
senin yeni günün beni delip geçtiğinde,
bana hayat veren ışıktaki kendim oldum ve olurum,
beni belirleyen gölgede yaşarım o zaman,
uyur ve uyanırım ben senin somut şafağında:
üzümler kadar tatlı, ve gene de dehşet verici,
şekerin ve cezanın lideri,
soyun dölünde yıkanmış,
senin kalıtının kanıyla beslenmiş.


Pablo Neruda
América, no invoco tu nombre en vano
Canto General

Amerika’nın Sihirbazları

Merkezi Amerika, uğramışsın kertenkelelerin istilasına,
keskin kokulu terle şişmişsin,
terlemiş yaseminlerinin arasına gitmeden önce,
beni geminde bir lif,
tahtan için kanatlar olarak algıla
ikiz köpükten çıkarılmış
ve doldur beni büyüleyici kokuyla,
tacından çiçek tozu ve tüyle
sularının filizlenen sahilleriyle,
yuvanın kıvırcık çizgileriyle
Fakat sihirbazlar öldürüyorlar dirilişin
metallerini, kapatıyorlar kapıları
ve karartıyorlar göz kamaştıran
kuşların meskenini.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

Anakonda Bakır Madencilik Firması

Dolambaçlı yılanların adları,
o doymaz yutak, yeşil canavarlar
dorukların izdihamında
ülkemin incelmiş
eyerinde, o sert,
topraktan çıkarılmış ayın altında
açıyorsun sen minarelin ışıklı
kraterlerini, granitin
çakılında gömülmüş,
bakırın kızoğlankız galerilerini.

Chuquicamata’nın sonsuz gecesinde,
yüceliklerinde dağların, gördüm
kurbanlıkların odun ateşini,
kendi bakır kubbelerinin altında
çizerken gövdesini,
Şilililerin ellerini ve ağırlığını
ve belini yiyip tüketen kiklopun
çökerten şangırtısı,
döküyordu onların sıcak kanını,
eziyordu iskeletlerini
ve savuruyordu avuntusuz,
ıssız dağlara.

Yankı yapıyor hava patlatılmış
tepelerinde Chuquicamata’nın.
Yeraltı dehlizlerinde eziyor
küçücük insan elleri
gezegenin direncini,
kanyonların kükürt kuşu
titriyor, başkaldırıyor
metalin demir grisi soğukluğu
utangaç yara izleriyle,
ve sirenler uluduğunda
yutuyor toprak küçücük
insanların akıntısını
düşerken onlar
kraterin çene kemikleri arasından.

Küçük kaptanlardır onlar,
benim yeğenlerim, oğullarım,
ve boşalttıklarında külçeleri
denize doğru ve kuruladıklarında
alınlarını ve titrediklerinde
ateşli ürperişlerle dönerler geriye,
o zaman o büyük yılan yer onları,
parçalar ve öğütür onları,
kaplar iğrenç köpükle,
savurur yollara,
bırakır polisler öldürsün onları,
bırakır Pisagua’da çürüsün diye,
hapse atar onları, tükürür onlara,
kendilerini aşağılayacak ve kovalayacak
hain bir Devlet Başkanı satın alır onlara,
açlıktan ölmeye bırakır onları
kumun sonsuz ovalarında.

Ve cehennem yokuşlarda bulunur
bir çok çarpık haç,
dağ işçisi o halkın ağacında bulunan
tek tahtadır o.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı