Şiir, Sadece: Rus Şiiri
Rus Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Rus Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Nisan 2013 Cuma

Çirkin Küçük Kız

Oynarken arasında öteki çocukların
Bir kurbağacıktan farkı yok onun.
Gömlekçiğini külotunun-
İçine sokuşturmuş ve sarımtırak kıvrımları saçlarının-
Dağılmış yüzüne, uzun bir ağız, dişler eğri,
Keskin ve çirkin yüzünün çizgileri.
Babalarının yeni aldığı bisikletlere
Biniyor onunla aynı yaşta iki oğlan.
Uzaklar bugün yemeğe yetişmek telaşından
Ve unutmuşlar kızı, sürerken bisikletlerini bahçede.
Ve o, koşarken onların arkasından
Farkında değil hiçbir şeyin; başkalarının mutluluğu-
Tıpkı kendi mutluluğu gibi sarmış onu ve ruhundan taşmada.
Gülüyor kız, yüzü pırıl pırıl aydınlanmada
Yüreği yaşama sevinciyle dolu.

Ne bir kıskançlık gölgesi, ne kötücül düşünceler
Tanımıyor henüz benliği.
Dünyada her şey öyle sınırsızca yeni ki
Ve öylesine canlı ki başkaları için ölü olan şeyler!
Bakarken ona istemiyorum düşünmek bile:
Gün gelecek, gözyaşları içinde
Ve dehşetle görecek ki arasında öteki kızların-
O hepsinin en çirkinidir.
Ve inanmak istiyorum ki yürek oyuncak değildir
Ve kırılmaz ansızın ...
Ve inanmak istiyorum ki, gücü bu tertemiz ateşin
Daha da alevlenerek derinliklerinde ruhunun
Katlansın tek başına acılarına onun
Ve en ağır taşı da eritebilsin.
Varsın çirkin olsun yüzünün çizgileri
Varsın yürek titretecek bir şey olmasın onlarda.
İçinin taptaze sevimliliği
Her hareketinde şimdiden belli daha-
Peki, nedir güzellik dediğimiz şey öyleyse
Ve neden insanlar onun önünde eğilir
Bir kap mıdır o, boşluktan başka bir şey taşımayan içinde
Yoksa o kapta yanan ateş midir?


Nikolay Zabolotski
1955
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

18 Nisan 2013 Perşembe

Veda

Buyruk verildi-oğlan Batı'ya
Kız bir başka yöne gidiyordular ..
Anayurt savaşı saflarına
Katılıyordu komsomollar.

Buluştular yolculuk öncesinde,
Ayrılık öncesinde kasabalarından.
- Benim için bir şeyler dile,
Dedi kıza oğlan.

Kız onu şöyle yanıtladı:
- Dilerim ki gönülden, candan
Acısız öl, ölürsen eğer,
Yaran hafif olsun yaralanırsan.

Daha da yürekten dilerim ki
Arkadaşım, yoldaşım benim,
Çabuk gelsin zafer günü,
Evine dönesin.

Oğlan elini sıktı kızın
Gencecik yüzüne bakıp dostça.
- Bir dileğim daha var, dedi:
Arada bir mektup yaz bana.

- Fakat nereye yazayım ki?..
Gidiyorsun, kimbilir nereye,
- Fark etmez, diye mırıldandı oğlan,
Yaz işte ... Bir yerlere ...


Mihail İsakovski
1935
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

17 Nisan 2013 Çarşamba

Küçücük Sobada Çırpınıyor Ateş

Küçücük sobada çırpınıyor ateş
Gözyaşları gibi akıyor reçine.
Toprak damda akordeon
Senin gözlerinden söz etmede.

Moskova önünde, karlı tarlalarda
Seni fısıldardı bana fundalıklar
İsterdim ki işitesin
Sesimde nasıl acı bir özlem var.

Uzaktasın şimdi uzaktasın sen
Aramızda aşılmaz enginler.
Kolay değil sana ulaşmam
Ölümse dört adım ötede bekler.

Çal akordeon, tipinin inadına,
Yolunu şaşıran mutluluğa seslen.
Üşümem ben bu soğukdamda
Sönmeyen aşkımın ateşinden.


Aleksey Surkov
1941
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

16 Nisan 2013 Salı

Çivilerin Baladı

Çubuğunu sonuna kadar içti sessizce
Sessizce son verdi yüzündeki gülümseyişe

"Mürettebat bordaya! Subaylar öne çıksın!"
Çınladı sesi komutanın.

Ve sözcükler şimşek gibi yerini buldu:
"Sekizde demir al. Rota gündoğusu.

Çoluk çocuğu, yakını olanlar
Geri dönmeyeceğimizi yazsınlar

Buna karşı, şenlikli olacak döğüş."
"Başüstüne kaptan!" diye bağırdı başçavuş

İçlerinde en genç ve pervasız olanı
Kaldırıp başını güneşe baktı

"Ne fark eder" dedi "Hepsi bir değil mi?
Kalıbı suda dinlendirmek daha da iyi..."

Haber, amirale şafakla ulaştı:
"Harekat tamam. Kurtulan olmadı."

Eğer çivi yapılmış olsaydı bu adamlardan
Daha sağlamı bulunmazdı onlardan


Nikolay Tihonov
1919-1922
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

15 Nisan 2013 Pazartesi

Hoşçakal

Hoşçakal dostum benim, hoşçakal artık,
Can dostum, seninle dolu göğsüm.
Çok önceden belirlenen bu ayrılık
Buluşmayı vaat ediyor ilerde bir gün.

Hoşçakal, dostum, el sıkışmadan, konuşmadan,
Hüzünlenme ve eğme kaşlarını, mutsuz;
Yeni bir şey değil ölüp gitmek bu yaşamdan,
Ama yaşamak da daha yeni değil kuşkusuz.


Sergey Yesenin
Türkçesi: Azer Yaran

8 Nisan 2013 Pazartesi

Ozan

Düşmanlarını yıkandır ozan
Ozanın öz gerçeğidir ana
Sever, kardeşidir insan
Ve yanar tüter insan uğruna

Kimsenin harcı olmayanı
O becerir, özgürlüğe vurgun.
Ozandır o, halkın ozanı,
Ozanı anayurdunun!


Sergey Yesenin
Türkçesi: Azer Yaran

5 Nisan 2013 Cuma

Kandırmak İstemem Kendi Kendimi

Kandırmak istemem kendi kendimi,
Ama sisli yüreğimde hep bir kaygı var:
Bilmiyorum niçin bana: O Yesenin rezili...
Bilmiyorum niçin bana: O şarlatan ... diyorlar?

Ne bir cani ne de bir haydudum ben,
Masumları kurşuna da dizmedim dizdirmedim.
Yoldan geçenlere durmadan gülümseyen
Bir sokak serserisiyim o kadar.

Sabahtan akşama değin gezinmekteyim
Moskova yollarında muzip ve mağrur,
İnsan sevmeyen başıboş köpekler
Ayak sesimi işitir işitmez durur.

Kardeşçe başını eğip selamlar beni
Karşılaştığım her uyuz beygir.
Gönül yoldaşıyım tüm hayvanların.
Hastadır: Bir şiir yazarım iyileşir.

İstemiyorum hoşuna gitmek kadınların,
Ahmakça kaygılarla çarpmamalı bu yürek.
Hüznümü boğmak için bana katırların
Önüne serpilmeye bir avuç arpa gerek.

Bambaşka bir aleme gönül vermişim ben
İnsanlara da dostluk duymam asiyim.
Hazırım en güzel kravatımı hemen
Boynuna takmaya şu sersefil köpeğin.

Ancak böyle düzelir, bulurum keyfimi,
Dağılır içimde sis, bir güneş doğar.
Ve işte bundan bana: O Yesenin rezili...
Ve işte bundan bana: O şarlatan ... diyorlar.


Sergey Yesenin
1922
Türkçesi: Attila Tokatlı

4 Nisan 2013 Perşembe

Esridi Dönmekten Altın Yapraklar

Esridi dönmekten altın yapraklar
Pembemsi suyunda havuzun
Ve hafif bir kelebek sürüsü gibi
Uçtular yönünde bir yıldızın.

Bugün sevdalıyım bu akşama,
Sararan ova yüreğe yakın.
Ergen rüzgar omuzlarına dek
Sıyırdı eteğini kayın ağacının.

İçimde ve ovada bir ürperti,
Örtülecek her yer lacivert karanlıkla,
Geçince koyunlar ve son çıngırak
Çalıp sustuğunda, sessizleşen bahçenin kapısı ardında.

Hiçbir zaman böylesine bir özenle
Dinlememiştim akıllı evreni
Ne güzel olurdu, suların pembeliğine
Devrilmek, şu söğüdün dalları gibi.

Ne güzel olurdu, şu ot yığınına
Gülümseyerek, şu ay gibi saman çiğnemek ...
Nerdesin, nerdesin ey sessiz sevincim
Her şeyi sevmek ve hiçbir şey istememek.


Sergey Yesenin
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

3 Nisan 2013 Çarşamba

Yoruldum Yaşamaktan Yurdumda

Yoruldum yaşamaktan yurdumda,
İçimde engin kırlara açılma özlemi,
Bırakıp gideceğim kulübemi,
Çekip gideceğim hırsız ve hayta.

Kendime bir barınak arayarak
Gideceğim günün ak pürçeklerinde.
Ve en iyi dostum beni vurmak için
Bileyecek bıçağını çizmesinde.

Çayırlık boyunca kıvrılan sarı yol
İlkbahara ve güneşe bürünmüşken,
Adını kalbimde taşıdığım
Kovacak beni eşikten.

Yeniden döneceğim baba ocağına,
Yadırgı bir sevinçle avunacağım
Ve yeşil bir akşam, altında pencerenin
Koluyla mintanımın kendimi asacağım.

Çit kıyısındaki akça söğütler
Başlarını daha bir sevecen eğecekler
Ve öylece, yıkamadan beni
Köpek uluması altında gömecekler

Ve ay yüzecek durmamacasına
Göllere küreklerini indirerek
Ve sürdürecek yaşamasını Rusya
Avlularda ağlayarak ve hora teperek


Sergey Yesenin
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

2 Nisan 2013 Salı

Geziniyorum İlk Karda

Geziniyorum ilk karda
Tutuşan güçlerin inci çiçekleri yüreğimde.
Yolumun üstündeki yıldızı
Akşam, yaktı mavi kandiliyle.

Bilmiyorum, ışık mı bu, karanlık mı?
Rüzgar mı, horoz mu korulukta öten?
Yoksa kış değil de çayırlığa inmiş
Bir kuğu sürüsü mü tarlaları örten?

Oh, ak düzlük, sen ne güzelsin!
Hafif ayazda kızışıyor kanım!
Nasıl istiyorum yaslamak bağrımı
Üryan göğüslerine kayınların.

Oh, ormanların koyu bulanıklığı!
Karla kaplı tarlaların sevinç salması yüreğe!..
Nasıl istiyorum kenetlemek kollarımı
Söğütlerin ağaç kalçaları üstünde ...


Sergey Yesenin
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

1 Nisan 2013 Pazartesi

Şiir

Aklımda başka, bambaşka şeyler,
Peşinde gibi bulunmaz hazinenin
Adım adım, birer birer
Yoldum tüm gelinciklerini bahçenin

Tıpkı öyle, bir gün, bir kurak
Yaz günü, kıyısında bir tarlanın
Koparıp alacak başımı ölüm
Kayıtsız ve dalgın


Marina Tsvetayeva
1936
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

29 Mart 2013 Cuma

Mayakovski'ye

Haçlardan ve bacalardan yüksek,
Vaftiz edilmiş, ateşte ve dumanda;
Ağır adımlı melek
Selam Vladimir, selam yüzyıllara!

Hem arabacısın hem beygir
Hem delice heves, hem hak.
Bir soluk alır, tükürürsün avuçlarına
"Şan yükçüsü, sıkı dur!" diye bağırarak

Selam pasaklı, kibirli türkücü
Yığınsal mucizelerin ozanı;
Elmasın çekiciliğine
Üstün tutan, taşın ağırlığını.

Selam, sokak gümbürtüsü!
Esnersin böbürlenirsin ve yeniden-
Kaldırırsın bir araba oku gibi kanadını
Ağır yük meleği sen ...


Marina Tsvetayeva
1921
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

28 Mart 2013 Perşembe

Leningrad

Gözyaşlarım kadar tanıdığım şehrime döndüm
Çocukluğumun şişmiş bezeleri kadar tanıdığım

Döndüm buraya işte-durma, iç artık
Irmak boylarındaki fenerlerin balık yağını.

Katranla karıştığı güne yumurta sarısının,
Bu Aralık gününe alışmaya bak.

Petersburg! Hayır ölmek istemiyorum daha!
Defterinden silinmedi telefonumun numarası.

Petersburg! Saklıyorum yazdığım adresleri,
Onlar duyuracak bana ölülerin sesini.

Karanlık bir eşikte oturuyorum; zil,
Etinden sıyrılmış zil şakaklarıma vuruyor.

Kapı zincirlerinin paslı demirlerine dokunarak
Sevgili konukları bekliyorum bütün gece.


Osip Mandelştam
1930
Türkçesi: Ülkü Tamer

27 Mart 2013 Çarşamba

Ağırlılık ve Tatlılık Kız Kardeştir

Ağırlık ve tatlılık kız kardeştir, aynıdır belirtileri
Ciğerotları ve yabanarıları ağır gülleri emerler;
İnsan ölür, soğur ısınmış kum,
Kara bir sedyede taşırlar bir gün önceki güneşi.

Ah, ağır petekler ve o tatlı ağlar,
Ağır bir taşı kaldırmak daha kolaydır tekrarlamaktan senin tatlı adını!
Tek bir kaygım var benim, altın bir kaygım:
Zamanın ağırlığını kaldırmak kaygısı ...

Kara bir su gibi çekerim içime bulanık havayı,
Zaman pullukla sürülür ve gül çürüyüp toprağa döner;
Örülür iki sıralı bir çelenkte ağırlıkları ve tatlılıkları
Karışırken yavaş bir burgaçta ağır ve tatlı güller ...


Osip Mandelştam
1920
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

26 Mart 2013 Salı

Altın Renkli Bal, Şişeden...

Altın renkli bal, şişeden-
Öyle yoğun ve uzun süre aktı ki konuşmak gereğini duydu ev sahibesi;
"Burada, bu hüzünlü Taurid' de, alın yazımızın bizi getirdiği bu yerde
Hiç de sıkılmıyor canımız" - ve geriye baktı omuzunun üzerinden

Baküse hizmet edilmekteydi her yerde ve dünyada sanki-
Bekçiler ve köpekler kalmıştı sadece-git git kimseye raslamıyordun
Ağır ve dingin fıçılar gibi yuvarlanıyordu günler
Uzak bir kulübeden sesler geliyordu, ama anlamıyor ve yanıtlamıyordun

Büyük, kahverengi bahçeye çıktık çaydan sonra
Koyu renk perdeler kirpikler gibi inmişti pencerelere
Beyaz sütunların yanından asmalara bakmaya gittik
Uykulu dağların erimiş camlar gibi aktığı yere

Dedim ki eski bir savaş alanını anımsatıyor bu asmalar
Kıvırcık saçlı atlıların karışık düzende dövüştüğü;
Taşlıklı Taurid'de Hellen ülkesinin bilimi ve işte-
Soylu ve pas renkli dizileriyle altın hektarlar

Bembeyaz odada bir çıkrık gibi duruyordu sessizlik
Bodrumdan, sirke, boya ve taze şarap kokusu gelmekteydi
Anımsıyor musun, o Yunan evinde, herkesin tutkun olduğu zevce
- Helena değil, öteki - ne kadar uzun süre dokumuştu bezini

Altın yapağı, neredesin altın yapağı?
Tüm yolculuk boyunca ağır dalgaları denizin nasıl da uğulduyordu ..
Ve yelkenleri yorgun düşmüş gemisini bırakıp
Dönüyordu Odysseus, uzayla ve zamanla dolu...


Osip Mandelştam
1917
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

25 Mart 2013 Pazartesi

Nagazaki'de Yağmur

Yağmur volta vuruyor Nagazaki'de, sinirli, öfkeli
Küçük kız korku içinde tutuyor elinde kör bir oyuncak bebeği
İstenmeyen bir yağmur bu, ağaçlar hoşlanmıyor ondan
Vişneler çiçekte, başlamış bile çiçek dökümü.
Külle karışık bir yağmur bu, sessiz ölümle dolu bir yağmur
Kör olmuş oyuncak bebek, küçük kız da kör olacak yarın
Zehir yapılacak bir çocuk tabutunun tahtasından
Tasa ve uzun süren kötülükten baharat yapılacak
Kötülük yağmur gibidir, kaçıp gizlenmek olanaksız ondan
Balıklar çıldırıyor, gökten yere düşüyor kuşlar
Güvercinler karga sesi çıkarmaya başlayacak birazdan
Suskun sazan balıkları birbirlerini ısırmaya ve ulumaya başlayacaklar
Kır çiçekleri dişlerini geçirecek etine insanların
Hava inleyecek göğüste, yüreği emecek, kemirecek
Bu yağmur gibi kötülüğe de dayanmaya gücü yok artık Nagazaki'nin
Senin ölmene göz yummayacağız Nagazaki!
Ey uzak, yeşil ve sakin kentlerin parklarındaki çocuklar
Bir şeye inanmak ya da inanmamak değil artık burada söz konusu olan
En yalın anlamıyla insan yaşamıdır söz konusu olan burada
Dinsin bu yağmur, vişnelere yağmasın bir daha ...


İlya Ehrenburg
1957
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

5 Mart 2013 Salı

Bahar, Pırıl Pırıl Bir Pazar Günü Limanda

Bahar. Pırıl pırıl bir pazar günü limanda.
Dinmiş kulak tırmalayan uğultusu vinçlerin
Sıcak bir taşın üstüne tünemiş sinek gibi
Güneşleniyor, sessizlikten sağırlaşmış bir işçi.

İçim sevinçle doluyor yalnız olduğumu düşündükçe
Aşık olmadığımı ve kimsenin aşık olmadığını bana
Yanabilirim şimdi doyasıya altında güneşin
Bir kahve çekirdeğinden daha kapkara olasıya ...

Dilediğim gibi oturabilirim üstüne bir balyanın
Çayın o ele gelmez kokusunu çekerek içime:
Ne güzel, hiçbir soruyu yanıtlamamak özgürlüğü
Elini sıkmamak kimsenin, incelikle ...

Ne güzel, usulca türküler söyleyebilmek uyku öncesinde.
Soluğumu daraltmaması gördüğüm düşlerin ...
Ve sıradan giysiler giyebilmek sabahleyin
Gönlümün dilediğince ...


Vera İnber
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

4 Mart 2013 Pazartesi

Türk Kadını

Her şey yüklenmiştir senin ufacık omuzlarına:
Vicdanın yan bakışları, çıplak hoyrat benliğimiz
Ortalıkta paldır küldür ve tehlikelerle dolu
Boğulmuş bir kadın gibi, sözlerim sağır ve dilsiz.

Kanatları parıltılı, al solungaçları kıvrak,
Şaşkın ağızları sessiz özlemlerle değirmidir,
Balıklar telaş içinde debelenir, kanat çırpar.
Yarı canlı etin ekmek olsun, al, onlara yedir.

Biz başkayız, mercanlardır dünyayı dolaşan, sonra
Buluşunca kabarcıklar çıkaran yosunlu yerde.
Bizimki kanı sımsıcak gövdedir ve lados gibi
Kaburgacıklarla ıslak parıltı bomboş gözlerde.

Gelincikler topluyorum kaşlarının ürkütücü
Tarlalarında. Aşıkım bir dışarı bir içeri
Solungaç gibi çırpınan küçük al dudaklarına
Sancaktaki aya nasıl vurgunsa bir yeniçeri.

Hınca kapılma, sevgili Türk kadını, ikimizi
Kıskıvrak çuvala tıkıp Karadeniz'in o derin
Sularına atarlarsa. Kendim de yaparım bunu
Kara suyunu içerken ağzından çıkan sözlerin.

Sen avut alınyazısı ölüm olanları, Meryem?
Korkutup kaçırmalıyız, uyutmalıyız eceli.
Duruyorum kıyılarda sarp kayaların üstünde.
Gitmeli başımdan ecel, bir an daha beklemeli.


Boris Pasternak
Şubat, 1934
Türkçesi: T. S. Halman



Not: Şiirin adını Anna Ahmatova koymuştur.

2 Mart 2013 Cumartesi

Kış Şiiri

Kapı açıldı, buharla doldu mutfak,
Soğuk, yuvarlana yuvarlana daldı içeri,
Her şey eskisi gibi oluverdi bir anda
Çocukluk yıllarındaki o akşamlar gibi

Hava kupkuru ve tertemiz
Ve dışarda, beş adım ötede
Süklüm püklüm duruyor kış
Yüzü tutmuyor içeri girmeye

Kış. Ve işte her şey ilk kez başlıyor sanki.
Ağarmış uzaklıklarına doğru kasımın
Uzaklaşıyor aksöğütler
Değneksiz ve rehbersiz körler gibi.

Nehir buz tutmuş, donmuş sepetçi söğüdü.
Ve konsol üstünde bir ayna gibi
Bir buz tabakasına, enlemesine
Yerleşmiş kara gök kubbesi.

Ve karşısında onun, yol kavşağında,
-yarı yarıya kara gömülmüş kavşakta-
Seyrediyor bu aynada kendini
Kayın ağacı, saçında bir yıldızla.

Ve gizlice sezmektedir ki o
Kış, harikalarla doldurmuştur her yeri;
Kır evini, uzakta görülen,
Ve kendi tepelerini...


Boris Pasternak
1944
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

1 Mart 2013 Cuma

Mart

Kan ter içinde bırakıyor güneş,
Dere coşup çağıldıyor, sevinçten delirmişçesine;
Hamarat bir sığırtmaç kadın gibi
Yapacak yığınla iş var baharın elinde.

Kar öksürmede, kansızlıktan dertli,
Filizlerin mavi damarları güçsüz daha.
Fakat, yaşam tütmede inek ahırından
Yabaların dişlerinden sağlık fışkırmada.

Ah, bu geceler, bu günler ve geceler!
Gün ortasında çıtırtıyla çözülen karlar
İğne ipliğe dönmüş çatı buzları
Uykusuz, geveze ırmaklar!

Tüm kapılar ardına kadar açık, at tavlası, inek ahırı,
Güvercinler yulaf topluyor karın üstünde,
Doldurmada taptaze kokusuyla havayı
Bütün bu canlılığın nedeni olan gübre ...


Boris Pasternak
1946
Türkçesi: Ataol Behramoğlu