Şiir, Sadece: Yeryüzünde Birinci Konaklama
Yeryüzünde Birinci Konaklama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yeryüzünde Birinci Konaklama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ocak 2014 Cuma

Kırılgan Şafak

Şanssızların günü, o soluk gün uzatıyor boynunu ileri
baskın soğuk bir havayla, gri güçleriyle,
zilsiz, ve damlıyor her yerden şafak:
bir geminin batışıdır o boşlukta, hıçkırıklarla çevrili.

Dilsiz için, ıslak gölgeler terkedilmiş bir çok yerde,
bir çok aylak önemsiz konuşma, bir çok dünyasal mesken
köklerin bile desenleriyle mecnun olan
nefsi müdafaa adına ne çok sivri biçimler.

Ağlıyorum çevrilmişin ortasında, ortasında kafa karışıklığının,
ortasında büyüyen kokunun, değil mi ki dinliyorum
o temiz dolaşımı, gelişimi,
ve şaşkınca çekiliyorum yoldan geçenler için,
zincirler ve karanfillerle giyinmiş olanlar için,
düşlüyorum ve dayanıyorum dünyasal kalıntılarıma.

Bir şey yok tepe taklak ya da gülünç olan, aşırı biçimli hiçbir şey,
her şey apaçık yoksullukla uyumlu olmak zorunda,
toprağın ışığı terk ediyor kendi gözkapaklarını,
bir çan çalınışı değil, fakat handiyse gözyaşları:
günün örgüsü, kırılgan keteni onun,
kullanılabilir bir sargı gibi, kullanılabilir elveda
demek için, hemen sonrasında bir yokluğun:
renktir bu yalnızca yerini doldurmak isteyen,
örtmek, içine çekmek, yenmek, yaratmak mesafeyi.

Tekim arasında çözülmekte olan maddelerin,
düşüyor yağmur üstüme, ve benziyor bana,
benziyor bana çılgınlığıyla, yalnız bu ölü dünyada,
geri çevrilmiş düşüşte ve yok dayanıklı bir biçimi.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

3 Ocak 2014 Cuma

Madrigal - Kışın Yazılmıştır

Derin denizin dibinde
uzun şeritlerden gecede
aceleyle seğirtiyor dilsiz, dilsiz adın
bir at gibi.

Sakla beni omuzlarında, ah, sakla beni,
aynanda birden sesleneyim,
arkandaki karanlıktan filizleneyim,
ıssız, gecesel yaprakta.

Sen çiçeğisin o tatlı, mükemmel ışığın,
öpüşlerle dolu ağzınla gel bana,
uzun ayrılışların ardından yabanıl,
senin kararlı ve güzelim ağzın.

Tamam, zamanda ve sonsuzlukta,
unutuştan unutuşa otururum ben
raylarla ve yağmurun çığlığıyla:
karanlık gecenin sakladığı şeyle.

Karşıla beni ipliklerden akşamda,
dokurken alacakaranlık giysisini
ve rüzgârla dolu bir yıldız
titrerken gökyüzünde.

Bırak yokluğun doldursun beni büsbütün,
yavaşça, ve kamaştır gözlerimi,
bastır beni hayatınla
yüreğim batmışçasına.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde Birinci Konaklama"dan

9 Aralık 2013 Pazartesi

Mayısta Muson

Mevsimin rüzgârı, o yeşil rüzgâr,
uzayla ve suyla doldurulmuş, aşina kazaya
ve sadaka parası gibi uçucu bir maddeye,
katlıyor bayrağının hüzünlü meşinini:
böyle, gümüş grisi ve soğuk, korunak aradı bir gün,
bir devin kristal kılıcı gibi kırılgan,
bütün bu güçlerin arasında koruyan ürkünç iç çekişi onun,
düşen gözyaşları, yararsız kumu,
birbirlerine teğet geçen ve gıcırdayan güçlerle çevrilmiş,
kavganın ortasında beyaz dalını, şaşkın kesinliğini
kaldıran çıplak bir adam gibi,
o düşmansı saldırıda düşen titreyen tuzdan damlası.

Hangi dinlenişi denemeliyim, hangi yoksul umudu sevmeliyim,
onca zayıf bir alazda, onca uçucu bir ateşte?
Neye doğru kaldırayım o aç baltayı?
Hangi maddeyi terk edeyim, hangi yıldırımdan kaçayım?
Onun ışığı, uzunluktan ve titreyişten yaratılmış tam olarak,
sürüklüyor toprakta hüzünlü bir gelinlik gibi
soluklukla ve ölümlü uykuyla süslenmiş.
Gölgenin dokunduğu ve şaşkınlığın arzuladığı ne varsa
asılıyor bir sıvı gibi, sallanarak, yoksun barıştan,
uzayların arasında aciz, ölüme mağlup.

Ah, ve bu kader haylidir beklenen bir gün aldı,
mektuplar, gemiler ve dükkanlar gibi acele ettiler:
ölmek, kendi göğü olmaksızın, sakin durarak ve ıslak.
Nerede onun rayihalı güneş yelkeni, derin yaprakları,
örtülü hızlı bulutlarının ateşi, onun yaşayan nefesi?
Kımıltısız, giyinmiş ölen parıltıyla ve kasvetli pulla
görecek nasıl yağmurun yardığını iki parçasını
ve sularla beslenen rüzgârın nasıl da kendilerine saldırdığını.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde Birinci Konaklama"dan

19 Ekim 2013 Cumartesi

Ölü Dörtnal

Kül gibi, insanla donanan denizler gibi
sarhoş uyuşuklukta, biçimsizlikte,
ya da yukarısında yolların işitmek gibi
çan vuruşlarının birbirlerine rastlaşmasını
bu sesle ayrılıyor metalden,
bir ağır, şaşkın ses, öğütülüyor toz oluncaya dek
o çok aşırı uzaklarda, hatırlanan
ya da görülmemiş biçimlerin değirmenleri,
ve yuvarlanıyor toprağa erik kokuları
ve çürüyor zamanla, sonsuzca yeşil.

Ve bütün bunlar çok hızlı oluyor, çok canlı
ve gene de kımıltısız kendi kendisinde, o avara kasnak,
özetle iyi, motorların bu tekerleri.
Varlar ağacın çivisinde o sert ip gibi,
varlar suskunca her yerde,
ve bütün eller ve ayaklar karışır birbirine.
Fakat nereden, nereye, hangi enleme?
O inatçı belirsiz çember, manastırın etrafındaki
sümbüller gibi suskunlar
ya da ölümün gelişi gibi öküzün diline
keskinleşmeyi arzulayan boynuzuyla
çakılırken birden kafa üstü toprağa.

Bu yüzden hissetmek, sıkıştırılmış kıpırtısızlıkta,
oraya, muhteşem bir kanat çırpış gibi başın üzerinde,
ölü arılar gibi ya da sayılar,
ah, benim solgun yüreğimin kucaklayamadığı şey,
ölçülerce, belirsiz akan gözyaşlarıyla
ve insanın zahmeti ve ıstırapları,
kasvetli işler birden buz gibi
açığa vurulan, düzensizlik kadar haşmetli,
okyanussu, benim için şakıyarak içeri dalan
korunmasızlar arasında kılıçlı.

Şimdi tamam, fakat neden oluşuyor üzümlerin bu çağıltısı,
gece ve zaman arasında bulunan gibi, nemli bir yar gibi?
Uzun süredir var olan ses,
düşüyor ve düzeltiyor yolların köşelerini taşla,
ya da neredeyse, sadece bir saat
beklentisiz büyüyor, genişliyor durmaksızın.

Yazın çemberinin derininde
dinliyor büyük kabaklar hep birden
ve yayılıyorlar, karartıyor ki ağır damlaları,
kışkırtıcı asmaları dolmaya başlıyor
özlem duyarcasına böyle bir şeye.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde Birinci Konaklama"dan

31 Temmuz 2013 Çarşamba

Serenat

Senin alnında dinleniyor gelinciklerin rengi,
yankı buluyor dulların yası, ey halden anlayan:
koşarken sen trenlerin arkasından tarlalarda
dönüyor o zayıf çiftçi sırtını sana,
senin adımlarından filizleniyor titreyerek o uysal kurbağalar.

Anıları olmayan o delikanlı selâmlıyor seni,
soruyor sana unuttuğu isteğini,
elleri kuşlar gibi deviniyor senin yarı kürende,
ve onu çevreleyen nem büyük:
tamamlanmamış düşünceleri dolanıp duruyor,
bir şeylere ulaşmak istiyorlar, ah, seni arıyorlar,
ve solgun gözleri onun senin ağında kırpışıp duruyorlar
apansız parıldayan yitik çalgılar gibi.

Ey anımsıyorum susuzluğun ilk gününü,
karanlık bastırıyor yaseminleri,
kendini çektiğin o derin beden
titremiş olan bir damla gibi.

Fakat suskunlaştırıyorsun o büyük ağaçları,
ve arkasında ayın, uzakta, çok uzaklarda,
gözetliyorsun denizi bir hırsız gibi.
Ey gece, benim korkmuş ruhum soruyor sana
gereksindiği metali umutsuzca.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde Birinci Konaklama"dan

2 Temmuz 2013 Salı

Sonat ve Yıkımlar

Onca kararsız yollardan sonra, yetkiler hakkında
şaşırmış olarak, emin olmayarak özel bölgelerden,
zavallı bir umudun, vefasız arkadaşların
ve huzursuz düşlerin ardından,
seviyorum gözlerimde hâlâ yaşayan katılığı,
yüreğimde işitiyorum süvari adımlarımı,
ısırıyorum uyuyan ateşi ve mahvolmuş tuzu,
ve geceleri, atmosfersi karanlıkta ve uçucu üzünçte,
arazi kampının nöbetçisiyim ben,
gezginim, işe yaramaz dirençle silâhlanmışım,
büyüyen gölgelerin ve titreyen kanatların arasında mahkum gibi
hissediyorum var olduğumu, ve taştan kolum koruyor beni.

Ağlayışın bilimleri arasında ve kokusuz
şafaklarla tartışmalarımda şaşkın bir sunak vardır,
ayın uyuduğu ıssız yatak odalarımda,
miras kalan örümcekler ve bana şirin gelen çürüme arasında
tapınıyorum kendi yitik varlığıma, noksan maddeme,
gümüşten nabzıma ve sonsuz kaybıma.
Islak üzüm alazlandı, ve onun mezar suyu
titriyor hâlâ, ve o verimsiz miras,
ve o hain mesken, duruyor orada hâlâ.

Kim düzenledi külün törenini?
Kim sevdi o yitik olanı, kim korudu en sonuncuyu?
Babanın kemiklerini, o ölü geminin tahtasını,
ve kendi sonunu, kaçışı bile,
hüzünlü gücünü, acınası tanrısını?

İşte böyle bakıyorum o hayatsız ve acı dolu olan şeye,
ve verdiğim o garip tanık ifadesine,
acımasız etkisiyle ve tercih ettiğim
unutuşun bu biçimi küle yazılmış,
toprağa sunduğum isim, düşlerimin değeri,
her gün bu dünyada, kış gözlerimle
paylaştığım o sonsuz miktar.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde Birinci Konaklama'dan"

Soğuk Uğraş

Söyle bana, işitmiyor musun acaba
zamanın kasvetli iniltisinin yankılandığını
kendi uysal yarıküresinde?

Hissetmiyor musun azar azar,
titreyen ve açgözlü zahmetinde,
o çabalayan gecenin geri döndüğünü?

Ürperen tanık kuru tuzlara
ve havai kana, baş aşağı
çağıldayan ırmaklara.

Karanlık bir çoğalması duvarların,
şiddetli bir büyümesi kapıların,
çılgın kemiyeti tahriklerin,
amansız dolanım.

Etrafımda, dur duraksız,
cızırdar uzay ve şeneltir kendi kendisini,
artsız arkasız çoğalmasında
kararlı ve silahlı çenesiyle.

İşitmiyor musun zamanın sürekli utkusunu
yaşayan varlıkların yarışında,
zaman, ateş gibi yavaş,
emin ve diri ve Herkül gibi,
yığıyor uzayı
ve ekliyor kendi üzgün liflerini?

Sonsuz bir bitki gibi büyüyor
onun ince, solgun ipi,
sessizce, yalnızlıkta
düşen damlalarla ıslak.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde Birinci Konaklama'dan"

21 Haziran 2013 Cuma

Şarabın Fermanı

Menekşe lekeler düşerken yağmur gibi
bölgelerin üzerine, kurbanların üzerine,
hayretle açar şarap kapılarını,
ve ayların barınağı içine uçar
ıslak kırmızı kanatlı bedeniyle.

Ayakları dokunur duvarlara ve kiremitlere
boğulmuş dillerin nemiyle,
ve çıplak günün yumurtasında
düşer arıları damlalarca.

Bilirim kış geldiğinde
kaçmaz şarap çığlık çığlığa,
ya da saklanmaz kasvetli kiliselerde
fırlatılmış paçavralarda aramak için ateşi,
sonra uçar mevsimin üzerinden,
artık gelmiş olan kışın üzerinden
o katı kirpikler arasındaki bir bıçakla.

Görürüm dolanıp duran düşleri,
ayrımsarım uzaklardan,
ve görürüm önümde, camların ardında,
sefil giysilerin toplanışını.

Ulaşamazlar onlar şarabın güllesine,
etkin gelinciğine, onun kızıl ışıltısı
ölür, boğulur avuntusuz halılarda,
ve yalnız kanallar boyunca,
ıslak caddeler boyunca, isimsiz nehirler boyunca,
akar boğulmuş o kekre şarap,
o kör, yeraltından gelen ve yalnız şarap.

Dururum onun köpüğünde ve köklerinde,
ağlarım yapraklarında ve ölümünde,
düşmüş terzileri izleyerek
rezil kışın ortasında,
tırmanırım nemden ve kandan merdivenleri
ve yoklarım duvarlar boyunca,
ve gelmiş zaman hakkındaki kaygıyla
çömelirim bir taşa ve ağlarım.

Ve o acı tünellerde gezinirim
giyinmişim uçucu metallerle,
yalnız mahzenlere doğru, düşlere doğru,
yeşile ve titreyen zifte doğru,
aldırışsız demircilere doğru,
çamurun tadına ve gırtlağa doğru,
ölümsüz kelebeklere doğru.

Kaldırdığında şarabın adamları
o dut renkli kuşakları,
ve tırmalanmış arıların başlıklarını,
ve ölmüş gözlü dolu bardaklarla gelirler,
ve tuzlu sudan dehşetli kılıçlarla,
ve selâmlarlar birbirlerini boğuk büğlülerle
ve şarkı söylerler düğün niyetiyle.

Onların boğuk sesli şarkılarından
ve masadaki ıslak madeni paraların gürültüsünden,
ve ayakkabıların ve üzümlerin
ve yeşil kusmuğun kokusundan,
ve ölen şafağın duvarlarına çarpan
tuzun ezgisinden hoşlanırım.

Varolan şeyler arasından konuşurum. Tanrı göstermesin
şarkı söylerken yeni şeyler keşfetmemi!
Duvarlardan akan tükürükten bahsederim,
fahişelerin yavaş çoraplarından bahsederim,
bir kuş ayağıyla tabuta vuran
şarap adamlarının korosundan bahsederim.
Bu şarkının tam ortasındayım, caddelerden
yuvarlanan kışın ortasındayım,
ayyaşların arasındayım,
unutulmuş yerlere çevrilmişler açık gözlerle,
ya düşünüp taşınırlar çılgın üzünçte,
ya da uyurlar, külde yıkılırlar baş aşağı.

Anımsarım geceleri, gemileri, tohum ekimlerini,
ölmüş arkadaşları, koşulları,
acı hastaneleri ve yarı açık kızları:
anımsarım undan ve köpükten mücevheriyle
belli bir kayaya vuran o dalgayı,
ve bazı ülkelerde sürdürülen o hayatı,
bazı ıssız kıyılarda,
palmiyelerdeki yıldızların sesini,
camlarda bir yürek atışını,
lânetli tekerleri üzerinde hızla ve kasvetle
geçen treni, ve buna benzer üzgün şeyleri.

Şarabın nemine, sabahları,
kış günlerinin sıkça kemirdiği duvarlarda
düşerken onlar kuşkusuz ıssız mahzenlere,
bu dünyanın gücüne gelir savaşımlar,
ve yorgun metaller ve sağır sardunyalar,
ve mahvolmuş itirazlardan bir kargaşa vardır,
şişelerden şiddetli bir ağlayış,
ve gevşek bir kırbaç gibi bir cürüm.

Şarap delerek iliştirir kendi siyah dikenini
ve oynatır kendi kasvetli kirpisini,
hançerlerin ve gece yarılarının arasında,
kirletilmiş boğuk sesli gırtlaklar arasında,
puroların ve örgülü saçların arasında,
ve bir deniz dalgası gibi şişer sesi
gözyaşlarıyla ve ceset elleriyle uluyarak.

Ve kaçarak gider kovalanan şarap,
ve sağlam meşin torbası ezilir
at nalları altında, ve yavaşça sıvışır şarap,
ve fıçıları, havanın yüzleri kemirdiği
yaralı gemilerde, sessizliğin mürettebatıdır,
ve kaçar şarap anayollarda,
kiliseleri geçerek, kömürün arasından,
ve düşer onun horozibiği tüyleri,
ve kükürtle maskelenir ağzı,
ve alazlanır şarap yıpranmış caddeler arasında
avlayarak kuyuları, tünelleri, karıncaları,
üzünçlü ölülerin ağızlarını,
çünkü onlar arasından ulaşır yağmurun ve ölülerin
birlikte eridikleri toprağın mavi rengine.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde İkinci Konaklama'dan"

19 Haziran 2013 Çarşamba

Şarkılar

Tırmanan gül yükseliyor
ve yutuyor azizin şakağını:
kalın pençelerle pekiştiriyor
zamanı o yorgun varlığa:
şişiyor ve esiyor o katı damarlarda,
bağlıyor akciğerin sicimlerini,
ve soluyor uzun uzun ve işitiyor.

Ölmek istiyorum, yaşayacağım,
bir alet edevat, sonsuz bir köpek,
bir devinim o koyu okyanusta
o yaşlı ve kara deriyle.

Kimin için ve kime yükseliyor gölgede
gitarımın sesi,
denizin tuzundaki balık gibi
hayatımın tuzundan doğan.

Ah, hangi sürekli ve kapalı ülke,
tarafsız, ateşin bölgesinde,
kımıltısız, o korkunç dolaşımda,
kuru, rutubetinde şeylerin.

Ancak dizlerimin arasında
gözlerimin kökü altında,
dikiş dikmeye devam eder ruhum:
çalışır o ürkünç iğnesi.

Denizin ortasında hayatta kalırım
ıssız ve çılgınca yaralı,
öyle dayanıklı ve yalnız,
acılar içinde terk edilmiş.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde Birinci Konaklama'dan"

17 Haziran 2013 Pazartesi

Şeneltilmemiş

Yenilmez mevsim! Göğün kıyıları boyunca toparlandı soluk bir poyraz, rengi solmuş ve düşmansı bir hava, ve gözün kucakladığı her şeye karşı durmaksızın kolalı bir perde gibi duran bir çeşit koyu süt vardı. İşte böyledir ki hissetti insan yalıtılmışlığını, boyun eğdi o garip nesneye, çevrilerek bitişiğindeki gökyüzüyle, o kırık direkle beyazsı bir kıyıda, yüz üstü bırakılmış o emin temelde, yüz yüze o içine girilemez süreç gibi ve sislerden bir evde. Ayıplama ve dehşet! Yaralı olmak ve terk edilmek, ya da seçmek örümcekleri, üzüncü ve rahip cüppesini. Saklamak kendini, aslında bıkmış bu dünyadan, ve konuşmak sfenksler ve elmaslar ve vahim olaylar hakkında. Bağlamak külü gündelik giysilere, öpmek toprağın fışkırmasını unutuşun tadıyla onun. Fakat hayır. Hayır.

Kasvetle düşen yağmurun soğuk maddesi, dirilişsiz üzünçler, unutuş. Yatak odamda portreler yok, gösterişsiz elbisemde de, ne kadar yer kalır orada sonsuzca, ve günün yavaş, düz ışınlı, tek bir damlası nasıl da sürdürüyor kendini karanlık damla olana dek.

Kararlı devinimler, ara sıra son çiçeğine tırmanılan dikey patikalar, uysal ya da merhametsiz arkadaşlar, namevcut kapılar! Her gün yiyorum letarjik ekmekten ve içiyorum yalıtılmış sudan!

Gürültü yapıyor çilingir, yavaşça gidiyor at, yağmurla ıslanmış o yaşlı at, ve öksürüyor uzun kırbaçlı hergele seyis! Bundan gayrı her şey, en uzağa dek, kımıltısız duracak, Haziran ayıyla örtünmüş, ve onun ıslak bitkileri, suskun hayvanları birleşiyor dalgalar gibi. Evet, hangi kış denizi, hangi boğulmuş krallık arıyor, görünüşe göre ölü, hayatta kalmamış, ve kesiyor büyük ve ölümlü yelkenleri bu sık yüzeyi?

Sık sık, indiğinde gece, koyuyorum ışığı pencereye, ve bakıyorum kendi kendime, yayılarak uzanıyorum rutubette o sefil tahtaların üzerine eski bir sandık gibi, ansızın duvarlar arasında kırılgan. Düşlüyorum namevcutluktan namevcutluğa, ve bir mesafede, kabul edilmiş ve kekre.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde Birinci Konaklama"


Not: Letarjik: Yaşama işlevlerinin çok zayıfladığı, çok derin ve sürekli patolojik uyku durumu olan letarji ile ilgili.

1 Haziran 2013 Cumartesi

Tat

Sahte astrolojiden, biraz hüzünlü alışkanlıklardan,
sonsuzluğa dökülen ve sürekli kaldırılmış yoldan,
her zaman korudum bir eğilimi, yalnız bir tadı.

Sandalyelerde bulunmanın tevazusu içindeki hayli eski
tahtalar gibi yıpranmış konuşmalardan, ikinci sınıf
istekleriyle köleler gibi hizmet etmek için yutulmuş sözlerle,
bulunuyor bende sütten bu kıvam, ölü haftalar,
kentlerin üstündeki havadan zincirlerden.

Kim övünebilir daha güçlü bir sabırdan ötürü?
Bilgelik sarmalıyor beni gergin bir deride gibi
bir yılan gibi tek düze rengiyle:
yarattıklarım doğuyor uzun bir geri çevirişle:
ah, tek bir kadeh içkiyle ayrılabilirim seçtiğim
bu günden, yeryüzündeki diğer günlerle eş.

Yaşıyorum sıradan renkli bir özle, suskun
yaşlı bir anne gibi, kilise karanlıklarından
ya da bacakların son dinlenişinden oluşan bir sabır.
Bunlarla doluyum ben, aslında hazır,
hüzünlü beklentilerde uyuyan donanmış sularla.

Gitarımda eski bir şarkı var,
kuru, yankılanan, sürekli, kıpırtısız,
sadık bir besin gibi, duman gibi:
dinlenen bir element, yaşayan bir yağ:
aşırı gayretli bir kuş kolluyor başımı:
kımıldatılmaz bir melek kılıcımda kiracı.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde Birinci Konaklama"dan

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Tiranlık

Ey kalpsiz kadın, gökyüzünün kızı,
yardım et bana bu ıssız saatte,
doğrudan, bir silah gibi aldırışsız
unutuşun soğuk hissiyle.

Okyanus gibi büsbütün bir zamanda,
yeni doğmuş gibi şaşkın bir yara
çevreliyor ruhumun inatçı köklerini,
kemiriyor güvenliğimin nüvesini.

Hangi ağır nabız çarpıyor yüreğimde
bütün dalgalardan doğmuş bir dalga gibi,
ve benim umutsuz başım kaldırıyor kendini
düşüşten ve ölümden bir güç çabalamasında.

Uzakta bir şeyler titriyor kesinliğimde,
büyüyerek gözyaşlarının gerçek kaynağında
toparlanmış, kekre yapraklardan
katı ve zalim bir bitki gibi.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde Birinci Konaklama"dan

3 Mayıs 2013 Cuma

Yalnız Bey

O eşcinsel delikanlılar ve aşka teşne kızlar,
ve haylidir dul olanlar çılgın uykusuzlukla mustarip,
ve otuz saat önce hamile kalmış genç zevceler,
ve bahçemin karanlığında dolanan o boğuk sesli kediler,
kuşatırlar ıssız meskenimi
titreyen cinsel istiridyelerden bir kolye gibi,
düşmanlar gibi cephe açmışlar ruhuma,
pijamalarıyla komplo kurma peşindeler
değiş tokuş ediyorlar uzun ıslak öpüşleri emirle.

Işıldayan yaz götürüyor o aşıkları,
şişman ve sıska ve sevinçli ve üzünçlü çiftlerden oluşan
o tek düze melankolik alaylara:
o zarif hindistancevizlerinin altında ve yakınında denizin ve ayın,
pantolonlardan ve eteklerden bir şamata vardır sürekli,
okşanan ipek çorapların bir gıcırtısı
ve gözler gibi ışıldayan kadın memeleri.
O küçük memur o denli meşguliyetten sonra,
o haftalık can sıkıntısından ve geceleri yatakta okunan
romanlardan sonra,
en sonunda ayarttı komşu kadını,
ve kahramanlarının acemiler ya da coşkun prensler olduğu
pejmürde sinemalara sürüklüyor onu kendiyle,
ve okşuyor kadının hafif tüylü bacaklarını
sigara kokan sıcak, nemli elleriyle.

Baştan çıkarıcıların akşamları ve evlilerin geceleri
birleşiyor beni gömen iki çarşaf gibi,
ve öğle yemeğinden sonraki saatler kız ve erkek
genç öğrenciler ve rahipler mastürbasyon yaparken,
çiftleşiyor hayvanlar saklanmaksızın,
ve kan kokuyor arılar, ve vızıldıyor hiddetli sinekler,
ve kuzenler kuzineleriyle oynuyor garip oyunları,
ve doktorlar dik dik bakıyor genç bir hastanın kocasına,
ve sabah saatleri öğretmen dalıp gitmişken
yerine getiriyor evlilik görevlerini ve kahvaltı yapıyor,
ve üstelik birbirlerini gerçekten seven zinacılar
okyanus vapurları gibi yüksek ve uzun yataklarda:
apaçık ve sürekli kapatıyor beni,
o muazzam soluk soluğa girift orman
muhteşem çiçekleriyle ağızlar ve dişler gibi
ve siyah kökler tırnak ve ayakkabı biçiminde.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde Birinci Konaklama"dan

1 Mayıs 2013 Çarşamba

Yavaş Ağıt

Yüreğin gecesinde
kımıldayan ve düşen
ve çatlayan ve sessizlikte suyunu akıtan
adının yavaş damlası.

Hafif yarasını özler bir şey
ve kısa, sınırsız kadirşinaslığını,
birden işitilen
yitik bir varlığın adımları gibi.

Ansızın, ansızın hissedilir
ve yayılır yürekte
hüzünlü bir çabayla ve büyüyüşle
soğuk bir sonbahar düşü gibi.

Toprağın kalın tekeri takar jantı,
ıslanmış unutuşla, devinimde
ve kesiyor zamanı
ulaşılmaz yarı parçasında.

Soğuk toprağın üzerine dökülen
ruhlarını örtüyor sert kupaları
zavallı mavi kıvılcımlarıyla
uçarak yağmurun sesinde.


Pablo Neruda
”Yeryüzünde Birinci Konaklama”dan

16 Nisan 2013 Salı

Yük Gemisinin Hayaleti

O ev köpükten borunun içinde uzaklık,
törensi dalgalardaki tuz ve bazı belirli kurallara göre,
ve bir koku, eski gemiden bir gürültü,
çürümüş tahtalardan ve paslanmış demirden
ve uluyan ve ağlayan yorgun makinelerden,
çarpıyor pruvaya, çiğniyor geminin böğrünü,
ağır ağır yiyor şikayeti, yutuyor uzaklıkları biteviye,
acı sudan bir gürültü yapıyor acı suda,
ve sürüklüyor ötelere o eski gemiyi eski sularda.

Geminin iç ambarı, loş tüneller,
günlerin limanda ara sıra ziyaret ettiği:
çuvallar, kasvetli bir tanrı gibi istiflenmiş çuvallar
gözsüz boz yuvarlak hayvanlar gibi,
şirin boz kulaklarla
ve dikkat çeken karınları şişmiş buğdayla ve kobrayla,
gebe kadınlardaki gibi hassas karınlar
hırpani boz giysi içinde bekler sabırla
avuntusuz bir sinemadan oluşan gölgede.

Ansızın işitilir en uçtaki suların
loş bir at gibi hızla geçişi,
suda at toynaklarının bir gürültüsüyle,
hızlı ve suların tekrar yuttuğu.
Ve zamandan başka bir şey kalmaz kamaralarda:
zaman o ıssız feci yemek salonunda,
kımıltısız ve görülür büyük bir kaza gibi.
Meşinin ve yıpranmış maddelerin kokusu,
ve soğan, ve yağ, ve daha fazlası,
ve geminin köşelerinde salınan birinin kokusu,
ismi olmayan başka birinin kokusu
gelir merdivenlerden aşağı bir imbat gibi,
ve seğirtir dehlizler arasından namevcut bedeniyle
ve ölümün koruduğu gözleriyle araştırıyor.

Renksiz gözlerle, bakışsız gözlerle, bakıp duruyor yavaşça
etrafına ve gidiyor titreyerek, varolmaksızın ve gölgesiz:
sesler kırışıklık ekliyor ona, şeyler delik deşik ediyor onu,
şeffaflığı parlatıyor kirli iskemleleri.
Kimdir hayalet bedeni olmayan bu hayalet,
gecesel un gibi hafif adımlarıyla
ve sadece şeylerin desteklediği bir sesle?
Dilsiz varlığıyla dopdolu ayağa kalkıyor mobilyalar
küçük gemiler gibi o eski gemide,
yüklenmiş onun mat, kararsız varoluşunda:
giysi dolapları, o yeşil çiyler,
perdelerin ve yerin rengi,
her şey tahammül ediyor ellerinin boşluğuna onun,
ve nefes alışı yıprattı şeyleri.

Kayarak gidiyor ve sürçüyor, iniyor şeffafça,
geminin üzerindeki soğuk havadaki sıvazlayan bir hava gibi,
görünmeyen elleriyle yaslanıyor filika küpeştesine
ve bakıp duruyor geminin arkasında kaçan acı denize.
Sadece sular reddediyor onun kudretini,
rengini onun ve unutulmuş hayaletten kokusunu onun,
ve soğuk ve derin giriyorlar dansa
ateşten varlıklar gibi, kan ya da güzel koku gibi,
yeni ve güçlü fışkırıp atılıyor sürekli bir birliktelikte.

Tükenmez, alışkanlıksız ya da zamansız,
yeşil yığınlarda, etkin ve soğuk,
vuruyor sular geminin kara karnına ve yıkıyor maddesini,
yarılmış kabuğunu, demirdeki kırışıklıklarını:
yaşayan sular kemiriyor geminin kavkını
ve değiş tokuş ediyor onların köpükten uzun bayraklarını,
ve tuzdan dişleri damlarlarda uçuyor havanın içinden.

Hayalet bakıyor denize gözsüz yüzüyle:
günün dolaşımı, geminin öksürüğü, bir kuş
uzayın yuvarlak ve yalnız denkleminde,
ve tekrar iniyor geminin hayatına,
düşüyor ölü zamanın ve ağacın üzerine,
kayıyor o kara mutfaklarda ve kamaralarda,
havayla ve atmosferle ve avuntusuz uzayla durgun.


Pablo Neruda
“Yeryüzünde Birinci Konaklama” dan