Şiir, Sadece: rubailer
rubailer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
rubailer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Mayıs 2015 Çarşamba

Güç

Şanlı yaprakları târihin açılmış, duruyor;
Canlı bir levha, fakat her yiğitin girmesi güç.
Nice destanların ilhamı olan kavmimize,
Ata'dan sonra, bir efsâne beğendirmesi güç.


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

5 Mayıs 2015 Salı

Yıldırım Ve Timur

Her gaza, güttüğü dâvadan alır kıymetini;
Rengi dönmez ne kadar ak demiş olsak karaya:
Yıldırım, düştüğü taş zindana devlet götürür;
Ve Timur, sıklet olur girdiği mermer saraya!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Ölümsüz

Adı destanlara geçmiş her eser sahibine
Niçin ağlar ve yanarlar ölümünden sonra?
Yaşıyor, yirmi asır var ki, baş üstünde
Gerilip çarmıha, can verdiği günden sonra!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

4 Mayıs 2015 Pazartesi

Ruhun Ölümü

Ya gezen bir ölü, yahud gömülen bir diriyim;
Mumyadır, canlı da, cansız da, bu kabristanda.
Gömdüler ruhumu yüz bir sene mahkûmu gibi:
Cismim ayrılışa da ruhum kalacak zindanda.


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

30 Mart 2015 Pazartesi

Rubai

Sanma ciddiyet ile sarf ederim sanatımı
Ney elimde suyu durmuş kuru musluk gibidir
Bezm i meyde sufehanın saza meftun oluşu
Nazarımda su içen eşşeğe ıslık gibidir


Neyzen Tevfik

14 Aralık 2011 Çarşamba

Dörtlükler XXIX

Canım şarap, ne güzelsin billur kasende; 
Aklı köstekleyen bir büyü var sende. 
Biraz içti mi insan açılır yüreği 
Döker ortaya nesi varsa içinde. 

 
Bu sarayın başı göklerdeydi bir zaman; 
Padişahlar girer çıkardı kapısından. 
Şimdi duvarında bir kumru: Guguk, diyor. 
Guguk, guguk, o şanlı günlerin ardından. 

 
Hayyam bu zamanda vahlanıp durmak boşuna; 
Kendi derdine düşmek utanç verir insana. 
İyisi mi şarap iç, çalgı dinleyerek 
Nerdeyse bir taş düşer senin de sofrana. 

 
Gören göze güzel, çirkin hepsi bir; 
Aşıklara cennet, cehennem, hepsi bir; 
Ermiş ha çul giymiş, ha atlas; 
Yün yastık, taş yastık, seven başa hepsi bir. 

 
Kaderin elinde boynum kıldan ince: 
Tüysüz kuşa dönerim ecel gelince, 
Yine de toprağımdan testi yapın siz: 
Dirilirim içine şarap dökünce. 

 
Yakınırım aynalar gibi felekten; 
Bıkmaz alçakları yükseltmekten. 
Gözyaşı dolu bir kadeh oldu yüzüm, 
Yüreğim kan dolu bir desdi gerçekten. 

 
Yüreğim, kimselerden ihsan dileme; 
Bu amansız felekten aman dileme; 
Bil ki, derman aradıkça artar derdin: 
Derdinle haldaş ol, derman dileme. 

 
Tanrı gülüşünle öfkeni almış senin, 
Birinden cennet yapmış, birinden cehennem. 
Sen cennetimsin benim, ben senin uslu kulun: 
Açılsın kapıları bana cennetimin! 

 
Ey canlar, şarapla buldurun bana beni; 
Yakutlara çevirin kehruba çehremi; 
Şarapla yıkayın beni öldüğüm zaman 
Asmadan bir tabut içinde gömün beni. 

 

Feleğin çarkı dönmeyecek madem muradımca, 
Gökler ha yedi kat olmuş, ha sekiz, bana ne? 
Ölüm bütün isteklerimi yok ettikten sonra 
Ha dağda kurt yemiş beni, ha mezarda karınca. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XXVI

Ben şarap içiyorum, doğrudur; 
Aklı olan da beni haklı bulur: 
İçeceğimi biliyordu Tanrı, 
İçmezsem Tanrı yanılmış olur. 

 
Dünya hangi gülü bitirdiyse yerden 
Kırıp atmış, toprağa gömmüş yeniden. 
Su yerine toprağı çekseydi bulut 
Sevgili kanları yağardı göklerden. 

 
Gerçeği bilemeyiz madem, ne yapsak boş; 
Ömür boyu kuşku içinde kalmak mı hoş? 
Aklın varsa kadehi bırakma elden 
Bu karanlıkta ha ayık olmuşsun, ha sarhoş. 

 
İnsan yiyeceksiz, giyeceksiz edemez: 
Bunlar için didinmene bir şey denmez. 
Ondan ötesi ha olmuş, ha olmamış: 
Bu güzelim ömrünü satmaya değmez. 

 
Okunu attı mı ölüm, siperler boşuna; 
O şatafatlar, altınlar, gümüşler boşuna; 
Gördük bütün insan işlerinin iç yüzünü: 
Tek güzel şey iyilik, başka düşler boşuna. 

 
Saki, gökler, denizlerce dolgunum; 
İçime sığmaz oldu coşkunluğum; 
Ak saçlarımla sarhoş ettin beni, 
Kış ortasında bahar bulutuyum! 

 
Dün gece şarap arıyordum şehirde; 
Soluk bir gül gördüm bir ocak önünde; 
Dedim: Ne yaptın da yakıyorlar seni? 
Dedi: Bir kez güleyim dedim çimende. 

 
Bir yürek ki yanmaz, yürek denir mi ona? 
Sevmek haram, yüreğinde ateş olmayana. 
Bir gününü sevgisiz geçirdinse, yazık: 
En boş geçen günün o gündür, inan bana. 

 
Düşünce göklerinin baş konağı sevgidir sevgi; 
Gençlik destanının baş yaprağı sevgidir sevgi; 
Ey sevginin sırlarından habersiz yaşayanlar, 
Bilin ki tüm varlığın baş kaynağı sevgidir sevgi. 

 
Barış istemiyorsa Felek, işte savaş; 
İster serseri deyin bana, ister ayyaş; 
İşte şarap, duruyor ortada, kıpkızıl; 
İçmeyen taşa çalsın başını, işte taş! 


Ömer HAYYAM

13 Aralık 2011 Salı

Dörtlükler XVI

Kim görmüş o cenneti, cehennemi? 
Kim gitmiş de getirmiş haberini? 
Kimselerin bilmediği bir dünya 
Özlenmeye, korkulmaya değer mi? 

 
Ne mutlu adı sanı bilinmeyene; 
İpeklere, kürklere bürünmeyene; 
Anka gibi iki dünyadan da geçip 
Bu viranede baykuşa dönmeyene. 

 
Yok olmamış varlık var mı bir tek? 
Herşey bir gün, dağılıp gidecek. 
Öyleyse vara yoğa ne bakarsın? 
En iyisi yoku var, varı yok bilmek. 

 
Sevgili, bir başka güzelsin bugün; 
Ay gibisin, pırıl pırıl gülüşün. 
Güzeller bayram günleri süslenir: 
Seninse bayramları süsler yüzün. 

 
Öldük, dünyayı şaşkın bırakıp gittik; 
Yüzlerce incimiz vardı delinmedik. 
Sersemliği yüzünden bilgisizlerin 
Renk renk düşünceler kaldı söylenmedik. 

 
Kendimden geçtikçe gelirim kendime, 
Alçalırım çıktıkça yüksek yerlere. 
En garibi, içmeden sarhoşum da ben, 
Ayılırım her kadehi devirdikçe. 

 
Ben içerim, ama sarhoşluk etmem: 
Kadehten başka şeye el uzatmam. 
Şaraba taparmışım, evet, taparım: 
Ama senin gibi kendime tapmam. 

 
Şeyh fahişeye demiş ki: - Utanmaz kadın; 
Her gün sarhoşsun, onun bunun kucağındasın. 
Doğru, demiş fahişe, ben öyleyim; ya sen? 
Sen bakalım şu göründüğün adam mısın? 

 
Dün gece usul boylu sevgilim ve ben, 
Bir kıyıda gül rengi şarap içerken; 
Sedefli bir kabuk açıldı karşımızda; 
Sabah müjdecisi çıkıverdi içinden. 

 
Dinle dinsizliğin arası bir tek soluk; 
Düşle gerçeğin arası bir tek soluk. 
Aldığın her soluğun değerini bil 
Bütün yaşamak macerası bir tek soluk.


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XV

İnsan çeker çeker de sonra hür olur; 
İnci sedef zindanlarda yuğrulur. 
Paran pulun yoksa bugün, sağlık olsun: 
Bugün boş duran kadeh yarın doludur. 

 
Gençlik bir kitaptı, okuduk bitti; 
Canım bahar geçti çoktan, kış şimdi. 
Hani sevincin, o cıvıl cıvıl kuş? 
Nasıl, ne zaman geldi, nasıl gitti? 

 
Her gün biri çıkar, başlar ben, ben demeğe, 
Altınları gümüşleriyle övünmeğe. 
Tam işleri dilediği düzene girer: 
Ecel çıkıverir pusudan: Benim ben, diye. 

 
Can verinceyedek bu çorak yerde 
Dertten başka ne geçer ki eline? 
Ne mutlu çabuk gidene dünyadan; 
Hele bu dünyaya hiç gelmeyene! 

 
Yerleri yapmış, gökleri kurmuşsun ama, 
Sensin bunca gönülleri yakıp yıkan da. 
Ne kızıl dudakları, ne altın saçları 
Almışın süprüntüler gibi kara toprağa. 

 
Dostum, olan olmuş, vahlanma boşuna; 
Dünyayı kara zindan etme başına. 
Yaşamana bak, elinden tek gelen bu: 
Olacakları danışan var mı sana? 

 
Sevgilim, ömrü derdim gibi bitmeyesi, 
Bu sabah bütün cömertliği üstündeydi. 
Bir göz atıverdi bana geçip giderken: 
İyilik et  denize at mı demek istedi? 

 
Gül de şarab da bilene güzel gelir; 
Sarhoş olmayan için sarhoşluk nedir? 
Cebi boş gönlü dolu olmayan kişi 
Her şeyden geçmenin tadını ne bilir? 

 
Yapma diyorsun; yapmamak elimde mi? 
Sen al demişin; nasıl çekerim elimi? 
Hem yap hem yapma demek seninki bana 
İnsaf: Kadeh devrilir de dolu kalır mı? 

 
Bu dünya iki kapılı bir han, 
Girdi mi dertlere düşer insan. 
Tanınmadan yaşamak en iyisi: 
Elinde olsa da hiç doğmasan. 


Ömer HAYYAM

12 Aralık 2011 Pazartesi

Dörtlükler XIV

Toprakla karışıp bulanmamış bir can  
Sana konuk geldi bir temiz dünyadan. 
Otur, bir kadeh şarap iç kendisiyle, 
Sana iyi geceler deyip kaçmadan. 

 
Ne yazık, pişmiş ekmek çiğlerin elinde; 
Ne yazık, çeşmeler cimrilerin elinde. 
O canım Türk güzeli kömür gözleriyle, 
Çaylakların, uğruların, eğrilerin elinde. 

 
Dünyaya geldiler, coşup taştılar; 
Güldüler, eğlendiler, anlaştılar; 
Bir kadehte sızıverdiler bir gün 
Ölüm uykusunda kucaklaştılar. 

 
Bilir misin, yüceler yücesi Tanrı, 
Şarap ne zaman çoşturur içenleri? 
Pazar, pazartesi, salı, çarşamba, perşembe, 
bir de cuma, cumartesi günleri. 

 
Yaşamak elindeyken bugüne bugün, 
Ne diye bırakır, yarını düşünürsün? 
Geçmiş, gelecek, kuru sevda bütün bunlar; 
Kadrini bilmeğe bak avucundaki ömrün. 

 
Toprak olup gitmişlere sorarsan 
Ha gavur olmuşsun ha müslüman. 
Kimler bu dünyada eğlenmemişse 
Ötekinde yalnız onlar pişman.

 
Ey garip kuş! Bu yıldızlar darı sana; 
Elest günü canı sen verdin insana. 
Dünyayı gören büyülü bir kadeh varmış: 
O kadeh sende, başka yerde arama. 

 
Bu zamanda az dostun olsun, daha iyi. 
Herkesle uzaktan hoş beş edip geçmeli. 
Can gözünü açınca görüyor ki insan 
En büyük düşmanıymış en çok güvendiği. 

 
Feleği döndürebilir misin muradınca? 
Ne çıkar gök yedi kat değil sekiz katsa? 
Er geç toprağa karışıp gidecek gövdeni 
Ha ovada kurt yemiş, ha mezarda karınca. 

 
Bak, gül yeşiller, sevinçler içinde; 
Arar bulamazsın gelecek perşembe. 
İç şarabını, gül kokla, yeşil topla: 
Toprak oluvermeden gül de yeşil de. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XIII

Bir testici gördüm, çamur içindeydi: 
Ayağı çarkında, elinde bir testi; 
Testinin başında bir yoksulun ayağı 
Kulpunda bir padişahın kellesi. 

 
Bir testi aldım çarşıdan ucuza; 
Gizli gizli neler  anlattı bana; 
Bir şahdım, dedi; altın kupam vardı; 
Şimdi neyim? Testi oldum şaraba. 

 
Bilmem, ne sayar durursun bir, iki; 
Ha bir olmuş, ha yüz bin fark etmez ki 
Çal sazını, sonun bir avuç toprak, 
Şarap ver, bir esip gitmedir bizimki. 

 
Kambur Felek, sen ne konaklar yıka geldin; 
Kin beslersin bize, zulüm eski adetin. 
Şu kara toprağın göğsünü bir yarsalar, 
Ne inciler yatar içinde bilir misin? 

 
Yoksul, dertli gönlüm arar sevgilisini; 
Aklı gelmez başına, yer kendi kendini. 
Bana sevgi şarabını sundukları gün 
Kana boyamışlar varlık kadehimi. 

 
Ha Belh' te ölmüşsün, ha Bağdat' ta hepsi bir; 
Kadeh doldu mu, acı da olsa içilir. 
Keyfine bak; çok aylar doğmuş batmış sensiz; 
Sensiz daha çok ayların ondördü gelir. 

 
Gönlümün dilediği gül yüzüne bakmak; 
Elimin özlediği kadehi kavramak. 
Her zerrem nasibini almalı dünyadan 
Yarın güle kavuşturmadan beni toprak. 

 
Behram' ın şarap içtiği orman köşkünde 
Bir tilki yavrulamış, bir ceylan keyfinde. 
Ömrünce yaban eşeği avlamış Behram: 
Mezar da Behram' ı avlamış günün birinde. 

 
Ben bıyıkları süpürge etmişim meyhanede: 
Hayırmış, şermiş bırakmışım ikisini de. 
İki dünyayı karpuz gibi önüme koysalar 
Ne birine metelik veririm, ne ötekine. 

 
Padişah ol, yokluk halkasına gir de; 
Yıkan, kirin pasın kalmasın gönülde. 
Meyhaneye ermeğe gelince biri 
Kendini bil de ne yaparsan yap de. 


Ömer HAYYAM

10 Aralık 2011 Cumartesi

Dörtlükler XII

Dostum, gel yarına kanmayalım biz; 
Günümüzü gün edelim ikimiz. 
Yarın çekip gettik mi şu konaktan 
Yedi bin yıl önce gidenlerleyiz. 

 
Ömrümüzden bir gün daha geldi geçti; 
Derede akan su, ovada esen yel gibi. 
İki gün var ki dünyada, bence ha var ha yok: 
Daha gelmemiş gün bir, geçmiş gün iki. 

 
Tanrı, her an sevdiğinin kapısında ol; 
Bu dünyadan o dünyadan bana ne! 
Gönlüm ter gibi çıkıp bedenimden 
Karıştı varlığın denizlerine. 

 
Gönül, her an sevdiğinin kapısında ol; 
Her istediğini onda ara, onda bul. 
Aşk tavlasında hileye kaçma kalleşçe: 
Koy canını ortaya, soyulursan soyul. 

 
Sarhoş oldum mu aklım azalır; 
Ayıldım mı sevincim dağılır. 
Ne sarhoş, ne ayık bir hal var ya? 
En güzeli öyle yaşamaktır. 

 
Sevgili, sırlarına eren gönül nerde? 
Sözlerinin tekini duyan kulak nerde? 
Gece gündüz serilirsin de karşımıza: 
Yüzünü bir kez gören mutlu göz nerde? 

 
Dert içinde  sevinci bul da yaşa; 
Haksız düzende haklı ol da yaşa; 
Sonu nasıl olsa yokluk dünyanın, 
Varından yoğundan kurtul da yaşa. 

 
Açılmaz kapıları açmanız mı gerek? 
Dünyada insanca yaşamanız mı gerek? 
Bırak öyleyse iki dünyayı birden: 
Ey ölü canlılar, canlar uyanık gerek! 

 
Dün özledim de seni coştum birden bire; 
Çıktım senin yerin dedikleri göklere. 
Bir ses yükseldi ta yukarıda, yıldızlardan: 
Gafil, dedi; bizde sandığın Tanrı sende! 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XI

Felek, delik deşik ediyorsun yüreğimi; 
Yırtıyorsun ikide bir sevinç gömleğimi, 
Esen yelleri ateş ediyorsun bana; 
Çamura çeviriyorsun içeceğimi. 

 
Haram, acı, kötü derler canım şaraba: 
Oysa ne hoş şey, hele bir güzel sunarsa; 
İçin bakın; hem doğrusunu isterseniz, 
Haram dedikleri her şey hoş galiba! 

 
Dedim ben artık kızıl şarabı içmem; 
Üzümün kanıymış bu, ben kan dökmek istemem. 
Gün görmüş aklım şaşırdı: Sahi mi? dedi; 
Yok canım, şaka, ben nasıl içmem! 

 
Sen bu dünyanın sırlarına eremezsin; 
Erenlerin dilini de söktüremezsin; 
İyisi mi iç şarabı, cennet et bu dünyayı: 
Öbür cennete ya girer, ya giremezsin. 

 
Bulut geldi; lalede bir renk bir renk! 
Şimdi kızıl şarap içmemiz gerek. 
Şu seyrettiğin serin yeşillikler 
Yarın senin toprağında bitecek. 

 
İki batman şarap, bir buğday ekmeği; 
Bir koyun budu, bir de ay yüzlü sevgili; 
Daha ne istenir bilmem şu dünyada: 
Padişah daha iyisini bulabilir mi? 


Dünyaları değişmem kızıl şaraba; 
Ay da ondan sönük; çoban yıldızı da. 
Şarap satanların aklına şaşarım: 
Ondan iyi ne var alınacak dünyada? 


İnsan son nefese hazır gerekmiş: 
Nasıl ölürse öyle dirilecekmiş. 
Biz her an şarap ve sevgiliyleyiz: 
Böylece dirilirsek işimiz iş. 

 
Biz de çocuktuk, bir şeyler öğrendik; 
Bildiklerimizle övündük, eğlendik. 
Şu oldu, bu oldu da ne oldu sonra? 
Bir bulut gibi geldik, yel gibi geçtik. 

 
Hayyam bilgelik çadırları dokudu; 
Sonra dert potasında yandı kül oldu. 
Bir pula satıldı kader çarşısında, 
Ölüm celladı geldi, boynunu vurdu. 


Ömer HAYYAM

9 Aralık 2011 Cuma

Dörtlükler X

Bilgisizliğimi sundum durdum aleme; 
Bir yoksulluk karanlığı çöktü gönlüme; 
Utandım günahımdam, müslümanlığımdan: 
Bundan böyle zünnar takacağım belime. 

  
Bir su, bir damla suymuşuz, bele düşmüşüz; 
Şehvet ateşiyle dışarı savrulmuşuz; 
Yarın yel savuracak toprağımızı: 
İçelim, hoş geçsin üç nefeslik ömrümüz. 

 
Bahtımın kökü yeşerip dal budak da verse 
Eğretidir bu ömür diye giydiğin elbise; 
Mıhlar gevşek bir gölgeliktir beden çadır, 
Pek dayanma sakın ne kadar sağlam da görünse. 

 
Ben de geçtim gittim bu zulüm yurdundan, 
Elimde yelden başka bir şey kalmadan; 
Ama var mı, ölümüme sevinip de 
Ecelin şaşmaz tuzağından kurtulan? 

 
Orucumu yiyorsam ramazanda 
Mübarek aydan habersizim sanma: 
Çileden gece oluyor da gündüzüm 
Sahura kalıkıyorum gün ortasında. 

 
Yılan gibi taşa girsen de, Saki, 
Sızar ecelin suyu bulur seni; 
Bu dünya toprak, Saki, türkü söyle; 
Bu soluk bir yel, şarap ver, Saki. 

 
Gönül Bijen' i kuyu gibi gam zindanında; 
Akıl Sührab'ı ölmüş derdinin sayvanında; 
Dünya Siyavuş'unun öcünü almak için 
Gam, Rüstem'in Turan gibi gönlünü talanda. 

 
Ey yanağı ağustos gülünü bastıran; 
Ey yüzü Çin güzellerini kıskandıran; 
Bakışı Babilşahını büyüde yenip 
Elinde at, fil, ruh, ferz, baydak bırakmayan. 

 
Elimde olsa dünyayı küçümserdim; 
İyisine de kötüsüne de yuf çekerdim; 
Daha doğrusu bu aşağılık yere 
Ne gelirdim, ne yaşardım, ne ölürdüm. 

 
Şarap iç, bire birdir derde tasaya; 
Ne bu dünya kalır, ne öteki dünya. 
Ne serin ateştir o, ne can dolu su: 
Çabuk ol, bulup içemezsin mezarda.


Ömer HAYYAM

Dörtlükler IX

Ramazan ayı bu yıl da geldi yine; 
Vurdu bukağıyı aklın bileğine; 
Tanrım bu halka bir gaflet ver de bari 
Ramazanı Şevval sansınlar bu sene. 

 
Ey doğru yolun yolcusu, çaresiz kalma; 
Çıkma kendinden dışarı, serseri olma; 
Kendi içine sefer et erenler gibi: 
Sen görenlerdensin, dünya  seyrine dalma. 

 
Duru sudan daha temizdir benim sevgim; 
Sevgiyle bu oynayış da hakkımdır benim; 
Halden hale girer başkalarında sevgi: 
Neyse hep odur benim sevgim ve sevgilim. 

 
Dünya padişahın, kayserin, hakanın olsun; 
Cehennem kötünün, cennet iyinin olsun; 
Tesbih meleklerin olsun, temizlik Rızvan' ın: 
Sevgili bizim olsun, canı canımız olsun. 

 
Ey güzel, sen ki bana derdi derman edensin; 
Şimdi: Çekil önümden, diye ferman edersin; 
Senin yüzün canımın kıblesi olmuş bir kez; 
Ne yapsın, kıble mi değiştirsin bu can dersin? 

 
Şarap iç adın silinip gitmeden dünyadan; 
Şarap kasveti, karanlığı giderir candan; 
Güzellerin saçını çözüp dağıtmaya bak 
Neylesin, netsin bu can, kıble mi değiştirsin? 

 
Bizim şarap içmemiz ne keyfimizden, 
Ne dine, edebe aykırı gitmemizden; 
Bir an geçmek istiyoruz kendimizden: 
İçip içip sarhoş olmamız bu yüzden. 

 
Biliyorum varlığın, yokluğun dış yüzünü; 
Yükselmenin de alçalmanın da içyüzünü; 
Ne çıkar öte yanını da bilsem feleğin: 
Bezmişim bilgiden, atmışım her türlüsünü 

 
Baharlar yazlar gider, kara kış gelir; 
Varlığın yaprakları dürülür bir bir; 
Şarap iç, gam yeme; bak ne demiş bilge: 
Dünya dertleri zehir, şarap panzehir. 

 
Gülün yüzünde çiy tanesi nevruzun ne hoş; 
Yeşillikte canı aydınlatan yüzün ne hoş; 
Geçmiş gitmiş gün üstüne ne söylesen boş: 
Bırak dünü, hoş et gönlünü, bak bugün ne hoş. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler VIII

Nerde yüreği tertemiz uyanık insan? 
Nerde güzel düşünceler ardında koşan? 
Herkes kendi kafasının kulu kölesi: 
Hangi Tanrının kulu, nerde o kahraman? 

 
Kim için bu yerler gökler? Bizim için. 
Biz görüş cevheriyiz akıl gözünün 
Evren bir yüzük gibiyse çepeçevre 
İnsan, taşında bir nakış o yüzüğün. 

 
Yüce varlık bize bir beden verince 
Sevmesini öğretti her şeyden önce 
Sonra şu delik deşik yüreğimize 
Mana incileri sakladı binlerce. 

 
Niceleri geldi, neler istediler; 
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler; 
Sen hiç gitmeyecek gibisin, değil mi? 
O gidenler de hep senin gibiydiler. 

 
Vakit geldi, dünya yeşiller giyecek; 
Ağaçlara Musa'nın eli değecek, 
Kuru tohumlara İsa'nın nefesi; 
Gözler açıp buluta çevrilecek. 

 
Gerçek eren içinde kir tutmayandır; 
Varlığını korkusuzca hiçe sayandır; 
Bu topraklar üstünde en temiz kişi 
Sağlığında toprak kesilmiş olandır. 

 
Ey can, sana aklı niçin vermiş veren? 
Kendini bil, yolunu bul yitip gitmeden. 
Baykuş gibi ne gezersin viranelikte, 
Yerin akdoğan gibi sultanın emrindeyken? 

 
Onlar ki kurtulamaz ikiyüzlülükten 
Canı ayırmaya kalkarlar bedenden; 
Horoz gibi tepemde testere olsa 
Aklımın kafasını keser atarım ben. 

 
Bir yanarım Tanrı özlemiyle Musa gibi; 
Bir ölürüm murada ermeden Yahya gibi; 
Yarı gökte kalırım hep bir iğne yüzünden 
Hep bir başka derdin terzisiyim İsa gibi. 

 
Dert çekme boşuna, hep gül de yaşa; 
Zulüm yolunda hakkı bul da yaşa; 
Sonu yokluk madem bu dünyamızın 
Yok bil kendini, özgür ol da yaşa. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler VII

Ben kadehten çekmem artık elimi; 
Tutmam senin senin kitabını, minberini. 
Sen kuru bir sofrasın, ben yaş bir sapık: 
Cehennemde sen mi iyi yanarsın, ben mi? 

  
Eşi dostu verdik birer birer toprağa; 
Kiminden bir taş bile kalmadı ortada. 
Sen, yorgun katır, hala bu kalleş çöldesin: 
Sırtında bunca yük, yürü bakalım hala. 

 
Gözüm, kör değilsen, bunca mezarı gör; 
Dünyayı saran yalan dolanları gör; 
Kırallar, padişahlar çürüyüp gitmiş: 
Ela gözlerine kurt dolanları gör! 

 
Felek doğruyu eğriyi tartaydı, 
Her işine güzel demek kolaydı. 
Böyle özü doğruluk olaydı? 

 
Duman değil mi dünya mutfağında payın? 
Öyleyse ha olmuşsun ha olmamışsın. 
Senin zorunsa sermayeden yememek: 
Bekle, bekle de başkası yesin yarın. 

 
Bayram geldi; işimiz iştir bu aralık; 
Horoz kanı gibi şarap bollaşır artık. 
Gel gelelim eşekler de boş gezer şimdi: 
Oruç gemi ağızlarından çıkar, yazık! 


Hep  arar dururdum, dünyaya geleli, 
Alın yazısı, cenneti, cehennemi. 
Hocam kesti attı, sağlam bilgisiyle: 
Alın yazısı, cennet cehennem sende, dedi. 

 
Yarım somunun var mı? Bir ufak da evin? 
Kimselerin kulu kölesi değil misin? 
Kimsenin sırtından geçindiğin de yok ya? 
Keyfine bak: en hoş dünyası olan sensin. 

 
Bahar geldi; başka şey istemem kafamda; 
Hele akla hiç yer vermem bahar soframda; 
Şarap, seninleyim bu mevsim, koru beni: 
Söğüt ağacı, sen de ser gölgeni altıma. 

 
Tanrı, cennette şarap içeceksin, der; 
Aynı tanrı nasıl şarabı haram eder? 
Hamza bir Arab' ın devesini öldürmüş: 
Şarabı yalnız ona haram etmiş peygamber. 


Ömer HAYYAM

10 Kasım 2011 Perşembe

Dörtlükler VI

Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz: 
Kuklacı Felek usta, kuklalar da biz. 
Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer ikişer; 
Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz. 

 
Dünya üç beş bilgisizin elinde; 
Onlarca her bilgi kendilerinde. 
Üzülme; eşek eşeği beğenir: 
Hayır var sana kötü demelerinde. 

 
Dedim: artık bilgiden yana eksiğim yok;  
Şu dünyanın sırrına ermişim az çok. 
Derken aklım  geldi başıma, bir de baktım: 
Ömrüm gelip geçmiş, hiç bir şey bildiğim yok. 

 
Cennette huriler varmış, kara gözlü; 
İçkinin de ordaymış en güzeli. 
Desene biz çoktan cennetlik olmuşuz: 
Bak, bir yanda şarap, bir yanda sevgili. 

 
Sen sofusun, hep dinden dem vurursun; 
Bana da sapık, dinsiz der durursun. 
Peki, ben ne görünüyorsam oyum: 
Ya sen? Ne görünüyorsan o musun? 

 
Varlık yokluk derdini aklından sil; 
Bırak öteleri de kendini bil. 
Doldur şarabı, geniş bir nefes al: 
Kaç nefes alacağın belli değil. 

 
Bir elde kadeh, bir elde Kuran; 
Bir helaldir işimiz, bir haram. 
Şu yarım yamalak dünyada 
Ne  tam kafiriz, ne tam müslüman! 

 
Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş! 
Bırak onu bunu da gönlünü tut hoş! 
Şu durmadan kurulup dağılan evrende 
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş! 

 
Leyla isteyen kişi Mecnun olmalı; 
Kendinden de, dünyasından da geçmeli. 
Sevenlerin sofrasına çağrılınca 
Ben körüm, ben dilsizim demeli. 

 
Öldürmek de, yaşatmak da senin işin; 
Bu dünyayı gönlünce düzenleyen sensin. 
Ben kötüyüm diyelim, kimde kabahat? 
Beni böyle yaratan sen değil misin? 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler V

Şu testi de benim gibi biriydi; 
O da bir güzele vurgun, dertliydi. 
Kim bilir, belki boynundaki kulp da 
Bir sevgilinin bem beyaz eliydi. 

 
İnciyi isteyen dalgıç olacak; 
Varı yoğu dosta verip dalacak. 
Canı avucunda, nefesi göğsünde: 
Ayağı baş olacak, başı ayak 

 
Girme şu alçakların hizmetine: 
Konma sinek gibi pislik üstüne. 
İki günde bir somun ye, ne olur! 
Yüreğinin kanını iç de boyun eğme. 

 
Bir taş bulamazsın ki Doğu ovalarında 
Küfretmesin bana da, benim zamanıma da 
Yüz adım yürü bak, bir dertli insan görürsün: 
Bunalmış, otura kalmış yolun kenarında. 

 
Güneş attı göğe sabah kemendini: 
Aydınlık padişahı atına bindi. 
İçin! için! diye bağırdı dört yana 
Canım sabah şarabının  müezzini. 

 
Bu kadeh bir bedendir, cana gebe! 
Bir yasemindir, erguvana gebe! 
Hayır; yanlış; ne odur şarap ne bu: 
Bir sudur, bir su ki yangına gebe! 

 
Gökte bir öküz varmış, adı Pervin; 
Bir öküz de altındaymış yerin. 
Sen asıl iki öküz arasında 
Tepişmesine bak şu eşeklerin! 

 
Ne bilginler geldi, neler buldular! 
Mumlar gibi dünyaya ışık saldılar. 
Hangisi yarıp geçti bu karanlığı? 
Birer masal söyleyip uyuya kaldılar. 


Bir sır daha var, çözdüklerimizden başka! 
Bir ışık daha var, ışıklardan başka. 
Hiç bir yaptığınla yetinme, geç öteye: 
Bir şey daha var bütün yapıtlardan başka. 


Bir damla şarap ver Çin senin olsun; 
Bir yudumu bütün dinlerden üstün. 
Söyle, ne var dünyada şaraptan hoş? 
O acıya tatlılar feda olsun. 


Ömer HAYYAM

4 Kasım 2011 Cuma

Dörtlükler II

İçin temiz olmadıktan sonra  
Hacı hoca olmuşsun, kaç para! 
Hırka, tespih, post, seccade güzel; 
Ama Tanrı kanar mı bunlara? 


Var mı dünyada günah işlemeyen söyle: 
Yaşanır mı hiç günah işlemeden söyle; 
Bana kötü deyip kötülük edeceksen, 
Yüce Tanrı, ne farkın kalır benden, söyle. 


Felek ne cömert ne aşağılık insanlara! 
Han hamam, dolap değirmen, hep onlara. 
Kendini satmıyan adama ekmek yok: 
Sen gel de yuf çekme böylesi dünyaya! 


Bilgenin yüreğinde her dilek, 
Anka kuşu gibi gizli gerek. 
Damla nasıl inci olur denizde: 
Sedefler içinde gizlenerek. 


Ovada her kızıl lalenin teni 
Bir padişahın kanıyla beslendi. 
Yerden biten şu mor menekşe yok mu? 
Bir güzelin yanağındaki bendi. 


Mal mülk düşkünleri rahat yüzü görmezler, 
Bin bir derde düşer, canlarından bezerler. 
Öyleyken, ne tuhaftır, yine de övünür, 
Onlar gibi olmıyana adam demezler. 


Gül verme istersen, diken yeter bize. 
Işık da vermezsen, ateş yeter bize . 
Hırka, tekke, post most olasa da olur, 
Kilise çanları bile yeter bize. 


Beni özene bezene yaratan kim? Sen! 
Ne yapacağımı da yazmışın önceden. 
Demek günah işleten de sensin bana: 
Öyleyse nedir o cennet cehennem? 


İnsan bastığı toprağı hor görmemeli: 
Kim bilir hangi güzeldir, hangi sevgili. 
Duvara koyduğun kerpiç yok mu, kerpiç? 
Ya bir Şah kafasıdır, ya bir vezir eli! 

 
Hak er geç cimrilerin hakkından gelir; 
Cehennem ateşleri onlar içindir. 
Ne der, dili inciler saçan Muhammet: 
Cömert gavur cimri müslümandan yeğdir.


Ömer HAYYAM