Şiir, Sadece: t. s. eliot
t. s. eliot etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
t. s. eliot etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Aralık 2012 Pazar

Kutlu Çarşamba

- I -

Çünkü geri dönmeyi umut etmem
Çünkü umut etmem
Çünkü dönmeyi umut etmem

Arzulayarak bu adamın yeteneğini ve şu adamın olanağını
Bu tür şeylere doğru gayret göstermem artık
(Niçin o yaşlı kartal gersin ki kanatlarını?)
Niçin üzüleyim ki
Mutat saltanatın yitmiş gücüne?

Çünkü umut etmem bilmeyi
Olumlu saatin o cılız görkemini
Çünkü düşünmem
Çünkü bilirim bilmeyeceğimi
O tek gerçek ölümlü gücü
Çünkü içemem orada, ağacın çiçeklendiği
Ve pınarların aktığı yerde, çünkü yeniden hiçlik vardır

Çünkü bilirim ki zaman her zaman zamandır
Ve mekân her zaman ve sadece mekândır
Ve güncel olan sadece bir kez
Ve sadece bir mekânda günceldir
Sevinçten uçarım her şeyin olduğu gibi olmasından
Ve tanımam o kutsanmış çehreyi
Ve reddederim o sesi
Çünkü yeniden dönmeyi umut edemem
Bundan ötürü sevinçten uçarım, bir şey
İnşa etmek sevinçten uçurur beni

Ve yakarmak Tanrı’ya esirgesin diye bizi
Ve kendimle çok fazla tartıştığım
Ve çok fazla açıkladığım bütün konuları
Unutabilmem için yakarmak
Çünkü yeniden dönmeyi umut etmem
Bu kelimeler cevaplasın
Çünkü yapılan şey, yeniden yapılmaz
Yeter ki hüküm çok ağır olmasın bizim için

Çünkü bu kanatlar artık uçacak kanatlar değildir
Fakat sadece havayı döven tırmıklardır
Şimdi büsbütün dar ve kuru olan o hava
Daha dar ve daha kurudur istençten
Öğret bize umursamayı ve umursamamayı
Öğret bize uslu durmayı

Dua et biz günahkarlar için şimdi ölümün bu saatinde
Dua et bizim için şimdi ve ölüm saatimizde.


- II -

Azize, üç beyaz leopar oturur bir ardıç ağacı altında
Günün serinliğinde, yemişler tıka basa
Bacaklarımdan yüreğimden ciğerimden ve kafatasımın
O oyuk yuvarlağını dolduran nelerse onlardan. Ve Tanrı dedi
Bu kemikler yaşasın mı? Yaşasın mı
Bu kemikler? Ve cıvıldayıp dedi nelerse ki
(Şimdiden kuru olan) o kemiklerin içini dolduran:
Bu Azize’nin iyi olmasından ötürü
Ve güzelliğinden dolayı, ve çünkü
Şereflendirdiğinden o Bakire’yi derin düşüncesinde,
Parıldayacağız ışıkla. Ve burada şaşkın olan ben
Öneririm eylemlerimin unutulmasını, ve bırakırım sevgimi
Çölün nesline ve sukabağının meyvesine.
Telafi eden budur
Bağırsaklarımı gözlerimin tellerini ve leoparların reddettiği
O sindirilmeyen parçalarını. Beyaz bir entari içinde
Geri çekilmiş Azize, tefekküre, beyaz bir entari içinde.
Kemiklerin beyazlığı ödesin unutkanlığın kefaretini.
Hayat yok onlarda. Unutulduğumdan
Ve unutulmuş olacağımdan, unutacağım
Böylece amaca yoğunlaşmış ve sadık olarak. Ve Tanrı
Kehanette bulun dedi rüzgâra, rüzgâra sadece çünkü sadece
Rüzgâr dinleyecek. Ve kemikler cıvıldayarak şakıdı
Çekirgenin yüküyle, diyerek

Sessizliklerin Azize’si
Dingin ve endişeli
Yırtık pırtık ve en büsbütün
Belleğin gülü
Unutuşun gülü
Tükenmiş ve hayat veren
Kaygılı dinlenişte
Yalnız gül
Cümle sevgilerin bittiği
O Bahçe’dir şimdi
Hoşnutsuz aşkın
Istırabını bitir
Bitimsiz yolculuğun
Bitimsizliğe bitişi
Cümle sonuçsuzların
Sonucu
Kelamsız hitap ve
Hitapsız kelam
Ana’ya şükran duası
Cümle sevginin bittiği
Bahçe için.

Kemikler bir ardıç ağacı altında şakıdı, dağıldı ve parıltılı
Dağıldığımız için sevinçliyiz, az iyilik yaptık birbirimize,
Günün serinliğinde bir ağaç altında, kumun takdisiyle,
Unutarak kendilerini ve birbirlerini, birleşti
Çölün huzurunda. Budur kura çekerek
Üleşeceğiniz ülke. Ve önemli değil ne taksim
Ne de birleşim. Budur o ülke. Sahibiyiz mirasımızın.

- III -

İkinci katın ilk dönüşünde
Döndüm ve baktım aşağıya
O aynı biçim sarmalanmış tırabzana
Kokuşmuş havadaki buğu altında
Umudun ve umutsuzluğun hilekâr yüzünü takınmış
Merdivenlerin iblisine karşı savaşıyor.

İkinci katın ikinci dönüşünde
Bıraktım onları aşağı doğru sarmalanmış olarak;
Yüzler yoktu artık ve karanlıktı merdiven,
Rutubetli, çentikli, yaşlı bir adamın ağzı misali salyalar içinde,
Tamir edilemez, ya da yaşlı bir köpekbalığının dişli gırtlağı gibi.

Üçüncü katın ilk dönüşünde
Açık bir pencere fırlamıştı incir yemişi gibi
Ve alıç çiçeğiyle bir otlak görüntüsünün ötesinde
Geniş sırtlı figür mavi ve yeşil kuşanmıştı
Kadim bir kavalla o akdiken zamanına hayrandı.

Yelin savurduğu saç şirindir, kumral saç savrulur ağız üstünde,
Leylak ve kumral saç;
Dikkati dağıtan şey, kavalın tınısı, durmalar ve adımları belleğin
Üçüncü katta,
Yitiyor, yitiyor; umut ve umutsuzluk ötesinde kudret
Tırmanıyor üçüncü kata.

Efendim, layık değilim ben
Efendim, layık değilim ben

fakat kelamı söyle sadece

- IV -

Kim yürüdü menekşeyle menekşe arasında
Yürürken envai yeşilin
O muhtelif safları arasında
Giderken beyaz ve mavi içinde, Meryem’in renklerinde,
Konuşurken önemsiz şeyleri
Cahilce ve ebedi ıstırapla bilgece
Diğerleri yürürken onların arasında devinen,
Sonra güçlü çeşmeleri oluşturan ve pınarları tazeleyen

Kuru kayaları serinleten ve kumu kaymaz yapan
Hezaren çiçeğinin mavisinde, Meryem’in rengindeki mavi,
Sovegna vos

Buradadır aradan dolaşan yıllar, alıp götürerek
Kemanları ve kavalları, onararak
Zamanda uykuyla uyanma arasında devineni, giyinip

Katlanmış beyaz ışığı, sarmalayarak O’nu, katlanmış.
Yeni yıllar dolanır, onararak
Gözyaşlarının parlak bir bulutu sayesinde, yılların, onararak
Yeni bir dizeyle o kadim kafiyeyi. Kurtararak
Zamanı. Kurtararak
O okunmayan öngörüyü daha yüksek düşte
Mücevherle süslenmiş Unicornlar sürüklerken yaldızlı cenaze arabasını.

Suskun bacı örtünmüş beyazda ve mavide
Porsukağaçları arasında, kavalı nefessiz olan
Bahçe tanrısı ardında, bükmüş başını ve işaretlemiş fakat tek söz etmemiş

Fakat yukarı fışkırmış pınar ve kuş şakımış aşağı
Kurtarmak zamanı, kurtarmak düşü
Kelamın simgesi duyulmamış, konuşulmamış

Rüzgâr sarsana dek bin fısıltıyla porsukağacından

Ve bundan sonrası bizim sürgünümüz

- V -

Kayıp kelam kayıpsa, sarf edilmiş kelam sarf edilmişse
Eğer duyulmadık, söylenmedik
Kelam söylenmemişse, duyulmamışsa;
Söylenmedik kelamdır hâlâ, o Kelam duyulmadıktır,
Kelamsız O Kelam, âlem içredir
Ve âlem içindir o Kelam;
Ve o ışık parladı karanlıkta
Ve Kelam’a karşı o rahat durmaz âlem dönüyordu hâlâ
O sessiz Kelam’ın merkezi etrafında.

Ey benim milletim n’ettim n’eyledim size.

Kelamın bulunduğu yer nerede, kelamın
Çınladığı yer? Burada değil, yeterli sessizlik yok
Denizde değil ne de adalarda, anakarada
Değil, çölde ya da o yağmur ülkesinde,
Karanlıkta yürüyenler için
Gündüz ve gece zamanı
O doğru zaman ve doğru yer burada değil
Yüzden kaçınanlar için inayet yeri değil
Gürültü arasında yürüyüp sesi inkar edenler için bayram zamanı değil

Dua eder mi duvaklı bacı
Karanlıkta yürüyenler için, seçtiği siz ve karşı çıktığı sizsiniz,
Mevsimle mevsim arasında boynuzda paralanmışlar, zamanla zaman,
Saatle saat arasında, kelamla kelam arasında, kudretle kudret arasında,
Karanlıkta bekleyenler? Duvaklı bacı dua eder mi
Kapıda bekleşip duran
Ve dua etmeyen çocuklar için;
Seçen ve karşı çıkanlar için dua

Ey benim milletim n’ettim n’eyledim size.

Cılız porsukağaçlarının arasında dua eder mi
Duvaklı bacı kendisini gücendirmişler için
Ve dehşete düşmüşler için ve teslim olmayanlar için
Ve onaylayanlar âlem önünde ve yadsıyanlar kayalar arasında
O en son çölde o son mavi kayalarda
Bahçedeki çöl ve çöldeki bahçe
Kuraklıktan, tükürerek o elma tohumlarını

Ey benim milletim.

- VI -
Geri dönmeyi umut etmesem de
Umut etmesem de
Dönmeyi umut etmesem de

Salınıp durmak arasında kârla zararın
Düşlerin kesiştiği bu kısa geçişte
Düşlerin kesiştiği alacakaranlık doğumla ölüm arasında
(Kutsa beni baba) bu şeyleri istemeyi istemesem bile
O geniş pencereden granit sahilden
Beyaz yelkenler hâlâ uçar deniz yönünde, denize doğru uçar
Kırılmamış kanatlar

Ve yitik yürek sertleşir ve sevinir
Yitik leylakta ve yitik deniz sesleri
Ve zayıf heves ivecendir isyana
Bükülmüş altın değnek için ve yitik deniz kokusu
İvecendir telafi etmeye
Bıldırcın çığlığını ve dönenen yağmurkuşunu
Ve kör göz yaratır
Boş şekilleri fildişi kapıların arasında
Ve koku tazeler kumlu toprağın tuz tadını

Bu gerilimin zamanıdır ölümle doğum arasında
Üç düşün mavi kayalarla kesiştiği
İnziva yeri
Fakat porsukağacından sarsılıp gittiğinde sesler
Bırak sarsılıp yanıtlasın diğer porsukağacı da.

Kutsanmış bacı, kutsal anne, pınarın ruhu, bahçenin ruhu
Kendimizi yalanla aldatarak ıstırap çekmemize izin verme
Umursamayı ve umursamamayı öğret bize
Bu kayalar arasında bile
Uslu durmayı öğret bize
Huzurumuz O’nun istencinde
Ve bu kayalar arasında bile
Bacı, ana
Ve ırmağın ruhu, denizin ruhu,
Ayrılarak acı çektirme

Ve ulaşsın sana sızlanışım.


T. S. Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi) .
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy


“Kutlu Çarşamba” olarak karşılığını verdiğim ‘Ash Wednesday”, İsevilik’te Paskalya öncesi kutlanan Lent denen 40 günlük perhiz ve nefis kontrolü döneminin ilk Çarşambası’dır. Şiirin başlığını Türkçe olarak “Oruç Çarşambası” ya da “Erbain Çarşambası” olarak da karşılamayı düşündüm.

“Sovegna vos”: “Aklına getir”. ”Dante’nin “İlâhi Komedya”sının Araf bölümünde (XXVI) “Sovegna vos al temps de mon dolor”(Istırabımın zamanından dolayı aklına getir”) olarak yer almaktadır.

Çorak Ülke

“Nam Sibyllam quidem
Cumis ego ipse oculis meis vidi
in ampulla pendere, et
cum illi pueri dicerent:
Sibulla ti thelis;
respondebat illa:
apothanein thelo” (1)

Ezra Pound’a
il miglior fabbro (2)


I.
ÖLÜLERİN GÖMÜLÜŞÜ

En zalim aydır Nisan, çıkartır
Leylakları ölü topraktan, karar
Bellekle arzuyu, karıştırır
Kasvetli kökleri bahar yağmuruyla.
Sıcak tuttu bizi kış, örterek
Yeryüzünü unutkan karla, besleyerek
Kurumuş yumrularla bir parça hayatı.
Şaşırttı bizi yaz, Starnbergersee dolaylarında
Bir kırkikindi yağmuruyla; sığındık sırakemerlere,
Ve çıktık gün ışığına, Hofgarten’e doğru,
Ve kahve içtik, ve konuştuk bir saat kadar.
Bin gar keine Russin, stamm’ aus Litauen, echt deutsch. (3)
Ve çocukken, arşidüklerde kalmıştık,
Kuzenim, bir kızakla gezdirmişti beni,
Ve korkmuştum. Dedi ki, Marie,
Marie, sıkı tutun. Ve kaymıştık yamaç aşağı.
Dağlarda, özgür hisseder insan kendini.
Gecenin çoğunu okuyarak geçiririm, güneye giderim kışları.

Hangi kökler kavrar, hangi dallar büyür
Bu taş döküntüde? İnsanoğlu, [1*] (4)
Söyleyemezsin, ya da sezemezsin, çünkü bildiğin sadece
Güneşin kavurduğu kırılmış görüntülerin bir yığıntısıdır,
Ve ne ölü ağaç korunak, ne cırcırböceği huzur, [2*] (5)
Ne de kuru taş suyun sesini verir. Sadece
Gölge vardır bu kızıl kayanın altında,
(Gel gir bu kızıl kayanın gölgesi altına)
Ve hem sabah vakti uzun adımlarla arkandan giderken
Hem de akşam saatinde seni karşılamak için dikilen gölgenden
Farklı bir şey göstereceğim sana;
Bir avuç tozdaki dehşeti göstereceğim sana.
Frisch weth der Wind
Der Heimat zu
Mein Irisch Kind,
Wo weilest du? [3*] (6)
“Bana sümbüller vermiştin bir yıl önce ilk kez;
Sümbül kız diye çağırmışlardı beni”.
- Geri geldiğimizde fakat, geç vakit, sümbül bahçesinden,
Kolların dolu, ve saçların ıslak, konuşamıyordum,
Ve gözlerim güçten düşmüştü, ne diriydim
Ne de ölü, ve bir şey bilmiyordum,
Bakarak ışığın yüreğine, sessizliğe.
Oed’ und leer das Meer. [4*] (7)

Madam Sosostris, o ünlü kâhin,
Çok fena soğuk kapmıştı, gene de
Avrupa’nın en bilge kadını olarak bilinirdi.
Meymenetsiz bir deste kartla. İşte, demişti [5*]
Senin kartın, boğulmuş Finikeli Gemici,
(Bunlar O’nun gözleri olan incilerdir. Bak!)
İşte üç asâlı adam, ve işte Çark,
İşte Belladonna, Kayaların Hanımı, durumların hanımı.
Ve işte tek gözlü tüccar, ve boş olan
Bu kart, görmemin yasaklandığı
Sırtında taşıdığı bir şeydir. Bulamam
Asılmış Adam’ı. Suda ölmekten sakın.
Kalabalık bir halk görürüm, yürürler halka halka.
Teşekkürler. Eğer sevgili Bayan Equitone’u görürseniz
Söyleyin zayiçeyi bizzat getireceğim:
Bu günlerde dikkatli olmak gerekli.

Hayali Şehir, [6*] (8)
Bir kış şafağının kahverengi sisi altında,
Bir kalabalık aktı Londra Köprüsü üstünden, sürüyle,
Düşünemedim ölümün sürüyle insanı heder ettiğini. [7*] (9)
İç çekişler, kısa ve seyrek, nefes almalar, [8*] (10)
Ve her adam dikmişti gözlerini ayaklarına.
Yamaçtan yukarı ve aşağı King William Caddesine,
Azize Mary Woolnoth’un saatleri ölçtüğü yerde
Ölü bir sesle nihayet vurduğunda dokuz. [9*]
Orada gördüm bir tanıdığı, ve durdurdum O’nu, bağırdım: “Stetson!
Benimle birlikte gemilerdeydin Mylae’de!
Geçen yıl bahçene diktiğin o ceset,
Filizlendi mi? Bu yıl çiçek açar mı?
Yoksa apansız ayaz altüst mü etti tarhını?
Oy, uzak dursun o Köpek, o insanların dostu, [10*] (11)
Yoksa tırnaklarıyla kazıyıp çıkarır yeniden!
Sen! Hypocrite lecteur! – mon semblable, – mon frère! ” [11*] (12)


II.
BİR PARTİ SATRANÇ

Oturduğu sandalye, parlatılmış bir taht gibiydi, [12*] (13)
Alazlanmıştı mermerde, altın bir Cupido’nun (14)
Gözetlediği yüklü asmalarla işlenmiş
Kaideler tutuyordu aynayı
(Kanatları ardında başka biri sakladı gözlerini)
Çiftleyerek yedi kollu koca şamdanın alevlerini
Yansıtarak ışığı masanın üstüne
Mücevherlerinin ışıltısı doğrularak karşıladı O’nu,
Atlas mahfazalardan döküldü bollukla bereketle.
Tıkaçsız fildişinden küçük şişelere ve renkli camlara
Sinmiş O’nun tuhaf suni kokuları,
Merhem, toz, ya da sıvı halinde – tedirgin, şaşkın
Ve kokularda boğmuş duyuyu; pencereden artarak esen
Havayla kımıldadı, semirerek
Bu yükselip uzayan mum alevlerini,
Savurarak dumanlarını altın tavana, [13*] (15)
Heyecanlandırdı oyma tavan süslerini.
Yeşil ve turuncuyla yanmış muazzam deniz ağacı
Doymuş bakırla, oyulmuş bir yunusun yüzüşü misali
Hüzünlü bir ışığı barındıran renkli taşla çevrili.
Kadim şömine üstünde sergilenmişti
Orman manzarası görünen bir pencere resmi. [14*]
Philomel’in dönüşümü, barbar bir kral eliyle [15*]
Öyle zalimce zorlanmış; gene de bülbül gibi [16*]
Doldurmuş bütün çölü bozulmamış bir sesle
Ve hâlâ çağırır, ve hâlâ peşine düşer dünya,
”Cik cik” rezil kulaklara.
Ve zamanın solan diğer kesilmiş gövdeleri
Anlatıldı bu duvarlara; bakakalan biçimler
Sarkmış dışarı, yaslanmış, susturmuş çevrilmiş odayı.
Adımlar süründü merdivende.
Ateşin ışığında, çalılık altında, saçları
Savruldu yakan noktalarda
Alazlanıp kelimelere dönüştü, vahşice dingin olmak adına.

“Asabım bozuk bu gece. Evet, bozuk. Benimle kal.
Konuş benimle. Niçin hiç konuşmazsın. Konuş.
Ne düşünüyorsun? Nedir düşüncen? Ne?
Asla bilmem ne düşündüğünü. Düşün”.

Ölü erkeklerin kemiklerini yitirdiği
Fareler sokağında olduğumuzu düşünürüm [17*]

“Nedir bu ses?
Kapı altında yel. [18*]
Nedir bu ses şimdi? Ne yapar yel?
Hiç, tekrar hiç.
Hiç bilmez misin? Görmez misin hiç? Anımsamaz mısın
Hiç? ”

Anımsarım
Onun gözleri olan incilerdi bunlar.
“Diri misin, değil misin yoksa? Kafanda hiçbir şey yok mu? ” [19*]

O O O O Shakespearevari Caz -

Ne de zarif
Ne anlayışlı
“Şimdi ne yapmalıyım? Ne yapmalıyım? ”
“Olduğum gibi ivedilikle çıkmalıyım, ve yürümeliyim caddede
Saçlarım dağınık, böyle. Ne yapmalıyız yarın?
Ne yapıp etmeliyiz her daim? ”
Sıcak su saat onda.
Ve yağmur yağarsa, kapalı bir araba saat dörtte.
Ve bir parti satranç oynayacağız,
Yumarak gözkapaksız gözleri ve bekleyerek kapının vurulmasını. [20*]

Kocası terhis olduğunda, dedim ki Lil’e -
Tartıp biçmeden sözlerimi, bizzat yüzüne söyledim,
ACELE EDELİM LÜTFEN VAKİT TAMAM
Şimdi Albert geri geliyor, kendine çekidüzen ver biraz.
Bilmek ister dişlerini yaptırmak için
Sana verdiği parayla ne yaptığını. Parayı verdi, oradaydım.
Hepsini çektir, Lil, güzel bir diş takımı yaptır, dedi.
Yemin ederim ki, sana bakmaya dayanamıyorum.
Ve ben de dayanamıyorum, dedim, ve bir de zavallı Albert’i düşün,
Askerde dört yıl geçirdi, iyi vakit geçirmek ister şimdi,
Ve eğer O’na bunu sen vermezsen, başkaları verir, dedim.
Ah öyle mi, dedi. İşte aynen böyle, dedim.
O halde kime teşekkür edeceğimi biliyorum, dedi, ve bana dik dik baktı.
ACELE EDELİM LÜTFEN VAKİT TAMAM
Hoşlanmadıysan da bunları yapmalısın, dedim.
Başkaları işine geldiği gibi yapacaktır sen yapamazsan.
Fakat Albert alıp başını giderse, haberim yoktu deme.
Utanmalısın, dedim, bu kadar yaşlı görünmekten.
(Ve yaşı sadece otuzbir) .
Elimden bir şey gelmez, dedi, asarak suratını,
Çocuk düşürmek için aldığım haplar yüzünden, dedi,
(Beş tane çocuğu vardı şimdiden, ve neredeyse ölüyordu küçük George’da) .
Eczacı her şey yoluna girer dedi, fakat eski halime dönemedim hiç.
Büsbütün aptalsın sen, dedim.
Eh, Albert seni rahat bırakmak istemezse, yapacak bir şey yok, dedim,
Çocuk istemiyordun madem neden evlendin ki?
ACELE EDELİM LÜTFEN VAKİT TAMAM
Sonra, Albert eve geldi o Pazar, sıcak bir domuz jambonu yediler,
Ve benden yemeğe kalmamı istediler, tadını çıkarmak için sıcak sıcak –
ACELE EDELİM LÜTFEN VAKİT TAMAM
ACELE EDELİM LÜTFEN VAKİT TAMAM
İy’geceler Bill. İy’geceler Lou. İy’geceler May. İy’geceler.
Ta ta. İy’geceler. İy’geceler.
İyi geceler, hanımlar, iyi geceler, sevimli hanımlar, iyi geceler, iyi geceler. (16)

III.
ATEŞ VAAZI

Irmağın çadırı yıkılmış; yaprağın son parmakları
Kavrar ve gömülür ıslak kıyının içine. Rüzgâr
Aşıp geçer kahverengi toprağı, duyulmadan. Su perileri gitmişler.
Şirin Thames, usulca ak, şarkımı bitirene dek. [21*]
Taşımaz ırmak boş şişeleri, sandviç kağıtlarını,
İpek mendilleri, mukavva kutuları, sigara diplerini
Ya da yaz gecelerinin diğer kanıtlarını. Su perileri gitmişler.
Ve onların arkadaşları, Şehir müdürlerinin avare mirasçıları;
Gitmişler, adres bırakmamışlar.
Leman Gölü suları boyunca oturdum ve ağladım…
Şirin Thames, usulca ak şarkımı bitirene dek,
Şirin Thames, usulca ak, çünkü sesli ya da uzun konuşmayacağım.
Fakat ardımda soğuk bir solukla duyarım
Kemiklerin tıkırtısını, ve bir kikirdeme yayılır iki kulağıma.
Bir fare usulca emekledi bitkiler arasından
Sürükleyerek sümüksü göbeğini kıyıda
O kasvetli kanalda balık avlarken ben
Bir kış akşamı gazhanenin hemen arkasında
Düşünerek kral biraderimin deniz kazasını
Ve kral babamın ondan önceki ölümünü. [22*]
Ak bedenler çıplak, basık nemli zeminde
Ve kemikler savrulur küçük basık kuru tavan arasında,
Sadece fare ayağıyla tıkırdamış, yıllar yılı.
Fakat kornaların ve Sweeney’i Bayan Porter’a
İlkbaharda getirecek motorların sesidir [23*]
Ardımda zaman zaman duyduğum. [24*] (17)
Ah ay parlak parlak ışır Bayan Porter ile [25*]
O’nun kızı üstünde
Yıkarlar ayaklarını sodalı suyla
Et O ces voix d’enfants, chantant dans la coupole! [26*] (18)

Tvit tvit tvit
Cik cik cik cik cik cik cik
Öyle kabaca zorlanmış.
Tereu (19)
Hayali Şehir
Bir kış öğlesinin kahverengi sisi altında
Bay Eugenides, İzmir eşrafı
Tıraş olmamış, kuşüzümü dolu bir ceple [27*]
C.i.f. Londra: belgeler görünmekte,
Davet etti Yunan aksanlı Fransızcayla
Cannon Street Hotel’de öğle yemeğine
Sonra da Metropole’de bir hafta sonu geçirmeye.

O menekşe rengi saatte, gözler ve sırt
Doğrulurken masadan yukarı, insan motoru
Hırıltıyla bekleyen bir taksi gibiyken,
Ben Tiresias, kör olsam da, çırpınırım iki hayat arasında, [28*] (20)
Buruşuk kadın memeli yaşlı adam, görebilir
O menekşe rengi saati, akşam saati gayret ederken
Eve doğru, ve getirirken gemiciyi denizden eve, [29*]
Daktilograf evde çay vaktinde, toplar kahvaltı masasını, yakar
Sobasını, ve serer teneke kutulardaki yiyeceği.
Pencerenin dışında çok tehlikelice asılmış
Güneşin son ışınları vuran kuruyan kombinezonları,
(Geceleri yatağı olan) sedirde kümelenmiş
Çoraplar, pijamalar, külotlar, ve korseler.

Ben Tiresias, buruşmuş memeli yaşlı adam
Algılayarak hadiseyi, ve arta kalanı kehanet ederek –
Ben de bekledim beklenen konuğu.
Küçük bir emlâk bürosunda memur, gözü pek bakışlı
Aşağı kesimden biri, kendine olan güveni
Bir Bradford milyonerinin şapkası gibi oturan
Şirpençe yaralarla dolu o genç adam, ulaşır.
Tahmin ettiği gibi, şimdi elverişlidir zaman,
Yemek yenilmiş, kadın sıkılmış ve yorgundur,
İstenmemiş olsa da, henüz azarlanmamış okşayışlara
Dahil etmeye çalışır kadını.
Heyecanlanmış ve kararlı, saldırır aniden;
Araştıran eller hiçbir dirençle karşılaşmaz;
Kendini beğenmişliğinin karşılığı gerekmez,
Ve kayıtsızlıkla hoş karşılar.
(Ve ben, Tiresias, ıstırabını çektim önceden
Aynı sedirde ya da yatakta meşrulaştırılmış olan her şeyin,
Thebai surlarının aşağısında oturmuş
Ve en adi ölülerin arasında yürümüş olan ben) .
Himaye eden son bir öpücüğü ihsan eder,
Ve el yordamıyla ilerler yolunda, bulur karanlık merdiveni…

Döner kadın ve bakar bir an cama,
Güçbela farkındadır gitmiş aşığının;
Yarı biçimlenmiş bir düşüncenin geçişine izin verir beyni:
“Oh bu da bitti şimdi: ve mutluyum bitmiş olmasına”.
Güzel kadın budalalığa tenezzül ettiğinde ve [30*] (21)
Yalnız adımladığında odasını yeniden,
Düzler saçını eliyle gayrı ihtiyari,
Ve bir plak koyar gramafona.

“Denizlerde sokuldu yanıma bu ezgi”. [31*]
Ve Strand boyunca, Queen Victoria Caddesi’ne dek,
Şehir, ey Şehir, ara sıra duyarım
Lower Thames Caddesi’ndeki bir meyhane yanında
Bir mandolinin latif iniltisini
Ve balıkçıların öğle saatinde aylaklık yaparkenki
Patırtısını ve gevezeliğini: Magnus Martyr’in [32*]
Duvarlarının İyonya beyazı ve altınının
İzah edilemez ihtişamını barındırdığı yerde.

Irmak buğulanır [33*]
Yağla ve katranla
Sürüklenir mavnalar
Meddücezirle
Al yelkenler
Dolar
Boca yönünde, dönüverir ağır serende.
Mavnalar yıkar
Sürüklenen paraketeleri
Greenwich’in aşağı kısmına varırlar
Geçerek Dogs adasını.
Weialala leia
Wallala leialala

Elizabeth ve Leicester [34*]
Çarpan kürekler,
Teknenin kıçı biçimlenmiş
Yaldızlı bir kabuk
Kırmızı ve altın
Heyecanlı dalgalanma
Dalgalandırdı iki kıyıyı da
Güneybatı rüzgârı
Taşındı akıntıda
Kampanaların gümbürtüsü
Beyaz kuleler
Weialala leia
Wallala leialala

”Tramvaylar, tozlu ağaçlar
Highbury’de doğdum. Richmond ve Kew [35*] (22)
Bozdu beni. Richmond’da kaldırdım dizlerimi
Miskince dar bir kanonun zemininde”.

“Ayaklarım Moorgate’de ve kalbim
Ayaklarımın altında. Olaydan sonra
Ağlamıştı adam. “Yeni bir başlangıç” sözü vermişti.
Yorum yapmamıştım. Neye içerlemeliydim ki? ”

“Margate Kumları’nda.
Hiçi hiçle
Birleştirebilirim”.
Kirli ellerin kırık tırnakları.
Benim milletim mütevazi millettir, beklentisi
Yoktur”.

la la

Sonra geldim Kartaca’ya [36*]
Yanarak yanarak yanarak yanarak [37*]
Ey Efendim Siz çıkarın beni dışarı [38*]
Ey Efendim Siz çıkarın

yanarak

IV.
SUDA ÖLÜM

Fenikeli Phlebas, iki haftalık ölü,
Unutmuş martı çığlıklarını, ve derin denizin kabarışını
Ve kâr ile zararı.

Bir deniz altı akıntısı
Topladı kemiklerini fısıltılarla. Doğrulurken ve düşerken
Geçti kocamışlığının ve gençliğinin evrelerini
Kapılırken anafora.

Yahudi ya da değil
Ey sen dümeni çeviren ve rüzgâra bakan,
Bir zaman senin gibi yakışıklı ve uzun boylu Phlebas’ı düşün.

V.
GÖK GÜRLEYİŞİNİN DEDİKLERİ

Terli yüzlerde meşale kızıllığından sonra
Bahçelerdeki ayazlı sessizlikten sonra
Taşlık yerlerdeki ıstıraptan sonra
Bağırış ve ağlayış
Zindan ve saray ve ilkbahar gök gürleyişinin
Yankılanışı uzak dağlarda
O yaşamış adam ölüdür şimdi
Yaşayanlar da biraz sabırla
Ölmektedir şimdi

Burada su yok fakat kaya var sadece
Kaya var ve su yok ve yol kumludur
Döne döne tırmanır yol dağların arasında
Kayalıktır susuzdur dağlar
Su olsaydı dururduk ve içerdik
Kaya arasında ne durabilir kimse ne de düşünebilir
Ter kurudur ve ayaklar kumda
Su olsaydı bari kaya arasında
Çürümüş dişli ölü dağ ağzı tüküremez
Burada ne ayakta durulur ne yatılır ne de oturulur
Sessizlik bile yok dağlarda
Fakat kuru verimsiz yağmursuz gök gürleyişi var
İnziva bile yok dağlarda
Fakat öfkeyle büzüşen ve somurtan kırmızı yüzler var
Çatlak duvarlı balçık evlerin kapılarından

Su olsaydı
Ve kaya olmasaydı
Kaya olsaydı
Ve su da olsaydı
Ve su
Bir pınar
Bir gölet kayalar arasında
Suyun sesi olsaydı bari
Ağustosböceğinin
Ve kuru çayırın şarkısı değil
Fakat münzevi ardıç kuşunun çamda şakıdığı
Bir kayanın üstünde suyun sesi olsaydı bari
Şıp şıp şip şıp şip şıp şıp [39*]
Fakat su yok

Kimdir yanında yürüyen üçüncü kişi?
Saydığımda, yalnızca sen ve ben varız [40*]
Fakat baktığımda ilerdeki o beyaz yola
Hep biri yürür senin yanında
Kahverengi mantosuna sarınmış süzülür, kukuletalı
Kadın mıdır erkek midir bilmem
- Ama kimdir öbür yanında yürüyen?

Nedir havadaki bu yüksek ses
Anne yasının mırıltısı [41*] (23)
Sadece yassı ufukla çevrilmiş çatlak toprakta
Sendeleyerek, bitimsiz ovalar üstünde akın eden
Bu kukuletalı sürüler kimdir,
Nedir dağlar üstündeki şehir
Çatlatır ve ıslah eder ve patlatır erguvan havada
Düşen kuleleri
Kudüs Atina İskenderiye
Viyana Londra
Hayali

Bir kadın kavradı uzun siyah gergin saçlarını
Ve keman fısıltılı müziği kondurdu bu tellere
Ve yarasalar bebek yüzleriyle erguvan ışıkta
Islık çaldı, ve çırptı kanatlarını
Ve lekelenmiş bir duvarda sarktı baş aşağı
Ve ters dönmüştü kuleler
Hatırlatarak ağır ağır çalıp saatleri bildiren çanlar
Ve boş sarnıçlardan ve yorgun kuyulardan şakıyan sesler.

Dağlar arasında bu çürümüş delikte
Bu solgun ay ışığında, şarkı söylüyor çimen
Yıkılmış mezarların üstünde, şapel yakınlarında
Oradadır ıssız şapel, rüzgârın evidir yalnızca.
Pencereleri yoktur, ve kapı salınıp durur,
Kuru kemikler kimseye zarar veremez.
Yalnızca bir horoz durur damın tahtasında
Ku ku riku ku ku riku
Bir yıldırım parıltısında: Sonra nemli bir yel esişi
Getirir yağmuru.

Ganga batmıştı, ve bükülgen yapraklar
Beklemişti yağmuru, kara bulutlar
Toplanırken çok uzaklarda, Himavant üstünde.
Cengel çömelmişti, sessizlikte kamburlaşmıştı.
Sonra konuştu gök gürüldeyişi
DA
Datta: ne vermişiz? [42*]
Dostum, kan sarsıyor kalbimi
Sakıngan bir çağın asla geri alamayacağı
Müthiş cüreti bir andan feragat edişin,
Ve yalnızca bununla var olduk
Ölüm ilanlarımızda bulunmaz bunlar
Ne de cömert örümceğin sarmaladığı hatıralarda [43*]
Ne de o sıska avukat tarafından
Mühürleri kırılmış odalarımızda
DA
Dayadhvam: Duydum anahtarı [42*] [44*] (24)
Kapıda döndüğünü ve sadece bir kez döndüğünü
Düşünürüz anahtarı, herkes zindanında
Düşünür anahtarı, herkes doğrular bir zindanı
Yalnızca akşam karanlığı, göksel söylentiler
Diriltir bir an için umutsuz bir Coriolanus’u. (25)
DA
Damyata: Yanıtladı tekne [42*]
Neşeyle, yelken ve kürekte uzman ele
Durgundu deniz, kalbin yanıtlayacaktı
Neşeyle, davet edildiğinde, çarparken itaatle
Denetlerken elleri

Kıyıda oturmuş
Balık avlıyordum, çorak bir düzlük ardımda [45*]
En azından topraklarımı düzene mi koysam?
Londra Köprüsü yıkılıyor yıkılıyor yıkılıyor

Poi s’ascose nel foco che gli affina [46*] (26)
Quando fiam uti chelidon – Ey kırlangıç kırlangıç [47*] (27)
Le Prince d’Aquitaine à la tour abolie [48*] (28)
Bu kırık parçalarla yıkıntılarımı destekledim
Değil mi ki size yakışırım. Hieronymo delirdi gene. [49*]
Datta. Dayadhvam. Damyata. [42*]

Şantih şantih şantih [50*]

T.S.Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi) .
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy


(1) >>Ve Sibylla’yı kendi gözlerimle gördüm Cumi’de, bir cam kavanozda duruyordu, ve çocuklar “Sibylla, ne istiyorsun? ” diye sorduğunda “Ölmek istiyorum” diye yanıtlamıştı. (Petronius, Satyricon, XXVI) <<.
Kadın kahin Sibylla’ya sonsuz bir hayat bahşedilmesine rağmen, sonsuz bir gençlik bahşedilmemişti. Asırlarca yaşayan Sibylla’nın bedeni giderek küçülerek, sonunda bir çekirge boyutuna gelir. Yaşamayı sürdürecek Sibylla’nın bedeni küçülmeye devam edecektir.
(2) il miglior fabbro: daha iyi usta. Ezra Pound’a yapılan ithaf, Dante’nin İlahi Komedyası’nda Araf bölümünde (XXVI, 17) Dante’nin şair Arnauld Daniel ile karşılaşması esnasında söylediği sözlere gönderme yapmaktadır: “Fu figlior fabbro del parlar materno” (“Anadilinin en iyi ustasıydın”) . Ezra Pound, Arnauld Daniel’den bazı şiirler çevirerek “Make it new” adlı kitapta yayınlamıştır. Ayrıca “Çorak Ülke” adlı şiirin Ezra Pound tarafından editlendiğini de belirtmek yerinde olacaktır.
(3) Katiyen Rus değilim, Litvanya kökenliyim, safkan Alman’ım.
(4) “Ve bana dedi: İnsanoğlu, ayaklarının üzerine dikil de seninle konuşayım” (Hezekiel, 2:1)
(5) “…, ve yolda dehşetler olacak; ve badem ağacı çiçeklenecek, ve çekirge ağır gelecek kendisine, ve arzu zayıflayacak; çünkü insan kendi sonsuzluk evine gidecek, ve yas tutanlar sokaklarda dolaşacaklar”. (Vaiz, 12: 5) .
(6) “Sert esiyor yel / Memlekete doğru / İrlandalı yavrum / Nerede kaldın? ” (Wagner, Tristan ve İsolde)
(7) “Issız ve bomboş deniz”. (Wagner, Tristan ve İsolde) .
(8) “Yürüyenlere güpegündüz hayaletlerin sokulduğu / Kalabalık şehir, düşlerle dolu şehir”. Baudelaire
(9) “Ve böyle ivecen bir güruh gördüm ardında, / Ki ne düşünmüştüm daha önce ne de duymuştum, / Ölümün oklarıyla bunca kişinin öldüğünü”. Dante, İlahi Komedya, Cehennem, iii. 55–7.
(10) “Dinleyen bir şey olarak gelen sesi işittim, / Ağlayış değildi, fakat iç çekmeler cevapladı yalnızca / O sonsuz hava kudretle titreyerek kıpırdadı”. Dante, İlahi Komedya, Cehennem, iv. 25–27.
(11) Webster’ın “White Devil”deki “Ağıt”ı: “But keep the wolfe far hence, that’s foe to men, / For with his nails he’ll dig them up again”. (“Fakat uzak tut kurdu buradan, ki düşmanıdır insanın, / Çünkü tırnaklarıyla yeniden kazıyıp çıkarır onları”) .
(12) “İki yüzlü okur! – benzerim, – kardeşim benim! ” (Baudelaire, Kötülük Çiçekleri’nden)
13) Shakespeare’in “Antony ve Kleopatra” adlı yapıtından: “The barge she sat in, like a burnish’d throne, Burn’d on the water” (II. ii. 190) : “İçinde oturduğu mavna, parlatılmış bir taht gibi, yanıyordu suda”.
(14) Cupido: Roma Mitolojisi’nde Aşk Tanrısı. Eros ve Amor adlarıyla da anılır.
(15) Lacquearia. Aeneiden, I, 726: “dependent lychni laquearibus aureis incensi, et noctem flammis funalia vincunt”. (“Yakılmış lambalar asılıyordu altın tavanlardan, ve meşalelerin alazları mağlup ediyordu geceyi”) .
(16) Bakınız: Shakespeare’in “Hamlet”i, IV, 5. Ophelia’nın sahneden ilk çıkışı sırasındaki ayrılık selâmı.
(17) Marvell, To His Coy Mistress (O’nun Cilveli Metresi İçin) : “But at my back I always hear / Time’s winged chariot hurrying near” (“Fakat ardımda her zaman duyduğum / Zamanın kanatlı savaş arabalarının hızla yaklaşmasıdır”) .
(18) “Ve ey çocuk sesleri, kubbelerde çınlayan! ” Verlaine
(19) Tereu, bülbül sesine öykünülürken kullanılır. Philomel’i kirleten kral Tereus’la, bülbül sesini taklit ederken çıkarılan sesin benzeşmesi dikkate değer.
(20) >>[Zeus] şakalaşıyordu uzanıp dinlenmekte olan Juno’yla, / Dedi ki “Siz kadınlar, aşkta daha çok arzu duymalısınız erkeklerin hissettiğine oranla”. / Juno inkar etti; ve her ikisi de Tiresias’ı çağırdı, / (Sanki çifte bir arzuyu biliyordu da) yargıç olacaktı bu konuda. / Bir keresinde muazzam iki yılanın çiftleştiğini görmüştü bir ormanda Tiresias, / Ölümcül bir darbe vurarak bir değnekle ayırmıştı onları. / Anında erkek iken dişi olmuştu yılanın biri; / Dişi bir yılan olarak yaşadı yedi yıl boyunca (garip ama böyle!) / Sekizinci yılında da Tiresias aynı şeyi görmüştü / “Sana değnekle bir daha vursam / Bu vuruşun etkisi, karşıtına dönmen olur belki, / O halde tekrar vuruyorum” dedi Tiresias / Ve daha önceki gibi vurduğunda yılana, daha önceki biçimine ve cinsiyetine kavuştu yılan. / Bu gülünç çekişmeyi karara bağlayacak yargıçtı Tiresias. / Ah! Zeus’un tarafını tutmuştu, / Juno haddinden fazlasıyla öfkelenmişti. / Acıma bilmeden / Apansız indirdi sonsuz geceyi düş gören gözüne Tiresias’ın. / (Bir tanrının yaptığı işi yapılmamış gösteremez asla hiçbir tanrı) . / Bütün gücün babası yitirilmiş gözün avuntusu olarak / Kehanet gücü verdi O’na, / Bu bahtsızlığı biraz dindirsin diye”. (Ovid, Dönüşümler’den) .
(21) Goldsmith, the song in The Vicar of Wakefield. (“Wakefield Vekili”ndeki şarkı) : “When lovely women stoops to folly / And finds too late that men betray, / What charm can soothe her melancholy? / What art can wash her tears away? // The only art her guilt to cover, / To hide her shame from ev’ry eye, / To give repentance to her lover, / And wring his bosom is – to die.” (“Güzel kadın budalalığa tenezzül ettiğinde / Ve çok geç fark ettiğinde erkeklerin aldattığını, / Hangi cazibe teselli eder ki O’nun melankolisini? / Hangi sanat eseri yıkayıp yunar gözyaşlarını? // Tek çare suçunu örtecek bir şeydir, / Ayıbını bütün gözlerden saklayacak, / Aşığına tövbe ettirecek bir şey / Ve yüreğini buracak bir şey – ölmek”.)
(22) Dante, İlahi Komedya, Araf, V. 133: ”Ricorditi di me, che son la Pia; Siena mi fe’, disfecemi Maremma.” (“Al beni, la Pia, yeniden aklına; / Siena hayat verdi bana, öldürdü beni Maremma”) . Ayrıca Dante’nin ”Gölgeler Diyarı”ndan geçerken yolgöstericisi Vergil’in mezar taşında da şunlar yazmaktadır: ”Mantua me genuit, Calabri rapuere…” (”Mantua doğurdu beni, Calabri yırtıp attı beni”) .
(23) Herman Hesse, Blick ins Chaos (Kaos’a Bakış) : “Şimdiden Avrupa’nın yarısı, en azından Doğu Avrupa’nın yarısı kaosa sürüklenmektedir. Kutsal çılgınlıkla sarhoş bir şekilde uçuruma doğru gitmektedir. Dimitri Karamazof’un şarkısını sarhoş ve esrime içinde söylemektedir. Bu şarkılara yurttaşlar acı acı gülmektedir, Azizler ve izleyiciler gözyaşları içinde dinlemekteler”.
(24) “Şimdi duydum, o korkunç kuleye mıhlarla sabitlenmiş / Kapının menteşesini”. Dante, İlahi Komedya, Cehennem, XXXIII, 46.
(25) Shakespeare’in bir piyesi: “The Tragedy of Coriolanus”, “Coriolanus’un Trajedisi”.
(26) >>”Ey, seni dağın yamacına çıkaran / Ne alazlanan ne de ayazlanan o güç adına / Rica ediyorum senden ki dindir acılarımı”. Sonra baktım alevde yitip gidişine.<< (Dante, İlahi Komedya, Araf, XXVI, 148) .
(27) “Kırlangıç gibi bir işe yaradığımda…” (Pervigilium Veneris’ten) .
(28) “Yıkık kulede Aquitane Prensi”. Gerard de Nerval

T.S. ELİOT’UN “ÇORAK ÜLKE” İÇİN EKLEDİĞİ NOTLAR:

Sadece başlık değil, fakat planı ve şiire eşlik eden sembolizmin önemli bir bölümü Bayan Jessie L.Weston’un “Son Yemek” üzerine olan kitabından esinlenmiştir: Ayinden Romantizm’e (From Ritual to Romance, Macmillan) . Gerçekte, o denli borçluyum ki, Bayan Weston’un kitabı şiirdeki zorlukları açıklama konusunda benim notlarımdan daha yararlı olacaktır; ve (kitabın kendisinde bulunan o büyük ilgi bir yana) kitabı şiirin açıklanmasının bu zahmete değeceğini düşünen herkese tavsiye ederim.Bizim kuşağımızı derinden etkilemiş olan, başka bir antropoloji kitabına da genel olarak borçluyum; The Golden Bough (Altın Dal) dan bahsediyorum; özellikle iki ciltten yararlandım Adonis, Attis, Osiris. Bu kitaplardan haberdar olan herkes şiirdeki bitki törenlerini ele alan belli referansları hemen tanıyacaktır.

I. ÖLÜLERİN GÖMÜLÜŞÜ
[1*] Hezekiel 2:7 ile karşılaştırınız.
[2*] Vaiz 12:5 ile karşılaştırınız.
[3*] Tristan ve Isolde, i, 5–8. dizeler.
[4*] Tristan ve Isolde, iii, 24.dize.
[5*] Kendi rahatıma uyması amacıyla apaçık bazı sapmalar yaptığım, Tarot kartlarının yapısına tam anlamıyla hakim değilim. Asılmış Adam, geleneksel Tarot kartlarından olmakla birlikte, benim amacıma iki şekilde uymaktadır: zihnimde Frazer’in Asılmış Tanrı’sıyla çağrışım yapmaktadır, ve Emmaus’un müridlerini ele alan Beşinci Bölüm’deki pasajda kukuletalı figürle çağrışım yapmaktadır bende. Finikeli Denizci ve Tüccar daha sonra ortaya çıkar; “kalabalık halk” da, ve “Suda Ölüm” Dördüncü Bölüm’de yerli yerine oturtulur. (Tarot kartlarından) Üç Asâlı Adam’ı ise gelişigüzel olarak Balıkçı Kral’la ilişkilendirmekteyim.
[6*] Baudelaire ile karşılaştırınız: “Fourmillante cité, cité pleine de rêves, /Où le spectre en plein jour raccroche le passant”.
[7*] Karşılaştırınız: Inferno, iii. 55–7: si lunga tratta / di gente, ch’io non avrei mai creduto / che morte tanta n’avesse disfatta”.
[8*] Karşılaştırınız: Inferno, iv. 25–27: Quivi, secondo che per ascoltare, / non avea pianto, ma’ che di sospiri, / che l’aura eterna facevan tremare”.
[9*] Sıklıkla fark ettiğim bir olgu.
[10*] Karşılaştırınız: the Dirge (Ağıt) Webster’s ‘daki White Devil (Beyaz İblis) .
[11*] Baudelaire, Fleurs du Mal (Kötülük Çiçekleri) Önsözü’nde






II. BİR PARTİ SATRANÇ

[12*] Karşılaştırınız: Antony ve Kleopatra, II. ii. 190.
[13*] Laquearia. Aeneid, I. 726: “dependent lychni laquearibus aureis incensi, et noctem flammis funalia vincunt”.
[14*] Sylvan sahnesi. Milton, Paradise Lost (Yitik Cennet) , iv. 140.
[15*] Ovid, Metamorphoses (Dönüşümler) , VI, Philomela.
[16*] Karşılaştırınız: Bölüm III, l. 204. [Metamorphoses (Dönüşümler) ]
[17*] Karşılaştırınız: Bölüm III, l. 195. [Metamorphoses (Dönüşümler) ]
[18*] Karşılaştırınız. Webster: ‘Is the wind in that door still? ‘ (“Rüzgâr hâlâ o kapıda mı?)
[19*] Karşılaştırınız: Bölüm I, l. 37, 48. [Metamorphoses (Dönüşümler) ]
[20*]. Karşılaştırınız: Middleton’un “Kadınlar Kadınlardan Sakınır”ındaki satranç partisi.




III. ATEŞ VAAZI

[21*] Spenser, Prothalamion.
[22*] Karşılaştırınız: The Tempest (Fırtına) , I, ii.
[23*] Karşılaştırınız: Day, Parliament of Bees (Arıların Meclisi) : “Fakat ansızın, kulak vererek, işiteceksin / Boruların ve avın bir gürültüsünü, ki getirecek / Actaeon’u Diana’ya ilkbaharda, / Ve görecek herkes O’nun çıplak tenini…”
[24*] Karşılaştırınız:Marvell, To His Coy Mistress (O’nun Cilveli Metresi İçin)
[25*] Bu dizelerin alındığı baladın nerenin baladı olduğunu bilmiyorum: bana söylendiği Sidney, Avustralya’dan olduğudur
[26*] Verlaine, Parsifal.
[27*] Kuşüzümlerinin fiyatı “Londra’ya taşıma ve sigorta bedava” olarak belirtilmişti; ve yükleme faturası, vesaire, ödeme yapılırken makbuzla birlikte alıcıya teslim edilecekti.
[28*] Tiresias, sadece bir izleyici olsa bile, ve gerçekte bir “karakter” olmasa da, gene de bu şiirde kendisinde geri kalanları birleştiren en önemli şahsiyettir. Tek gözlü tüccar gibi, kuşüzümü satıcısı gibi, Finikeli Denizci’yle kaynaşmaktadır, ve adı en son anılan tümüyle Naples Prensi Ferdinand’dan büsbütün uzak değildir, böylelikle bütün kadınlar tek bir kadındır, ve bu iki cinsiyet Tiresias’da buluşur. Tiresias’ın gördüğü, gerçekte, şiirin özüdür. Ovid’den alıntılanan bütün pasaj antropolojik ilgi açısından önemlidir.
“…Cum Iunone iocos et ‘maior vestra profecto est / Quam, quae contingit maribus’, dixisse, ‘voluptas.’ / Illa negat; placuit quae sit sententia docti / Quaerere Tiresiae: venus huic erat utraque nota. / Nam duo magnorum viridi coeuntia silva / Corpora serpentum baculi violaverat ictu / Deque viro factus, mirabile, femina septem / Egerat autumnos; octavo rursus eosdem / Vidit et ‘est vestrae si tanta potentia plagae’, / Dixit ‘ut auctoris sortem in contraria mutet, / Nunc quoque vos feriam! ‘ percussis anguibus isdem / Forma prior rediit genetivaque venit imago. / Arbiter hic igitur sumptus de lite iocosa / Dicta Iovis firmat; gravius Saturnia iusto / Nec pro materia fertur doluisse suique / Iudicis aeterna damnavit lumina nocte, / At pater omnipotens (neque enim licet inrita cuiquam / Facta dei fecisse deo) pro lumine adempto / Scire futura dedit poenamque levavit honore”
[29*] Sappho’nun dizelerinden daha hatasız görünmeyebilir bunlar, fakat aklımda gece çökmüşken geri dönen balıkçılar vardı.
[30*] Goldsmith, the song in The Vicar of Wakefield. (“Wakefield Vekili”ndeki şarkı)
[31*]. The Tempest (Fırtına) , yukarıda belirtilen yerde.
[32*] Aziz Magnus Martyr’in iç kısmı bence Wren’in iç kısımları arasında en güzel olanıdır. Bakınız: The Proposed Demolition of Nineteen City Churches (P. S. King & Son, Ltd.) . [Ondokuz Şehir Kilisesinin Yıkılması Hakkındaki Teklif].
[33*] Thames’in (üç) kızı hakkındaki Şarkı burada başlar. Dize 292’den dize 306’ya kadar sırasıyla konuşurlar. Götterdammerung, III. i: The Rhine-daughters (Rhin’in Kızları) .
[34*] Froude, Elizabeth, cilt I, kısım IV, İspanyalı Philip’e De Quadra’nın mektubu: “Öğleden sonra bir mavnanın içindeydik biz, seyrediyorduk nehirdeki oyunları. Anlamsızca konuşmaya başladıklarında, (Kraliçe) , Lord Robert ve ben yalnızdık pupada, ve öyle saçmaladılar ki Lord Robert en sonunda dedi ki, madem ki ben de huzurlarındaydım o halde eğer kraliçe isterse evlenmemeleri için herhangi bir neden de bulunmamaktadır”.
[35*] Karşılaştırınız: Araf, V. 133: ‘Ricorditi di me, che son la Pia; /Siena mi fe’, disfecemi Maremma.’
[36*] Aziz Augustine’in “İtiraflar”ı: “Kartaca’ya geldim sonra, kutsal olmayan aşkların kazanı şakıdı kulaklarımda”.
[37*] (Önemi “Dağ Vaazı”na tekabül eden) Buddha’nın “Ateş Vaazı”nın bütün metninden alınmıştır bu sözcükler. Müteveffa Henry Clarke Warren’in “Buddhism in Translation” (Harvard Oriental Series) [“Buddhist Çeviri Metinler” (Harvard Asya Serisi) ] kitabında çevrilmiş olarak bulunmuştur. Bay Warren Buddhist çalışmalar konusunda Batı’daki en büyük öncülerdendi.
[38*] Tekrar Aziz Augustine’nin “İtiraflar”ından. Şiirin bu bölümündeki zirve olarak, Doğu ve Batı çileciliğinin iki temsilcisinin birleştirilmesi, tesadüfi değildir.




V. GÖK GÜRLEYİŞİNİN DEDİKLERİ
Beşinci Bölüm’ün ilk kısmında üç tema kullanılmaktadır: Emmaus’a yolculuk, Tehlike Şapeli’ne varış (Bayan Weston’un kitabına bakınız) , ve günümüz Doğu Avrupa’sındaki bozulma.
[39*] Turdus aonalaschkae pallasii’dir bu, Quebeq Bölgesi’nde duyduğum münzevi ardıç kuşu. “Kuzey Doğu Amerika Kuşları Hakkında Elkitabı”nın yazarı Chapman’a göre “En çok tenha ağaçlıklarda ve sık çalılıklı inziva bölgelerinde görülmektedir… Ne sesinin çeşitliliği ne de gücü fark edilebilecek özelliğe sahip olmamakla birlikte, saflık ve şirinlik dolu şakıması ve ses perdesini gereğince değiştirmesi mükemmeldir”. Bu kuşun “su şıplatmasının şarkısı” haklı olarak meşhurdur.
[40*] Sonraki dizeler Antarktik’e yapılan yolculuğu anlatan bir anlatıdan esinlenmiştir. (Hangisi olduğunu hatırlamıyorum, fakat sanıyorum Shackleton’undu) : burada anlatılan, güçlerinin tükenmekte olduğu kaşifler grubunun gerçekte saydıkları sayıdan bir fazla grup üyesinin daha bulunduğu yönlü sürekli yanılsamasıdır.
[41*] Sonraki 10 dize. Karşılaştırınız: Hermann Hesse, Blick ins Chaos: “Schon ist halb Europa, schon ist zumindest der halbe Osten Europas auf dem Wege zum Chaos, fährt betrunken im heiligen Wahn am Abgrund entlang und singt dazu, singt betrunken und hymnisch wie Dmitri Karamasoff sang. Ueber diese Lieder lacht der Bürger beleidigt, der Heilige und Seher hört sie mit Tränen”.
[42*] “Datta, dayadhvam, damyata” (Ver, karşındakini anla, denetle) . Gökgürültüsünün anlamı hakkındaki masal, Brihadaranyaka’da bulunmaktadır (Upanishad, 5, 1) . Almanca bir çevirisi: Deussen’s Sechzig Upanishads des Veda, p. 489.
[43*] Karşılaştırınız: Webster, The White Devil (Beyaz İblis) , V, 6: “… yeniden evlenecekler / Kurtçuk senin kefenini delmeden evvel, örümcek / Mezar taşında ince bir perde oluşturmadan evvel”.
[44*] Karşılaştırınız: Cehennem xxxiii. 46: “ed io sentii chiavar l’uscio di sotto / all’orribile torre”.
Ayrıca, F.H.Bradley’in “Appearance and Reality” (Görünüş ve Gerçeklik) , sayfa.346: Harici duyarlıklarım da, düşüncelerime ya da hislerime oranla daha az bana özel sayılmaz. Her iki durumda da tecrübelerim kendi çemberimin içinde yer alır, dışarıya kapalı olan çemberimin içinde; ve bütün bunların öğeleri birbirine benzese de, etrafındaki alan onları çeviren diğerlerine kapalıdır… Kısaca, ruhta ortaya çıkan bir varlık olarak bakıldığında, bütün bir dünya herkes için kendine özgüdür ve kendi ruhuna mahsustur.
[45*] Weston, From Ritual to Romance (Ayinden Romantizme): “the Fisher King” (“Balıkçı Kral”) hakkındaki bölüm.
[46*] Araf, xxvi. 148: >>”Ara vos prec per aquella valor / que vos guida al som de l’escalina, / sovegna vos a temps de ma dolor.” / Poi s’ascose nel foco che gli affina.<<
[47*] Pervigilium Veneris. Karşılaştırınız: Bölüm II ve III’de Philomela.
[48*] Gerard de Nerval, “El Desdichado” sonesi.
[49*] Kyd’in “İspanyol Trajedisi” (Spanish Tragedy) .
[50*] Şantih. Burada tekrarlandığı gibi, Upanishad’ın resmi bir bitimidir. “Anlamayı aşan Huzur” bu sözcüğün manasının cılız bir çevirisi olabilir.

Bilgelerin Yolculuğu

“Elimize geçen bir soğuk varıştı,
Tam da yılın en kötü zamanıydı
Bir yolculuk için, ve öylesi uzundu yolculuk:
Dipsizdi yollar ve keskindi hava,
Kışın en ölüm zamanıydı.”
Ve huysuzdu, inatçıydı, ayakları yaralı develer,
Yatmışlardı eriyen kar üstünde.
Özlediğimiz zamanlar vardı
Yamaçlarda yaz sarayları, taraçalar,
Ve ipekli kızların meyveli buz getirişleri.
Sonra devecilerin küfürleri ve sızlanmaları
Ve kaçıp gitmeleri, ve likör ve kadın istemeleri,
Ve sönen gece ateşleri, ve sığınakların noksanlığı,
Ve pis kentler ve düşman kasabalar
Ve pis köyler ve fahiş fiyatlar:
Elimize geçen zorlu bir zamandı.
Sonunda bütün gece yolculuk etmeyi yeğledik,
Kısa kısa uyuyarak,
Bütün bunların budalalık olduğunu söyleyen
Kulaklarımızdaki şakıyan seslerle.

Sonra şafakta ulaştık ılık bir vadiye,
Islak, kar çizgisi altında, koklayarak bitkileri;
Akışkan selle ve su değirmeniyle dövülüyordu karanlık,
Ve basık gökte üç ağaç,
Ve yaşlı beyaz bir at dörtnala gidiyordu çayırda.
Sonra geldik açık kapısındaki kirişlerin üzeri
Asmalı bir tavernaya, gümüşüne zar atıyordu altı el,
Ve tekmeliyordu ayaklar boş şarap tulumlarını.
Fakat haber yoktu, ve böylece sürdürdük
Ve ulaştık akşam vakti, bir an bile öncesinde değil
Bulduk o yeri; memnuniyet vericiydi (denebilir) .

Bütün bunlar hayli zaman önceydi, hatırlarım,
Ve yeniden yapardım bunu, fakat yaz
Bunu yaz
Bunu: konulduğumuz yolun bizi ulaştırdığı
Doğum muydu Ölüm müydü? Bir Doğum vardı, muhakkak,
Kanıtımız var ve kuşkumuz yok. Gördüm doğumu ve ölümü,
Fakat farklı olduklarını düşünmüştüm onların; bu Doğum
Zor ve acı bir ıstıraptı bizim için, Ölüm gibi, kendi ölümümüz.
Geri döndük yerlerimize, bu Krallıklara,
Fakat artık rahat değildik burada, o eski durumda.
Tanrılarına sıkıca bağlanmış yabancı bir halkla.
Sevindirir beni başka bir ölüm daha.


T. S. Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi) .
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

La Figlia che Piange (*)


O quam te memorem virgo… (**)

Dur merdivenin en üst basamağında
Yaslan bir bahçe vazosuna –
Ör, ör gün ışığını saçlarında –
Sarıl çiçeklerine acılı bir şaşırmayla –
Fırlat hepsini yere ve dön
Gözlerindeki firari bir içerlemeyle:
Fakat ör, ör gün ışığını saçlarında.

Böylece bırakabilirdim o adamı,
Böylece bırakabilirdim o kadını durup yas tuttuğu yerde,
Böylece bırakabilirdi adam
Ruhun yarılmış ve yaralanmış bedeni bırakışı gibi,
Zihnin kullandığı bedeni bırakıp gitmesi gibi.
Bulmalıyım
Işıklı ve marifetli eşsiz bazı yolları,
İkimizin de anlayabileceği bazı yolları,
Bir gülüş ve tokalaşma gibi sıradan ve vefasız.

Dönüp gitti kadın, fakat sonbahar havasıyla
Günler boyu zorladı imgelemimi,
Günler ve saatler boyu:
Omuzları üstünde saçı ve çiçeklerle dolu kucağı.
Ve merak ederim birlikte nasıl olurlardı!
Yitirmiş olmalıyım bir davranışı ve duruşu.
Bazen bu düşünceler şaşkına çevirir hâlâ
Tedirgin gece yarılarını ve öğle uykusunu.


T. S. Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi) .
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy


(*) Ağlayan Kız
(**) Ey bakire, hangi isimle hatırlasam seni?

1 Aralık 2012 Cumartesi

Rüzgârlı Bir Gece Rapsodisi

Saat on iki.
Aysı bir bireşimde tutulmuş
Sokakların kapsamı boyunca,
Fısıldanan aysı tılsımlar
Eritir belleğin döşemelerini
Ve onun bütün belirgin ilişkilerini,
Bölümlerini ve kesinliklerini,
Geçtiğim her sokak lambası
Çalar kaderci bir davul misali,
Ve karanlığın alanları boyunca
Hafızayı sarsar gece yarısı
Nasıl sarsarsa bir deli ölü bir sardunyayı.

Saat bir buçuk,
Titredi sokak lambası,
Söylendi sokak lambası,
Dedi ki sokak lambası,
‘Bir sırıtış gibi
Kendisine açılan kapının ışığında
Sana doğru duraksayan şu kadına dikkatle bak.
Görürsün giysisinin kenarı
Yırtılmıştır ve lekelenmiştir kumla,
Ve görürsün gözünün kenarı
Kıvrılır eğri bir topluiğne gibi.”

Hafıza fırlatır yukarı yüksek ve kuru
Kıvrılmış şeylerin bir kalabalığını;
Aşınmış, pürüzsüz ve parlatılmış
Bir dal kıvrılmış kumsalda,
Sanki vazgeçmiş dünya
İskeletinin gizinden,
Kaskatı ve beyaz.
Kırık bir zemberek bir fabrika avlusunda,
Kuvvetin terk ettiği biçime tutunmuş pas
Çetin ve kıvrımlı ve çatırdamaya alesta.

Saat iki buçuk,
Dedi ki sokak lambası,
“Kendisini olukta yassılaştırmış kediye dikkatle bak,
Çıkartır dilini
Ve siler süpürür bir parça küflü tereyağını.”
Çocuğun eli de öyle, kendiliğinden,
Çaktırmadan cebe atar rıhtımda dönenen bir oyuncağı.
Hiçbir şey göremedim çocuğun gözü ardında.
Işıklı panjurlar arasından dikizlemeye çalışan
Gözler görmüştüm sokakta,
Ve bir yengeç bir öğle sonrasında bir havuzda,
Kendisini tuttuğum çubuğun ucunu kavramış,
Sırtında deniz kabuklarıyla yaşlı bir yengeç.

Saat üç buçuk,
Titredi lamba,
Karanlıkta söylendi lamba.
Mırıldandı lamba:
“Dikkatle bak aya,
La lune ne garde aucune rancune, (*)
Belli belirsiz göz kırpar,
Köşelere gülümser.
Çimenin saçını düzler.
Hafızasını kaybetmiştir ay.
Soluk bir çiçek bozuğu çopurlaştırır yüzünü,
Eliyle kıvırır toz ve bayat kolonya kokan
Kağıttan bir gülü,
Beyninde mekik dokuyan
Bütün o kadim gecesel kokularla yalnızdır.
Anımsanır
Güneşsiz kuru sardunyalar
Ve çatlaklardaki toz,
Sokaklardaki kestane kokuları
Ve kadınsı kokular panjurları kapalı odalarda
Ve sigaralar koridorlarda
Ve kokteyl kokuları barlarda.”

Dedi ki lamba,
“Saat dört,
İşte kapının numarası.
Hafıza!
Anahtar sende.
Yayar merdivene bir haleyi küçük lamba,
Yukarı çık.
Yatak açık; diş fırçası asılı duvarda,
Ayakkabılarını koy kapıya, uyu, hazırlan hayata.”

Bıçağın son kıvrılışı.


T. S. Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi) .
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy


(*) Ay kin beslemez asla.

Marina

Quis hic locus, quae regio, quae mundi plaga?


Hangi denizler hangi kıyılar hangi boz kayalar ve hangi adalar
Hangi sular okşar pruvayı
Ve çam kokusunu ve sisin arasında şakıyan ardıç kuşunu
Hangi imgeler geri döner
Ah kızım benim.

Köpek dişini bileyenler, yani
Ölüm
Sinekkuşunun görkemiyle parıldayanlar, yani
Ölüm
Memnuniyetin odacığında oturanlar, yani
Ölüm
Hayvanların esrimesinden ıstırap duyanlar, yani
Ölüm

Hayali olmuştur, rüzgârla azalmıştır,
Çamın bir soluğu, ve orman şarkısının sisi
Bu inayetle erimiştir mekanda

Nedir bu yüz, daha az duru ve daha duru

Nabız kolda, daha az kuvvetli ve daha kuvvetli –
Verilmiş ya da ödünç verilmiş? yıldızlardan daha uzak ve gözden daha yakın

Fısıltılar ve tiz kahkaha yaprakların arasında ve ivecen ayaklar
Bütün suların birleştiği uyku altında.

Buzdan çatladı cıvadra ve sıcaktan çatladı boya.
Ben yapmıştım bunu, unutmuştum
Ve hatırlamıştım.
Teknenin donanımları zayıftı ve branda bezi çürüktü
Bir Haziran ile başka Eylül arasında.
Bilmeden yapılmış, yarı bilinçli, bilinmedik, kendimin.
Karinanın payandası su sızdırır, kalafatlanmalı yarıklar.
Bu biçimi, bu yüzü, bu hayatı
Yaşamak hayattı ötemdeki bir zaman dünyasında; bırakın vazgeçeyim
Hayatımdan bu hayat için, söylenmemiş sözler için konuşmamdan,
Uyanık, ayrık dudaklardan, umuttan, yeni gemilerden.

Hangi denizler hangi kıyılar hangi granit adalar karinama karşı
Ve ardıç kuşu çağırır sisin arasından
Kızım benim.


T. S. Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi) .
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy


“Marina”, “Denizin kızı” anlamına gelen Latince bir isimdir. Eliot, Shakespeare’in “Pericles” adlı oyunundaki Pericles’in kızı Marina’dan esinlenerek bu şiire isim vermiştir. Şiirin esin kaynaklarından biri de Shakespeare’in “The Tempest” (“Fırtına”) adlı oyunudur.

“Quis hic locus, quae regio, quae mundi plaga? “, ”Hangi yer burası, hangi bölge, dünyanın hangi yöresi? ” anlamına gelmektedir. Alıntı, Seneca’nın “Hercules Furens” (Çılgın Herkül) adlı yapıtından (Sahne 5, 1138.dize) . Herkül nerede bulunduğunu merak etmekte ve sormaktadır.

30 Kasım 2012 Cuma

Esrarlı Kedi Macavity

Nam-ı diğer Saklı Pençe, Macavity esrarlı bir kedidir:
Yasaya meydan okuyan suçludur; en hünerlisidir.
Scotland Yard’ın aldatılışı, Uçan Ekip’in umutsuzluğudur:
Çünkü ne vakit ulaşsalar suç mahalline – Macavity orada yoktur!

Macavity, Macavity, kimse değil Macavity gibi,
Çiğner bütün insan yasalarını, çiğner yerçekimini.
Havada yükselme gücüne şaşar bir Hint fakiri,
Ve ne vakit ulaşılsa suç mahalline – yoktur orada Macavity!
Havaya bakabilirsin, arayabilirsin O’nu bodrumda,
Ama tekrar tekrar söylüyorum sana, Macavity yoktur orada!

Kumral bir kedidir Macavity, çok uzun ve sıskadır;
Görsen tanırsın, çünkü gözleri içe basıktır.
Derin çizgilidir alnı düşüncelerden, kafası kötülüğe yargılıdır;
İhmalden dolayı tozludur ceketi, bıyıkları taranmamıştır.
Sallar durur kafasını bir yandan öbürüne, yılansı hareketlerle;
Ve büsbütün uyanıktır hep, yarı uyur olduğunu düşündüğünde.

Macavity, Macavity, Macavity gibi değil kimse,
Ahlâk bozuculuğun ucubesidir, bir zebanidir kedi biçiminde.
Yan sokaklardan birinde rastlayabilirsin O’na, rastlayabilirsin meydanda –
Ama ne vakit bir suçun farkına varılırsa, Macavity yoktur orada!

Dıştan bakıldığında saygıdeğerdir. (İskambil oynarken hile yaparmış) .
Ve ayak izleri Scotland Yard’ın hiçbir dosyasında bulunmazmış.
Ve ne vakit kiler yağmalansa, yahut mücevher kasası soyulsa,
Yahut sırra kadem bassa süt, yahut başka bir Pekin cinsi köpek boğulsa,
Yahut seranın camı kırılsa, ve sarmaşıklığın onarımı bozulsa,
Muhakkak, o şeyin bir şaşkınlığı vardır! Macavity yoktur orada!

Ve Dışişleri Bakanlığı bir Antlaşma’nın hatalı olduğunu anladığında,
Yahut Donanma Bakanlığı bazı planları ve çizimleri kaybettiğinde,laf aramızda,
Belki bulunur bir kağıt parçası merdivende yahut salonda –
Ama faydasızdır bunu araştırmak – Macavity yoktur orada!
Ve şöyle der Gizli Servis, kayıp açığa çıktığında:
“Macavity’nin işidir bu mutlak! ” – ama O şimdi bir mil uzakta.
Bulacağından emin olabilirsin O’nu dinlenirken yahut pençelerini yalarken,
Yahut uzun ve karmaşık bölme toplama işlemleriyle uğraşırken.

Macavity, Macavity, kimse değil Macavity gibi,
Asla böyle hilekâr ve kaygan bir Kedi görülmedi.
Hep vardır O’nun bir şahidi, yahut bir veya iki yedeği:
Ve ne vakit vuku bulursa bulsun fiil – MACAVİTY ORADA DEĞİLDİ!
Ve kötü fiilleriyle nam salmış bütün Kediler aslında
(Mesela Mungojerrie, Griddlebone mesela)
Onların bütün çalışmalarını denetleyen Suçun Napolyon’u
O Kedi’nin sadece ve sadece taşeronu.


T. S. Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi) .
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

29 Kasım 2012 Perşembe

Gerontion (*1)

Thou hast nor youth nor age
But as it were an after dinner sleep
Dreaming of both.
(*2)

Buradayım işte, kurak bir ayda yaşlı bir adamım,
Bir oğlan kitap okurken, beklerim yağmuru.
Ne sıcak kapılardaydım
Ne de boğuştum sıcak yağmurda
Ne de dizlerim tuzlu bataklıklardaydı; pala sallamadım,
Sinekler ısırmadı beni, boğuşmadım.
Çürümüş bir evdir evim,
Ve ev sahibi, pencerenin denizliğine çömelmiş o Yahudi
Yumurtlanmış Antwerp’te bir meyhanede,
Kuluçkalanmış Brüksel’de, katmerlenmiş ve soyulmuş Londra’da.
O keçi öksürür geceleri yukarıdaki tarlada;
Kayalarda, yosunda, taştaki otta, hurdada, tezekte.
Kadın mutfak işlerini yapar, çay yapar,
Hapşırır akşama doğru, dürter huysuz olukları.

Ben bir yaşlı adam,
Bir donuk kafa rüzgârlı alanlarda.

İşaretleri mucizeler olarak algılarız. “Bir işaret gönder bize”: (*3)
Bir sözdeki söz, bir söz söyleyemeden, (*4)
Sarmalanmış karanlıkla. Yılın ergenlik çağında
Geldi o kaplan Mesih.

Baştan çıkmış Mayıs’ta, kızılcık ve kestane, çiçeklenen erguvan,
Yenmek için, bölüşülmek için, içilmek için
Fısıltılar arasında; Bay Silvero tarafından
Okşayan ellerle, Limoges’te (*5)
Bütün gece yandaki odada yürüyen kişi;
Hakagawa tarafından, Titianların arasında eğilmiş; (*6)
Madam de Tornquist tarafından, o karanlık odada
Değiştiriyor mumları; Fräulein von Kulp
Döndü salonda, kapıda bir el. Boş mekikler
Örer rüzgârı. Yok benim hayaletlerim, (*7)
Bir yaşlı adam cereyanlı bir evde
Altında rüzgârlı bir tepeciğin.

Bunca bilgiden sonra, ne bağışlaması? Düşün şimdi
Tarihin bir çok hin dehlizleri vardır, uyduruk geçitleri
Ve çıkışları, fısıltılı hırslarla aldatır,
Yönlendirir bizi kibirlerle. Düşün şimdi
Dikkatimiz dağılmışken verir bize
Ve verdiği şeyi de öylesi çevik bir şaşkınlıkla verir
Ki veriş teşne olur özleme. Çok geç verir
İnanılmayan şeyi, yahut eğer hâlâ inanılıyorsa,
Hafızada sadece, yeniden anımsanmış şehvet. Çok yakında verir (*8)
Zayıf ellere, vazgeçilebileceği düşünülmüş olan şeyi
Reddediş bir korku yaratana dek. Düşün
Ne korku ne de cesaret kurtarır bizi. Tuhaf tutkuların
Babasıdır kahramanlığımız. Erdemler
Salınır üstümüze arsız suçlarımız tarafından.
Bu gözyaşları silkelenmiştir öfke taşıyan ağaçtan. (*9)

Yeni yıla atlıyor kaplan. Biziz parçalayıp yuttuğu. Düşün nihayet
Varamadık neticeye, ben
Katılaşırken kiralık bir evde. Düşün nihayet
Yapmamıştım bu işi amaçsızlıkla
Ve bu geri geri giden iblislerin zorlamasıyla (*10)
Yapılmış bir şey değil.
Seninle bu konuda dürüstçe görüşmek isterim.
Yüreğine yakın olan ben uzaklaştırıldım oradan
Dehşette kaybederek güzelliği, sorgudaki dehşette.
Yitirdim şehvetimi: niye koruma ihtiyacı duyayım ki
Korunan her şey yozlaştırılmak zorunda olduğundan?
Yitirmiştim görmeyi, koklamayı, duymayı, tat almayı ve dokunmayı:
Daha yakınına gelebilmek için nasıl kullanabilirdim duyuları?

Binlerce küçük düşüncelerle bunlar
Uzatırlar onların serin çılgınlıklarının faydasını,
Tahrik ederler zarları, duyu serinletildiğinde,
Keskin soslarla, çoğaltmak çeşidi
Aynaların sahrasında. Ne yapmak ister örümcek,
Askıya almak mı işlerini, buğdaybiti
Sonraya bırakır mı? De Bailhache, Fresca, Bayan Cammel, dönendiler
Titreyen Ayı’nın pençesi ötesinde
Parçalanmış atomlarda. Rüzgâra karşı martı, Belle Isle’nin (*11)
O rüzgârlı boğazlarında, yahut akarken o Burun’da, (*12)
Kardaki beyaz tüyler, Körfez’in istekleri,
Ve bir yaşlı adam sürüklenir Tropik rüzgârlarla
Uykulu köşelere.

O evin kiracıları,
Kuru beyindeki düşünceler kuru bir mevsimde.


T. S. Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi) .
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy


(*1) Gerontion, “küçük yaşlı adam” anlamına gelmektedir.
(*2) Ne gençliğin ne de yaşlılığın sahibisin / Fakat neredeyse bir öğle uykusunda gibi / İkisini de düşlersin. Shakespeare’in ”Measure for Measure” adlı piyesinden.
(*3) ”Ya ağacı iyi, meyvesini de iyi sayın; ya da ağacı kötü, meyvesini de kötü sayın. Çünkü her ağaç meyvesinden tanınır. … Çünkü ağız yürekten taşanı söyler. İyi insan, içindeki iyilik hazinesinden iyilik çıkarır. Kötü insan, içindeki kötülük hazinesinden kötülük çıkarır”. (Matta, XII, 12: 33-35) .
(*4) “Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı. Başlangıçta O, Tanrı’yla birlikteydi. Her şey O’nun aracılığıyla oldu, var olan hiçbir şey O’nsuz olmadı. Hayat O’ndaydı ve hayat insanların ışığıydı. Işık karanlıkta parlar ve karanlık O’nu alt edememiştir”. (Yuhanna, I, 1: 1-5)
(*5) Limoges: Fransa’nın orta bölgesinde bulunan porselenleriyle ünlü bir kent.
(*6) Titianlar, 1477-1576 yılları arasında yaşamış, tam adı Tiziano Vecelli olan fakat Titian olarak bilinen Venedikli portre ve dinsel konular ressamı tarafından yapılmış resimler anlamındadır.
(*7) “Günlerim çulhanın mekiğinden daha tez, / Ve bir ümit olmaksızın tükenmekteler”. (Eyüp, VII, 7:6) .
(*8) Shelley’in “Adonais”i: John Keats’in ölümü üstüne: ‘Çok yakında, ve güçsüz ellerle” (Too soon, and with weak hands.’)
(*9) Öfke taşıyan ağaç: iyiyi ve kötüyü öğreten bilgi ağacı. Bu ağacın meyvesini yemeleri üzerine Tanrı, Adem ile Havva’yı Cennet’ten kovarak ölüm ve acının bulunduğu dünyaya sürmüştür.
(*10) Geleceği görebilenleri “Cehennem”e yerleştirmiştir Dante. Ve ceza olarak onları geri geri yürümeye zorlamıştır.
(*11) Belle Isle: Labrador ile Newfoundland arasındaki bir ada.
(*12) Burun: Tierra del Fuego, Şili, Güney Amerika’nın en güneyindeki nokta. Charles Darwin’in “Voyage of the Beagle” adlı yapıtında “ölümün mekânı” olarak tanımlanmıştır.

Prelüdler

-I-

Uslanır kış akşamı
Biftek kokularıyla dar sokaklarda.
Saat altı.
Dumanlı günlerin yanıp bitmiş uçları.
Ve şimdi rüzgârlı bir sağanak sarmalar
Ayaklarının üstünde
Solmuş yaprakların kirli kırıntılarını
Ve boş arazilerde gazete kağıtlarını;
Vurur sağanaklar
Kırık panjurlara ve baca külâhlarına,
Ve sokağın köşesinde
Yalnız bir fayton atı buğu solur ve tepinir.
Ve sonra lambaların yakılışı.

- II-
Ayılır sabah
Baygın bayat bira kokularından
Tepinerek bütün çamurlu ayaklarıyla
Bıçkı tozuyla çiğnenmiş sokaktan
Gider erken açılmış kahvelere.

Zamanın sürdürdüğü
Öbür maskeli balolarla
Dayalı döşeli bin bir odada
Solgun perdeleri açan
Bütün eller düşünülür.

- III-
Fırlattın bir battaniyeyi yataktan,
Sırt üstü yattın, ve bekledin;
Uyukladın, ve beliren geceyi izledin
Ruhunu oluşturan
Bin iğrenç görüntü;
Titreşti tavanda.
Ve geri döndüğünde bütün dünya
Ve panjurların arasından süzüldüğünde,
Ve duyduğunda serçeleri oluklarda,
Sokağın zorlukla anlayabileceği
Bir düşüncen vardı sokak hakkında;
Saçından kağıtlar kıvırdın
Oturup yatağın kenarına,
Yahut kavradın sarı ayak tabanlarını
Kirli ellerinin iki ayasında.

- IV
Bir sitenin ardında rengi solan
Gökler boyunca sımsıkı gerildi ruhu,
Yahut çiğnendi ısrarlı ayaklarca
Saat dörtte ve beşte ve altıda
Ve doldurur pipoları kısa kare parmaklar,
Ve akşam gazeteleri, ve kesin kesinliklerden
İkna olmuş gözler,
Kararmış bir sokağın vicdanı
Sabırsızlanır sahiplenmeye dünyayı.

Bu görüntülerin etrafında sarmalanmış
Ve onlara yapışmış hayaller alıp götürür beni:
Muazzam uysal bir tasavvur
Muazzam acı çeken şey.

Ağzın boyunca sil ellerini, ve gül;
Boş arazilerde yakacak toplayan
Kadim kadınlar misali döner dünyalar.


T. S. Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi) .
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

Helen Hala

Bayan Helen Slingsby hiç evlenmemiş halamdı,
Ve revaçta olan bir meydana yakın küçük bir evde yaşadı
Kendisine bakan dört tane hizmetkârı vardı.
İşte öldüğünde cennette sessizlik vardı
Ve sessizlik kapladı sokağın kendisinin yaşadığı tarafını.
Çekildi panjurlar ve müteahhit sildi paspasa ayaklarını –
Farkındaydı bu tür şeylerin daha önce ortaya çıktığını.
Köpekler yakışıklıca hazırlanmışlardı,
Fakat kısa zaman sonra papağan da zıbarmıştı.
Şöminenin rafında Dresden marka saat tik tak tik tak,
Ve çökmüş yemek masasına üniformalı uşak
Dizlerinde ikinci hizmetçi kadını tutarak,
Sahibesi yaşarken hep çok hürmetliydi ancak.


T. S. Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi) .
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

28 Kasım 2012 Çarşamba

Ölümsüzlüğün Fısıltıları

Ölüm Webster’i çevirmişti çılgına
Ve görmüştü kafatasını derinin altında;
Ve göğüssüz yaratıklar yerin altında
Dudaksız bir sırıtışla yaslanmışlar arkalarına.

Yuvarlar değil sanki nergis soğanları
Göz yuvalarından baktı!
Biliyordu ki tutunur etrafına ölü uzuvların düşünce
Cana can katar şehvetine ve gösterişlerine.

Donne bulamayanlardan birisiydi
Sanırım, hissin yedeğini;
Zapt etmek ve kavramak ve içine sokmak,
Deneyimin ötesinde uzmanlaşmak,

Bilirdi iliğin ıstırabını
İskeletin sıtmasını;
Ete dokunuş işlemez asla
Kemikteki hummada.

…..

Grishkin hoş kadındır:
Rus gözü önemle vurgulanmıştır;
Korsesiz göğsü arkadaş canlısıdır
Havalı mutluluğa vaatler vardır.

Kedinin akıcı ustalığıyla
Basık Brezilya jaguarı
Pençeli maymunu zorlar koşmaya;
Grishkin’in evi çift katlı;

Pürüzsüz Brezilya jaguarı
Damıtamaz ağaçlıklı alacakaranlıkta
O derecede bir kedi ıtırını
Grishkin misali oturma odasında.

Ve Soyut Varlıklar hatta
Tavaf ederler cazibesi etrafında;
Fakat bahtımız sürünür kuru kaburgalara
Fizik ötemizi sıcak tutmak bâbına.


T.S.Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi)
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

J. Alfred Prufrock’un Aşk Şarkısı

S’io credesse che mia risposta fosse
A persona che mai tornasse al mondo,
Questa fiamma staria senza piu scosse.
Ma perciocche giammai di questo fondo
Non torno vivo alcun, s’i'odo il vero,
Senza tema d’infamia ti rispondo.
(*)

Gidelim öyleyse, sen ve ben,
Eterlenmiş hasta gibi bir masada
Serilmişken akşam göğe karşı;
Bildik yarı ıssız sokaklar arasından geçerek gidelim
Tek gecelik ucuz otellerdeki huzursuz gecelerin
Mırıldanan inziva köşelerine
Ve bıçkı tozlu ve istiridye kabuklu lokantalara:
Sinsi bir niyetin usandırıcı bir savı gibi
Ezici bir soruya seni sürükleyen sokaklara…
Ah, “bu nedir? ” diye sorma.
Gidelim ve yapalım görüşmemizi.

Gelir ve gider kadınlar odada
Konuşurlar Michalengelo hakkında.

Pencere camlarına sırtını sürten sarı sis
Pencere camlarına burnunu sürten sarı duman
Akşamın köşelerinde dilini yaladı,
Lağım sularının gölcüklerinde oyalandı,
Bacalardan yağan kurumun sırtına düşmesine aldırmadı,
Akıp gitti taraçada, ansızın sıçradı,
Ve görerek bunun yumuşak bir Ekim gecesi olduğunu,
Kıvrıldı bir kere evin etrafında, ve uykuya daldı.

Ve zaman olacaktır mutlak
Sokak boyunca kayan o sarı duman için,
Sürterek sırtını pencere camlarına;
Zaman olacaktır, zaman olacaktır
Karşılaştığın yüzleri karşılayacak bir yüzü hazırlamak için;
Öldüreceğin ve yaratacağın bir zaman,
Ve bütün çalışmalar için ve yükselten
Ve tabağına bir soru bırakan ellerin günleri için;
Senin için zaman ve benim için zaman,
Ve daha da zaman yüz tane kararsızlığa,
Ve yüz tane görüntü ve düzelti için,
Kızarmış ekmekten ve çaydan önce.

Gelir ve gider kadınlar odada
Konuşurlar Michalengelo hakkında.

Ve zaman olacaktır mutlak
“Cüret edebilir miyim? ” diye sormaya ve “cüret edebilir miyim? ”
Geri dönmeye zaman ve merdivenlerden inmeye,
Saçımın ortasında kel bir lekeyle –
(Diyecekler: “Nasıl da seyrelmiş saçı! ”)
Yakası sıkıca yanağımı bastıran sabah ceketim,
Soylu ve gösterişsizdir kravatım, fakat basit bir iğneyle fark edilir –
(Diyecekler: “Nasıl da ince kolları ve bacakları! ”)
Cüret edebilir miyim
Kâinatı rahatsız etmeye?
Bir dakikada yeterli zaman vardır
Bir dakikayı ters yüz edecek kararlara ve düzeltmelere.

Zaten biliyordum onların hepsini, biliyordum hepsini:
Biliyordum akşamları, sabahları, ikindileri,
Ömrümün ölçüsünü aldım kahve kaşıklarıyla;
Biliyorum uzak bir odadaki müziğin altında
Ölen bir düşüşle ölmekte olan sesleri.
Öyleyse nasıl yeltenebilirim?

Ve zaten biliyordum gözleri, hepsini biliyordum -
İfade edilmiş bir ibarede seni mıhlayan gözleri,
Ve ben ifade edildiğimde, yığılmışım iğne ucunda,
Mıhlanmışken ve kıvranırken duvarda,
Nasıl başlamalıyım öyleyse
Günlerimin ve yollarımın bütün bu kırıntılarını tükürmeye?
Ve nasıl yeltenebilirim ki?

Ve zaten biliyordum kolları, hepsini biliyordum –
Bilezikli ve beyaz ve çıplak kolları
(Ama kumral saçlarla örtünmüş lambanın ışığında!)
Beni bu denli konudan uzaklaştıran
Bir entarinin kokusu mu?
Bir masa boyunca yatan ya da bir şalla sarmalanmış kollar.
Ve nasıl yeltenmeliyim öyleyse?
Ve nasıl başlamalıyım?

…..

Söyleyeyim mi, alacakaranlıkta dar sokaklardan gittiğimi
Ve pencerelerine yaslanmış, gömlek kolları kıvrık
Yalnız erkeklerin pipolarından yükselen dumanları seyrettiğimi? …

Suskun denizlerin tabanında seğirten
Bir çift hırpani pençe olsaydım keşke.

…..

Ve ikindiler, akşamlar, uyur huzurla!
Pürüzsüz uzun parmaklarla,
Uyumuş… yorgun… ya da hasta numarası yapar,
Yayılmış yerde, burada seninle benim aramda.
Acaba, çaydan ve pastalardan ve dondurmalardan sonra,
Bu anı kendi bunalımına zorlayacak gücüm olur mu?
Ama ağlayışıma ve orucuma rağmen, ağlayışıma ve duama rağmen,
(Dazlaklaşmaya başlayan) kafamın bir tabakta getirildiğini görmeme rağmen,
Bir kâhin değilim ben – ve büyük bir mesele değildir bu;
En yüce olduğum anımın titreştiğini gördüm,
Ve gördüm o ebedi Kavas’ın paltomu tuttuğunu, ve kıs kıs güldüğünü,
Ve kısacası, korkmuştum.

Ve değer miydi tüm bunlara,
Fincanlardan, reçelden, çaydan sonra,
Porselenler arasında, seninle benim konuşmamız arasında,
Ve değer miydi tüm bunlara
Isırıp atarken meseleyi bir gülüşle,
Kâinatı bir top gibi sıkıştırmak,
Ezen bazı sorulara doğru yuvarlamak,
Söylemek: “Lazar’ım ben, ölümden gelirim
Her şeyi size anlatmaya geldim, her şeyi anlatacağım size” –
Eğer biri, kadının başına bir yastık yerleştirirken
Deseydi ki: “Bu değil kesinlikle benim meramım.
Bu değil, kesinlikle”.

Ve değer miydi tüm bunlara,
Değer miydi
Gün batımlarından ve avlu kapılarından ve çisentili sokaklardan sonra,
Romanlardan, çay fincanlarından, yerde sürünen eteklerden sonra —
Ve bundan, ve çok daha fazlasından? —
Meramımı tam olarak anlatmak imkansız!
Ama bir büyülü fener gibi bir ekran üstüne fırlatır sinir örüntüsünü:
Değer miydi
Eğer biri, yerleştirirken bir yastığı ya da fırlatırken bir şalı,
Ve dönerek pencereye doğru, deseydi:
“Bu değil kesinlikle,
Meramım bu değil kesinlikle”.

Hayır! Ne Prens Hamlet’im ben, ne de olmak istedim;
Bir saray mabeyincisiyim, öyleyim ki
Geliştiririm süreci, bir ya da iki sahneyi başlatırım,
Prens’e tavsiyede bulunurum; şüphesiz, önemsizim,
Hürmetkârım, yararlı olmaktan hoşnudum,
Becerikli, tedbirli, ve çok titizim;
Övgü doluyum, fakat biraz kalın kafalıyım
Bazen, aslında, neredeyse saçma –
Handiyse, bazen, Soytarı’yım.

Yaşlanıyorum… yaşlanıyorum…
Pantolon paçalarımı kıvırarak giyineceğim.

Saçlarımı arkadan mı ayırsam? Bir şeftali yemeye cüret edebilir miyim?
Beyaz flanel pantolon giyineceğim, ve yürüyeceğim kumsalda.
Duydum denizkızlarının birbirlerine şarkı söylediklerini.

Sanmam ki benim için şakısınlar.

Dalgalarda denize doğru açıldıklarını gördüm
Tarayarak dalgaların geriye uçmuş beyaz saçlarını
Ağartıp karartırken suları esen rüzgâr.

Oyalandık denizin odalarında
Kırmızı ve kahverengi deniz yosunlarıyla taçlanmış denizkızları yanında
İnsan sesleri bizi uyandırana ve boğulana dek.


T. S. Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi)
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy


(*) “Eğer düşünseydim dünyaya yeniden dönebilecek birine yanıt verdiğimi, bu alev titremeyi bırakırdı. Fakat eğer duyduğum doğruysa, yani bu derinliklerden kimse asla yaşayarak dönmeyeceği için, yanıtlarım seni rezilce korkuya kapılmadan”. Dante’nin “Cehennem”inden (Canto 27, 61-67) .

27 Kasım 2012 Salı

Manzaralar

I.

New Hampshire

Meyve bahçesinde çocukların sesleri
Çiçeklenme ve hasat zamanı arasında:
Altın baş, kızıl baş,
Yeşil uçla kök arasında.
Kara kanat, kahverengi kanat, üzerinde uçar;
Yirmi yıl ve bitti bahar;
Bu-güne kederler ve ertesi-güne kederler,
Yapraklar-içinde-ışık, beni örter;
Altın baş, kara kanat,
Tutun, salın,
Sıçra, şakı,
Salın dur elma ağacında.

II.
Virginia

Kızıl nehir, kızıl nehir,
Yavaş akış sıcaklık sessizliktir
Hiçbir şey bir nehrin oluşu gibi
Olamaz. Sıcaklık devinir mi
Sadece bülbülün bir kez duyulması
Sayesinde? Dingin tepeler
Bekler. Bekler kapılar. Eflatun ağaçlar,
Beyaz ağaçlar, bekler, bekler,
Gecikir, çürür. Yaşar, yaşar,
Kımıldamaz asla. Kımıldar hep
Demir düşünceler, gelir benle
Ve gider benle:
Kızıl nehir, nehir, nehir.

III.
Usk

Ansızın kırma dalı, yahut
Beyaz pınarda sadece
Beyaz geyiği bulmayı umut et.
Kenara bak, mızrağa değil, heceleme
Eski tılsımları. Bırak uyusunlar.
“Yavaşça dal, fakat fazla derine değil”,
Kaldır gözlerini
Yokuş aşağı ve yokuş yukarı
Ara sadece
Boz ışığın yeşil havayla buluştuğu yerde
Münzevi’nin şapelini, hacının duasını.

IV.
Rannoch, Glencoe Dolaylarında

Burada açlık çeker karga, burada sabırlı geyik
Ürer tüfek için. Uysal ormanla
Uysal gök arasında, neredeyse mekân yok
Sıçramaya ya da kaçmaya. Öz ufalanır, ince havada
Ay soğuk ya da ay sıcak. Yol sarmalanır
Kadim savaşlarla halsizliğine,
Süzülür kırık çelikle,
Yanıltan yanlışın yaygarasına, hazırdır
Sessizliğe. Güçlüdür hafıza
Kemiğin ardında. Gurur kopmuştur,
Uzundur gururun gölgesi, o uzun geçitte
Kemiğin uzlaşması yoktur.

V.
Cape Ann

Ah çabuk çabuk çabuk, çabucak işit şakıyan serçeyi,
Bataklık serçesini, kurnaz serçeyi, duacı serçeyi
Şafakta ve alacakaranlıkta. İzle öğle vakti
İspinoz kuşunun dansını. Bir fırsat tanı
O utangaç çalı bülbülüne. Çağır bıldırcını
Tiz ıslıkla, o saçak beyazı
Atlayış defne yatağında. İzle su ardıcını,
Yürüyenin ayağını. İzle eflatun kırlangıcını,
Dans eden okun kaçışını. Karşıla
Sessizlikte gece şahinini. Hepsi de latif. Şirin şirin şirin
Fakat terk-i diyar ederler sonunda, bırakırlar
Gerçek sahibine, o kabadayıya, martıya.
Biter palavra.


T. S. Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi) .
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

Zafer Marşı

Taş, bronz, taş, çelik, taş, meşe yaprakları, atların toynakları
Taşlı yolda.
Ve bayraklar. Ve trampetler. Ve onca kartal.
Kaç tane? Say onları. Ve öyle bir insan kalabalığı.
Neredeyse bilmiyoruz kendimizi o gün, ya da tanımıyoruz şehrimizi.
Budur tapınağın yolu, ve kalabalık olan bizler doldurmuşuz yolu.
Öyle çok kişi bekliyor ki, kaç kişi bekliyor? Böylesi bir günde önemli mi sanki?
Geliyorlar mı? Hayır, henüz değil. Görebilirsin bazı kartalları.
Ve işitirsin trampetleri.
İşte geliyorlar. Geliyor mu O?
Egomuzun doğal hayatı bir algılayıştır.
Bekleyebiliriz taburelerimizle ve sosislerimizle.
Önce hangisi gelecek? Görebiliyor musun? Söyle bize. Gelen
5.800.000 tüfek ve karabina,
102.000 makineli silah,
28.000 siper havan topu,
53.000 arazi topu ve ağır silah,
Kaç tane mermi, mayın ve fitil olduğunu söyleyemem,
13.000 uçak,
24.000 uçak motoru,
50.000 cephane aracı,
işte 55.000 askerî araç,
11.000 arazi mutfağı,
1.150 arazi fırını.

Amma da zaman sürdü. O mudur acaba oradaki? Hayır,
Onlar golf kulübünün kaptanlarıdır, bunlar da İzci grubu,
Ve şimdi de Société gymnastique de Poissy geçiyor (*)
Ve şimdi geliyor Belediye Başkanı ve Hizmetçiler. Bak
İşte orada O, bak:
Gözlerinde ya da ellerinde
Sorgulama yok, atların boynu üstünde sessiz,
Ve gözler tetik, beklemede, sezmede, umursamaz.
Ey kumru kanadı altında saklanmış, kaplumbağa göğsünde saklanmış,
Öğle vakti palmiye ağacında, akan su altında
Dönen dünyanın dingin noktasında. Ey saklanmış.

İşte giderler tapınağa. Sonra kurban etmeye.
İşte gelir bakireler taşıyarak kupaları, kupaların içinde
Toz
Toz
Tozun tozu, ve şimdi
Taş, bronz, taş, çelik, taş, meşe yaprakları, taşlı yolda atların toynakları.

Budur bütün görebildiğimiz. Fakat ne de çok kartal! Ve ne de çok trampet!
(Ve Paskalya Günü, taşraya gitmemiştik,
Küçük Cyril’le birlikte kiliseye gitmiştik. Ve çan çalmışlardı
Ve O yüksek sesle demişti ki, lânet) .
O sosisi atma bakayım,
Sonra işe yarar. Kurnazın tekidir O. Lütfen
Bize ateşinizi verir misiniz?
Ateş
Ateş.
Et les soldats faisaient la haie? ILS LA FAISAIENT. (**)


T.S.Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi) .
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy


(*) Poisy Jimnastik Derneği
(**) Ve askerler çiti yaparlar mı? YAPARLAR.

26 Kasım 2012 Pazartesi

Animula*

“Tanrı elinden çıkmış nüshalar, o basit ruh”
Değişen ışıkların ve sesin düz dünyasına,
Işığa, karanlığa, kuruya yahut ıslağa, soğuğa yahut sıcağa;
Sandalyelerin ve masaların bacakları arasında kımıldayan,
Yükselen yahut düşen, öpüşlerle ve oyuncaklarla avuçlanan,
Cesurca büyüyen, korku yaratacak denli ani,
Kol ve dizin köşesine geri çekilen,
Güveninin tazelenmesine hevesli, Noel ağacının
Itırlı parlaklığında haz alan,
Rüzgârdaki keyif, günışığındaki ve denizdeki;
Yerdeki güneşli örüntüleri inceler
Ve gümüş bir tepsi etrafında koşan geyikleri;
Karıştırır gerçekle hayali,
İskambil kağıtlarıyla ve papazlarla ve kızlarla memnun,
Perilerin yaptıklarıyla ve hizmetçilerin dedikleriyle.
Gelişen ruhun ağır yükü
Kurcalar aklını ve gücendirir daha da, günden güne;
Haftadan haftaya, gücendirir ve daha da kurcalar aklını
Emir sıygaları “-dır ve görünür” ile
Ve belki ve belki değil, arzu ve hâkimiyet.
Yaşamanın acısı ve düşlerin ilacı
Kıvrılıp yığar küçük ruhu pencere makamına
Britannica Ansiklopedisi arkasında.
Zamanın elinden çıkan nüshalar o basit ruh
Kararsız ve bencil, biçimsiz, topal,
İleri gitmekten ve geri çekilmekten aciz,
Sıcak gerçeklikten, sunulan hayırdan korkarak,
Yadsıyarak kanın tacizlerini,
Kendi gölgelerinin gölgesi, kendi kasvetindeki hayalet,
Bırakarak tozlu bir odada kağıtları karmakarışık;
Komünyon ayininden sonra yaşar sessizliğinde ilk kez.

Dua et Guiterriez için, hızla ve güçle coşkun,
Boudin için, üflenmiş parçalara,
Büyük bir servet yapmış olan için,
Ve kendi yoluna koyulmuş olan için.
Dua et Floret için, porsukağaçları arasında ölmüş köpeğin yanında,
Bizim için dua et şimdi ve doğum saatimizde.


T. S. Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi)
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy


(*) Latince bir sözcük olan “Animula”, “küçük ruh” anlamına gelmektedir.

İsteri

Kahkaha attığında, kahkahasına karıştığımın ve onun bir parçası olduğumun farkına vardım, bir manga talimi yeteneğiyle sadece tesadüfi yıldızlar gibi olana dek dişleri. Kısa solumalarla içe çekildim, solundum her bir anlık iyileştirmede, nihayet kayboldum en sonunda gırtlağının karanlık yarıklarında, ezildim görünmeyen kasların dalgacığıyla. Ve titreyen elleriyle hayli yaşlı bir garson aceleyle seriyordu pembe ve beyazlı örtüyü paslı yeşil demir masanın üstüne, diyerek: “Eğer hanımefendi ve beyefendi çaylarını bahçede almak isterlerse, eğer hanımefendi ve beyefendi çaylarını bahçede almak isterlerse…” Eğer memelerinin sallanması durdurulursa, öğleden sonraki parçaların bazılarının toparlanabileceğine hükmettim, ve bu amaca dikkatimi yoğunlaştırdım özenli bir incelikle.


T.S.Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi) .
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

25 Kasım 2012 Pazar

Bir Kadının Portresi

Thou hast committed-
Fornication: but that was in another country
And besides, the wench is dead.
The Jew of Malta.
(*)

I

Bir Aralık ikindisinin sisi ve dumanı arasında
Kendisini oluşturduğu -görünen- sahne senindir
“Bu ikindiyi sana sakladım”la;
Ve şamdanda dört mum o loş odada,
Işığın dört halkası tavan başlığında,
Juliet’in kabrinden bir atmosfer
Söylenecek ya da söylenmeyecek her şeye hazır.
Diyelim ki, saçları ve parmak uçları arasından
İlettiği prelüdlerini dinledik o son Polonyalı’nın.
“Öyle içten ki, bu Chopin, sanıyorum konser odasında
Ovuşturulmuş ve soruşturulmuş o çiçeğe dokunmamış
Belki iki yahut üç dostu arasında
Dirilecektir ruhu yalnızca”.
- Ve kayıp gider sohbet böylece
İstemsemeler ve dikkatle yakalanmış pişmanlıklar içinde
Karışıp ücra kornetlerle
Kemanların cılız tonları içinde
Ve başlar.

“Bilmezsin, ne kadar anlamlıdır benim için, dostlarım,
Ve nasıl, nasıl da nadir ve tuhaftır bu, bir hayatta
Bunca küsurdan ve sonlardan bunca şey oluşturmak.
(Gerçekte sevmiyorum bunu... biliyorsun? Kör değilsin!
Nasıl da zekisin!)
Bu niteliklere sahip, ve üstünde
Bir dostluğun yaşayacağı sahip olduğu
Bu tür nitelikleri veren bir dost bulmak.
Bunu sana söylemem nasıl da anlamlı –
Böylesi dostluklar olmadan – hayat, ne cauchemar! ” (**)

Kemanların sarmalları
Ve çatlak kornetlerin
Küçük ezgileri içinde
Başlar ağır bir tamtam beynimde,
Fena halde vurur kendisinin bir prelüdünü,
Kaprisli tek sesli
En azından kesin bir “yanlış nota”.
- Biraz hava alalım, bir tütün sarhoşluğunda,
Hayran kalalım anıtlara,
Konuşalım son olaylar hakkında,
Kamu saatlerine göre saatlerimizi ayarlayalım.
Sonra oturalım yarım saat ve biralarımızı yudumlayalım.

II 

Şimdi çiçeklenen leylaklarla
Dolu bir vazo vardır kadının odasında
Ve konuşurken burar onlardan birini parmaklarında.
“Ah, dostum, bilmezsin, bilmezsin
Hayat nasıldır, hayatı ellerinde tutansın sen”;
(Büker leylak saplarını yavaşça)
“Bırakıyorsun akıp gitsin senden, akıp gitsin diye,
Ve gençlik zalimdir, ve yoktur pişmanlığı
Ve göremediği durumlara gülümser”.
Gülümserim ben, elbette,
Ve sürer çay içme.
“Gene de bu Nisan günbatımları, ki nasılsa çağrıştırır
Defnedilmiş hayatı, ve İlkbahar’da Paris’i,
Tarifsiz huzurlu hissediyorum kendimi, ve dünyayı
Harika ve genç buluyorum, her şeye rağmen”.

Bir Ağustos ikindisinde kırık bir kemanın
Israrlı akortsuzluğu gibi geri dönüyor ses:
“Her zaman eminim anladığından
Duygularımı, her zaman eminim duygularından,
Eminim ki körfezin karşısına ulaşır elin.

Gayet sağlamsın, Aşil topuğun yok.
Devam edeceksin yoluna, ve başardığında
Diyebilirsin: bu noktada çoklarının iflahı kesildi.

Fakat neyim var, fakat neyim var ki, dostum,
Sana verecek, ne alabilirsin ki benden?
Sadece dostluk ve anlayış
Yolculuğun sonuna ulaşmak üzere olan birinden.

Burada oturacağım, dostlarıma çay ikram ederek…”

Şapkamı alırım: nasıl korkakça özür dileyebilirim ki
Bana söylediklerinden ötürü?
Görürsün beni herhangi bir sabah parkta
Okurken mizah ve spor sayfasını.
Özellikle fark ettim bir İngiliz kontesinin sahneye fırladığını.
Bir Polonya dansında öldürülmüş bir Yunanlı,
İtiraf etmiş suçunu başka bir banka dolandırıcısı.
Desteğimi esirgemem, hâkim olurum kendime
Mekanik ve yorgun bir sokak piyanosu,
Diğer insanların arzuladığı şeyleri çağrıştıran
Bahçe boyunca yayılan sümbüllerin kokularıyla,
Bazı eski bildik şarkıları tekrarlamadıkça.
Bu fikirler haklı mı haksız mı?

III 

Ekim gecesi yıkılıp düşer; dönerek daha önceki gibi
Kolayca hasta olmanın ufak bir duyarlığı haricinde
Tırmanırım merdivenleri ve çeviririm kapının tutamacını
Ve hissederim sanki emekleyerek tırmandığımı.

“Ve demek gidiyorsun yurtdışına; ve ne zaman dönersin?
Fakat bu yararsız bir soru.
Handiyse bilmiyorsun geri gelip gelmeyeceğini,
Öğrenecek çok şey bulacaksın”.
Düşer gülüşüm ağırca ufak süs eşyaları arasına.

“Belki yazarsın bana”.
Bir an için parıldar kendime hâkim oluşum;
Hesaba kattığım gibi tıpkı.

“Son günlerde meraklanıyorum sık sık
(Fakat başlangıçlarımız asla bilmez sonumuzu!)
Niçin pekiştirmedik dostluğumuzu? ”
Kendimi gülümseyen, ve aniden dönüp
Yüz ifadesine aynada bakan biri gibi hissediyorum.
Kendime hâkim oluşum eriyip akar; gerçekten de karanlıktayız.

“Çünkü herkes böyle diyor, bütün dostlarımız,
Onların hepsi emindi duygularımızın çok yakından
Bağlantı kurduğuna! Ben kendim handiyse anlamıyorum.
Terk etmeliyiz şimdi onu kadere.
Yazarsın, en azından.
Belki çok geç de değildir.
Burada oturacağım, dostlarıma çay ikram ederek”.

Ve ödünç almak zorundayım her değişen biçimi
Bulmak için ifadeyi … dans et, dans et
Dans eden bir ayı gibi,
Bağır bir papağan gibi, gevezelik et bir maymun gibi.
Biraz hava alalım, bir tütün sarhoşluğunda –
Pekâlâ! ve ölürse kadın bir ikindi vakti,
Boz ve dumanlı ikindi, sarı ve açık pembe akşam vakti;
Ölmeli ve bırakmalı beni otururken kalem elde
Evlerin tepelerine yığılıp kalan dumanla;
Şüphelidir, çünkü haylidir
Bilmedim ne hissettiğimi yahut anladığımı
Yahut ya bilge ya da ahmak olduğumu, geç ya da çok yakında…
Bu müzik başarılı bir “ölen düşüş” ile
Şimdi bahsederiz ölmekten –
Ve hakkım olabilir mi gülümsemeye?


T. S. Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi)
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy


(*) Christopher Marlowe’un ilk kez 1592 yılında sahnelenmiş “Maltalı Yahudi” adlı piyesinden. Alıntıdaki ilk dizeyi Friar Barnadine söylüyor, geri kalanı da kızı hakkında konuşmasının kendisine ıstırap verdiğini söyleyen Barabas tamamlıyor: “-Çünkü sen / Zina yaptın. Fakat başka bir ülkedeydi bu / Ve üstelik o kadın da ölmüş şimdi”.

(**) “cauchemar”, kâbus anlamına gelen Fransızca sözcük.

24 Kasım 2012 Cumartesi

Pişen Bir Yumurta

'En l’an trentiesme de mon aage
Que toutes mes hontes j’ay beues…'
(*)

Oturmuştu koltuğunda Pipit
Oturduğum yerden biraz ötede;
Oxford Üniversitesi Manzaraları
Duruyor masada, örgüyle birlikte.
Daguerreotype’ler ve siluetler (2*)
Büyükbabası ve büyük büyük halaları,
Payandalanmış şömine çerçevesine
Dansa Bir Çağrı……
İstemem Cennet’te Onur’u
Çünkü Sir Philip Sidney’le buluşacağım (3*)
Ve Coriolanus’la ve O’nun benzeri (4*)
Diğer kahramanlarla konuşacağım.

İstemem Cennet’te Sermaye’yi
Çünkü buluşacağım Sir Alfred Mond’la: (5*)
Biz ikimiz birlikte yatacağız, dolanarak
Yüzde beş kâr getiren Hazine Bonoları’na.

İstemem Cennet’te Sosyete’yi,
Lucretia Borgia benim olacak Telli Duvaklı, (6*)
Pipit’in tecrübesinin sağladığından
Daha eğlenceli olacak O’nun anekdotları.

İstemem Cennet’te Pipit’i:
Madam Blavatsky yol gösterir bana (7*)
Yedi Kutsal Vecd’de;
Piccarda de Donati rehber olur bana… (8*)

Ama nerede bir kuruşluk dünya
Pipit’le yemek için sahne ardından?
Kızıl gözlü çöpçüler sürünür
Kentish Town’dan ve Golder’s Green’dan;

Nerede kartallar ve borazanlar?

Gömülmüşler Alplerin karlı derinliklerine.
Tereyağlı ekmeklerin ve pastaların üstünde
Hıçkıran, hıçkıran güruh
Bükülür yüz tane A.B.C.’lerde (9*)


T. S. Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi) .
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy


(*) François Villon’un “Le Testament”inden: “Hayatımın otuzuncu yılında, Bütün utançlarımı bir dikişte içtiğimde”.
(2*) Daguerreotype: gümüşle kaplı bir levha üzerinde oluşturulmuş erken dönem fotoğraflar.
(3*) Sir Philip Sidney, 1554-1586 yılları arasında yaşamış, saray şairi.
(4*) Coriolanus: Romalı general. Shakespeare’in “Coriolanus” adlı tradejesindeki kahraman.
(5*) Sir Alfred Mond: 1868-1930 yılları arasında yaşamış ve “Imperial Chemical Industries”in kurucusu olan kapitalist. Şiirin yazıldığı dönemde Büyük Britanya Çalışma Bakanı’ydı.
(6*) Lucretia Borgia, 1480-1519 yılları arasında yaşamış, Ferrara düşesi. 4 kez evlenmişti.
(7*) Madam (Helene Petrovna) Blavatsky, Rus teozofisti. Şiirin yazıldığı dönemde İngiltere’de oldukça popülerdi.
(8*) Piccarda de Donati: Dante’nin “Cennet”inde, vaktiyle andını bozmuş olan bir rahibe.
(9*) Londra’nın bütün kısımlarında bulunan, yerel bir çayhane, Aerated Bread Company, Limited”i işaret etmektedir. (Şairin notu) .

23 Kasım 2012 Cuma

Bülbüller Arasındaki Sweeney

‘omoi peplegmai kairian plegen eso’ (*)

Maymun boyunlu Sweeney yayar dizlerini
Kahkahaya düşsün diye bırakır kollarını,
Çenesi etrafındaki zebra çizgileri
Kabararak lekeler zürafayı.

Fırtına ayının çemberleri
Plate Nehri’ne doğru kayar batıya,
Ölüm ve Kuzgun sürüklenir üstünde
Ve Sweeney nöbet tutar boynuzlu kapıda.

Kasvetli Orion ve Köpek
Peçelidir; ve susturmuşlar çekilmiş denizleri;
Oturmaya çalışır Sweeney’in dizlerine
İspanyol pelerinli kişi

Kayar ve sürükler masa örtüsünü
Devirir bir kahve fincanını,
Çeki düzen verir kendisine yerde
Esner kadın ve çeker çorabını yukarı;

Uzanır pencere denizliğinde ve şaşar
Sessiz adam moka kahverengi giyimli;
Garson getirir incirleri
Portakalları muzları ve sera üzümlerini;

Suskun omurgalı hayvan kahverengide
Geri çeker, kasar ve toplar;
Rabinovitch kızlık soyadlı Rachel
Üzümleri katil pençeleriyle parçalar;

O ve pelerinli kadının
Bir şebeke oldukları düşünülür, şüpheli;
Bundandır ağır gözlü adamın
Reddetmiş olması manevrayı, bitkin düşmesi,

Terk eder odayı ve yeniden belirir
Pencerenin dışında, yaslanmakta
Bir altın sırıtışı çevreleyen
Mor salkımların dallarına;

Ayrı taraftaki kapıda sohbet eder
Belli belirsiz biriyle ev sahibi,
Kutsal Yürek Kadınlar Manastırı
Yakınlarında şakır bülbüller,

Ve şakıdı o kanlı ormanda
Agamemnon feryat figan içinde,
Ve onların akışkan fışkıları düştü
Şerefi lekelenmiş katı kefeni lekelemeye.


T. S. Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi) .
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

(*) “Heyhat, ölümcül bir darbe yemişim” (Aeschylus’un “Agamemnon” adlı yapıtından).

22 Kasım 2012 Perşembe

Simeon’a Bir Şarkı

Efendim, Roma sümbülleri çiçeklenir kâsede
Ve kış güneşi emekler karlı tepelerde;
İnatçı mevsim sürmekte.
Hayatım hafiftir, bekler ölü rüzgârı,
Elimin sırtındaki bir tüy misali.
Güneş ışığında toz ve köşelerde hatıra
Bekler ölü ülkeye doğru soğuk esen rüzgârı.

Bahşet bize barışını.
Dolandım uzun yıllar bu şehirde,
Tuttum inancımı ve orucumu, kol kanat gerdim yoksula,
Onuru ve rahatlığı hem verdim hem de aldım.
Asla reddedilmedi kimse benim kapımdan.

Gelip çattığında kederin zamanı
Kim anımsayacak çocuklarımın çocuklarının yaşayacağı evimi ?
Keçi patikasından gidecekler, ve tilkinin evine,
Firar edecekler yabancı yüzlerden ve yabancı kılıçlardan.

İplerin ve kırbaçların ve dövünmelerin zamanından önce
Bahşet bize barışını.
Issız dağın duraklarından önce,
Anaç kederlerin muayyen saatinden önce,
Ölümün bu doğum mevsiminde şimdi,
Çocuk, henüz söylenmemiş ve zımni Söz,
Bahşetsin İsrail’in tesellisini
Yarını olmayan seksen yaşındaki birine.

Sözüne göre,
Methedecekler seni ve ıstırap çekecekler her nesilde
Şanla ve alayla,
Işık üstüne ışık, tırmanır azizin merdivenine.
Bana göre değil şehitlik, düşüncenin ve duanın vecdi,
Bana göre değil nihai önsezi.
Bahşet bana barışını.

(Ve bir kılıç delip geçecek yüreğini,
Seninkini de).

Usandım kendi hayatımdan ve benden sonrakilerin hayatlarından,
Ölüyorum kendi ölümümde ve benden sonrakilerin ölümlerinde.
Bırak gitsin
Kurtuluşunu görmüş uşağın.


T. S. Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi).
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy