Şiir, Sadece

15 Temmuz 2011 Cuma

Bağrış, Çığrış İçinde

Ne zaman oturup seni düşünsem
Öyle sessiz ve kendi başıma
Birden bağrış çığrış içinde
Çamurda oynayan bir çocuğun
Hayatı çıkar karşıma

Ağlamak geçer içimden
Ucu denize çıkan yollarda
Ellerim cebimde ceketim ilikli
Ağlamak gelir içimden
Suları sızan bir testi gibi

Bahçe kapısından baksam
Önüne yeşil soğan, laz lahanası
İlkyazlarda dikilmiş bir eve
Görebilir miyim acaba
Ağaçtan ağaca gerili iplerde
Bir delikanlı hırkası

Ekinlerin tatlı boğum zamanı
Bizim oralara doğru gitsem
Asi bir şiiri andıran Mersin'e
Ve doya doya seyretsem
Büyüdükçe bir göçebe kızının
Nasıl benzediğini annesine


Abdülkadir Bulut
Acılar Yurdumdur

Şiir

Aslında üveyiklerin duruşuna
İkindiler getirir şiir
Yalınca yerlerden

Divitin soluğu hiç kesilmez
Yalınca yerlerde


Abdülkadir Bulut
Sen Tek Başına Değilsin

14 Temmuz 2011 Perşembe

Dostluklarda

Aksi bir rüzgar çıktı
Sevgiyi budayan kuşku
Başım ağrıyor

O günlerin artığı birkaç anı
Soğukluğun gizlice başlaması
Şaşkınım
Sesime sevinç yakışmıyor

Geçmişe gömdüğüm merhaba
Yorulup sızan hoşgörü
Başım ağrıyor

Çadırını toplayan coşkulu geceler
Bana içerleyen acılar
Şaşkınım
Sesime sevinç yakışmıyor

Fırtına gören denizler
Yağmur görmeyen topraklar
Başım ağrıyor

Can'ı uğurlarken akan gözyaşım
Çağın avucunda boğulan dostluklar
Şaşkınım
Sesime sevinç yakışmıyor


Süreyya Berfe
Hayat İle Şiir

Manav

Güneşin sütünü emmiş karpuzlar
Yere vurdun mu
Soğuk bir su başındasın
Gözünü alamadığın bir gelincik ormanda
Kesersen
Yumuşak karlara basıyorsun
Dilim dilim izlediğin bir Ay batışında

Enginar mı
Nasıl toplandı bilmezsin
Hançer gibi değdi ellerine
Yorgun yürekli ninelerin
Bu yüzden pahalı satılır
Enderi sebzelerin

Yapraklarından kayıyor su damlaları
Köklerini kesip atma
Tabiat gücü ile besledi onları
Yeni getirdim ıslak bir tarladan
Toprağın demiri ıspanakları

Fasulya da var
Körpe kuzu ayşeler
Bahçelerin küpesi
Çıt diye kırılır
Rüzgarın eğlencesi

Muzların düşü deniz köpüğü
Nar çiçeği elmalar
Portakallar güneş yavrusu
Hep duyduğum bir türküdür
Dükkanın kokusu


Süreyya Berfe
Gün Ola

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Bir Dost Bulamadım Gün Akşam Oldu

Yorgunluktan başım düşüyor
Gökte kanadı ayrıç ayrıç bir kırlangıç
Dere gibi geçiyor içerimden
Ekmek kurumuş
Zeytin çekmiş yağını
Yürüdüm yutkuna yutkuna
Toza belendi miğdem
Gözlerim soldu
Armuda vardım yüksek
Bostana vardım ellerin
Köy hayat gibi ırak
Dönendim durdum
Bir dost bulamadım
Gün akşam oldu

Taze yavrum kan kusuyor
Dışarda eli kırbaçlı bir rüzgar
Hançer gibi geçiyor yüreğimden
Tezek tükenmiş
Oda çekmiş sıcağını
Düşündüm tütün sara sara
Ağuyla dağlandı ciğerim
Yüzümün rengi durdu
Avrada baktım ağlıyor
Komşuya vardım susuyor
Kasaba devlet gibi ırak
Yol kapalı
Kalktım oturdum
Bir dost bulamadım
Gün akşam oldu

Amerikan buğdayı bereketli olmuyor
Ötede bizim buğdaydan sapsarı bir ırmak
Güneş gibi geçiyor düşlerimden
Öküzler zayıflamış
Toprak çekmiş elini
Eridim hilal oldum
Sele karşı terim
Gücüm dondu
Tüccara vardım ürkek
Yakın köye vardım bakmıyor
Geçim bir kanlı tuzak
Sordum sordurdum
Bir dost bulamadım
Gün akşam oldu

Şehre inince keyfim kaçıyor
Her yerde yüzüme çarpan bir tokat
Eski bir kin gibi geçiyor gözüm önünden
Kapılar kapanmış
Hükümet çekmiş ayağını
Bekledim köle oldum
Yere yapıştı dizlerim
Umuduma set kondu
Valiye vardım ödlek
Başkana vardım gülüyor
Belki çıkar diye evrak
Sustum oturdum
Bir dost bulamadım
Gün akşam oldu


Süreyya Berfe
Gün Ola

Rahibe

Gün küçülmüş bir güneşle döner
Benim yeni sevgim de döner
Kısık sesli rahibeler gibi
Uçuk rengiyle dolaşır
İçime eski perdeler iner

O zaman bavulumu alır giderim
Bu şehirde geçen hayatımı doldururum içine
Terliklerimi tahta masamı bütün sevdiklerimi
Bir de o uzun yasımı koyanın
Hiçbirini incitmeden kararlı ellerimle

Sokaklarda koşanlara bakarım
Yağmura çocuklara ihtiyarlara
Bir ölüyü bir güvercine değişenlere
Sallantılı gözlerimle bakarım
Bavulumu alır giderim bir ara

Yüzün beni görmekten gerilmez
Günışığı görmeyen bir avlu değildir
Çünkü yüzündür seni gizleyen
İki üzgün gözle bezenmiş
Durmadan bir aşkı seyirir

Ama istersen kırlara çıkabiliriz seninle
Patika esirgemez kendini bizden genişler
Geçer çimenlerin dilindeki pelteklik
Tabiatın gür sesli yalvacı susar
Başlar pınarlarda bir dayanıksız panik

Sen basma bir yeldirme giyersin
Ben partal postallarımı
Polkalar çalan postallarımı
Çatlamış yerebakan postallarımı

Yağmurça gibi koşarsın sen
Özürsüz ince ayaklarında
Bulutlar yelelerini önümüze serer
Ağladığın yıllar geride kalır
Gizlenir yalgınlar yaftaları yırtılır

Karşımıza ne çıkarsa üleştiririm
Bir rahibe sesizliğiyle girenleri uykuma
Seninle girenleri sensiz girenleri
Beni örten alıkoyan hayatımı
Kanımı sıcak tutacak ölümümü
Ne çıkarsa unutmam üleştiririm

Çünkü sen görünmeyen bir yağmurça gibi koşarsın
Ben biraz sonra ölecek bir yatalak gibi
Yaşlı nalbantlardan kalmış yüreğimle
Sesimin ucunda öbeklenmiş hüznümle
Çıkarır veririm sana acılarımı mirasımı
Çünkü şehrin gürültülü ağzını
Akşamla esneyen ağzını bilirim
Bulanık bir sabahı sayıklar o
Göğün titiz bir hareketle göğerttiği
Alıngan yavukluların bulunduğu
Sıkıntı veren dar bir evdir
Bu dar evi çok iyi bilirim .
Bildiğim için bavulumu alır giderim
Yüzünü alır giderim
Beni korkutan şimşeklerin aydınlattığı
Sesini bile alır giderim


Süreyya Berfe
Ufkun Dışında

12 Temmuz 2011 Salı

Sığınak

Göğü kahverengileştiren bir çocuk
sizi coşkuyla itecek.
Sobayı yaktıktan sonra
anılar ölüler evinden on beş dakika.
Öğretmen garip. Kaçak.

Babası nasılsa ölen bir çocuk
ağlayacak. İsterse değil.
En büyüyü bozan içgüdü
biliyorum elbet bir gün
kuşların bana da konacak.

Köy uyuyacak. Kaçak
bir yanılsamadan sonra
kasım ayı ve sabah
unutup göğü kahverengi
ve yanda dizelerimi
yazık! köy uyuyacak.

Uzakta kalmış şehir
ve göğü kahverengileştiren sesim.
Daha saatler var nasılsa
kasım ayına ve sabaha
ve hala bitmedi patika
ve bir bayram fişeği gibi kalbim
ve büyüyü bozan içgüdü
ardımda.

Köy uyuyacak. Kaçak
daha saatler var
tükenmez suskuya.
Gel gel dönüşür sesim
elbet bir gün anıya.

İşte benim
yavaşlar yavaşlar
günlerle acımız
köy
uyuyunca.


Egemen Berköz
Yalnız ve Birlikte
1965

Yeniyetme

Çiçekler sana geliyor bak
çiçekler suskular ben
umarsız sokaklar sokaklar tirtir
uzak bir dağ yeşillenir gizli
umarsız ellerim ellerim gizli
sonra ben iki çifte adım
hiç ve gizli

kiremitler kıpkırmızı bak
pencereler karanlık karanlık ezgi
bir taş atsam başlamış ezgi
bir karanfil ağacı kurusa karanfiller soluk ufacık karanfiller

hiç ve gizli
sonra ben iki çifte adım

yeniyetme bir yol uzar önümde
teneke saksılarda susku.


Egemen Berköz
Yalnız ve Birlikte
1962

11 Temmuz 2011 Pazartesi

XI

İster sevgili, ister dost olsun,
Ayrılmak saati gelip çattı mı, sakın gizleme;
Sen omuzdan kesilmiş bir çaresiz kolsun.
Eskiye de boş ver onu da eşeleme;
Ne iyiydik'ler, yine görüşürüz'ler
Dikenli tel gibi takılmasın boğazına
Biliyorsun bu sözler inandırıcı değiller.
Çoğaltmadan katlan acının en azına;
Bekleme aracın kalkmasını, ayrılıklar götürü
Karış telaşlı bir kalabalığın içine,
Yürü ardına bakmadan, durmadan yürü;
Yeni aşkların, yeni dostlukların geleceğine.
          Alıştır kendini her şey biter ve gömülür;
          "Ve nice yazlardan sonra kuğu da ölür."


Metin Altıok
Soneler

Misilleme

Cemal Süreya'ya Beş Şiir


Sen ki şiirin kilit diliydin
İmgeyle gerçek arasında
Gidip gelen pericik
Sen Cemal Süreya
Benzersiz ve depreşik
"Bir misillemeydin" dünyaya.

Şimdi sen öldün ya
Sanki eksilmiş gibi
Her şey yarı yarıya
Kuşkuyla bakıyor herkes
Çevresindeki eşyaya
Görünmeyen bir yan arıyor.

Sen ağıtını kendi yakan
Mazlumun süren kökü
Bak ürperiyor durgun sular
Ve doğuda bir yerde
Derin bir meşelikten
Avaz avaz geçiyor rüzgar.

Şimdi sen öldün ya
Yumuşacık bir çizgi
Ediniyor avuçlarına
Yeni doğan çocuklar
Artık sevda yazgılarını
O çizgiden okuyacaklar.

Bilmiyorum bir turnadan
Acaba kaç şiir çıkar
Ama senin şiirinden
Kalkan turnalar
Mutlaka bir halkın
Solgun tarihine konarlar.


Metin Altıok
Süveyda

Geriye Kalan

Bir anahtar verdindi bana,
Kabaran yüreğimi bilerek.
Kullanıp durdum onu gönlümce,
Aşkıma kenar süsü diyerek;
Aşındırdım dişlerini zamanla.

Geriye ben kaldım işte.

Yalan olur sevmedim dersem;
Ama yolcu yolunda gerek.
Ey ömrümün uğuldayan durağı;
Yanlış bir hesaptan dönerek,
Benli günlerini sil istersen.

Geriye sen kaldın işte.


Metin Altıok
Süveyda

Yıkıcılar Geldiler

Ve evin yüzü burkuldu
Bir kıpırtı vardı şakaklarında.
Yıkıcılar geldiler, çatıdan başladılar.
Kiremitleri topladılar birer birer.
Tahtaları söktüler, kanırtıp çivileri
Ellerinde keserler.

Anımsar mısın denize karşı oturmuştuk.
İkimiz de arkamızı dönmek istememiştik kıyıya.
Susmuştuk uzun bir hesaplaşmayla.
İki sevgili vardı yan masada;
Umurlarında bile değildi deniz,
Alınları birbirine değecekti az daha.

Yıkıcılar geldiler,
Çıkardılar kapı ve pencerelerin pervazlarını.
Kör gözleri ve açılmış ağzıyla
Kaldı temelleri üstünde umarsız ev
Sıra balyozlardaydı artık,
Çelik iskeletini evin ortaya çıkarmak için.

Benim göğüs kafesimde bir iskete,
İskeletimin bekçisi, içten bağlı kemiklerime
Sıçrayıp duruyordu ordan oraya,
Duyuyordum kıpırtısını içimde.
Bir bulut geçiyordu senin gözlerinden,
Oturuyorduk; ben kızgın çölüm, sen yıldızsız göğünle.

Yıkıcılar geldiler;
Düştü gürültüsüyle yüzü köhne evin,
Göründü bazı odaları ve iç duvarları
Ayrı renklere boyanmış sofası, isli mutfağı.
Bir kesit kalmıştı geriye şimdi o evden
Eski bir yaşantıyı simgeleyen

Çıkıp yürümüştük kıyı boyu
Benim sıvası dökük yüzüm, senin çocuk gözlerinle.
Oysa sen yürümeyi sevmezsin.
Nasıl da değişmişti görüntüsü
Yıllardır görmediğimiz kentin!
Yürümüştük anısıyla eski cumbalı evlerin.

Yıkıcılar geldiler, yıktılar bütün duvarları.
Yalnız temel kaldı geriye ve birkaç tuğla kırığı.
İş araçlarında artık,
Bir canavar ağzıyla deşmek için toprağı.
Ve temizleyecekler kazılan yerlerde
Bizden kalan balçığı.


Metin Altıok
Kendinin Avcısı

9 Temmuz 2011 Cumartesi

O Çocuk

Bahçeden çocuk sesleri geliyor
Hayatı dinliyorum
İçim yoruluyor, ruh yoruluyor

Büyük gözlü çocuk
İnsanın içine kadar bakıyor
Sorar gibi
- Nerede benim babam

Kendimi şöyle görürüm düşümde
İki ata birden binmişim
Biriyle kuzeye saldırıyorum
Ötekiyle
Alkan lalelerin
Kıpkızıl tutuştuğu sulara

Nerde babam
Karşısında yapayalnızsın
Duvar gibi dikilen
Bu sorunun

Okşuyorsun başını
Şehit çocuğunun

Bahçeden kuş sesleri geliyor
Sabahı dinliyorum
Bu sefer bezgin

Bir vakit
Darağaçları kurdum
Elimden fırlayıp gidiyor cellatlar
Silah olarak
Bir tek soru var elimde
Nerede babam, nerede


Cahit Zarifoğlu
Bütün Eserleri, I

Aşka Dair

Öyle sofralar gördüm ki
İnsan kasları vardı tabaklarda

O eğik gövdeler önünde yalnızlık
Herşeyi birbirinden uzağa çarpıyordu
Bir kadın
Bir erkek

Gizlice soluyordu
Bir erkek av arkadaşından
Av durgunluğu gibi gösterip saklıyarak

Kamışlıktaki sazların arasından
Ilık ve yapışkan fısıltıları
Ayırarak alarak ·
Urgan gibi bedenine doluyordu

Herşeye benzeyebilirken o
Hiçbirşey benzemezken ona

O ünlü borazan
Başlarsa saçlarımızın diplerinden
Üfürmeye. - Yırtıcı bir hayvan
Kimliği yapışır yakamıza

Bir erkek mi o
Göle yatmış bir güneş demetinde
O mor ışında
Bir köpek ölüsü gibi yatan

Hızla kayan
Yoksa bir yaban ördeği gölgesi mi


Cahit Zarifoğlu
Menziller

8 Temmuz 2011 Cuma

İşaret Çocukları

Yasin okunan tütsü tüten çarşılardan
Geçerdi babam
Başında yağmur halkaları

Anam yeşil hırkalar görürdü düşünde
Daha ilk güzelliğinde
Alnını iki dağın arasına germiş
Bir devin göğsüne benzer
Göğsünden dualar geçermiş

Çarşılar ellerinde ekmek iğneleri
Cami avlularına açılan
Havuz sularına kapılan çocuklar
Görmeden güneşin bütün renklerini
Götürmezlerdi dükkandaki babalarına
Ocaktan akan kaynar yemekleri
Nenelerinin koyduğu avuç taslarına

Başı ve yüreği şahbaz
Kaleleri ağırlayan kadınların
Süslerini kemerlerini
Başlarını ağırlaştıran
Ağır siyah şelale saçlarını
Tutunca gençleşirdi erkekler

Sonra insan o ki denizde
Küçük ve büyük nehirde
Bedeni ıslatan afsunlu suda
Önce niyet sonra yıkanırdı

Zaman dert getirdi sulara
İçinde eski balıkların yattığı kayalar
Savaşan insanların elinde
İnce yontulup taşındı balta mızrak şekline

Anam kanları koruyan
Kavga ayıran bir kargı elinde
Kara ocağın taşlarına
İşaret koydu çocuklarını
Belinde gezdiren babamın
Beyaz yazılarla kazandığı adları

Yüreği korkuyla kuvvetlendi babamın
Unutup genç gelen günleri
Zamanın sürerken çektiği günleri
Çetin bilmecelerle
Sürdü atını şehirlere

Yün ören at güden kadınlar
Ormanlara tepeden eğilen toprak evlerde
Küçük pencereli karanlık dar odalarda
Uzaktan uzayıp gelen kurt seslerinin
Uzağa çekilip giden
Ayazda donan gülmeler içinde
Ormanlarda süt emziren anne
Unuttu gittikçe uzayan çocuğunu

Hep kaçarmış şehirlerin
Demir dağlarına
Uyuyunca toprak beşiğimde
Sahipsiz kalan
Ellerimden kayan aydınlık günlerim


Cahit Zarifoğlu

Türkiye'nin Mavisi

Dedem Korkut'tan Dedem Ceyhun'a
Kaç çadır kaç ortağ var arada
Bıkmadan birer birer sayardık
Kaç göç kaç bozgun vardı derdik
Kaşgarlı Mahmut'tan Koca Yunus'a

Ve dağlarından alarak haberi
İnanırdık Kaygusuz'un sözüne
İki koçak bir ceylana koşanda
Duyardık Köroğlu'nun narasını
Gün ışığı boş şeşpere vuranda

Banaz yöresinden bir kilim gibi
Açınca çiçekler Pir'e giderdik
Yine geldi yaz ayları diyerek
Dağılır aşiret yanık köz gibi
Sivas yollarını bahar bilerek

Güney rüzgarından bir oymak göçü
Göç değil gerçekte iskan kavgası
Dadaloğlu bu kavganın doğrusu
Toprak için devlet ölüm fermanı
Ferman Osmanlının dağlar ozanın

Dedem Korkut'tan Dedem Ceyhun'a
Çok güneş çok rüzgar geçmiştir
Kimi aşık Kerem gibi yana yana
Kimi ozan Nazım gibi kana kana
Türkiye'nin mavisini çizmiştir


Nurer Uğurlu

7 Temmuz 2011 Perşembe

Ağıt

Sanki bir çocuk gibi ud çalarım her sabah
Ve ne zaman ağlasam çocukluk sevdasıyla
Ceviz sandık içinde sarı yeşil bir külah
Yalnızlık mızrağımı atarım belki suya

Yedi yaşın sümüklü bir okul çocuğuydum
(Anlatmak istediğim babamın yalnızlığı)
Geçerken maviliği arkasından yaşardım
Bitsin artık bu oyun ne çocuktum bilmem ki

Yeni şeyler aradım uzayan sakalımdan
Baştanbaşa yalnızlık ortaçağdan bir dünya
Papatyalar açarmış içinde kitapların
Ellerimi uzattım sıra gelince aşka

Severken unuturum en güzel akşamları
Kaçarken yalnızlığım avcıların elinden
(Hoşuma giden ölüm yine kime aşıktı)
Bakardım arkasından maviliği geçerken

Nasıl söylerim şimdi bir ben kaldım ortada
Ucuz aşk romanları (utanırım yazarken)
Çıplak kadın resmine açık saçık şarkıya
Bayılırdım doğrusu. Ya duvardaki ilan

Geri dönmek istedim verdiğim bütün sözden
Benim olur sanmıştım denizin saltanatı
Bahçesine oturdum yalnızlığın ve aşkın
Bekledim gelişini küçük bir adam gibi

Şarap dolu bardaklar bildiğin gibi değil
(Ve beyaz bir kadınsın bilir misin meleğim)
Senin için bu ağıt anlattığım bu masal
Gözlerimde yalnızlık en güzel çocukluğum

Hasan değilim şimdi sıcak güneş altından
Bıktım artık doğrusu (güzelliğin eskir mi)
Senin için rüzgarın yarım kalmış bir aşkın
Arkasından ağladım düşündüm o körfezi


Nurer Uğurlu
Masal

Güz, Almanya

Güzergah değiştirdi pastırma yazı da
Güneye giden göçmen kuşlar gibi
Çevre karanlığından
Kaldı kuşlar ayaz ortasında
Göçemeden.

Zehir zıkkım yol yolak
Güz zemherisi
Gece, 24 saat
Kolu kanadı kırık renklerin
Ve solgun bütün kokular.

Salgın korku
Telef ediyor sürü sürü
Göçmen kuşları
Kol geziyor yolda belde
Kara güz zemherisi.

Göçtü buradan
Pastırma yazı
Doğasız bir ülkeye
Buranın mevsimi
Yaşam ötesi.

Karanlık bir yaratık
Çevre yıldızsız gece
Soluğu ayaz
Kışa çıkamaz
Güz Almanya


Yüksel Pazarkaya
Mutluluk Şiirleri

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Apartmanlarda Yaşayan Çocukların Gözlemleri

aşağı kattaki teyze çiçeklerini
cam gibi seviyor çocuk gibi bakıyor onlara
ama biz bahçede oynarken horluyor bizi
çiçekler gibi davranmıyor çocuklara

yukarı kattaki amca otomobiline tutkun nedense
çocuk gibi yıkayıp temizliyor onu her gün
Çekilin bakalım otomobilin yanından! diye bağırıyor bize
otomobili güneşin ve yağmurun altında kaldığı için üzgün

durmadan birbirine bağıran yaşlılar hele
bizim sesimizi duymak istemiyor
biz kuşlar gibi cıvıldaştığımızı sanıyoruz belki de
ama büyükleri bazı şeylere inandırmak zor

televizyon ve otomobil büyükler için birer oyuncak
ellerine verilmiş oyalansınlar diye
bize kalıyor apartman sorunlarıyla uğraşmak
ama çok kızıyorlar biz işe girişince


Eray Canberk
Yüreğin Burkulduğu Zaman

Bindokuzyüzkırktan Kalma Bir Çocuk

bir gidişti kim bilir nerelere varırdı
suçlu değildi ama suçlu duyardı kendini
her akşam üstü içi daralırdı
bağırırdı ama kim duyardı sesini

kuytu bir yalnızlığı vardı çocukluğundan kalma
eklenirdi kül renkli hüzünlerle kaygılar
içlenirdi türkülerle yokluklara yoksulluklara
bir yanıyla bir dünya yaratırdı azar azar

nereye uzansa bir sonsuza çıkardı
ayrılıklara katlanarak öğrenirdi sevgileri
ve her gün onda bir duvarı yıkardı
tek başına savaşların en güzelini verdi

yılgın adamlar değil dal gibi çocuklardır
gelecek savaşlara bağladığı umutlar
bir güneşe uzanır gizlice ağır ağır
her biri bir başka çiçek açan kuytuluklar


Eray Canberk
Kuytu Sular

5 Temmuz 2011 Salı

Boş

gülyüzlü çocuklar ve İstanbul görünüşleri
kör bir adamın sattığı bayram tebrikleridir.
daha çok izinli askerler ve inşaat işçileri
almak için uzağından bakarlar

bakarlar ve bakarlar alamazlar

çünkü onların aradığı türkü gibi bir şeydir
Sonra çaresiz yabancı yalnız
tükenmez kalemle aynı ve uzun mektuplar yazarlar
belki küçücük ama çok çiçekli
"Bayramınız Kutlu Olsun" yazılı bir şeyler bulurlarsa
alıp alıp bırakırlar
ve korktukları bellidir ne yapsalar

ben birgün güz gibi kış öğlesinde
o askerler o işçiler gibi
bir şeyler aradım sayısız kör satıcıdan
sonra da yolladığım sana tıpkı onların bulamadığı
bir türküydü
nice boş zarfların içinden çıkan


Eray Canberk
Kuytu Sular

Kış Şiirleri

I.

hep üşüdüğümü hatırlardım
umarsız, yırtık resimlere soba pervazlarına
kırılmayan cama doğru aşka doğru
buğulu ve karartılı resimlerle üleşilmenin
anısı doygun bir güz olan
yorganıma girip çaresiz ellerimle
"odamdaki saksıya su veriyorum
gelişip benim kadar olsun o da
boynu bükük ve diri
tutmalı baharla güneşi vermeli ona"
sağdıç emeği, bozuk saçlarımı kim tarar
boyun atkımı, donuk gecelerin kenarını
bir de aşka giden çocukları
çatallı-bıçaklı, göğsünü tabağa hazırlayan
bükülü cam gözleri kaytan olmanın
bulaşan sakağıdır gökyüzüne
kenar adamlarını, ıslığı bir bıyığa benziyen
alkolü ve hafif yağmuru seven

bizler ki çarpıntıyı böğründe taşıyan
gözebeyi, sürgünü hastalığım bu benim
ne yapsam işte oyulmuş gözlerim
deniz ki o kadar yakındır da
sular durmaz avuçlarımda


Halûk Aker
Sürgün Hızı

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Acının Gümüşü

ormanı da geçtim ustam
bitkilerin kekre tadıyla
yürüdüm oradaydı şiir
eski bir nehir yatağında
ıslak kumlar arasında
duruyordu acının gümüşü

orada ölümle yan yana
oturdum çakılların üzerine
neler olduğunu düşündüm
evvel zaman içinde
yeter miydi bunca kavram
yazmaya o büyük şiiri

sıyrılsam bu tılsımdan
yüzüme değen serinlik
tenime dokunan ürperti
ince sesi kuruyan otların
yolunu açar mıydı önümde
bilgeliğe giden bir ömrün

gördüm nasıl savrulur
yıkılan evlere ay ışığı
sesini duydum karanlıkta
ağlayan yaralı çocukların
otlar yetmedi sarmaya
kanayan o derin yarayı

ölümünü gördüm ustam
ince kanatlı kuşların
döne döne inişini göllere
kırılan dalını özgürlüğün
yalnızlığın paslı gecesiydi
saplanan sayrı kadınlara

ormanı da geçtim ustam
kırık süzgüler arasında
duruyordu acının gümüşü


Ahmet Uysal
Acının Gümüşü
Mart '98

Ağır Zamanlar Uykusu

ağır zamanlar uykusu
örtüyor çoktandır yaşadığımız
günlerin üzerini

kırkıncı kapının ardında
çürüyor günden güne
rumuzu rüzgar olan aşklar

seninle sevgilim, seninle
güzdönümü olmak isterdik
kuşların göç haritasında

yüzümüzde bozkırın tuzu,
kuruyan otların kokusu
kalsın isterdik dudağımızda

nehirler birden değiştirdi yatağını
derin katmanlar önündü
ince yaz sularımız

halbuki uzak ve ıssız
ormanlara benzerdi şiirlerimiz
usulca kanasa da


Ahmet Uysal
Acının Gümüşü

Ay Dolandı Ardıçlığı

Gece yarısı, uykun kaçmış
Camlardasın yine
Dışarda aya aydınlığı bir gece
Gümüş şarkısı kavakların
Ay germiş tefini
Geçiyor salına salına
Ardıçlığın ordan

Duman almış karşı dağları.
Ahlatlar uzakta
Durgun ve kara
Yalnız dervişleri kıraçların
Neden hep kederleri
Kederleri ve anıları çağırır sana?..

Elliye yakınsın
Ömrün sakin ikindisi
Şeftali çiçekleri değildir artık yağan
Okuduğun kitaplara

Dostların var sürgünde
Yabancı yağmurlarda üşüyen
Duvarlar, demirler ardında kardeşlerin
Adanmışlar bir ince türküye
Acılar içinde
Zorlu bir yolu yürüyen.

Sen de kuşatılsın burada
Bu kuytu kasabada
Elinde bir kadeh rakı
Susuz ve güzel!
Duman olmakta bir damlayla şimdi
Senden mi
Yoksa güz yağmurlarından mı?..

Sürgit değildir bu karanlık
Tan ağarır, gün doğar birazdan
Sağır kadın Fatma
Sessiz ve gölgesiz
Bırakır gider bakracı kapına
Reyhan yaprağı serpili
Çayır çimen kokulu
Güleç yüzlü süt
Sararan yapraklarıyla ayva
Günaydın der sana.

Hadi kurtul bu boğgun havadan
Ve git yat!
Ay dolandı ardıçlığı çoktan.


Metin Demirtaş
Bir Mendil Gökyüzü

Dörtbuçuk Adamları

Biz üç kişiyiz-Cumartesi ,
Ben, Doktor Semih, Allahsız Kani
Kemeraltı soluk soluğa
Alından-mavisinden belli .

Merhabanın bini bir para,
Tuttuk içerlere yürüdük.
Bir atkuyruklu salındı geçti,
Üçümüz üç yerden öldük.

Bir günlük-güneşlik sormayın,
Vitrinleri donatmışlar, şarkılar,
Müjdeci mi geldi -n'oluyoruz,
Yoksa bayram mı var?

Karakolun köşesinden Barbara çıktı ,
Barbara'yı böyle güzel bilmezdik,
Sarılar giymiş, yakıştırmış - hoşumuza gitti,
Aferin orospuya, dedik.

Oya'lar, Erol'lar, Ayşe'ler- Can'lar,
Bir şu Leyla kimseyle gezmez.
Hangi akla hizmet eder anlamam
Vallahi kızım, kitaba uymaz.

Bugün bütün kadınlar güzel.
Ya da ben tümden sevdalandım.
Mayk'ı gördük, o da sevdalıymış,
Erimiş, kurumuş, kopacak sandım.

Çıkmış karşıdan Raif,
Bir elinde kitaplar, bir elinde sigara
Sigaraya da mı başladın ulan.
........................

Derken akşam oldu, ışıklar yandı,
İskeleden karşılar pembe-beyaz
Bahardır, genciz, sevmek hakkımız,
Ortalıkta meltem, incecik ayaz.

Durup durup içlendik üçümüz
Ben, Doktor Semih, Allahsız Kani.
Semih , tuh etti, denize tükürdü.
Tükürülür mü, İzmir'in denizi, mas-mavi.

Arkadaşım, can kardeşim şu Semih,
Benim içim götürmez, kahroldum.
Ellerim büyüdü büyüdü utancımdan,
Koyacak yer bulamadım.

Sen başka insansın Semih, incesin,
Ama mesela hergelenin biri şu Kani.
Lafını kantara vur, öyle konuş:
Şu maviye de tükürülür mü yani?

Doktorla Kani kös kös düşünür,
Yapmayın, etmeyin, dedim, cumartesidir.
Dikmişler gözlerini uzak yerlere,
Arpacı kumruları misali.

Uzanmış limanda gemiler, mavnalar
Akşamın alacasında rıhtım.
Aklıma bir şeytanlık geldi, içime gülmek.
Bizim enayileri dürttüm.

Eğildim kulaklarına fıs fıs ettim,
Aman bir sevindik bir sevindik,
Tutuştuk elele üçümüz,
Tepecik otobüsüne bindik.


Dinçer Sümer
Yeni Şiirler
1958

1 Temmuz 2011 Cuma

Merhaba

Merhaba İlhan
İşte Enver Ahiyi de getirdik yanına
"Şu dünyada
Ayrılık var
Ölüm var
İlle de zulüm var"
Diyen ozanı.
Gülüşünden su içişine kadar
Halk olan adamı

Mezarlarınız biraz aralı
Ama atsan
Ulaştırırsın herhal sigaranı

İki gözüm ona iyi bak
Dünyaya küskün gitti biraz
Zemheride çiçek açmış
Acılı, suskun bir topraktır o
Seslenmezsen
Merhaba demez

Hastadır, koluna gir
Yürüyemez
Ayakları tutuk.
Bağışla İlhan
Öyle ya
Senin de kaburgaların kırık


Metin Demirtaş
1982

30 Haziran 2011 Perşembe

Struga Şiir Akşamlarından İzlenimler

Struga'nın ışıklı köprülerinin birinde
Dilimizde Nazım'ın hasret şiirleri
Alnımda mavi serinliği suların
Kırlangıçlar ve martılarla
Kederli bir tadı var
Köprülerden geçmenin

Kaç gün oldu ki memleketten ayrılalı
Turnalar gibi nazlı ve derin
Hasret geçiyor şiirin ilk dizesinden
Andım seni dolu gözlerle
Ey koca göçmen
Ey sevgili Nazım
Yaşayarak yangınını
Şuncağız ayrılığın

Dövülmüş acılı Afrika toprağını
Ve Agustino Neto'yu anımsatan
Karaderili bir ozan geçti
Az önce yanımdan
El salladım
Durdu:
Sevecen, kıvırcık bir gülüşle
Gülerken, kara yüzünde ak dişleri
Yanık anızlardan
Havalanan güvercin sürüleri

Ohri sokaklarındayız
Vietnamlı ozan Şe Lan Vien'le
Karanfil kokuları ve gülhatmiler
Barikatlar kurmuş yolumuza
Her halka kurban olurum

Vietnam halkına iki defa
Makedon halk türküleri söylenen
Güneşli bir meyhanede
Oturmuş mastika içiyoruz
Filistinli bir şairle
Acılı bir halkın oğlu olarak
Ne kadar şen ve şakrak
Dillerimizi bilmiyoruz
Ama konuşmadan da anlatabileceğimiz
Ne çok şey var aramızda
Filistin halkının acıları
Umutları ve gözyaşları
Ve son sözleri
Kavgada düşün ölenlerin
Ortak sevinci ve kederidir şiirlerimizin

Ohri gülü ürpermede
Akşam oluyor
Karşıda derin ve suskun
Pindos Dağları
Ve tek tük yıldızlarıyla
Arnavutluk ufukları

Ve yurdum uzakta
Öldürülmüş civan oğullarıyla
Kanlı bir mısra gibi
Uzakta


Metin Demirtaş
Hançer ve Lirik
1979

29 Haziran 2011 Çarşamba

Attila Jozsef'le Tanışma

İstanbul' da
"Militan'ın basıldığı matbaada
Tanıştım bir şairle
Çağımın fırtınalı, seçkin bir şairiyle
Atilla Jozsef
Canından damıttığı mısralarıyla
Yatıyordu arda
Kurşun harflerle dizilmiş bir kalıpta

İnanılmaz, ağlıyası bir sevgi duydum
Okuyunca şiirlerini ve intiharını
Ölümü nasıl dokundu içime
Anımsarım bir kere de böylesine
Gizli ve sımsıcak
Ağlamıştım
Vapstarofun ölümüne

Çin'de halkı kurşunlayan
Bir generale duyduğu nefret
Yurduna, sınıfına, annesine duyduğu sevgi
Yoksulluk, faşizm ve şizofreni
Aşklar, acılar, yürek üzgünlükleri
Yani çağdaş olan ne varsa
Süren şimdi bizim de hayatımızda
Öylesine ince
Ağrıyan bir yan buldum şiirlerinde

Sevdim Attilla Jozsef'i.
Ve yaşadım kalbimde bir an
Kalbinin gelgitlerini...


Metin Demirtaş
Hazırol Kalbim
1974

28 Haziran 2011 Salı

Haktan Bize Haber Verdi Erenler

Hak'tan bize haber verdi erenler
Gönülde iste bul Hakk'ı dediler
Hakk'ın cemalini ıyan görenler
Gönülde iste bul Hakk'ı dediler

Gönül imiş çünkü Hakk'ın durağı
Anda yanar imiş zatın çerağı
Ede aşkını hem Hakk'ın yarağı
Gönülde iste bul Hakk'ı dediler

Maksut olan bu alemde insandır
İnsan dedikleri gönülde candır
Can değildir hakıykat-i canandır
Gönülde iste bul Hakk'ı dediler

Bir noktadır yerden göğe bu alem
Sıfattır ol zatıdır can-ı adem
Nafahtü'den geldi bize gelen dem
Gönülde iste bul Hakk'ı dediler

Gönül ili Hakk'ın gizli ilidir
Andan haber bilen gerçek velidir
Gaybi Hakk'ın yolu gönül yoludur
Gönülde iste bul Hakk'ı dediler


Gaybı Sunullah

Gönül Gitti Elimden

Gönül gitti elimden
Ele giresi değil
Hallaak ile bir oldu
Artık ölesi değil

Ol bir ile bir olan
Cümle aleme dolan
Böyle sultanlık buları
Kulluk kılası değil

Erişmeyen vahdete
Vahdetteki izzete
Girse bile cennete
Lezzet bulası değil

Can iline girmeyen
Hak varını bulmayan
Bu surette gülmeyen
Sonra gülesi değil

İkiliğin silmeyen
Hakk'ı canda bulmayan
Gaybı kendin bilmeyen
Rabbin bilesi değil


Gaybı Sunullah

Taç Marifet Tacıdır

Taç marifet tacıdır
Sanma gayrı taç ola
Taklid ile tok olan
Hakıykatte aç ola

Düşe düşüp aldanma
Kendin hayrete salma
Hak'tan gayrı ne vardır
Tabire muhtac ola

Sana alem görünen
Hakıykatte Allah'tır
Allah birdir vallahi
Sanma ki birkaç ola

Bir ağaçtır bu alem
Meyvesi olmuş adem
Maksud olan meyvedir
Sanma ki ağaç ola

Bu adem meyvesinin
Çekirdeği sözündür
Sözsüz bu adem, alem
Bir anda tarac ola

Bu sözlerin meali
Kişi kendin bilmektir
Kendi kendin bilene
Hakıykat mirac ola

Hak denilen özündür
Özündeki sözündür
Gaybı özün bilene
Rububiyet tac ola


Gaybı Sunullah

Dedim Ay Kız Ne Güzelsin

Dedim ay kız ne güzelsin
Dedi dersim hecelenmiş
Dedim sensin dan yıldızı
Dedi hayli yücelenmiş

Dedim dilber bu ne haldir
Dedi ebruların yaydır
Dedim bedirlenmiş aydır
Dedi onbeş gecelenmiş

Dedim dilber yüzün mahı
Selvi'sin güzeller şahı
Dedim unutma Emrah'ı
Dedi neylim kocalanmış


Ercişli Emrah

Ben Bir Garip Seyyah Olsam

Ben bir garip seyyah olsam
Gezsem karayı karayı
Yitirdim nazlı yarimi
Bulsam arayı arayı

Irak yollar yakın olsa
Her güzelde hakkım olsa
Dostum Lokman hekim olsa
Sarsam yarayı yarayı

Yari düşürsem ardıma
Bir ateş düştü yurduma
Benim unulmaz derdime
Bulsam çareyi çareyi

Emrah'ım da okur yazar
Hak kalemin de kimler bozar
Ayna almış perçem düzer
Zülfün tarayı tarayı


Ercişli Emrah

Çark Devrildi Dolap Döndü

Çark devrildi dolap döndü
Ahir zamana düşüptür
Ay yerinde gün yerinde
Küfran salına düşüptür

Yerindedir gece gündüz
Örgülü terazi yıldız
Bir hanhara gidelim biz
Yollar dumana düşüptür

Yağmur yağar biter otlar
Mevç gelür dürlü nimetler
Yar ile danışır yadlar
Har gülüstana düşüptür

Bülbülün zarı figanı
Doldurur iki cihanı
Şu dünyanın sonu fani
Kavli yalana düşüptür

Dedemoğlu der hasretten
Yandı yüreğim gayretten
Umarım ki inayetten
Şah-ı Merdana düşüptür


Dedemoğlu

Evvel Bahar Yaz Ayları Gelende

Evvel bahar yaz ayları gelende
Akar boz bulanık seli Bingöl'ün
Katar katar olmuş ağca mayalar
Çıkar yaylalara ili Bingöl'ün

Bir zamanda bu dağları gezmeli
Her güzelin bir ismini yazmalı
Topuğu halhallı burnu hızmalı
Seyran ider nevcivanı Bingöl'ün

Yiğid olan dolü bade içmeli
İçüp güzellerin seyrin itmeli
Herkes sevdiğini alıp gitmeli
Yiğitlere kala yeri Bingöl'ün

Etem Bey otağın kurmuş geriden
İster tutyalara hüküm yürüden
Davudoğlu haber almış periden
Dersem menevşesin Bingöl'ün


Davudoğlu

Padişahım Cezayir'in

Padişahım Cezayir'in
Yarar arslan yatağıdır
Zaviyesidir Resulün
Gerçek erler otağıdır

Coşar derya eser badı
Kılınç ile arar yadı
Sedd-i İslam'dır bir adı
Akdenizin bucağıdır

Allah olsun kıyl ü kalin
Lütfu çoktur bi-zevalin
Cezayir yedi kralın
Daim başı nacağıdır

Cezayir'in kahramanı
Kafire vermez amanı
Severler Al-i Osmanı
Hacı Bektaş koçağıdır

Mekpanıdır gerçek erin
Hak yoluna verir serin
Benli Ali şehitlerin
Bağ-ı Cennet durağıdır


Benli Ali

Salınıp Seyran Yerine

Salınıp seyran yerine
Çıkan dilber kiminsin sen
Siyah zülfün mah yüzüne
Döken dilber kiminsin sen

Baktım gözüne kaşına
Benzettim hüma kuşuna
Beni hicran ateşine
Yakan dilber kiminsin sen

Payine yüz süren kullar
Demadem medhin ederler
Al yanak üstüne güller
Takan dilber kiminsin sen

Seyrana gider bostana
Bülbül konar gülistana
Bize mestane mestane
Bakan dilber kiminsin sen

Aşık Ömer seyre varma
Varıp divanına durma
Ela göze siyah sürme
Çeken dilber kiminsin sen


Aşık Ömer

Şu Karşıdan Gelen Dilber

Şu karşıdan gelen dilber
Boyu selvi dala benzer
Yanında bir kızla bile
Gonca açmış güle benzer

Gelinin gözleri bende
Kız cefalar etmez dosta
Gelin şerbet gibi tasta
Kız tabakta bala benzer

Gelin kıza bulur suçu
Kızın geline yeter gücü
Gelinin ibrişim saçı
Kızın sırma tele benzer

Gelin der adım Huri
Kız da meleklerin biri
Gelin al çiçekli koru
Kız bahçede güle benzer

Taşlar olsun yapınızda
Misk ü anber kokunuzda
Aşık Ömer kapınızda
Bir azatsız kula benzer


Aşık Ömer

27 Haziran 2011 Pazartesi

Beni Öp Sonra Doğur Beni

Şimdi
utançtır tanelenen
sarışın çocukların başaklarında.

Ovadan
gözü bağlı bir leylak kokusu ovadan
çeviriyor o küçücük güneşimizi.

Taşarak evlerden taraçalardan
gelip sesime yerleşiyor.

Sesimin esnek baldıranı
sesimin alaca baldıranı.

Ve kuşlara doğru
fildişi: rüzgarın tavrı.
Dağ: güneş iskeleti.

Tahta heykeller arasında
denizin yavrusu kocaman.

Kan görüyorum taş görüyorum
bütün heykeller arasında
karabasan ılık acemi
- uykusuzluğun sütlü inciri -

kovanlara sızmıyor.

Annem çok küçükken öldü
beni öp, sonra doğur beni.



Cemal Süreya