Şiir, Sadece

6 Mayıs 2018 Pazar

Sivil Aşk Yoktur

Bu kentte senin yaşadığını bilmedim
ne temizlikçi kadın söz etti, ne bekar odam
böyle giderse de bilmeyeceğim
ne zeytin bahçesi gördüm burada
ne doğru bir hüzün ne sahici bir yalan
ben bu kenti terk edeceğim
çok acı olacak hava
belki yine sis ve duman
belki de veba
ölümüne olacak bu işler
alçak gönüllü şairlerin ağzında deli bir gül gibi patlayacak
bir avuç kan

kan akacak kanallardan
ben gidince
ellerindeki yaraların izlerini silemeyeceğim
rüzgar kokusu yitecek saçlarında kıran
camlara vereceksin kendini
ben bilemeyeceğim
sivil aşk yoktur diyeceksin
hep terör hep kavga
hep yağma ile geçti ömrüm
en son bu kentte aşk şiiri denedim
baktım hala utanıyorum

bu kentte senin yaşadığını bilmedim yıllarca
şimdi geçti mi zaman
şimdi yine "bahar yorgunluğu"
yine sis ve duman


Oktay Taftalı
Kan Geleneği

5 Mayıs 2018 Cumartesi

Milattan Önceki Şiirler

XII.

Akdeniz'e dönüyorum, güz kuşlarının
Kanat vuruşlarına adımlarımı ayarlayarak
Akdeniz'e dönüyorum, dumanlı bir kentin
İrin püskürten bacalarını yüreğimden kazıyarak.

Yıllar yılı karanlık, nemli odalarda yaşadım
Her sabah yüreğime yeni bir uçurum eklemenin kederiyle
Bir göçmen kuştum ki ben, güneyi hiç bulamadım
Uçmak istesem yasakların surları dururdu önümde.

Sokaklar bir yara gibi, yüründükçe kanardı
Donup kalırdı sesim, o buzdan yüreklere vurdukça
Her ana ağıt yakmak için dudaklarını aralık tutardı
Aklım, en güzel duyguların kıyılarında durdukça.

Ve işte kendi içimde yürümeyi öğrendim şimdi
Bitmek bilmeyen sokağa çıkma yasaklarında
Anladım ki artık herkes bayraksız bir ülkeydi
Beyinler telörgüleriyle çevriliydi, yürekler mayınlarla

Yakılan kitapların dumanları tüterdi bacalardan
Ben yanan her sözcüğe tek tek gözyaşı döktüm
Yeni dünyalar aradım hayatıma, çıkarak atlaslardan
Böyle başladı kendi içimdeki o uzun yürüyüşüm.

Denizsiz bir gemiydim sanki, topraksız bir çiçek
Köklerinden kopmuş bir ağaç dinelirdi önümde
Şiirler yazdım, yazan elim, söyleyen dilim titrek
Her şiir yadsıdı kendini, yaslanarak bir başka şiire.

Turuncu bir sokağın aklımı tozutup atması böyle başladı
Sıçrayıp gitti bir çocuk, yalınayak, dikenlerin arasında
Bahçesi günebakanlı bir ev, taşlık, incir ağacı
El çırpıştırıp, titreyerek akan sular vardı arklarda.

Baba, bir dilim portakalla köpük köpük şaraplar içer
Ana, tulumbanın önündeki yalakta çamaşırlar yıkardı
Çocuk, yüzünü bir kitabın sıcacık koynuna gömer
Uzak bir deniz ve kızlar üzerine düşler kurardı.

Her sokağın bittiği yerde bir limonluk başlar
Her limonluğun ardında bir dilim deniz görünürdü
Şafakta rıhtımda bir sürü ceviz kabuğu sandal
Denizin enginlerine yaşlı balıkçıları götürürdü.

Geceleri ay bir ekmek gibi büyürdü gökyüzünde
Kavrulmuş susam ve yeni biçilmiş buğday kokardı
Yıldızlar gümüş sürerlerdi denizin tenine
Her yakamozun parladığı yerde bir deniz kızı oynardı

Böyle bir dünyaydı işte, anlatılır mı bilmem?
İnsan her dönüşünde bulur mu eski ayak izlerini?
Yağan yağmurlar mı, yoksa kendi midir onları silen?
Dönmek istiyorum ben; dupduru bir su el değmemiş bir toprağım şimdi.

Akdeniz'e dönüyorum! Akdeniz'e dönüyorum
Anamın rahmine yeniden, yeniden döner gibi


Ahmet Erhan
Alacakaranlıktaki Ülke

4 Mayıs 2018 Cuma

Felek Vermezsin Dengi Dengine

Felek vermezsin dengi dengine
Yolum düşürdün yine ingine
Kader getirdi Karaman iline
Çimenler mahzun gülleri mahzun

Aşıp dağları seyran eyledim
Garip gönlümü hayran eyledim
Doğdu gönlümden ben de söyledim
Yaylalar mahzun yolları mahzun

Oba yerleri yıkılmış viran
Ceylanlar gitmiş dağılmış şahan
Dedim feleğe işlerin yaman
Konuştum nice dilleri mahzun

Karacaoğlan konayım güllere
Gidelim gönül uzak illere
Selam söyleyin garip yollara
Gördüm ovaları çölleri mahzun


Karacaoğlan

Evvel Sen De Yücelerden

Evvel sen de yücelerden uçardın
Şimdi inginlere indin mi gönül
Derya deniz dağ taş demez geçerdin
Karadan menzilin aldın mı gönül

Yiğitliğim elden gitti yel gibi
Damağımda tadı kaldı bal gibi
Hoyrat eli değmiş gonca gül gibi
Bozulmuş başlara döndün mü gönül

Hasta oldun yastığını istersin
Kadir Mevlâ'm sağlığını göstersin
Cennet-i âladan bir köşk dilersin
Boynunun farzını kıldın mı gönül

Karacaoğlan der ki söyle sözünü
Hakk'a teslim eyle kendi özünü
Nâs işine karalama yüzünü
Yolun doğrusunu buldun mu gönül


Karacaoğlan

Geceyarıları Söylenen Ninni

Artık her şey bitti, geceleri sokağa çıkma
Artık her şey bitti, yorganına sıkıca sarın
Artık her şey bitti, yüzüme öyle bakma
Artık her şey bitti, yat, uyu adamım.

İnceldiği yerden kopsun, dediğin şeyler koptu
Artık bıktım, dediklerin hep bıktı senden
Biliyor musun, sonunda olan bize oldu
Anımsa, güzel günlerden konuşurduk eskiden.

Artık her şey bitti, dinleme sokakları
Artık her şey bitti, polis arabaları devriye geziyor
Artık herşey bitti, yaktın mı kitapları?
Artık her şey bitti, sokağa çıkma yasağı başlıyor.

Bu yüzden kendi içimde yürümeyi öğrendim şimdi
Sarhoşların bağırtılarını dinlerdim eskiden
Hayatımı düşünüyorum, görüp yaşadığım her şeyi
Sonunda bir yalnızlık duygusu sızıyor yüreğimden.

Artık her şey bitti, sabah kaçta uyandırayım?
Artık her şey bitti, bağırsan da, ağlasan da
Artık her şey bitti, hepsi gitti dostların
Artık her şey bitti, bizden çok uzaklara.

Kapınızı çalan yok, dilencilerden başka
Tek bir satır mektup gelmiyor hiç kimselerden
Sokaklara çıkıp da boşuna bir şeyleri arama
Görmezden geliyor seni, eskiden gözlerinin içine giren.

Artık her şey bitti, sabaha çok var
Artık her şey bitti, perdeyi mi açayım?
Artık her şey bitti, karanlık dışarılar
Artık her şey bitti, seni nasıl inandırayım?


Ahmet Erhan
Alacakaranlıktaki Ülke

3 Mayıs 2018 Perşembe

Evvel Bahar Yaz Ayların

Evvel bahar yaz ayların çatıldı
Paralandı bulut göğe atıldı
Akan sular kar buz oldu tutuldu
Dalgalanıp göller ağlamasın mı

Yaz gelir de yazı yaban yurd olur
Her yerde de bir alıcı kurd olur
O yaşında kızlar gonca gül olur
Vakit geçen güller ağlamasın mı

Hey der Karacaoğlan bahar erişti
Meyvasın dermeden gazelin düştü
Yüklendi barhanam kervanım göçtü
Tozu kalkan yollar ağlamasın mı


Karacaoğlan

Evvel Allah, Ahir Allah

Evvel Allah, ahir Allah
Andan ulu gelmemiştir
Hak Muhammed'den sevgili
Hakk'ın kulu gelmemiştir

Şah-ı merdan idi adı
Cömert sofrasın kim kodu
Ali'ye aslanım dedi
Uyruk Ali gelmemiştir

Pir olmayan aşka gelmez
Koç olmayan kurban olmaz
Ecel gelse derman olmaz
Hakk'tan rıza gelmemistir

Od düştüğü yeri yakar
Değme dalda gül mü biter
Ko dört dilin, çok kuş öter
Bülbül ünü gelmemistir

Karac'oğlan Hakk'a yalvar
Verdiğine günah ol dar
Şol alemde eksiksiz yar
Kimse bulup gelmemistir


Karacaoğlan

Uzun Bir Şiirin Son Dizeleri

I.

Hayatı bir gömlek gibi sıyırsam mı üstümden?
Yüreğimde, kuyruğunu bırakıp giden bir kertenkelenin tedirginliği
Ya da yollar, yollar, yollar boyunca
Bastırıp dursam mı yarama ellerimi?
O kadar kolay değil unutmak
Ölüm bile istemez olur adamı gün gelir
Son anda göze ilişen bir çiçek,
Uzaktan duyulan bir çocuk sesi...

Kan mı tutuyorum avuçlarımda?
Yoksa ufaladığım güllerden mi?
(Nerden geldi bu kırmızılık?)
Ölüme en uzak bildiklerimiz bir bir ölüyor.
Mezarlığa giden yolda ayak izlerimiz çoğalıyor.
(Nerden geldi bu karamsarlık?)
Bağırıp çağırmayı o ölülerin anılarına yakıştıramıyorum
Söylevleri de dinlemiyorum artık
Sen ölmedin, yaşıyorsunlar...
O ölüleri yaşatacak olanların çoğu
Kapılarını erkenden örtüyorlar akşamları.

O kadar kolay değil kurutmak
Yaşlarla dopdolu gözlerini anaların
Yumruklarımız bir bayrak gibi dalgalansa da
Bakışlarımız uzak bir yerde, dişlerimiz kenetli...
Ölümse eşikte soluk soluğa.
Ve nicedir silah sesleri boğuyor
Bu dünyanın en güzel sözlerini.


VII.

Beni bir denizin kıyısına bırakın
Bir portakal ağacının dibine ya da
Ne olur, onun dallarına uzanıp kalayım

Belki yeniden bulurum türkümü
- O yitirdiğim türkümü
Bütün bu sözler benim değil çünkü

Beni bir denizin kıyısına bırakın
Bir çakıltaşının içine gömün orada
O zaman ölmüşsem bile ağlamayın

Deyin: - Son türküsü ölümdü!


XII.

Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin
Sesini arıyor şimdi unutulmuş bir yazın kuruyan dallarında
Masasını topluyor, kitaplarını, sigarasını
Yazı makinasını kapatıyor usulca.

Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin
Onu artık kim sorar, kim anımsar?
Soluk dergi sayfalarında kalmış bir kaç şiiri
Nasılsa bir yerde su eritir, ateş yakar.

Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin
Bir portakal çiçeğinin koynundaydı doğumu
Karlarına gömülürken dumanlı bir kentin
Belki bundan, uzak bir denizin inleyişleri duyuldu.

Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin
Bir yaşam boyu yarasını sözcüklerin ardına sakladı
Sevdi çoğu insanı, tükenircesine sevdi
Çoğu sevgisinde yanıldı.

Sorarlarsa, onun karların üstüne düştüğü yerden
Bir portakal ağacı fışkırdı dersin
Kanı özsu oldu, dallara yürüdü
Öldü dersin, ölümü uzun bir gülümseyişe dönüştü.


Ahmet Erhan
Alacakaranlıktaki Ülke

2 Mayıs 2018 Çarşamba

Ellenmişde Bellenmişi Nideyim

Bir sofra isterim kimse sermedik
Bir yayla isterim kimse konmadık
Bir güzel isterim yad el değmedik
Ellenmişte bellenmişi nideyim

Severim güzeli nice olursa
Boyu uzun, beli ince olursa
Severim atımı dinçce olursa
Kovulmuşu, yorulmuşu nideyim

Karac'oğlan der ki, kolu kırarım
Nedir yüce dağlar size zararım
Ararsam pınarın gözün ararım
Bulanmışta durulmuşu nideyim


Karacaoğlan

Elif

İncecikten bir kar yağar,
Tozar Elif, Elif deyi...
Deli gönül abdal olmuş,
Gezer Elif, Elif deyi...

Elif’in uğru nakışlı,
Yavrı balaban bakışlı,
Yayla çiçeği kokuşlu,
Kokar Elif, Elif deyi...

Elif kaşlarını çatar,
Gamzesi sineme batar.
Ak elleri kalem tutar,
Yazar Elif, Elif deyi...

Evlerinin önü çardak,
Elif'in elinde bardak,
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif, Elif deyi...

Karac'oğlan eğmelerin,
Gönül sevmez değmelerin,
İliklemiş düğmelerin,
Çözer Elif, Elif deyi...


Karacaoğlan

Günün Son Kadını

acının gri saatlerinde yüzüyle gelirdi
ansızın ve kanatlarına sığındığım
bir gökyüzüydü, yangınlardan kalan
çocukluğumdu, başka şeylerim, hüznün geniş kültü
akşama ertelenmiş gülüşüyle, dokunmanın ve ölümün
arasaatlerine sızan oydu

bir şarkı nasıl bitirilmez, hangi renkler
arka yollarına yakışır hayatın
temas kuşu silinir mi sevişmenin argın tahtasında
ebced bahçesinde söz ne zaman yanılır
ve boynu vurulmuş sabahlar ve gümüş
yüzüğünün açık kapağından sızan kokusuyla
kaçınılmaz, yokluğun bedeniydi

aşkıyla gelir ve giderdi


Orhan Alkaya
Parçalanmış Divan

1 Mayıs 2018 Salı

Ela Gözlü Nazlı Dilber

Ela gözlü nazlı dilber
Koma beni el yerine
Altın kemerin olayım
Dola beni bel yerine

Hecine gönlüm hecine
Yiğide ölüm gecine
Al beni zülfün ucuna
Sallanayım tel yerine

Gel kız karşımda dursana
Şu benim halim sorsana
Zülfünden bir tel versene
Koklıyayım gül yerine

Karac'oğlan der n'olayım
Kolun boynuma dolayım
Nazlı yar kölen olayım
Kabul eyle kul yerine


Karacaoğlan

Dün Gece Dün Gece

Dün gece dün gece gördüm düşümde
Göçün çekmiş gider ili Zeyneb'in
İnci mercan gibi ufak dişinde
Tatlı tatlı söyler dili Zeyneb'in

Zeyneb pek küçüktür haldan bilmiyor
Ün eyledim hiç yanıma gelmiyor
Göz görüp de gönül karar kılmıyor
Aştı üstümüzden yolu Zeyneb'in

Yaz gelip de meyvaları yetmemiş
Şeyda bülbül konup figan etmemiş
Bahçasında mor menevşe bitmemiş
Açılmış goncası gülü Zeyneb'in

Sabah olur seher yeli estirir
Siyah zülfü mah yüzünde gezdirir
Zalım engel yari bize küstürür
Dolansın boynuma kolu Zeyneb'in

Bahar olup seher yeli esti mi
Zeyneb bizim ile kadem bastı mı
Acep bizden umudunu kesti mi
Karacaoğlan olsun kulu Zeyneb'in


Karacaoğlan

Su

Firuze rengi suların önünde diz çökmüş
bir okçu, elinde altın yayıyla.
Karalarla kaplanlarla oynuyordu,
kemanıyla oynadığı gibi.

Firuze rengi sularda yüzen
sarı güller... lerin yansıttığı
yanılsamalar... içindeyim...
O uzun siyah eldivenimle
yürüyorum sularda.

sularla evlilik akuatik yeşillerle
gri gözlerle bir anima-kadın
soluk alıp verişi

karanlık yaprakların ardında

Bir yıldız gümüş notalar fısıldıyor
onun da kulağına... dolendo...
Seslerin ve notaların gümüş
ağırlığıyla dalıyor sulara, dalıyoruz.

bir denizaltı konuşması gibi
artık kimsenin dinlemediği iki insan arasında

boğulmamak için denizin dibinde konuşmaya çalışan
iki insan gibi neredeyse
dolendo

O uzun beyaz eldivenimle
tekrar çıktığımda sulara Miras'ım,
alnıma saplanacak altın bir ok olabilir.
Erden kızların önünde eğilmiş
oturuyor olabilirim alnımda altın bir okla.
Aramızda belirli uzaklıklarla eğilmiş
şarkı söylüyor olabiliriz gri sulara.
Aramızda kristal uzaklıklarla
göğe çekilmiş olabiliriz, ağlayan ünikornlar gibi.
Orion çekimi belki de yalnızca...


Lale Müldür
Voyıcır 2


30 Nisan 2018 Pazartesi

Dinleyin Bir Güzel Medhedeyim

Dinleyin bir güzel medhedeyim
Yiğide nispetle yürüyüşlünün
Can feda ederim söyle sunaya
Bin türlü naz ile salınışının

Kadife şalvarli tüllü başlının
Güvercin topuklu sarı mestlinin
Elleri kınalı kumru seslinin
Zülüfü gerdana tarayışlının

Entari giyinmiş freng irengi
Yanaklar kırmızı elmas irengi
Saçları topukla eyliyor çengi
Bir ceren bakışlı on dört yaşlının

Karac'oğlan der ki güzelin huyu
Hezeren çubuğna benziyor boyu
Ab-i kevser gibi lebinin suyu
Peynirdir dilleri inci dişlinin


Karacaoğlan

Deli Gönül

Deli gönül gezer gezer gelirsin
Arı gibi her çicekten alırsın
Nerde güzel görsen orda kalırsın
Ben senin derdini çekemem gönül

Santur mu istersin saz mı istersin
Ördek mi istersin kaz mı istersin
Tomurcuk memeli kız mı istersin
Ben senin derdini çekemem gönül

Çıkıp yücelere bakmak istersin
Coşkun sular gibi akmak istersin
Her güzelle yatıp kalkmak istersin
Ben senin derdini çekemem gönül

Karac'oğlan der ki okuyam yazam
Keleş değilim ki kervanlar bozam
Giyinem kuşanam bir hosça gezem
Ben senin derdini çekemem gönül


Karacaoğlan

Penelope'den Odysseus'a Mektup


Alman ressam J. H. W. Tischbein’ın (1751-1829) Odysseus ve Penelope adlı tablosu.


Bu satırlar sana Penelope’nden, uyuşuk Ulysses,
Üzülmem bana cevap vermezsen: Sen kendin gel!
Yunan kızların gıpta ettiği Troya yıkıldı gitti,
Priamus’un(1) ve koca Troya’nın meğer ne azmış kıymeti.

Ah keşke, donanmasıyla yol alırken Sparta’ya
O ahlaksız(2) gömülseydi denizin azgın sularına!
Üşüyerek yatmazdım ben de terk edilmiş yatağımda,
Günler geçmiyor diye yakınmazdım ardında,
Uzun geceler geçip gitsin diye,
Yormazdım boş ellerimi dokuma tezgâhı başında. 

Ne zaman korkmadım ben gerçektekinden büyük tehlikelerden?
Aşktır işte bu, korku ve kaygıyla dolu.
Kurardım zihnimde vahşi Troyalıların sana saldırdıklarını,
Sararıp solardım ne zaman duysam Hector’un(3) adını.
Biri söz etse düşmanların yendiği Antilochus’tan,(4)
Yeni bir sebep olurdu Antilochus korkularıma.
Ya da başkasının silahlarını kuşanmışken vurulan Menoetius oğlundan(5),
Ağlardım hilelerin bir işe yaramamasına.
Biri söz etse Troyalının mızrağını kana bulayan Tlepolemus’tan(6),
Kaygılanırdım Tlepolemus’un ölümüyle bir kez daha. 
Aslında vuruldukça biri Yunan ordularından
Seveninin yüreği daha da soğuk oldu buzdan.
Neyse ki adaletli tanrı bu masum âşıktan yana,
Troya kül oldu zarar gelmeden sana.

Döndüler Argos’lu önderler, dumanlar tütüyor sunaklarda, 
Düşman ganimetleri adanıyor koruyucu tanrılarımıza.
Kadınlar teşekkür ediyor armağanlarla kocalarının esenliği adına.
Onlar da anlatıyorlar yendikleri Troya’nın kaderini şarkılarla.
Hayranlıkla dinliyor adaletli yaşlılar, ürkek genç kızlar,
Bir adam konuşurken asılıyor karısı dudaklarına. 
Başka biri de masada coşkuyla anlatıyor acımasız savaşı,
Ve adeta resmediyor incecik kadehe tüm Troya’yı:
"Buradan Simois akıyordu, şurası da Sigeia toprakları,
İşte tam şurada yaşlı Priamos’un görkemli sarayı,
Aiakos oğlunun(7) çadırı burada, Ulysses’inki de şurada;
Kan revan içindeki Hektor tam burada ürküttü atları."(8)

İşte bunlar yaşlı Nestor’un anlattıkları
Seni soran oğlumuza, oğlumuzun da bana.
Ondan duydum Rhesum’un, Dolana’nın kılıçtan geçirildiğini,
Ölüm uykuda aldı birini, tuzağa kurban gitti diğeri. 
Kalkmışsın - aileni hiç mi hiç düşünmeden -
Gece vakti hileyle Troya ordugahına girmeye,
Tek kişinin desteğiyle onlarcasını öldürmeye!
Ama dikkat etmişsin kendine aklına ben gelince!
Yüreğim korkuyla titredi, duyana dek galip geldiğini, 
Dostlarının arasından Ismaris atlarıyla geçtiğini.
Peki bana faydası ne, Ilium’u yakıp yıkmanızın,
Surların yerini toprağın almasının,
Benim için her şey yine Pergama direnirken olduğu gibiyse,
Kocam yine yanımda değilse? 
Başkalarına göre Troya yıkıldı, bir tek bana göre hâlâ aynı,
Savaşın galibi çift sürüyor orada sanki yerli gibi.
Troya topraklarını orakla biçmeyi bekliyor,
Kana bulanmış toprak sanki daha da verimli;
Kıvrık sabana takılıyor toprağa saçılmış kemikler, 
Sarmış yıkık evlerin üzerini körpe bitkiler.
Galipsin, ama yanımda da değilsin, bilemem niye geciktiğini,
Taş kalbinle dünyanın hangi köşesinde gizlendiğini?

Ne zaman yabancı bir gemi yanaşsa kıyıya,
Sordukça sorarım seni ona, 
Gün olur da seni görür diye tutuştururum eline
Ellerimle yazdığım mektubumu.
Mektup yolladım Pylos’a, Neleus oğlu yaşlı Nestor’un ülkesine,
Gelen haber asılsız bir söylenti.
Mektup yolladım Sparta’ya, orada da bilen yok gerçeği. 
Hangi topraklardasın ya da nerede oyalanıyorsun şimdi?
Keşke Phoebus surları ayakta olsaydı hâlâ,
Ah zavallı ben, öfkeleniyorum önceki adaklarıma!
Bilirdim nerede savaştığını, savaş olurdu beni korkutan sadece
Ve aynı dertten yakınırdım ben de pek çok kişiyle. 
Oysa neden korkayım bilmiyorum - ama her şeyden de korkuyorum deli gibi,
Bana endişe veren o kadar şey var ki.
Denizde de karada da ne kadar tehlike varsa aklımda,
Her biri olabilir bu uzun gecikmenin sebebi.
Ben boş yere kaygılanırken, - tutkularınız vardır sizin -
Belki de başka bir aşka kapılmışsındır sen.
Belki anlatıyorsun nasıl sıradan bir karın olduğunu ona,
Elinden iş gelmediğini yün eğirmekten başka.
Keşke yanılsam, bu şüphe hafif bir esintiyle uçup gitse,
Ve özgürken dönmekte, kalmak kendi tercihin olmasa! 
Babam Icarius zorluyor beni boş yatağımı terk etmeye
Ve söyleniyor sonu gelmeyen ertelemelerime.
İstediği kadar söylensin -ben seninim, senin olduğumu herkes söylesin;
Ben Penelope, sonsuza dek eşi olacağım Ulysses’in.
Aslında o da değişiyor benim sadakatim ve içten yakarışlarım karşısında 
Ve kendi kendine son veriyor baskılarına.

Doulichium’lular, Samos’lular ve yüksek Zacynthos’ta oturanlar(9),
Lüks düşkünü bu talip ordusu üşüştü başıma,
Kimse karışmadan hüküm sürüyorlar senin sarayında;
Tüketiyorlar benim etimi kemiğimi, senin servetini. 
Şimdi sana ne diye anlatayım Pisander’i, zalim Medon’u,
Eurimachus ve Antinous’un doyumsuz ellerini?
Ya da bu uğursuz yokluğun yüzünden
Kanınla kazandığın servetinle beslediğin onca kişiyi?
Yoksul Irus ve sürünün yemeğinden sorumlu Melanthius da 
Sonunda ortak oldu utanmadan senin kayıplarına.
Sayıca üç kişi kaldık bu kavgaya yanaşmayan, gücü tükenen karın,
Yaşlı Laertes ve evladın Telemachus.
Onu da geçen az kalsın hileyle alıyorlardı benden,
Herkese karşı çıkıp Pylus’a gitmeye hazırlanırken. 
Tanrılara yalvarıyorum, kader sırayla alsın bizi,
O kapatsın gözlerimi, o kapatsın gözlerini!
Bizden yana çalışıyor yaşlı süt nine(10), inek çobanı(11),
Üçüncü olarak da kirli ağılın sadık bakıcısı(12).
Ama silah tutacak gücü kalmayan Laertes 
Koruyamaz düşmanların arasında krallığını,
Telemachus için gelecek bir gün mertlik zamanı, - yeter ki yaşasın -
Ama o şimdi babasının kanatları altında olmalıydı.
Benim de gücüm yok hainleri saraydan kovmaya.

Sen bir an önce gel, sığınacak liman ol ailene! 
Bir oğlun var, yalvarırım hayatta kalsın, o bu körpe yaşlarını
Öğrenerek geçirmeliydi babasının doğrularını.
Laertes’i de unutma; sen kapatasın diye gözlerini
Direniyor o son güne, kaderin kendisine biçtiği.
Ya ben! Genç bir kızdım sen giderken, 
Oysa hemen gelsen bile, yaşlı bir kadın gibi görüneceğim gözüne.


Publius Ovidius Naso
Serap Kalaycıoğulları
Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın aralık 2016 sayısında yayımlanmıştır.


Dipnotlar:

(1) Troya’nın son kralıdır ve savaşın başlamasına sebep olan Paris’in babasıdır.
(2) Paris.
(3) Kral Priamus’un en büyük oğlu. Troya’nın, Yunan orduları tarafından ancak Hector’un ölümünden sonra, savaşın onuncu yılında, tanrıların yardımı ile yıkıldığı anlatılır.
(4) Nestor ile Eurydice’nin oğlu. Achilleus ile Patroclus’un yakın arkadaşıdır. Yunan ordularıyla birlikte Troya Savaşı’na katılır ve Memnon tarafından öldürülür.
(5) Patroclus. Achilleus’un yakın arkadaşı. Troya Savaşı’nda, Achilleus’un silahlarını kuşanarak düşmana karşı başarılı bir şekilde savaşır, ancak sonunda Hector tarafından öldürülür.
(6) Rodos Kralı. Troya adına savaşan Lycia Kralı Sarpedon tarafından öldürülür.
(7) Akhilleus.
(8) Hektor, Patroclus’un öcünü almak isteyen Akhilleus tarafından öldürülür. Achilleus onun cesedini atlarına bağlayarak şehrin etrafında üç kere dolaştırır.
(9) Doulichium, Samos ve Zacinthos. Ithake Adası’nın komşusu Yunan adaları.
(10) Eurycleia.
(11) Philotes.
(12) Eumaeus.

29 Nisan 2018 Pazar

Yönler

güneyde, ay mola verir incir ağaçlarının altında
gök gümüş paralar gibi saçılır göle
ateşböceklerine karışır köpeklerimizin gözleri
tan söker tarlalar boyunca, sorarız:
kim örer sepetini düş hasadının?

kuzeyde, pusuya yatar demir yatakları ve orman
kumsalda unutulmuş balıklar gibi güz, önce
ellerimizde başlar, sonra dağılır yosun kokularıyla
gerinir dağlar uzun uykusuzluktan, sorarız:
neyin sabrıdır dişlerimizin arasında sıkışan?

doğuda, derin vadilerde sürer gölgenin yenilgisi
kaya çiçeklerinde barınır geçmiş ve gelecek
anlaşılmaz bir siyahlığı bakar çocuklar
savrulup durur bir halkın öyküsü, sorarız:
hangi öfke bilenir rüzgarın doruklarında?

batıda, birden derinleşir deniz, öylesine kesin
bir parkta bulunmuş ceset gibi soğuk ve meçhul.
yanılgılar üstüne kurulmuş kentlerin kiriyle
akar ışıklar camın içinde, bilincin dışında, sorarız:
kimdir bu yönlerin arasına sıkışmış insan?


Salih Bolat
Gece Tanıklığı

28 Nisan 2018 Cumartesi

Şiirler Şiirini Aramak

bırakılmış bir sonbahardı
şiirler şiirini arıyordum
lorca'yı ağlarken buldum rüzgarda
eylül güneşiyle tutuşan bir gitar sesiydi ispanya

bir elim sıcak denizlere değerken
bir elim buzul çağlarında
şili yangınlarında buldum neruda'yı
gülüyordu kasımpatılar arasında

şiirler şiirini arıyordum
acılarda ağrılarda ayrılıklarda
biliyordum uzak değil
pir sultan nazım hikmet ve daha

gün eridi mor dağların ardında
gürültüyle uzaklaştı güvercinler
tam ulaşmıştım şiirler şiirine
sinsice bastırdı gece

böyle sinsice bastıran gecelerde uyumadım hiç
en yanık türkülerle kırdım sabahın sürgülü kapılarını
hasretle atıldı şiirin kollarına
yürek ve bilinç


Salih Bolat
Yaşanan

27 Nisan 2018 Cuma

Dağlar

Yücesinde namlı namlı karın var,
Seni yaylayacak zamanım dağlar!
Başından aşmağa yoktur takatim,
Kalmadı dizimde dermanım dağlar!

Yağmur yağar, mor sümbüller bitirir;
Yel estikçe kokuların getirir.
Sarı çiçek sarvan kurmuş oturur;
Karışmış güller çimenin dağlar!

Sarı çiçek sallanıyor naz ile,
Dem sürerdim on beşinde kız ile,
Şimdi öksüz kaldım kırık saz ile,
Ah ettikçe tüter dumanım dağlar!

Yaz gelir, illerin çözülür, konar.
Güzeller suyundan içip de kanar.
Küpeler kulakta mum gibi yanar;
Gördükçe, artıyor imanım dağlar!

Karac'oğlan der ki: Çöktüm, oturdum;
Bağ bahçe diktim de meyva yetirdim.
Alnı top perçemli yavrı yitirdim,
Bir köşende kaldı gümanım dağlar!


Karacaoğlan

Dağlar

Dinleyin ağalar, size söyleyim;
Arş u Kürsü gider yolun var dağlar.
Kar-ardıçlı, kamalaklı yüceler.
Selvili, söğütlü yerin var, dağlar.

Ahır Dağı'ndan gör Maraş bağını,
Engirek'te derler ilin çoğunu.
Bayra'dan. Bertiz'den Konur Dağı'nı;
Göksun güzel derler, ilin var, dağlar.

Gün doğanda Gündüzlü'nün başına.
Ak Dağ derler duman çöker başına,
Göğdeli'de sümbüllünün peşine
Kabak tepe derler, şarın var dağlar.

Karacaoğlan der de: Bitirdim çağı,
O yüce Bin Boğa, Bolkar'ın dengi.
Soğanlı yücesi koca Bey Dağı
Erciyes ulumuz, pirin var dağlar.


Karacaoğlan

Susarak

Atlar savururlardı yelelerini
Yoncaların, ekin tarlalarının arasından
Fırlayan bir ok gibi yılkıda
Savururlardı rüzgar gibi

Kırlangıçlar sayardı günleri
Duvar diplerinde serçeler, sığırcıklar
Avluda sereserpe uzanırdı kedi
Göğümüzden geçerdi turnalar

Alır götürürlerdi özlemimizi
Düşler diyarına, çok uzak...
Annem solgun bir yüzle söylerdi
Bütün hüzünlü türküleri susarak


Yusuf Alper
Şimdi Hangi Irmakta

26 Nisan 2018 Perşembe

Çukurova

Çukurova bayramlığın giyerken,
Çıplaklığın üzerinden soyarken,
Şubat ayı kış yelini kovarken,
Cennet dense sana yakışır dağlar.

Ağacımız yapraklarla donanır,
Taşlarımız bir birliğe inanır,
Hep çiçekler bağrınızda gönenir,
Pınarınız çağlar, akışır dağlar.

Rüzgar eser, dallarınız atışır.
Kuşlarınız birbiriyle ötüşür,
Ören yerler bu bayramdan pek üşür,
Sünbül niçin yaslı bakışır dağlar.

Karac'oğlan, size bakar sevinir;
Sevinirken kalbi yanar, köyünür;
Kımıldanır hep derdlerim, devinir;
Yas ile sevincim yıkışır dağlar.


Karacaoğlan

Çıktım Seyreyledim Niğde'yi Bor'u

Çıktım seyreyledim Niğde'yi Bor'u
Acep gezsem mavi donlum var m'ola
Güzeller durağı Tokat, Engürü
Acep gezsem mavi donlum var m'ola

Hey geri de deli gönül hey geri
Adana, İlbeyli, Göksun, Tekir'i
Otuz iki sancak, Diyarbekir'i
Acep gezsem mavi donlum var m'ola

Heşiri de deli gönül heşiri
Deryada dönüyor kıral yesiri
Halep, Trablus, koca Mısır'ı
Acep gezsem mavi donlum var m'ola

Yeşil ördek yayılıyor çimende
Mehdi günü doğar ahir zamanda
Kürt'te, Hindistan'da, Çin'de, Yemen'de
Acep gezsem mavi donlum var m'ola

Yeşil ördek sulanıyor gölekte
Altın küpe şavk veriyor kulakta
Cennet-i alada, huri, melekte
Acep gezsem mavi donlum var m'ola

Mecliste içerler demi kanyadan
Güzel seven murad alır dünyadan
Kayseri'den, Karaman'dan, Konya'dan
Acep gezsem mavi donlum var m'ola

Hacı Bektaş Veli şeyhlerin piri
Konya'da yoklayın Molla Hünkar'ı
İçel'den, Antep'den, Gürün'den beri
Acep gezsem mavi donlum var m'ola

Mardin'den de Karac'oğlan Mardin'den
Çeken bilir ayrılığın derdinden
Koçhisar'dan, Hasan Dağın ardından
Acep gezsem mavi donlum var m'ola


Karacaoğlan

Bağışlayın Gözlerimdeki Kırmancı

kovulduğum kırları alıp geldim kentinize
bağışlayın başınıza bela öfkemi
orman kalmadı yanacak, biliyorum
ev kalmadı yakılacak ki babam da öldü
biliyorum ama bir bekleyen var gibi orada
o dağları o baharı bekleyen ölümlü gözlerle
kovulduğum kırları da alıp geldim kentinize

dağ kokuyor demek güç şu soluğun için
belki inilti ve sümbül ve kan gibi bişey
ki dağlarından bıçaklanınca bir halk
çığ düşüyor düşlerine çünkü üşüyor
soğuk masal ve tarih kağıdı gibi
körleşen gözleri önünde annemin
ölüyor babam göz göre göre sürgün öldü
soğuk bir damga oluyor ömrüme bu ölüm

biliyorum bu kent sizin bu heykel bu sanrı
yıldız yalnızlığı bu gökavuntusu gecemi
alıp çocukluğum gidecek gecenizden
bağışlayın gözlerindeki kırmancı
doğduğu ev yıkıldı ormanı yakıldı kovuldu
çocuk gözleri bu yüzden hep yurtsuz kaldı

kuş ormanına kaçan ay ve şarkı ve ahı
alıp gideceğim yeryüzünden giderce
düşün ve bağışlayın beni o isli yüzünüzden

kovulduğum kırları da alıp gidiyorum işte


Mehmet Çetin
Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi

25 Nisan 2018 Çarşamba

Çıkıp Yücesine Seyran Eyledim

Çıkıp yücesine seyran eyledim
Gördüm ak kuğulu göller perişan
Bir firkat geldi de durdum ağladım
Öpüp kokladığım güller perişan

Hayal hayal oldu karşımda dağlar
Eşinden ayrılan ah çeker ağlar
Dökülmüş yapraklar bozulmuş bağlar
Bülbülün konduğu dallar perişan

Yıkılmış dilberin mamur illeri
Susmuş bülbüllerin her dem dilleri
Dağılmış sümbülü solmuş gülleri
Yüzüne dökülmüş teller perişan

Karac'oğlan der ki top avlamadım
Arap ata binip boyalatamadım
Küstürdüm dilberi hoylatamadım
Dilberi küstüren diller perişan


Karacaoğlan

Cennet Cehennem Yoktur Diyenler

Cennet cehennem yoktur diyenler
İl hakkını alıp haksız yiyenler
Al yesil konaktan hükm'eyleyenler
Dur bakalım canım beyler kalır mı

Karac'oğlan her cefayı biliyor
Sualciler yedi yerde soruyor
Yetmis iki millet ar'ya giriyor
Dur bakalım canım dağlar kalır mı


Karacaoğlan

Düş

Erhan'a


Doğrudur
uzak yollardan
karanlık dehlizlerden geldik

Ayaklarımızı dikenler kanattı

Patikalarda tavşanların gözleri
gözlerimizin rengine bulaştı

Derin kör kuyularda sevgimiz
tüketirken kendini

Yanımızda doğan güneş
Sabahlara kadar nöbet tuttu
Kilise sokağında

Bu yüzden hiç ummadığın bir söz
bu yüzden hiç beklemediğin bir kuş
bu yüzden hiç adını bilmediğin bir aşk
acıtır kalbimizi

Doğrudur
uzak kentlerin
uzak insanları
kucaklarken bizi

En yakın kentlerin
en yakın insanları
çürüttüler avuçlarımızı

Ve ezgi parmaklarının ucunda
kuytu bulutların renginde
ararken köşe bucak bizi

Biz Zümrüdüanka kuşunun kanadında
bir o dağda bir bu dağda
Kilise Sokağı'nda

Bu yüzden hiç ummadığın bir söz
bu yüzden hiç beklemediğin bir kuş
bu yüzden hiç adını bilmediğin bir aşk
çoğaltır kalbimizi.


Halim Yazıcı
Beyaz Atların Yelesinde

24 Nisan 2018 Salı

"Sonsuz Dönüş" Nietzsche'nin Zerdüşt'ü Anlatıyor

Tef çalıyordu çamın biri
iki yana sallanarak
Kar topu oynuyordu şu geç vakit
kaygısız bir kaç kozalak.

İki güvercin öpüşüp duruyor
iki ayrı dalda,
gölgeleri uzayıp karışıyor
karşı duvarda.

Usul bir sesle irkildim
döndüm soluma kimse yok
Baktım sağ yanımda birileri
cıgara aranmada.

İki kafadar ölüydü bunlar
bir at iskeletinin sırrında
verdiğim sıgarayı ısırarak
eridiler karanlıkta.

Dirgen uçlu bir tarak
takıldı kaldı saçlarımda.
Bir tanrıtanımaz olarak
dedim: "Kulkuvalda kuvalda!"

Kırmızı bir akrep
ısırdı yüreğimi.
Mezarlığın oradan geçiyordum, Karşı-Yaka'dan
durdurdu beni bir parmak imi.

Bir serçe yavrusu
kanatlanıp kondu elime.
Dedim: "Adın nedir?"
Dedi: "Dilini ver dilime."

"Geçiyordum uğradım" dedim
"sizin şu elin sırrı nedir?"
Üç beş kemik, bir avuç toprak
dedi: 'Ölüm sır değildir."

"Geçiyordum uğradım" dedim
"dünyanın kalmadı tadı."
Yaşlı bir kafatası yüzünü buruşturarak
dedi: "geride gözüm kaldı."

Ay kanadı derken,
şafak ağardı ağır aksak.
Yine bir sabah oluyordu işte
günışığını kulunlayarak.

"Geçiyordum uğradım" dedim
ama ağzımda sözüm kaldı.


Hüseyin Ferhad
Deniz Çobanları

Bülbül, Havalanmış Yüksekten Uçar

Bülbül havalanmış yüksekten uçar;
Has bahça içinde gülüm var, deyi.
Seni seven yiğit serinden geçer,
Güzeller içinde yarim var, deyi.

Ben seni severim, sen de sev beni.
Mevla`m bir karada koymaz insanı.
Elbet, bir gün olur, ararsın beni;
Şurda bir divane yarim var, deyi.

Ben, seni severim can ile candan;
Mevlam ayırmasın sevdiğim benden,
Canım esirgemem vallahi senden,
Götür sat pazara, kölem var, deyi.

Karac`oğlan söyler: kaşı karadan,
Hiçab perdesini kaldır aradan,
Seni, beni bir Mevla`dır yaradan,
Büyüklenme, hey kız, güzelim deyi.


Karacaoğlan

Bülbül Ne Yatarsın Bahar Erişti

Bülbül ne yatarsın bahar erişti
Ulu sular göl olduğu zamandır
Kat kat oldu gül yaprağa karıştı
Gene bülbül kul olduğu zamandır

Gene bahar oldu açıldı güller
Figana başladı gene bülbüller
Başka bir hal olup açtı sümbüller
Aşıkların del'olduğu zamandır

Gene bülbül bilir gülün halinden
Yeter deli oldum yarin elinden
Aşık aşıp gelir yaya belinden
Yardan bize gel olduğu zamandır

Gene geldi türlü baharlar bağlar
Bülbül figan edip kamuyu dağlar
Türlü çiçeklerle bezenmiş dağlar
Ulu dağlar yol olduğu zamandır

Karac'oğlan der ki geçti çağlarım
Meyve vermez oldu gönül bağlarım
Aklıma geldikçe durmaz ağlarım
Gözüm yaşı sel olduğu zamandır


Karacaoğlan

23 Nisan 2018 Pazartesi

Metafizik

Seni bir kilise avlusunda dilenmeliyim artık
haçlara gerilmiş avuçlarımda bir suskun çan.
- Ben değil miyim şu yıkıntıların üzerine uzanan
saçlarım darmadağınık.

Seni bir tapınağın avlusunda dilenmeliyim artık.
çıplak ayaklarına sürmeliyim o ilençli yüzümü.
- Ben değil miyim kemirip duran madde'ye verilmiş tek sözümü?
aklım darmadağınık.

Seni bir cami avlusunda dilenmeliyim artık,
Kirli bir mendil gibi sermeliyirn yüreğimi önünde
- Ne var içimi kanatan bu ezan seslerinde
mihrabım darmadağınık.


Hüseyin Ferhad
Deniz Çobanları

Bulgar Dağı

Bolkar Dağı


Yörü, behey Bulgar Dağı!
Senden yüce dağ olma mı?
Sende yaylayan güzelin,
Yanakları ağ olma mı?

Bulgar Dağı iki çatal.
Arasında güller biter.
Bir yiğide bir yar yeter,
İki seven del'olma mı?

Bulgar Dağı pare pare.
Kim'al giyer, kimi kare,
Selam eylen nazlı yare,
Ayrılanlar bir olma mı?

Yol üstünde iki hanlar,
Hani sana konan canlar?
Sevip sevip ayrılanlar,
Yanıp yanıp kül olma mı?

Karac'oğlan, seni gördüm;
Düşümü hayıra yordum.
Bugün güzellere sordum,
Bencileyin kul olma mı.

Eteğinde kervan işler,
Yükseğinde döner kuşlar.
Kürk geydirir, at bağışlar
Hemen beğler sende m'olur?

Yaylası ufak tepeler!
Yağar yağmur, kar sepeler.
Kulakta altın küpeler,
Hemen güzel sende m'olur?

Karac'oğlan, düz ovalar.
Şahanın keklik kovalar.
İnil inil taş yuvarlar,
Koca seller sende m'olur?


Karacaoğlan

Boynu Yeşil Gövel Ördek

Boynu yeşil gövel ördek
Sana bir göl gerek idi
Kanadının biri yeşil
Biri de al gerek idi

Bir göl gerekti yüzmeğe
Yüzüp eğrice gezmeğe
Aşıkın bağrını ezmeğe
Sana bir dil gerek idi

Bulunmaz aşkın ilacı
Sevip ayrılması acı
Yüzdüğün gölün sıyacı
Karanfil gül gerek idi

Karac'oğlan fikrinde
Daim Hakk'ın zikrinde
Ak göğsünün çukurunda
Sana bir ben gerek idi


Karacaoğlan

22 Nisan 2018 Pazar

Akdeniz

ruhunu okuyabilmekti tek umudum
akdenizi altıma almak istiyordum
kıpırtıları hiç sır vermiyordu
yan gözle baktım ufuklarına
rüzgarı usulca gezindi
engin bir haz beliriyor gibiydi
ılık bir çekingenlikle dokundu bana
birden çekildi
sanki benden vazgeçebilmek için
kendisinden vazgeçebilirdi
birden avuçladı sonsuzluğumu
dili doruklarımda dolaşıyordu
tutup açtım iki yana kollarını
hapsettim kainatın bütün volkanlarına
açıverdi varlığını
ve kilitledim dişlerimi boynuna


Tarık Günersel
Zaman Denen Oyuncak

21 Nisan 2018 Cumartesi

Saklı Su

Fatma Dikmen'e saygıyla


Bütün uzaklara gittim
Hepsinin de dönüşü vardı.

Toprakla güneş arasında kısılmış bir çocuk
Yakamı hiç bırakmadı

Gitmesem ölürdüm
Kocaman bir yalnızlıktı dönüp geldiğim.

Gözyaşına batmış bir kadın
Hala emzirir ezikliğimi.

Yaşlandıkça keşfettiğim tek gerçek
İçimdeki çocuk ölümden çok korkuyor.

Bir susma ustasıydı babam
Ölümünden on yıl sonra acıyla sevdim.

Deniz Gezmiş için çırpınan kız
Bilmek istiyorum şimdi nasıl yaşıyorsun.

Elif elif ağlardı Zeki Müren dinlerken
Neden bir kar yağışıdır anneannem aklımda.

Bir mitingte gözlerimin dolması
Ben sosyalizmi hep sevdim.

Onurudur ömrümün Amsterdam'da gördüm
Acının nasıl iyiliğe döndüğünü.

Sebebini sen söyle ey doyumsuz ilkgençlik
Hangi kadını sevdiysem mutsuzluk verdim.

Bir tek gitmek yatıştırdı, o da bir süre
Ölüm gerçekten "asude bahar ülkesi" mi?..


Şükrü Erbaş
Adam, 1999 Şiir Yıllığı

20 Nisan 2018 Cuma

Bir Yiğit de Bir Güzeli Severse

Bir yiğit de bir güzeli severse
Emrettiği yere hemen gitmeli
Ardına düşmeyle güzel sevilmez
Güzelleri koşup koşup bulmalı

Zehirdir kötünün ekmeği yenmez
Merd olanın ışığı sönmez
Bir güzel seversen sözünden dönmez
Sevdiğinin halından da bilmeli

Dolandım dağları borlara düştüm
Kız senin derdinden odlara düştüm
Çaresi bulunmaz dertlere düştüm
Dostunun derdine ortak olmalı

Karac'oğlan der ki n'olup n'olmadan
Dost ağlayıp düşman bize gülmeden
Biri ölüp biri ile kalmadan
Ölecekse ikisi de ölmeli


Karacaoğlan

Bir Sofra İsterim

Bir sofra isterim kimse sermedik
Bir yayla isterim kimse konmadık
Bir güzel isterim yad el değmedik
Ellenmiş de bellenmişi n'ideyim

Severim güzeli nice olursa
Boyu uzun, beli ince olursa
Severim atımı dinçce olursa
Kovulmuşu yorulmuşu n'ideyim

Karacaoğlan der ki kolu kırarım
Nedir yüce dağlar size zararım
Ararsam pınarın gözün ararım
Bulanmış da durulmuşu n'ideyim


Karacaoğlan

Döktü Rengini Sessizce

Eflatun esintiler içinde titredi incecik
Aynı içten kokuyla iki ayrı erguvan
Birisi bir küçük evin içedönük bahçesinde
Süsledi sevgisini iki pembe avucun
Öbürü bir mezar başında öksüz
döktü rengini sessizce...


Şükrü Erbaş
Aykırı Yaşamak

19 Nisan 2018 Perşembe

Bir Kız Bana Emmi Dedi

Değirmenden gelirim beygirim yüklü
Şu kızı görenin del olur aklı
On beş yaşında kırk beş belikli
Bir kız bana emmi dedi neyleyim

Bizim ilde üzüm olur ala olur
Sızılaşır bozkurtları aç olur
Bir yiğide emmi demek güç olur
Bir kız bana emmi dedi neyleyim

Birem birem toplayayım odunu
Bilem dedim bilemedim adını
Elbistan yanaklı Kürdler kadını
Bir kız bana emmi dedi neyleyim

Karacoğlan der ki noldum nolayım
Akar sularınan bende geleyim
Sakal seni makkabınan yolayım
Bir kız bana emmi dedi neyleyim


Karacaoğlan

Bir Ayrılık Bir Yoksulluk

Vara vara vardım ol kara taşa
Hasret ettin beni kavim kardaşa
Sebep ne gözden akan kanlı yaşa
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm

Nice sultanları tahttan indirdi
Nicesinin gül benzini soldurdu
Nicelerin gelmez yola gönderdi
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm

Karac'oğlan der ki kondum göçülmez
Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm


Karacaoğlan

Hayaletli Ev: Bir Melodram

Kimse yaklaşmıyor parmaklıklara,
Yana yatmış "Kiralık" levhası,
Otlar bitmiş tarhların ortasında,
Yosunlar kaplamış çoktan taşları;

Ama bir panjur gıcırdıyor bazı,
Bacadan bir duman tütüyor sanki,
Bir yerlerden garip bir tıkırtı,
Bir şeyler kımıldatıyor perdeleri.

Duvarın dibindeki sıra belli hala ılık,
Tınlayıp dursa da kurşun saçaklar
Ve rüzgarda boğuk bir hıçkırık
Boş havuza yağarken yapraklar.


Şavkar Altınel
Donuk Işıklar

18 Nisan 2018 Çarşamba

Bir Adam Hasmını Utandıramaz

Bir adam hasmını utandıramaz
Elde külliyetli var olmayınca
Pervane sem'ini uyandıramaz
Başta sevda, kalpte nar olmayınca

Nice mertler durur, mert ülkesinde
Adam heveslenir eğlenmesinde
Diyar-ı gurbetin car kösesinde
Eğleşilmez kisb u kar olmayınca

Karac'oğlan der ki, sözün bilmişi
Tedbirle görülür dünyanin isi
Ne etsin, neylesin alemde kişi
Felek Mustafa'ya yar olmadıkca


Karacaoğlan

Benden Selam Eylen

Benden selâm eylen şol nazlı yara
Her beni gördükçe gülüp durmasın
Aldırdım aklımı oldum divâne
Aklımı başımdan alıp durmasın

Kız seninle böyle miydi pazarım
Kara kaşlarında kaldı nazarım
Yol üstünde kazmasınlar mezarım
Yar gelip geçtikçe yanıp durmasın

Kız seninle bir bahçecik dikelim
Ayvasından turuncundan satalım
Gel sarılıp bir gececik yatalım
Ahu zarım sende kalıp durmasın

Karacaoğlan der ki Hakk'a bakadur
Yollar çamur belki çöker bükedur
Çekemem kahrını bağrım yufkadur
Arada haberin gelip durmasın


Karacaoğlan

Övünüyorum

evine uzak daktilosuna yakın genç bir kadının
güneş girmiştir kır çiçekli perdesinden
küçücük mutfağına.

dolap açılmış, su uyanmış, ayaklanmıştır
çatal bıçak tabak ve dünden kalan
yarım kilo kıyma.

kolay değil, şu öğleüstü
dakikada otuz sözcüğün
ağırlığı var parmaklarında.

sevgili karım, övünüyorum seninle
şarkıma şarkı karıyor kanın
tomurcuklanıyor damarlarımda.


Mehmet Müfit
İstanbul'un Ağır Sultanları


17 Nisan 2018 Salı

Behey Ala Gözlü Dilber

Behey ala gözlü dilber
Vaktin geçer demedim mi
Gözlerin olmuş harami
Beller keser demedim mi

Bak şu kaşa, bak şu göze
Ciğer kebab oldu öze
Yakasız gömlekler bize
Felek biçer demedim mi

Yüzün bedir kaşın kalem
Nasib olup bir dem görem
Kime razılıktır bu alem
Konan göçer demedim mi

Deryalarda gezer gemi
Sukkedir tutinin yemi
Sürelim devrani demi
Devran geçer demedim mi

Karac'oğlan, cömertle
Benim işim yok namertle
Kahbe felek bin fendile
Gönlüm alır demedim mi


Karacaoğlan

Dörtlük

Karac'oğlan der ki bizi kayıran
İki canı birbirinden ayıran
Muhammet sofrasında karnın doyuran
İki elle zehir yemiş gîb'olur.


Karacaoğlan

Ne Zaman

ne zaman geceye koysam başımı
sana akar yastığımdaki nehir
şehir yıkar bütün köprülerini
anılar kilitlenir

ne zaman soluğunu getirse rüzgar
ay kendini derin göllere atar
titreyerek söner bir yıldız daha
öksüz kalır çocuklar

ne zaman sesine karışsa yağmur
çayır kuşlarının şarkısı biter
sürer atlarını uçurumlara
bütün göçmen kavimler

ne zaman saçların gelse aklıma
ellerimi koyacak yer bulamam
yanar zaman, çıplak kalır içimde
o vahşi orman

ne zaman bir serap seni getirse
kervanların yolu ıssıza düşer
çölde yalnız kalır kumral bir kadın
kuma resmini çizer

ne zaman sana benzer bir yolcu görse
ardına takılır gider trenler
yollara çığ düşer kaybolur izin
üstüme yıkılır bütün tüneller


Ayten Mutlu
Çocuk ve Akşam

16 Nisan 2018 Pazartesi

Bana Kara Diyen Dilber

Bana kara diyen dilber
Gözlerin kara değil mi
Yüzünü sevdiren gelin
Kaşların kara değil mi

Boyun uzun belin ince
Yanakların olmuş konca
Salıverirsin kolunca
Beliğin ince değil mi

Utanırım akar terim
Güzellikte yok benzerin
En sevgili makbul yerin
Saçların kara değil mi

Beni kara diye yerme
Mevlam yaratmış hor görme
Ala göze siyah sürme
Çekilir kara değil mi

Hind'den Yemen'den çekilir
Gelir Bağdad'a dökülür
Türlü taama ekilir
Biber de kara değil mi

Göllere konan kuğunun
Kanadı beyaz çoğunun
Çöldeki Arap beyinin
Çadırı kara değil mi

İller de konup göçerler
Lale sümbül biçerler
Ağalar beyler içerler
Kahve de kara değil mi

Evlerinde sular akar
Güzelleri göze bakar
Hublar yanağına sokar
Sümbül de kara değil mi

Karac'oğlan der maşallah
Bir gün görürüm inşallah
Kara donludur Beytullah
Örtüsü kara değil mi


Karacaoğlan

Aşam Dedim Karlı Dağın Başından

Aşam dedim, karlı dağlar başından
Yüce dağlar koç yiğide dağ m'olur
Ağrır bedenim, sızlar yaralarım
Bu yarayı ceken yiğit sağ m'olur

Sıra sıra dikemedim söğüdü
Ben başıma veremedim öğüdü
Elleri göğsünde görün yiğidi
Yiğit mağrur gezmek ile bey m'olur

Öğüt versen, bana öğüt kar etmez
O yarin hayali karşımdan gitmez
Kementle bağlasam, kolun bağ tutmaz
Yarin zülüfünden özge bağ m'olur

Karac'oğlan der ki, fani dünyadan
Korkmaz mısın haram ile zinadan
Ayırır seni anan babandan
Gurbet ile düşen yiğit sağ m'olur


Karacaoğlan