Şiir, Sadece

19 Mayıs 2014 Pazartesi

Gece Koleksiyonu

Yendim uykunun meleğini, o uğursuz alegoriyi:
inatçıydı şart koştukları, salyangozla kaplanmış
ve çekirgeler geliyordu onun sık adımlarına,
denize özgü, keskin meyvelerin rayihalarıyla.

Ayları sallayan rüzgârdır o, bir trenin düdüğü,
sıcaklığın izidir yataklarda,
kasvetli bir gölge sesi
düşen bir çaput gibi sonsuzluğa,
mesafelerden bir tekrar, bulanık bir şarap,
kükreyen ineklerin tozlu bir kullanılışı.

Ara sıra düşüyor siyah sepeti göğsüme,
otoriteden çuvalı yaralıyor omuzlarımı,
onun ölçüsünce tuz, yarı açık ordusu
geri dönüp taşıyor ve deviriyor göğün eşyasını:
nefesi dörtnal gidiyor ve bir öpüş gibi adımları:
gözkapaklarında ekiyor sadık güherçilesini
gereken güçle ve bayramsı erekle:
nerede hazırlanılmışsa gelişine
oraya gitti bir efendi gibi:
anında donatıyor sessiz maddesini,
inatla yayıyor o peygambersi besinini.

Sıklıkla tanıyorum savaşçılarını onun,
odaları hava tarafından yenmiş, boyutunu onun,
ve çok şiddetle ihtiyaç duyuyor bir mekana
ki eğiliyor yüreğime bulmak için:
sahibidir erişilmez yaylaların o,
dans ediyor trajik ve gündelik kişilerle,
derimi kemiriyor geceleri onun havai asidi
ve içimde işitiyorum titreten enstrümanını.

İşitiyorum eski yoldaşların ve sevilmiş kadınların düşünü,
çarpıntısı beni parçalayan düşler:
yavaşça basıyorum onların halı gibi maddesine,
onların gelincik ışığını ısırıyorum çılgınlıkta.

Uyuyan ceset sıklıkla
dans ediyor yapışarak yüreğimin terazisine,
o denli kasvetli ki içinden geçtiğimiz kentler!
Karanlık gölgeden adımlarım devleşiyor,
ve yaşlı kumarhane inleri üzerinde,
aşınmış merdivenli kerhanelerin üzerinde,
çıplak kızların yatakları üzerinde, arasında futbolcuların,
gidiyoruz rüzgârla kuşatılmış olarak:
ve düşüyor bu göklerin yumuşak meyvesi ağzımıza,
kuşlar, manastır çanları, kuyruklu yıldızlar:
saf coğrafya ve ürperti gibi yaşayan o
belki gördü pırıldayarak geçip gidişimizi.

Kafaları fıçılara yaslanıp dinlenen yoldaşlar
çok uzaklarda yükünü almış, uçucu gemi,
gözyaşı sahibi olmayan arkadaşlarım, zalim yüzlü kadınlar:
gece yarısıdır ve ölümün bir gongu
gümbürdüyor etrafımda deniz gibi.
Ağzımda bir tat var, uyuyan tuz.
Bir ceza gibi sadık, atılıyorum o letarjik
bölgelerin solgunluğuna her bedende:
bir soğuk, boğulmuş gülüş,
bir çift örtünmüş göz, yorgun boksörler gibi,
hayaleti uyuşukça yutan bir nefes gibi.

Bu doğum ıslaklığında, bu netameli boyutta,
bir şarap mahzeni gibi kapanmış içine, suçludur hava:
duvarlar hüzünlü bir timsah rengiyle boyanmış,
uğursuz bir örümcek ağı deseniyle:
ölü yumuşak bir canavar üstündeymiş gibi yürüyorsun:
muhteşem üzümler, siyah ve dolgun,
asılı duruyor harabeler arasında şarap çuvalları gibi:
ey Kaptan, aç o dilsiz sürgüleri ve bekle beni,
rollerimizin dağıtıldığı bu saatte:
akşam orada yiyeceğiz, hüzünle giyinmiş olarak:
nöbet tutacak kapılarda malarya hastası.

Kalbim, geçtir ve yoktur genişlik,
gün zavallı bir çiy gibi asılmış kurusun diye,
yaşayan varlıklar ve yayılışla çevrelenmiş:
atmosferde bir şey var her yaşayan canlıdan:
uzun süre dik bakarsan havada fırlar kaplanlar,
avukatlar, eşkıyalar, postacılar, dikişçi kadınlar,
ve her bir düzeltmede, alçakgönüllü bir kalıntı,
oynamak istiyor içimizde rolünü.
Yıllardır arıyorum, araştırıyorum tevazu içinde,
yenilmiş olarak, kuşkusuz, alacakaranlığa.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama