San Martin, öyle uzun süre dolandım ki bir yerden
öbür yere, sildim senin elbisenle izlerimi, 
biliyordum bir gün seninle karşılaşacağımı 
sıradağların bittiği yerde 
eve dönüş yollarında dolanırken 
sende miras kalan ve her şeyi süpüren fırtınada. 
Öyle zordu ki pamuk çalılarının budakları arasında 
ayırmak, kökler arasında, 
patikalar arasında yüzünü göstermek, 
kuşlar arasında bakışını yakalamak, 
havanın içinde varlığınla karşılaşmak. 
Bize verdiğin topraktın sen, kokusuyla 
havayı kamçılayan nerde olduğunu ve 
memleket havası ve çimen kokan esansının 
nereli olduğunu bilmediğimiz 
bir ceron dalıydın sen. 
San Mart¡n, dört nal gidiyoruz senin adında, 
şafakla koyuluyoruz yola bedenin üstünde 
sürmek için atlarımızı, içine çekiyoruz 
senin gölgeni hektarlarca 
ve tutuşturuyoruz ateşi senin uzun boyunda. 
Bütün kahramanlar içinde enginliksin sen. 
Başkaları plato'dan platoya göçtü gitti 
dörtyoldan kasırgaya doğru, 
ama sen sınırlardan oluşuyorsun 
ve başlıyoruz coğrafyana bakmaya, 
senin sonlu tepelerine, senin bölgene. 
Zaman kendi kaynağında 
sonsuz bir su gibi 
çekememezliğin kemiklerini fışkırttığında, 
keskin ateşin görüntüsünü, 
daha çok toprak içeriyorsun, 
köklerinin filizi daha da kaplıyor yüceleri, 
sunuyorsun ilkbahara büyük armağanını. 
Hemencecik duman oluyor adam yaptığı binadan 
yükseliyor göğe, kimse doğmuyor yeniden 
yanıp yok olmuş çam fıçısından: 
çözülüşü arasında yarattı hayatı 
ve düştü yalnızca toz kalmışken geriye. 
Öümde daha çok yeri kucakladın. 
Öümün bir tahıl ambarının sessizliği oldu. 
Hayatın geçti gitti başka hayatlarla birlikte 
Kapılar açıldı, duvarlar yükseldi 
ve başak filizlendi yayılmak için. 
San Marti, başka kumandanlar 
senden daha da berrak parıldıyor, fosfor ışıltılı 
tuzla süslenmiş asma çubuğu taşıyorlar, 
gene başkaları konuşuyor çağlayanlar gibi, 
ama kimseler senin gibi değil, kuşanmışsın sen 
toprak ve yalnızlıkla, kar ve yoncayla. 
Irmaktan geri döndüğümüzde rastlıyoruz sana, 
selâmlıyoruz seni çiçeklerle. 
Tucumanya'nın taşralı biçiminde, 
ve ötelerde yollarda görüyoruz 
seni at sırtında, avlanarak gidiyorsun 
uçuşan harmaninle, ey toz-grisi baba. 
Olgunlaşıyor bütün güneş ve ay 
ve bu koca rüzgâr 
akraban, yalın akraban: gerçeğin 
toprağın gerçeğiydi, tuzlu bir hamur, 
ekmek kadar vazgeçilmez, soğuk bir dilim 
balçıktan ve buğday başağından, gerçek bir bozkırda. 
Ve tam da böylesin işte, ay ve dörtnala 
asker kampı ve fırtına 
tekrar kavgaya gittiğimiz 
yoldaki kentler ve tepeler arasında, 
kuruyorsun topraksı gerçeğini, 
dağıtıyorsun yayılmış mısırtohumunu 
ve havalandırıyorsun başağın sayfalarını. 
Böyle olmalı, ve izin verme huzur bulalım 
Savaşlardan sonra senin bedenine 
tırmanmadan önce 
ve senin büyüyen barışının yayılışında 
bulduğumuz amacın uyumasına.
Pablo Neruda
"Canto General"den "Los libertadores"
1810