Ama eğer silâhlandırırsan ordunu, Kuzey Amerika, 
bu temiz sınırı yok etmek için 
ve Şikago kasabını efendisi yapmak için 
sevdiğimiz bu müziğe ve düzene, 
o zaman taşlarla ve havayla atılacağız ileri 
seni un ufak etmek için: 
sana ateş püskürtmek için 
atılacağız ileri son pencereden: 
en derin dalgalardan atılacağız üzerine 
seni dikenlerle çarmıha germek için, 
o zaman atılacağız ileri saban izlerinden ki 
filizler Kolombiyalı bir yumruk gibi 
patlasın yüzünde, o zaman atılacağız üzerine 
ekmek ve suyunu kesmek için, 
o zaman atılacağız ileri 
cehennemde yakmak için seni. 
Bu yüzden ayak basma, ey asker 
harika Fransa’ya, çünkü orada olacağız bizler 
yeşil asmalar şarap sirkesi verebilsin 
ve yoksul kızlar gösterebilsinler diye 
Alman kanının hâlâ kurumadığı yerleri. 
İspanya’nın kuru dağlarına tırmanma 
çünkü oradaki her bir taş ateşe dönüşecek 
ve savaşacak yiğitler bin yıl daha: 
zeytinliklerde şaşırma yolunu 
çünkü asla dönemezsin Oklahoma’daki evine, dalma 
Yunanistan’ın içine, çünkü izin verdiğin 
ve bugün de akan kan 
topraktan kalkarak durdurur seni orada. 
Gelme balık avlamaya Tocopilla’ya, 
çünkü biliyor kılıç balığı yağmalamalarınızı 
ve Araukanyalı esmer maden işçisi getirecek 
yeni istilacıları bekleyen 
o eski zalim gömülmüş okları. 
Güvenme gauchoların söylediği vidalitalara 
ya da soğuk depoların işçilerine. Tıpkı 
bir elinde bir şişe petrol 
öbüründe bir gitar, bekleyen Venezüellalılar gibi 
her yerdeler gözleri ve yumruklarıyla onlar. 
Girme, Nikaragua’ya da girme sakın. 
O güne kadar göz kapağı olmayan bir yüzle 
uyuyordu Sandino ormanda 
sarmaşıklarla ve yağmurla kaplanmış tüfeği, 
fakat onu öldürdüğünüzde açtığınız yaralar 
bıçakların ışığını bekleyen 
Porto Riko’daki eller gibi canlı hâlâ. 
İnatla karşı koyacak dünya size. 
Sadece adalar ıssız kalmayacak, fakat hava da 
ki dinliyor bugün sevdiği sözcükleri. 
Gelip de insan eti isteme 
Peru’nun yüceliklerinde: anıtların yaralanmış sisinde 
sana karşı bileyliyor mor kuvars kılıcını 
kanımızın uysal atası, 
ve vadiler boyunca çağırıyor boğuk sesli savaş boruları 
savaşçıları, Amaru’nun taş fırlatan 
oğullarını. Meksika dağlarında da arama kimseyi 
şafak kızıllığına karşı savaştırmak için, 
uyumuyor Zapata’nın tüfekleri, 
yağlanmış tüfekler ve çevrilmişler Teksas topraklarına. 
Girme Küba’ya, çünkü o denizsi ışıkta 
ter ağırlığı şeker kamışı tarlaları üzerinde 
bekliyor seni tek bir kasvetli bakış 
ve tek bir çığlık, öldürmek için seni. 
Partizanların topraklarına girme gürültülü 
İtalya’da: Roma’da tuttuğun o şık askerlerin 
saflarından ayrılma sakın, Aziz Peter Katedrali’nden ayrılma: 
köylüklerin basit ermişleri var orada, 
balıkçıların deniz ermişleri 
seviyorlar dünyanın yeniden çiçekleneceği 
bozkırın o geniş topraklarını. 
Dokunma 
Bulgaristan’ın köprülerine, izin vermezler geçmene. 
Romanya’nın ırmaklarını fokurdayan kanlarla dolduracağız 
haşlamak için istila kuvvetlerini: 
bugün feodal efendisinin nerede gömüldüğünü bilen 
ve sapanıyla ve tüfeğiyle nöbet bekleyen köylüye 
selam verme: bakma ona 
çünkü küle dönüştürür seni bir yıldız gibi. 
Girme Çin topraklarına: Kiralık çırağın Chiang yok orada 
müsteşarlarıyla kokuşmuş sarayında artık: 
Çiftçilerin oraklarından bir orman 
ve baruttan bir volkan bekliyor orada seni. 
Başka savaşlarda suyla dolu hendekler vardı 
ve bunların arkasında dikenli teller ve pençeler vardı, 
ama bu hendekler daha büyük, bu sular daha derin, 
bu dikenli teller bütün diğer metallere göre daha yenilmez. 
Bunlar bu insansı metallerin toplamından oluşan atomlar, 
hayat üstüne hayattan oluşan binlerce düğümün toplamı, 
uzak vadilerden ve ülkelerden halkların eski acıları bunlar, 
bütün bayrakların ve gemilerin, 
toplanılan bütün mağaraların eski acıları bunlar, 
fırtınaya karşı savaşta yırtılan bütün ağların, 
toprağın bütün çetin yarıklarının, 
ateşten kızmış çaydanlık cehennemlerinin, 
bütün dokumaların ve dökümhanelerin 
bütün kaybolmuş ya da istiflenmiş lokomotiflerin 
eski acıları bunlar. 
Bu çelik tel binlerce kez dolandı dünyayı: 
kesilmiş gibi görünür, orduyla yıkılmış sanılır, 
fakat birdenbire bulur kutuplarını 
ve tekrar kuşatır dünyayı. 
Fakat henüz 
çok ötelerde bekliyor sizleri, 
ışıltılı ve kararlı, 
çeliklenmiş ve güleç, 
hazır şarkı söylemeye ve mücadeleye, 
tundradan ve tayga ormanlarından kadınlar ve erkekler, 
ölümü yenen savaşçıları Volga’nın, 
Stalingrad’ın oğulları, Ukrayna’nın devleri, 
kandan ve taştan, demirden ve şarkıdan, cesaret ve umuttan 
yapılmış tek yüksek, korkunç bir duvar. 
Eğer bu duvara dokunursanız, öleceksiniz, 
fabrikaların kömürü gibi yanacaksınız, 
ve Rochester’den gülüşler gölgeye dönecek 
step rüzgârları savuracak 
ve kar sonsuza dek gömecek sonra. 
Büyük Peter’den bu yana savaşanlar, herkes gelecek, 
toprağa merakla vuran yeni kahramanların yanına, 
ve onların madalyalarından bugün mutlu olan 
bu muhteşem ülkenin üzerinde vızıldayan 
küçük soğuk mermiler yapacaklar. 
Ve sarmaşıklarla donanmış laboratuarlar, 
gönderecekler kurtarılmış atomu 
mağrur şehirlerine.
Pablo Neruda
Que despierte el leñador
Canto General
Gaucho: Arjantin bozkırlarındaki cowboy; yerli kadınlarla İspanyol istilacıların soyundan gelen melezler anlamına gelmektedir. 
Vidalita: Hüzün ve neşeyi aynı şarkı içinde barındıran, gaucho şarkısı. 
Büyük Peter: 1672-1725 yılları arasında yaşamış Rus çarı.