Uzun saçlarının içinde yatarlar ve kahverengi yüzler
çok önceden kendi içlerine çekildiler. 
Sanki çok büyük bir uzaklığın önündeymiş gibi, kapalı gözler. 
İskeletler, ağızlar, çiçekler. Ağızların içinde, 
cep satrancının adamları gibi sıra sıra dizilmiş parlak dişler. 
Ve çiçekler, sarı inciler, narin kemikler, 
eller ve gömlekler, buruşmuş kalbin üstünde 
çürüyen yün bez. Fakat orada, altında 
o yüzüklerin, altında muskaların ve mücevherlerin 
ve mavi gözler gibi kıymetli taşların (hatıraları aşıkların) , 
hâla ortadadır cinsiyeti sessiz yeraltı türbesinin, 
çiçek petalleriyle dolmuş kemerli çatısına kadar. 
Ve tekrar sarı inciler, gevşetilmiş ve dağıtılmış, 
kendilerine ait ateşe verilmiş kilden kaplar üzerinde 
bir zamanlar boyanmış portreler, parfüm kavanozlarının 
çiçekler gibi kokan yeşil parçaları, ve imajları 
mihraplarının üzerinde oturan küçük ev-halkı tanrılarının: 
kendinden geçmiş tanrılarla cariye-cennetleri. 
Kırılmış elbise kemerleri, yeşim taşından oyulmuş bokböcekleri, 
muazzam cinsel organları olan küçük heykeller, 
gülen bir ağız, danseden kızlar, koşucular, 
küçük yaylara benzeyen altın tokalar 
kuş avlamak için kullanılan ve hayvan şekilli nazarlıklar, 
süslü bıçaklar ve kaşıklar, uzun iğneler, 
yuvarlak açık kırmızı renkli bir kırık çömlek parçası üzerinde 
bir at takımının ayakta duran bükülmeyen bacakları 
girilecek bir yerin üzerindeki karanlık yazıt gibi. 
Ve tekrar çiçekler, birbirinden uzağa yuvarlanmış inciler, 
yan tarafları parlayan küçük yaldızlı bir lîr; 
çiseleyen yağmur gibi düşen duvakların arasında 
sanki ayakkabının krizalitinden dışarı tırmanmış gibi: 
zarif solgun kelebeği ayak bileğinin. 
Ve böylece yatarlar, gerekli şeylerle dolu ağzına kadar, 
pahalı şeyler, mücevherler, oyuncaklar, kaplar ve kacaklar, 
kırık incik boncuk (ne kadar çoğu içine düşmüş onların!) 
ve kararırlar bir nehrin dibi kararırmış gibi. 
Çünkü nehir yataklarıydı onlar bir zamanlar, 
ve üzerlerinde kısa, aceleci dalgalar 
(herbiri kendini daha fazla uzatmak isteyerek, her zaman) 
sayısız delikanlının cesetlerini sürükledi; 
ve içlerinde büyümüş adamların akıntıları kükredi. 
Ve bazen oğlan çocukları ileri fırlarlardı 
çocukluk dağlarından, aşağı inerlerdi çekingen akarsularla 
ve oynarlardı nehrin dibinde ne buldularsa, 
dik yokuş bilinçlerini yakalayıncaya kadar: 
Sonra doldurdular, açık, sığ suyla, 
bu geniş kanalın bütün genişliğini ve koydular 
derinliklerde dönen küçük girdapları, 
ve aynaladılar yeşil kıyıları ilk kez 
ve uzaktan seslenmelerini kuşların —, gökte, o sırada 
yıldızlı geceleri bir başka, daha tatlı ülkenin 
çiçek açtı üzerlerinde onların ve kapanmayacaktı hiçbir zaman.
Rainer Maria Rilke