Şiir, Sadece: Can Yücel
Can Yücel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Can Yücel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Nisan 2013 Cumartesi

Ecelen

Sergüzeşti yok artık bu mülkün,
Gitti Rebiyye kalübelaya,
Hediyyesidir sırtımda kürküm...

Ne mi acelem? Karşı helaya...


Can Yücel

Sınıflama

Kademsiz oluyor kimi ağaçlar
Sokak üstüne, ayak altına düşenler
Tozdan, dumandan görmez olmuş yeşil gözleri
Onlar da çam, onlar da çınar ama
Toroslar'daki akranlarıyla aralarında
Epiy bir yükseklik ve hava
E az'cık da bir sınıf farkı var...


Can Yücel

5 Nisan 2013 Cuma

Bukadarcık

Su istemeye geldiler çocuklar,
Kumsalda çimerken farımışlar,
Mayolarıyla geldiler,
En arkada sarışın, şipşirin
Olsun olsun dört yaşında bir oğlan...
Güler su veriyor onlara...

Ben de olsam onlara daha ne verebilirim ki
Musluktan taşan su seslerine karışan
O cıvıl cıvıl seslerini cankulağıylan dinlemekten başka?


Can Yücel

4 Nisan 2013 Perşembe

Neruda Üzre

Varsa Yoksa Ölüm


Ücralarda mezarlar ki
çıtıçıkmaz çene kemikleriyle
çıkıverince karşına,
daraldıkça daralan yüreğin
dalar eninde sonunda
gözgözü görmez bir tünele,
batmakta bir gemi sanki
boğulup için için
geçersin kendi kendinden
bambaşka bir sahile

Mevtalar ki
bata çıka balçıklara
yoğrulmuş ayaklarıyla
uyurlarken ihtiyari bir durakta
sayıklayarak topsağır kulaklarıyla
köpeksiz köylerin ürümesini,
çançiçeklerinin taçyapraklarıyla
dökülürler körkütük bir kuyuya

Göründüler işte gene
yelken açmış pare pare tabutlar
aparmışlar belikleri bölük bölük hatunlarla
melekler kadar beyaz hamurkarları
ve noterlere gelin gitmiş mahzun kızları
aparmış gidiyorlar akıntıya karşı
o eflatun amazondan yukarı,
yelkenleri ölümün ölgün rüzgarıyla fora
gidiyorlar ağır ağır tabutlar

Sis çanları içinden ecel
selamete çıkar sonunda yaya,
gümrükten geçer çabucak
ayaksız bir ayakkabı, gözsüz bir gözlük,
sonra bir yüzük olur, tektaşsız ve parmaksız
vurur kapıya,
canhıraş bir çığlık atar veya
ağızsız, dilsiz ve sessiz bir çığlık,
derken içi boş bir muşambadır mesela
hışır hışır sokakları dolaşır,
huşu içre bir huş ağacı tut ki
yağmayan bir yağmu altında kalmıştır
...

Ne var-ne yok ki ölüm aynı zamanda
tebdil gezer cihanı harıl harıl
lepiska saçlarından bir süpürge halinde
arayarak tarayarak dört iklim dört köşeyi,
bir takip ki ölesiye, ölülerin peşinde,
yel üfürür, su götürür,
yerde tek bir ekmek kırıntısı
tek bir kağıt parçası kalmaya dek
ölüm ortalığı silip süpürür

Pirinç karyolalarda yatar ölüm
ranzalarda da, yer ve kamp yataklarında da
uyku tulumlarında da, portatif somyalarda da
ve örtü-döşek yatıyor derken mübarek
nerden geliyorsa pis bir ses gelir
ve küf kokusu bir nefes
şişirince birden örtüleri, çarşafları, nevresimleri
döşekler yelken açar tekmil
namevcut bir limana...
İşte tam ordadır ölüm,
limanın girişinde dikilmiş yosundan bir kayaya
kuşanmış sırma kaftanlarını
ve morg sakallarını sıvazlaya sıvazlaya
batmış donanmasını bekler kaptanı derya


Can Yücel

3 Nisan 2013 Çarşamba

Şarkı

Yahu, nedir bu bendeki esrarlı ısrar?
Aynı rüyaya dalarmış gibi tekrar tekrar,
Yüzyıllardır seni her gördüğümde çıplak,
Yeşeren gözlerimden düşer oluyor bir yaprak...


Can Yücel

Hayır Dua

N'oluyoruz diye kabaca sordum,
Narin Bey gelecekmiş, onu bekliyorlarmış...
Dört vatandaşımız dinelmiş demir kapının orda,
Allah bağışlasın, dördü de ali-nazik,
Bellerindeki emaneti yokluyorlar ikidebir...
Dobermanlar havlıyor,
Mersedesler gidiyor, Mersedesler geliyor.
Kapılar açılıp açılıp gümm kapanıyor,
Motorlar ısıtılıp, namlular soğutuluyor,
Devriye geziyor kartallar tepemizde,
Pike vaziyetleri...

Bunca külfet, bunca zahmet
Canı tatlı bir muhteremin
Eceliyle ölmesi için...
Başka ne denir, allah muvaffak etsin!...


Can Yücel

2 Nisan 2013 Salı

Uğurlama

Meyanede konuşuyorlardı
Bu hafta kimse bilemedi diye Toto'yu...
Herşey gibi bunun da bir istisnası var:
Ba'sü-badel-mevte samimen inanan Suat Tansuğ
Alkol komasından buldu bu cuma
Hanidir arandığı zigotoyu...

Mübarek olsun dünya-ahret kardeşime
Oralarla Buralar arasında
Yepyeni yaşamlarına doğru çıktığı
Ol allahlık yalnızlığı
Ve yolculuğu!

Buluşuruz belkim bigün, bir gece
Adı YILDIZ, kainatta lokanta
Suret köprünün orda
Çıkmaz sokakta...


Can Yücel

1 Nisan 2013 Pazartesi

Aritmetik

Bir Türk cihana bedeldir, deriz ötedenberi,
Fazla ve az eskileri karıştırmayalım,
Bakarak, şu son günlerde,
Şebinkarahisar'la Gaziantep'te olup bitenlere
- Tabiy gaz'telerin yazdığı doğruysa -
Bazı Türklere işkence edilmiş,
- Nedeni ne olursa olsun -
Ayaklarından tavana asılmışlar,
Elektrik tutulmuş oralarına buralarına, falan filan,
- Tekrar söylüyorum, çıkan haberler doğruysa tabiy -
Ve o milletçe benimsediğimiz buyruksöz üzre
Bir Türk cihana bedelse eğer,
Bizler (yani içimizden bazıları)
- Sayılarını bilemiyoruz -
İçimizden kaç Cihana karşı insanlık suçu işlemişiz,
Kimbilir kaç Cihana
Kimbilir kaç Ahirete karşı!...


Can Yücel

30 Mart 2013 Cumartesi

Tamam Mı?

Sen Öztürkçecisin, diğ'mi kardeşim,
Niye "İnkilap"a, niye "kaide"ye, niye "aşk"a
Kızıyorsun da - Kız, canım hakkındır! -
Niye şu nec-icat lafa,
Niye şu "Tamam mı?" abesliğine celallenmiyorsun?..
Yediden yetmişe dillerde gezen
Hani şu sözün gerisi toparlanmadığında
Boyuna, "Tamam mı?" diye sorulan soruya
Niye köpürmüyorsun, bre Öztürkçeci,
Bre Kemalist Aydın omuzdaşım?..
Bu herbişeyin eksik olduğu ortamda,
Ekmeğin, insan hakkının, emek hakkının
Ufala ufala yok olduğu dönemde,
Ağızlarımıza pelesenk
Hiçdurma sorulan bu "Tamam mı?" sorusuna karşı
Diye soruyorum sana,
Tamam mı?..


Can Yücel

29 Mart 2013 Cuma

Aid Mi, AIDS Mi?

Kısaca, "Amerikan Yardımı" demeye gelen
Ve cümlemizin herbir yanına farşa farşa eden
"AID" sözcüğü, günümüzde ve götümüzde mertek dururken,
İki biçare oğlancığımızın "AIDS" denen hastalığa tutulmuş oluşu
Bu denli ilgilendiriyorsa anlı şanlı gaz'telerimizi
(Kavram olarak bile düşünün!)
Hürrietimiz'i, Milliyetimiz'i ve Ciddiyetimiz'i
Ve tüm vizite Prof'ları Tıbbımızın
Birbirlerine giriyorlarsa,
Bu bütün hastalıklar gibi masum,
Bu ABD Başkanı Reagen'ın dostu aktör
     Rock Hudson'dan dünyaya yayılan hastalığı
Bir zillet olarak kamuya ilan etmek,
Ve böylelikle kişi özgürlüğünü ayaklar altına almak için
Yaşıyorlarsa birbirleriyle

Ve bundan da anlaşılıyorsa
Bir sözcüğün çoğulu
Tekil olanından daha zararlıdır,
İster Amerikanca olsun, ister Türkçe,
Ben sizi bilmem ama,
Ben şahsen
Böyle bir yardımı istemiyorum
İster az, ister çok,
İster tekil, ister çoğul
Ben böyle bir yardımı istemiyorum
Reddediyorum,
Sittirediyorum...


Can Yücel

28 Mart 2013 Perşembe

Sezaryen

Yassos Balıkçısına


Aynalar çatlıyor kendi kendime konuşurken
Oysa yalnızlığım benim sadece postum...
Hele koyunlarla, kuzularla gelecek bahar
Kırkılsın da gör tüyüm tüsüm...
Karnıma inen bir bıçak darbesiyle nasıl
Fırlayacak ortaya o gün
Doğuştandır derunumda saklanan kadim dostum!

Oturmuş Lambo'nun penceresi içine
Uzun ayak uzun ayak üstüne
Çekme boylu bir idare lambası
(Çıngarlara bir işaret feneri)
Bakıyor yarılanmış üçüncü Marmara şişesine önündeki
Bana insanları ne zaman sevdirecek diye bu zıkkım,
Derken çıkarıp göğsünden al mendilini
Siliyor duman olmuş gözlüklerini...

Ah bu pis zampara
Kaldırıma esriklikten bi kalıp serilip de
Elinden tutup kaldırmaya davranan şefkati kadına
Başını kaldırıp kusmuklar içinden
Yarın nerde buluşciğiz, henfendi? diyen!..

Ah bu etyemez, ah bu hayatobur
Ah bu kılçıklarına bi bakışta balıkların
Balıkların silsilesine sayıp döküp,
Dümende bir gemi aslanı gibi oturup Balıkçı Bki'ylen,
Ve Sait'ten sonra en cins Marmara öykülerini yazıp
Ayağını ömrü-billah denize sokmamış reyiz!..
Ah bu Maltepe'den Adalar'a dipten
Çakıllar içinden yürüyen telefon kabloları kadar bükülmez ve sert
Ah bu yumuşak G!..

Ah bu kerih cigolo
Üçotuzunda heykeltıraşilerle
Gıran-parmak-laport karyolalara
Horozundan zerre korkmadan hoplayıp
O levanten ve minet usulleriylen
İcrayi lübiyat ettikten sonra
Aynı kaztüyü döşekten sabahın
Yeni bir küfür, yeni bir umut, yeni bir şiir
Ve yepyeni bir mermer-tıraşiylen kalkan Figaro!

Yüzyıl süren seferberliği gereği
Ölmemiştir bu müzmin asker kaçağı
Ölmemiştir, firar etmiştir yine
Başıbozuk, sivil bir evrene...

Ve niçin olmasın ki
Yazıp kefen defterinin solverisine
Tekmil Beyoğlu'nu, Galata'yı, Tarlabaşı'nı
Çiçek Pasajı'nı, Gümüşsuyu'nu
Tekmil Peraları ve olmayan paralarıyla
Rum garsonları ve laternalarıyla
Henüz kurumamış yağlıboya bir resim sanki
Ha öldü bir hayat tarzını
Urup erguvanlar açmış tabutunun omuzcuğuna,
Doğru Çamlıca'ya!..

Toz olsa da Çakaldağ'da karakurum cesedi
Dinmicek şiirimizin kulak tozunda
Diş ve düş gıcırtıları o öfkeli gencin,
Metin bir metindir çünki
Metin'in düzdüğü metin...


Can Yücel

27 Mart 2013 Çarşamba

Fındık Faresi Büyüdükçe Tavanarası Küçülmüş, Fındık Kadar Kalınca Tavanarası Fındık Faresi Ölmüş

Kafka'nın "Fare" öyküsü üzre,
Gözüme nasıl büyük görünürdü
Şu Sirkeci Garı'nın lokantası!
Sekiz-on yıl kapalı durup yeniden açıldığında
Gittim baktım ki götiçi kadar kalmış
O hangar gibi yer...
Garsona sordum: Niye küçülttüler, dedim burasını?
Yok, amca, dedi, dokunmadılar hiç enine boyuna.
Siz fazla şişmanladığınızdan, size öyle geliyor.
Doğru dediği belki de...
(Üstelik garson Kafka'nın gençlik resimlerinden birine pek benziyordu.)
Ola ki yaşlandıkça, yaşlanıp şişmanladıkça,
Hiçdurma küçülen bu zemin-vatan ve tavan arasında
Dönmüşümdür ben de Kafka'nın faresine...

Yarın, mesela, orta yerimden çatlasam ne lazım gelir?...
Yine de içimden bir ses: Sen sen ol! diyor,
Kafka'nın öyküsündeki fareye emsal,
Cirit oyna oynayabildiğin kadar,
Bulduğun neyse mekan!
Ellerin, ayakların ve çükünle değilse de,
Hala genç kalan aklınla koşmaca oyna,
Duvarlara vursan da başını,
O tavanarası kadar kaldığında cürmün ve cirmin,
Ölmek ki senin başlayıp da bitiremediğin allahbilir kaçıncı bin şiirin...


Can Yücel

26 Mart 2013 Salı

Varsa Ölümün Arifesi

Bakayım siciline "emekli yüzbaşı" kaydı işlendiğine
Kendisi mirlivaydı...
Nası da sürerdi yavrum, gebelerden aşağı
Şiir-aşkın komutu üzre
Livalarını
O umarsız ve umulmaz güzellikteki benliğimize doğru!..

Gördünüz hepiniz arazide onu
Bütün piyade ve süvari tatbikatlarında...
Derken indirirdi bir paraşüt bölüğünü
Benlen karımı barıştırmak için,
Oturup patlıcan salatası yapardı
Unutmaz kırmızı biberi, sarımsağını...

O, aynı zamanda, Napoleon'un ordusunda
Mısırların, kıtaların ta önünde
Yürüyen bir trampete çocuktu
Waterloo veya 12 Mart'ta...
Belki de İspanyol İç Harbi'nde
Pisi pisine ölen bir Lorca...

Ben Turgut'la okuşup koklaştığımda
Yaşamanın umman soluğunu soluduğumda
Denize açılır olurdum hep
Fethe çıkarcasına "Dünyanın En Güzel Arabistanı"nı
Şiirimizin o en kızıl saçlı levendiyle...


Can Yücel

25 Mart 2013 Pazartesi

Batan Sal

Nuh'un sandalına serilmiş, güneşleniyorlar,
Tanrıya menus olan bu yaratıklar
Kimi de atmış kendilerini tufana
Kıçkırık kahkahalarıyla debeleniyor suda

Bu salı ve bu denizi, tacınızı, tahtınızı
Altınızdan tanga bir mayo gibi sıyırıp
                    atacak kimse yokmuş gibi!


Can Yücel

Uyumayan Umut

Uyumayan bir yatak...
İçinde uyuyanlarından önce
Tut ki uyandı bulut...
Ve sonra koynunda uyuyanlar
Çiftleşmeye başlayınca,
Havalarda oluşan bebek
Düşün artık ne kadar
Tayyareci olacak!..

Büyüyünce atmaz diğ'mi bu çocuk
Şiirlerin üstüne atom bombalarını?..


Can Yücel

Eleni Kapitanidis'in Evi

Asırdide bir kalyon sanki bu ev
Rüzgar vurdukça gacur gucur ediyor
Renzeleri, pencereleriyle
Ve dalgalar içinde nefes alıyor adeta
Bi açılıp bi kapanıyor tahtaları, herzenleri
Güler'le biz durup durup seviştikçe...

Ve ağaçlar haykırıyor dört bir köşemizden
Bizi de alın diyorlar
Kalyon olup cümlemiz de
Sizlen açılalım denize...


Can Yücel

23 Mart 2013 Cumartesi

Bir Doğaç Daha

Ben bu evi
Bu baba evini
Manolyalarıyla, fıstık ağaçlarıyla, gülibrişimleriyle
Ve televizyonun üstüne asılı Onun resmiyle
Helasının işlemeyen sifonuyla
Kitaplarıyla ve rutubetiyle
Güler'le aşktan herzaman dağınık yatağıyla
Anlar değil, gelecek çocuklarımızın kokularıyla
Ben bu evi bir saksofon solosuyla yıkıyorum
Duvarların nasıl çökeceğini
Damının göğsüme nasıl ineceğini bile bile
Ben bu evi yıkıyorum Cemil Bey'in bir taksimiyle
Kardeşlerimle taksim edilemeyen bu evi
Yıkıyorum nihaventten bir taksimle
İzale etmek için izale-i şuyuyu
Yıkıldı mı bu ev toprağın, kayanın üstüne
Benim tamburumla borazanımla
Görünecek açılan damından
Gündüzleri güneş
Geceleri yıldızlar
Aşkı taksim edilmesin diye bu evin
Cemil Bey'in taksimiyle ben bu evi yıkıyorum
Yıktığımda da yıkıntısı altında değil
Üstümde Güler var
Altımda toprak


Can Yücel

Hıdrellez

Bu, satırına bile dokunulmadan
Yani söylendiği gibi yazılmış, yazdırılmış,
Doğaçtan bir şiir denemesidir


Bütün kızlar, erkeklerin lodoslarına karşı
Hem giyinmiş hem soyunmuşlar
Hem de kapanmışlar içlerine
Badem taneleri gibi
Ve lodos vurdukça
O eteklerini kaldıran lodos
Doğdukça doğurdukça kendilerini
Kocasız bir bebek gibi...
Deniz Tanrısı gelecek de o güzelim kızları
Öpüp okşayacakmış...
Başka ve o yaşta
Niye beklesinler ki
Kayaların başında
O dallı giysileriyle
Kimi bekler ki onlar
Poseydon'dan başka
Bu kayalarda durmuş
Bu kızlar ne bekler ki
Bu aşk için boğulmaktan başka...

Hepsi de karaya vurup
Zeytinlerle keçiboynuzlarına
Kendilerini dağıtıp verip
Kökten çıkan dallardan
Yapraklar olmaya...
Rüyası bu Datça'nın
Kadınları okudukça
Okunacak bir güzel kadınlık ve güzellik
Datça olacak Dakça
Kadınların yarımadası...
Boşuna değil o dediğim
Burası Afrodiça...
Ve gördüğüm bütün herşey
Sevda, Aşk ve Tazelik
Ve Zeytinlerden ve yaşamaktan
Başka bişeyi olmayanların yeri...
Kara Maça'ya karşı...
Fallarda kurtulmuş görünen
Ademi Bademiyle
İyi bilir bir kişiynen
Yaşamı bilmeyiylen
Yaşanan belki de bir haç
Denizin üstüne vurulmuş...
Ama şekli derhal bozabilir
En ufak bir esinti.
Mesela bir hilal de olabilir.
Korkutucu olan şey benim gördüğüm
Ne haç, ne acı, ne haraç olmasıdır...
Burayı ben gözlerimi kapadıktan sonra dünyaya
Yaşamayı hızla öğrenemediğimizden ötürü
Bu yarımadaya, yarım yarım derken
Ufalaya ufalaya
Zaten bitirmişsiniz ya...
Ufalarsanız eğer
İki elim boynunuzdadır derler a...
Ben bu yarımadayı
Kucağıma kapıp öleceğim,
Ne gavurun, ne müslümanın...
Hiçbiriniz görmeyeceksiniz artık o güzel yeri
İşte bu şairin ve ölümün emri...


Can Yücel

Neyise Fali, O Çıksın Hali

Kahve falına bakıyorsun lokantacı Korsan Adem'in:
Üç düşmanı var, mazbut ve ızbandut
Fincanın kontıra yakasında,
Telvenin içinden ağarmış kocaman kocaman gözleriyle
Habeşçe puhu kuşları...

Mecbur döndürdün fincanı,
Bi ferahlık, bi ferahlık!
Bir kuyu görünüyor, fakat,
Şim'den tırmanmış ağzına Yusuf...
Yani havasındayken bizim Adem
Havva'sına kavuşmuş,
Bütün buz, çamaşır ve süpürge makineleriyle
Yeni bir Mesudiye...

Fincanı döndürme artık!
Yeter bu ufalanmış yüreğin somununa
Bu kadarcık azık!


Can Yücel

Kitabesiz Seng-i Mezar

Deniz moruna kaptı beni
Getiriyor götürüyor
Zifiri bir laciverdiye doğru...
Dalgalar ki yavaşlayan darbeleri kalbimin
Vuracak ve duracak elbet o ziftli kıyıya
Usuldan usul çırpıntılar halinde...

Denizboku çakıllardır benim mezartaşlarım...


Can Yücel