Şiir, Sadece: 2016-12-25

31 Aralık 2016 Cumartesi

Deniz Humması

Gene denizlere dönmeliyim, ıssız deniz, semaya
Bütün istediğim bir gemi ve yolunu gösteren yıldız
Çark vursun, rüzgar söylesin, beyaz yelkenler çarpsın havaya
Ve denizde sisli bir fecir, bir fecir istediğim yalnız.

Gene denizlere dönmeliyim, dalgaların çağrısına
Öyle hoyrat, öyle saf bir çağrış ki karşı durulmaz buna
Bütün istediğim rüzgarlı bir gün, bulutların yarışı,
Savrulan köpükler, serpintiler, martıların haykırışı.

Gene denizlere dönmeliyim, serserilik hayatına
Martılarla, balinalarla o keskin rüzgarlı yollarda
Bütün istediğim yolculuğun sonunda, bıkıncaya dek,
Uyumak, rüya görmek ve bir gemici masalı dinlemek.


John Masefield
Çeviren: Melih Cevdet Anday

Çılgın Bahçıvan Türküsü

Bir fil gördüğünü sandı
Duvarda kaval çalan
Yine baktı, anladı ki
Mektupmuş karısından.
"Sonunda anladım." dedi,
"insana hayat zindan."

Yılan gördüğünü sandı
Soru soran Yunanca,
Yine baktı anladı ki
Geçmiş gün, bir de baca.
"Üzüldüğüm şu ki" dedi,
"Yok bende konuşmaca."

Goril gördüğünü sandı
Kahve değirmeniyle
Yine baktı, anladı ki
Hapmış, erimiş bile,
"Bir yutarsam bunu,'' dedi,
"Ey hayat, güle güle."

Martı gördüğünü sandı
Çevresinde lambanın
Yine baktı, anladı ki
Puluymuş geçen ayın,
"Geceler soğuyor," dedi,
"Evine git, donarsın."

Kanıt gördüğünü sandı
Diyor ki: "Papa oldun."
Yine baktı, anladı ki
Bir kalıp renkli sabun.
"Sen görsen bunları," dedi,
"Kırılırdı umudun."

İnek gördüğünü sandı
Rafta, aman ne iyi,
Yine baktı anladı ki
Baldızının yeğeni.
"Evi terk etmezsen," dedi,
"Çağırırım bekçiyi."

Katip gördüğünü sandı
Oturduğu yerde güler,
Yine baktı, anladı ki
Su aygrıymış meğer.
"Yemeğe çağırırsam,'' dedi,
"Ben başlamadan biter."

Fayton gördüğünü sandı
Atları birer karış
Yine baktı, anladı ki
Başsız bir ayıcıkmış.
''Aman zavallıcık" dedi,
"Vah, vah karnı acıkmış."

Kapı gördüğünü sandı
Açılan iki yana
Yine baktı, anladı ki
Dünya binmiş zamana.
"Bu işin esrarı" dedi,
"Gün gibi açık bana."


Lewis Carrol
Çeviren: Ülkü Tamer

Werther'in Çektikleri

Werther'in Charlotte'a öylesine sevgisi vardı ki
Sözle anlatılamazdı bu:
İlk kez karşılaşmaları nasıl oldu bilir misiniz?
Kız ekmek ve tereyağı kesiyordu.

Charlotte evli bir hanımcıktı
Werther sapına kadar dürüst erkek;
Okyanus adalarının bütün zenginliği karşılık olsa
Hiçbir şey yapamazdı onu incitecek.

Bu yüzden iç geçirip ofladı pufladı durdu
Kaynadı köpüklendi içindeki arzular
Ta aptal beyni patlayıp
Dertsiz kalıncaya kadar

Charlotte ise görünce onun cesedini
Önüne geldiğinde konup da bir sedyeye
Hanım hanımcıklara yakışacağı gibi
Devam etti ekmekle tereyağı kesmeye.


William Makepeace Thackeray
Çeviren: Bilge Umar

Bir Yunan Vazosuna

Hey sessizlik!. Eşikte el değmeden bekleyen,
Kıvrak bükülüşlerle süzülüp duran gelin!
Ağlamadan, gülmeden toprakta emekleyen
Güzel çocuk sütanan Vakfın elinde elin ...
Yüzyıllardır söylenegelmiş ve bitmemiş te,
Ölmüşleri ölümsüz yapan masallar işte,
Uzandıkça dolanan sarmaşık üzerine ...
Bizdeki bozuk düzen mırıltılar yerine
Birşeyler anlatıyor, içli, sessiz, derinden
"Arkadya"nın duygular akan düzlüklerinden ...
Gün geçer, güzelleşir duyulmuş şakımalar;
Duyulmamışlarında daha da güzeli var;
Üstündeki resimde üflenen, duyulmayan
Makamlar işte öyle alımlı, zorlu yaman
Şu güz bilmez ağaçlar altında gelmiş dile.
Şu atılgan, gözü pek, sevimli aşık hele.
Bekleyecek hep böyle uzanmış o genç dudak;
Aklından geçmez bile bir an için sızlanmak
Çünkü sevgili hep bu, hep hurda, bekliyor hep,
Uzanıp öpemesin, öpmemeye yok sebep!
Böyle diri, tetikte, böyle istekli her an
Mutluluk kadehini boşaltıp da kırmadan
Yüzü buruşturmadan hep içmeyi beklemek
Ne tadına doyulmaz ne vazgeçilmez emek!
Var öpme o dudağı; kapanmasın gülüşün.
Kalb böyle çarparsa, biter ömür bir günde, düşün,
Duracaksın hep böyle, alımlı, zorlu, sıcak,
Hep böyle çarpan kalbin hep böyle genç kalacak!
Her siniri bir düğüm, her bakışı bir hile;
Burkulmuş dilleriyle, yanan alınlarıyla.
Yürekleri çarpmaktan bıkan insanların, sen,
Havasında hep böyle yaşamak, ne zevk, bilsen!
Kutlu şey! Güzel duruş! Eşsiz, benzersiz şekil;
Amacı kekeleyen kelimelerle değil;
Birkaç beden çizgisi, bir dal, bir çeşme tası,
Çiğnenmiş ot, çalınmış çalgı, bir taş parçası
En işlek dil olmuş ta, bilinen bugün-yarın,
Sırrını fısıldıyor bize sonsuzlukların ...
Gönül! bak, gözlerini örten dumanı sil de;
Vazo! bunu tekrar et, ona daha eğil de.
"Bunu bil, yeter sana, yeryüzünde bunu bil!
"Güzellik, büyük gerçek, tek gerçek, başka değil!.."


John Keats
Çeviren: Behçet Kemal Çağlar

30 Aralık 2016 Cuma

La Belle Dame Sans Merci

"Seni ne üzebilir, ey gücü-pek bahadır!
Yalnız dolaşıyorsun, benzinde solgunluk var.
Sazlar kurudu artık gölün kıyılarında.
Ötüşmez oldu kuşlar.

"Seni ne üzebilir, ey gücü-pek bahadır!
Ne kadar da bitkinsin, terk etmiş seni rahat,
Sincap doldurdu artık kışlık ambarlarını.
Yapıldı bitti hasat.

"Bir zambak görüyorum senin alnında açmış
Istırap nemi ile humma çiği taşıyan,
Ve solan bir gül yanağının üstünde
Son demini yaşayan."

"Bir hatuna rastladım kırlarda dolaşırken,
En güzelden de güzel - Gerçek bir perikızı,
Topuklarında saçı, keklik gibi sekişli,
Vahşi - ürkek bakışlı.

"Çiçeklerden bir çelenk ördüm onun başına,
Sonra bileziklerle bir kemer hoş kokulu;
Gözlerime baktı da sevdalı gözleriyle,
İnledi arzu dolu.

"Tuttum, onu bindirdim rahvan giden atıma
Ondan sonra bütün gün bilmedim gördüğümü,
Eğilerek bir yana çünkü çağırdı durdu
Bir peri türküsünü.

"Bayan hazlar verici kökler çıkardı bana,
Yaban balı topladı, kudret çiği içindi,
Ve sonunda dedi ki kendi peri dilinde
'Çok seviyorum seni.'

"Sonra götürdü beni büyülü mağ'rasına,
Or'da gözyaşı döktü, bir ah çekti kederle,
Or'da kuruttum ben de o vahşi gözlerini
Yanan öpücüklerle.

"Or'da uyuttu beni tatlı ninnileriyle,
Bir rüya gördüm or'da - Ah! bahtım ne de kara,
Biraz önce gördüğüm pek taze bir rüya bu
Bu ürperten yamaçta.

Solgun krallar gördüm, prensler, savaşçılar
Ölüm solgunluğuydu hepsinin yüzündeki;
Haykırarak dediler ki - "La Belle Dame sans Merci
Beni de tutsak etti!"

"Kavruk dudaklar gördüm akşam alacasında
Büyük büyük açılmış müthiş bir uyarmayla.
Birden uyanıverdim, bur'da buldum kendimi
Bu ürperten yamaçta.

"İşte bundan dolayı buradayım şimdi ben
Yalnız dolaşıyorum, benzimde solgunluk var,
Kurumuş da olsalar sazlar göl kıyısında
Susmuş da olsa kuşlar."


John Keats
Çeviren: Mete Ataç

Chapman'ın Homeros Tercümesini İlk Görüş

Altın illerde çok gezip dolaştım,
Nice büyük devletler krallıklar gördüm,
Batının nice adalarını dolandım ki
Şairler Apollon'un buyruğunu tutarlar.
Bana kaç kereler geniş bir ülkeden bahsedildiydi:
Bu mülke alnı derin kırışıklı Homer beylik edermiş;
Ama Chapman'ın gür ve yiğit sesini işitinceye dek
O saf sonsuzluk nedir bilmemiştim.

O zaman içimde bir his doğdu: Sandım ki ben, görüş ufkuna
Yeni bir seyyare yüze giren bir gökler gözcüsüyüm;
Yahut - Bütün adamları çılgınca kuşkulanarak
Birbirine bakarken - Dairen'de bir tepeden,
Sesini çıkarmaksızın, kartal gözleri
Büyük Okyanus'a dalıp kalan Levent Kortez'im.


John Keats
Çeviren: Orhan Burian

Dünyanın Avareleri

I.

Söyle bana, yıldız, kanatları nurdan,
Göster, uçuşunla, ateş saçaraktan,
Gecenin hangi tarafında mağaran?
Kanadını nerde kapatacaksın?


II.

Ey saz benizli yolcu, ay, söyle bana,
Kuş uçmaz kervan geçmez sema yolunda;
Gündüzün, gecenin hangi kovuğunda
Dinlenmek için gidip yatacaksın?


III.

Macera peşinde sürten yorgun rüzgar,
Bir serserisin ki her yerden koğarlar,
Sığınacağın gizli bir yuvan mı var,
Üzerinde bir dalın, bir dalganın?


Percy Bysshe Shelley
Çeviren: Orhan Veli

29 Aralık 2016 Perşembe

İngiltere 1819

İçi geçmiş bir kral, bir ayağı çukurda, tıknefes ve kör,
leş gibi bir kral.
Bir sürü prens, alıklar soyu, halkın nefreti içinde soluyan
tortular.
Cahil, duygusuz ve sağır yöneticiler, yapışmışlar sülük gibi
bitkin ülkelerine.
Düştü düşecekler, bir fiske bile istemez, kanla o kadar şişmişler.
Aç ve çıplak bir halk, ezilen ezilen ezilen bir halk, ham
topraklarda.
Özgürlüğü boğan bir ordu, halkını kırıp geçiren ve soyan
çöpüne dek,
Kim baştaysa onun uşağı, onun kulu kölesi bir ordu.
Ve yasalar, suça iten, yoldan çıkaran, astığı astık, yaldızlı
ve kanlı.
Ve tanrısız bir din ve kutsal bir kitap, hiç açılmaz bir kitap,
mühürlü.
Ve bir senato, zorla ayakta duran, kokuşmuş, sarsak, gücü kuru.

Ölümsüz bir ışık doğacak yarın bütün bu mezarlardan,
Boğacak aydınlıklara kasırgalı günlerini çağımızın.


Percy Bysshe Shelley
Çeviren: A. Kadir - S. Yıldırım

Birinci Satır

Artık gezintilere çıkmayacağız.
Geceleyin geç vakit,
Gönül ne kadar çekse de
Ay ışıldasa da.

Kılıç nasıl yıpratırsa kınını
Ruh da göğsü öyle aşındırır
Gün gelir kalp durur solumak için
Aşk dinlenmek ister.

Hep sevişmek içinse de geceler
Gün ışığı çabucak çıkagelir
Ama gezintilere çıkmayacağız artık
Ay ışığında.


Lord Byron
Çeviren: Halit Çakı

Chillon'a Sonnet

Sen, hiç ölmeyen özü zincirsiz düşüncenin!
Hürriyet! Işıldatır seni en çok zindanlar
Çünkü herkes orada seni kalbinde saklar
O kalp ki varlığının tek nedenidir sevgin.

Ve zincirlere konsa bile çocuğun senin
- Zincire ve ıslak bir kubbe karanlığında -;
Orada can vermesi kazandırır yurduna
Bir özgürlük ünlerin kanadında her yelin.

Chillon! Zindanlarından senin bir kutsallık var
Bir mihraptır çiğnenen yaslı döşemelerin
Onun adımlarıyla iz kalıncaya kadar

Bonivard' dan kalmıştı taşlardaki izler
Dilerim silinmesin ardan yok olmasınlar
Çünkü onlar zulümden Tanrı'ya doğru gider.


Lord Byron
Çeviren: Bilge Umar

28 Aralık 2016 Çarşamba

Westminster Köprüsü

Dünya asla sunamaz bundan hoş bir manzara:
Bu gönül okşayıcı görkeme bakmayarak
Geçip gidenler varsa kof ruhlulardır ancak;
Sabah öyle güzel ki kent, canım urbalara
Bürünüp açılıyor şimdi ta ovalara,
Göklere uzanıyor, sessiz sedasız, çıplak,
Bunca gemi, sur, kubbe, tiyatro ve tapınak
Işıltılar serpiyor dumansız havalara.
Güneş hiç saçmamıştır böyle baştan başa nur
Vadi, kaya ve tepe üstüne yükselerek.
Hiç görmedim, duymadım bu kadar derin huzur:
Irmak akıp gider de keyfince yelyepelek.
Sevgili Tanrım! Sanki evlerin hepsi uyur
Ve sessizliğe dalmış, yatar o ulu yürek


William Wordsworth
Çeviren: Talat Sait Halman
3 Eylül 1802

Prelüd'den

Biz topraktanız ama, ölümsüz ruh serpilir
Musikideki ahenk gibi. Bir sanat vardır ki
Karanlıktır, sırrına erilmez - bağdaştırır,
Bir araya getirir uyuşmaz unsurları
Aynı birlik içinde. Şaşılacak şey: bütün
Korkular, ıstıraplar, gençlik üzüntüleri,
Esefler, bunalımlar, bıkkınlıklar aklımda
Haşır-neşir olmuş ta insan haysiyetimle
Asude varlığımın mayasına karışmış,
Ona nimetler katmış! Sonsuz övgüler azdır
Tabiatın lütfedip kullandığı usuller
İçin. Bazen korkusuz uğrayışlarla gelir,
Ya da ince, yumuşak uyarmalarla, sakin
Bulutları incitmeden yaran ışıklar gibi;
Araya girişleri bazen de sertçe olur,
Elle tutulur sanki yardıma katılması.
Gelsin de kendi nasıl dilerse öyle gelsin.


William Wordsworth
Çeviren: Talat Sait Halman

Zaman

Uç, kıskanç zaman, gücün bitene kadar,
Ünle kurşun alımlı, tembel saatleri,
O ağır ve durgun akışlı saatleri.
Doyur gözlerini yuttuklarınla,
Yani sahte olanla, boş olanla,
Yani ölümlü tortularla.
Çok az kaybımız bizim.
Çok az senin de kazancın.
Kötü şeyleri gömünce,
Tükenince açgözlü yanlarımız,
Sonsuzluk mutluluğumuzu kutlayacak,
İçten iyi olan ne varsa,
Gerçekten tanrısal olan ne varsa,
Hep gerçekle, huzurla, aşkla parlayacak
En ulu tahtın çevresinde,
Onun tahtının çevresinde,
Onun mutluluk veren bakışları altında,
Ruhlarımız erişince cennete
Bırakıp bütün çirkinliklerini dünyanın,
Yıldızlar kuşatacak dört bir yanımızı,
Bu böyle sürüp gidecek.
Yeneceğiz ölümü ve talihi,
Ey zaman, yeneceğiz seni!


John Milton
Çeviren: Tahsin Yücel

27 Aralık 2016 Salı

Geçici Barış Sırasında Yazılmış Satırlar

Ne zaman kalkmak istediysek ayağa
köşelere sindik. korku bürümüştü bir yerlerimizi.

Savaş-kahramanlar olur muydu o olmasaydı.

Uykulu yağmur günlerini koru,
kimsenin sevmediği yeryüzünü.

Kahramanlar-savaş olur muydu onlar olmasaydı.

Söylenmemiş bir şey var yine de
İsveç kırlangıçlarının getirdiği güven gibi.

Barış-kahramanlar olur muydu o olmasaydı.

"Sevdiğim, tavan arasına koy keserimi,
sonradan bir başkasına verirsin."

Kahramanlar-barış olur muydu onlar olmasaydı.


Judith Herzberg
Çeviren: Ülkü Tamer

Seçim

İlerde ne olmak istediğini sordular ona
"Sakat olmak isterdim," dedi, sonra gördü kendini:
kahverengi damalı bir örtü altında bacakları
koltuğunu iten sevgili kocası, solgun oğulları
bir pul bile yapıştıramaz artık,
mektup yazamaz, yolculuk yok.
Evet, özgür olacak sonunda
üzgün görünebilir istediği kadar
sıraya girmez kuyruklarda
geçit törenini en önden izler
güzel elbiseler yok artık
usul usul ağlar akşamları
olmaz dese bile bir şeye, kendisi için değil
başkalarını düşünerek der bunu.
iki oğlu da onunla kalır
ayrılmaz yanından, hiç ama hiçbir zaman
bir
şeycikler olmaz ona
hiç ama hiçbir zaman yıpranmaz.


Judith Herzberg
Çeviren: Ülkü Tamer

Chaucer'in Boş Kesesine Yakınması

Böyle yakınıyorum, çünkü tek sevgilimsin,
Başka kimseye değil, ey kesem, yalnız sana!
Doğrusu çok üzgünüm hafif olduğun için
Ne kadar ağır olsan o kadar edip dua
Ağırlığına bakmaz, kordum seni koynuma;
Sana sığınıyorum, ben, mahzun bıraktığın
N' olur ağırlaş, yoksa katilim sayılırsın.

Bana yardım et biraz, görünsün artık için,
O kutlu sesler gelsin yeniden kulağıma,
Işısın gözlerimde rengi gibi güneşin
Beni çoktan bırakan o altınlar sırayla;
Dümeni ol kalbimin, yine gir hayatıma,
Rahatlığın sultanı, iyi arkadaşlığın,
N' olur ağırlaş, yoksa katilim sayılırsın.

Böyle kese görmedim, sen ne biçim kesesin,
Keseler yardım eder, ışık tutar yollara,
Kurtarmadın da beni borçlarından şu şehrin,
Veznedarlık etmedin bana bu pis dünyada,
Bir keşiş saçı kadar az para var yanımda.
Cömertliğini göster, açılsın artık ağzın.
N' olur ağırlaş, yoksa katilim sayılırsın.


Sunu

Büyük İngiltere'nin ulu fatihi, dinle,
Ey Kral seçtiğimiz asil hür bir seçimle:
Senin olsun bu şarkı, sana gönderiyorum,
Saklamadan söyledim: budur kesemde durum;
Haznedarına bildir, n'olur, görsün beni de.


Geoffrey Chaucer 
Çeviren: Ülkü Tamer

26 Aralık 2016 Pazartesi

Kiliseler

Durmadan
Kiliseler yapıyorlar yeni kiliseler
Her yerde. Her zaman birkaç sofu kadın
Bulunur her yerde kiliselerde
Dua ederler: yeğenleri için kendi
Mutlulukları için yani herkes için.

Sessizdir kiliseler, daha sessizdir
Doğanın o yüceler yücesi sessizliğinden
Soğuktur kiliseler, daha soğuktur
Buz tutmuş göllerden. Sessiz ve soğuktur
Kiliseler: Yani kiliseler sakin derler.
Şarkı söylenir belli saatlerde kiliselerde.

Vardır kiliseler köylerde, kasabalarda, kentlerde
Pıtrak gibidirler dünyanın dört bir köşesinde
Sanki benzin istasyonudur mübarekler:
Bir adam
İş tulumu giymiş bir adam yıkar camları
Depoyu benzin1e doldurur alır parasını
Sonra içeri girer ve gazetesini okur.


Remco Cambert
Çeviren: Özdemir İnce

Aşk

Düş görüyorum öyleyse yoğum

Birinin kapıyı kırdığını düşlüyorum
laf olsun diye değil politik cinayet

Düş görüyorum öyleyse yoğum

Öldüğümü düşlüyorum
laf olsun diye değil bir hiç için

Bir tek ben olduğunu düşlüyorum

Yediğimi içtiğimi düşlüyorum
laf olsun diye değil ama senin için biraz da


Lucebert
Çeviren: Özdemir İnce

Şiir Okulu

Sevimli bir düşsel-uyak değilim
aceleci bir değneğiyim aşkın,
alttaki, üstteki kine bak
hepsi oynak bir işlem.

Şiirler dostudur politikanın,
kafa tutuşun yazarıyım ben
ve mistisizmim nazlıdır
hastalanınca kuru ot gibi çiğnenip yutulur.

Derim ki yumuşak şairler
çekingen ve insancıl görünürler.
Bundan böyle heyecanlı ezinçler, müzikli
rekabet, sıcak ütülerin kabarık kordonları.

Ve ben, bu şiir kitabında yaşayan
bir dolaptaki fare gibi başkaldırmanın
ve gürlemenin kalıntısı içindeyim: yarı uyak,
alay, şiir okulunun en sevilen alayı.


Lucebert
Çeviren: Muzaffer Uyguner