Şiir, Sadece: 2013-06-23

29 Haziran 2013 Cumartesi

Dul Adamın Tangosu

Ey kindar, artık bulmuş olmalısın mektubu,
şimdi ağlamış olmalısın hiddetten,
ve sataşarak anısına annemin şimdi
çürümüş kancık
ve köpekanası diye çağırmış olmalısın O'nu,
sen şimdi terk edilmiş, yapayalnız
içiyor olmalısın akşam çayını
bakışlarını dikerek benim eski, hep boş kalacak potinlerime
ve artık anımsamak istemeyeceksin hastalıklarımı,
gece düşlerimi, öğünlerimi,
sanki hâlâ ordaymışım gibi küfredişini bana
ve tropiklerden, Corringhi hamallarından,
beni oldukça sarsan zehirli sıtmadan
ve hâlâ nefret ettiğim o berbat İngilizlerden yakınmanı bana

Sen, kindar, işin doğrusu, nasıl da büyük gece,
nasıl da yalnız toprak!
Issız yatak odalarında buldum yeniden kendimi, yenilerde
savuruyorum döşemeye pantolonu ve gömleğimi,
askı yok odamda, hiç kimselerin yok duvarlarda resmi.
Ruhumun karanlığından ne kadarını vermezdim ki
alabilmek için seni geriye,
ve ayların adı nasıl da tehdit edercesine gelmiyor bana,
ve hangi kasvetli davul sesine sahip değildir ki kış sözcüğü.

Bulacaksın sonra palmiyelerin altına gömülü bıçağı,
beni öldüreceğinden korktuğum için saklamıştım oraya
ve tam da birdenbire koklamak isterdim elinin ağırlığına ve
ayağının ışığına alışmış olan o mutfak çeliğini:
toprağın rutubeti altında, sağır kökler arasında,
bütün insansı dillerin işe yarar aleti tanıyor yalnızca
senin adını,
ve kalın toprak kavrayamıyor esrarlı ve
tanrısal maddelerden yaratılmış adını.

Böylece acı veriyor bana
bacaklarının berrak gününü düşünmek
uzanırlarken birbirleri üzerinde
güneş suyu gibi keskin ve usul,
ve gözlerinde uyuyarak ve titreyerek yaşayan o kırlangıcı,
ve yüreğinde barındırdığın o öfkeli köpeği düşünmek,
şimdiden sonra aramızda kalacak
ölümü de böyle görüyorum,
ve soluyorum havada külü ve yıkılışı,
her zaman
beni kuşatan uzun, yalnız odada.

Bu dev deniz esintisini vermek isterdim
tez soluk alışların için,
uzun gecelerde işitilmiş, unutuşa karıştırılmamış,
atın teniyle kırbaç gibi bütünleşmiş havayla.
Ve işerken işitmek için seni karanlıktaki evin arkasında,
sanki sen ince, titrek, gümüş beyazı, serkeş bir balı döktün.
Kaç kere ödüllendirmezdim ki
sahip olduğum bu gölge korosunu,
ve yüreğimde işitilen işe yaramaz kılıcın gürültüsü,
ve alnımda yalnız oturan kanlı güvercin
ve çağırır yitirilmiş şeyleri, yitirilmiş yaratıkları
tuhafça ayrılmazmış gibi ve yitirilmiş maddeleri.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde İkinci Konaklama'dan"


Tango Del Viudo (Orijinal)

Tango Del Viudo

Oh maligna, ya habrás hallado la carta, ya habrás llorado de furia,
y habrás insultado el recuerdo de mi madre
llamándola perra podrida y madre de perros,
ya habrás bebido sola, solitaria, el té del atardecer
mirando mis viejos zapatos vacíos para siempre,
y ya no podrás recordar mis enfermedades, mis sueños nocturnos,
mis comidas,
sin maldecirme en voz alta como si estuviera allí aún
quejándome del trópico, de los coolíes corringhis,
de las venenosas fiebres que me hicieron tanto daño
y de los espantosos ingleses que odio todavía.

Maligna, la verdad, qué noche tan grande, qué tierra tan sola!
He llegado otra vez a los dormitorios solitarios,
a almorzar en los restaurantes comida fría, y otra vez
tiro al suelo los pantalones y las camisas,
no hay perchas en mi habitación, ni retratos de nadie en las
paredes.
Cuánta sombra de la que hay en mi alma daría por recobrarte,
y qué amenazadores me parecen los nombres de los meses,
y la palabra invierno qué sonido de tambor lúgubre tiene.

Enterrado junto al cocotero hallarás más tarde
el cuchillo que escondí allí por temor de que me mataras,
y ahora repentinamente quisiera oler su acero de cocina
acostumbrado al peso de tu mano y al brillo de tu pie:
bajo la humedad de la tierra, entre las sordas raíces,
de los lenguajes humanos el pobre sólo sabría tu nombre,
y la espesa tierra no comprende tu nombre
hecho de impenetrables substancias divinas.

Así como me aflige pensar en el claro día de tus piernas
recostadas como detenidas y duras aguas solares,
y la golondrina que durmiendo y volando vive en tus ojos,
y el perro de furia que asilas en el corazón,
así también veo las muertes que están entre nosotros desde ahora,
y respiro en el aire la ceniza y lo destruido,
el largo, solitario espacio que me rodea para siempre.

Daría este viento de mar gigante por tu brusca respiración
oída en largas noches sin mezcla de olvido,
uniéndose a la atmósfera como el látigo a la piel del caballo.
y por oírte orinar, en la oscuridad, en el fondo de la casa,
como vertiendo una miel delgada, trémula, argentina, obstinada,
cuántas veces entregaría este coro de sombras que poseo,
y el ruido de espadas inútiles que se oye en mi alma,
y la paloma de sangre que está solitaria en mi frente
llamando cosas desaparecidas, seres desaparecidos,
substancias extrañamente inseparables y perdidas.


Kaktüs

Onların tanrısı şeytan suratlı.
Barıştan söz ederek yalvarıp yakardıkları bu tanrıdır işte.
Gördükleri gökyüzü çiviler ve dikenlerle dolu.
Güzelim insanoğlunun yüzünü de nişan tahtası yerine kor onlar.
Kargadır onların bildiği kuş, ava uçakları, bombardıman uçakları,
bulutları dersen, yanıp yıkılmış evceğizlerin tüten dumanı.
Göklerinde zırnık göremezsin güzelim mavi renkten.
İstedikleri de çiftçisi olmayan bir dünya.
Dokumacısı olmayan bir dünya,
Nişanlıları olmayan bir dünya, doğumların olmadığı bir dünya,
Kanlı katillerin dünyası, cana kıyıcıların dünyası.
Çöl kaktüsüdür onların kutsal çiçeği de.


Şe Lan Vien
Türkçesi: Eray Canberk

28 Haziran 2013 Cuma

Su Baskınları

Yaşıyor yoksullar aşağıda ve bekliyorlar ki ırmak
yükselsin geceleri ve denize sürüklesin onları.
Akıp giden küçük beşikler gördüm, evlerden
küçük parçalar, sandalyeler, ve gökyüzü ve dehşetin
birbirine karıştığı yerde
ceset soluğu suların müthiş bir hiddetini.
Sadece sana ulaşır, sen ey yoksul,
senin karına ve mısır tohumuna,
köpeğine ve aletlerine,
öğrenmen için dilenmeyi.
Yükselmiyor su malikanelere,
kar beyazı giysileri yükseliyor çamaşırhanelerden,
Yut bu boğan çamuru ve ölülerinle birlikte
denize doğru yüzen bu enkazları,
o fakir masaların ve çıplak kökleriyle
dalgadan dalgaya dolaşıp duran
yitmiş ağaçların arasında.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı'dan"

Zindanlıkların Yol Türküsü

Sürgüne doğru, geçiyoruz Kui Nhon sokaklarından
İnsan hiç bu kadar yakın bulmamıştır evleri kendine
Sizler, kıyı kenar gidenler, ayakları birbirine dolananlar
Kimbilir, dost olur muydum sizinle zamanla?
Yavaş ol kamyon! Birazcık dur işte!
Bir zaman hasret kalacağım evlere!

Ama evler seyrekleşiyor gitgide
Pirinç tarlalarının yeşili akıyor anılardan
Tepede bir tarlada bir türkü akşam güneşi altında
Dağların uzaktaki çizgileri siliniyor

Yol bu garipsi ülkeye doğru yükseliyor
Kangtum, geçitleri ve sonsuz dağlarıyla
Çamlar türkü söylüyor, mırıldanıyor ırmaklar
Akşamın çığrışan kuşları, seslenen kim size?

İnsan nasıl da bağırmak ister öfkesini dindirmek için!
Rüzgarın iç çekişlerinde nice hüzün boğulur

Dak Sut'a doğru, Dak Pao'ya doğru yükseliyor yol
Yarlara eğilerek
İp köprüler sarsılıyor ırmakların üzerinde
Yukarda bir iki nöbetçi tünemiş
Gönlüm sizi düşünüyor, arkadaşlar ...

Ey kardeşlerim, işte buraya gömdüler sizi
Kemiklerinizi attılar karanlık ormanlara
Nöbetçinin kolu yorulmuştu kamçı sallamaktan
Kanınız coşturup neşelendiriyordu komutanı
Bu taşların her biri bir kan damlasıdır

Köprünün her ayağı ölü bir insan bedenidir
Siz ey ilk gidenler, yolu açanlar
Biliyor musunuz, zindan yolunda sizi izliyoruz?
Yol Dak Lay dağına doğru yükseliyor.

Yabanıl bir horozun türküsüyle kırılıyor sessizlik
Kuş falan yok buz gibi bir rüzgarın estiği siste
Bir iki köycük boğuluyor bulutların arasında
Karakolun önünde rengi atmış bir bayrak
Kabartma bir akşam görünümü gibi yüreğime vuruyor damgasını

Kim çözebilecek bu korkunç tiksintiyi
Zindanlıkların sisleri delip giden bakışlarındaki?
Dağlar söyleyin bana hurdan ovaya kadar
Kaç fersah çeker, kaç gece yürünür?


To Hu
1942
Türkçesi: Eray Canberk

27 Haziran 2013 Perşembe

Sucre

Yaylada yaşıyor Sucre
dağların sarı yüzünde,
Higaldo düşer, Morelos yakalar
sesi, bir çanın titreyişi
dikilir toprağa ve kana.
Paez dolanır yolları
ve dağıtır fethedilmiş gökyüzünü,
çiy düşer Cundinamarca'da
yaraların kardeşliği üstüne,
yurdun genişliklerinden o saklı
hücreye dek ayaklanmış halk doğrulur,
ayrılıklardan ve dörtnalalardan
bir dünya oluşur,
çünkü her bir dakikada bir bayrak doğar
merakla beklenen bir çiçek gibi:
kanlı şallardan ve özgürlüğün
kitaplarından yapılma bayraklar,
yolların tozu boyunca
sürüklenmiş, süvarilerden aşınmış
eriten atışlar ve şimşekle
yayılan bayraklar.


Bayraklar

Bayraklarımız o kokulu
zamandan, handiyse dikildiler,
handiyse doğdular, saklılar
derin bir aşk gibi, birdenbire
tutuştular sevgili barut-dumanının
mavi rüzgârında.

Amerika, yaygın beşik, yıldız-duvar,
olgun nar,
birdenbire doldu senin coğrafyan
arılarla,
kiremit ve taşla
taşınmış bir vızıltıyla, elden ele,
şaşırmış bir petek gibi cadde
giysilerden bir yığın oldu birdenbire.

Atışların gecesinde
parıldadı dans gözlerinde,
bir portakal gibi
yükseldi portakal çiçeği gömleklere,
ayrılış öpüşü, undan öpücük,
sevgi sıkı sıkı bağladı öpücüğü,
ve savaş şarkı söyledi
gitarına yollarda.


Pablo Neruda
"Los libertadores'den Canto General"

Küçük Luom

Hue' de savaş vardı
Ben dönerken Hanoy'a
Yeğenle karşılaştım
Bir sokağın başında

Küçücük bir yumurcak
Elinde de çantası
Afacan bastı bacak
Akıllı mı akıllı

Kasketini ters giymiş
Hiç durmuyor çenesi
Çalımını atıyor
Küçük bir kral gibi

-İşlerim pek yolunda!
Görevliyim ben şimdi
Mang Ca denen kışlada
Yerim evden de iyi!

Bizim yeğen gülüyor
Yanakları da al al
-Eh eyvallah arkadaş!
Şimdilik sağlıcakla kal

Yeğen bir yana gitti
Amca başka bir yana
Memleketten bir haber
Haziran ayında:

Bu ... Luom
Bizim Luom

Başka sabahlar gibi
Bir sabah karanlıkta
Bizimki çıka geldi
Cebinde bir mektupla

Geçmiş gelmiş cepheyi
Güm ... Bom'lar ... arasından
Bu önemli haberi
Getirmiş hiç korkmadan

Ipıssız tarlalarda
Büyüyordu başaklar
Çeltiklerin üstünde
Küçücük bir kasket var

Bir ışık parıldadı
Küçük arkadaş düştü
Al kanı taze kanı
Topraklara döküldü!

Kaba korlar pirinci
Ak akçım tane tane
Nasıl kokar mis gibi
Can gezinir her yerde
Luom nerdesin, nerde?

Küçücük bir yumurcak
Elinde de çantası
Afacan bastı bacak
Akıllı mı akıllı

Kasketini ters giymiş
Hiç durmuyor çenesi
Çalımını atıyor
Küçük bir kral gibi


To Hu
Türkçesi: Eray Canberk

26 Haziran 2013 Çarşamba

Suçluyorum

O zaman suçlamıştım onu
umudu boğanı,
bütün Amerika boyunca haykırdım
ve attım onun adını utancın
mağarasına.
O zaman beni sorumlu tutmuşlardı
suçlardan ötürü, satılmışların
ve işe alınmışların sürüsü:
“hükümetin sekreterleri”,
polisler, yazmışlardı
katranla benim hakkımdaki
hakaretlerini, fakat hainler
yazdıklarında büyük harflerle
adımı, gördü duvarlar
ve sildi gece
sayısız elleriyle,
halkın ve gecenin elleriyle
sildiler boşuna şarkımın üzerine
bulaştırmaya çalıştıkları bu rezaleti.

Sonra gece geldiler yakmaya
evimi (ateş biliyor şimdi
onları gönderenin adını)
ve bütün yargıçlar birleştiler
yargılamak için beni, aradılar beni
çarmıha germek için sözcüklerimi
ve bu gerçekleri cezalandırmak için.

Şili’nin sıradağlarını
kapattılar yurtdışına çıkmayayım,
ve orada ne olup bitiyor anlatmayayım diye,
ve kabul etmek ve korumak için beni
açtığında Meksika kapılarını,
o zavallı şair Torres Bodet,
hiddetli gardiyanlara
teslim edilmemi emretti.

Fakat yaşıyor sözcüklerim
ve suçluyor özgür yüreğim.

Neler oluyor, neler oluyor? Pisagua’nın
gecesinde, hapiste, zincirler arasında,
sessizlikte, onuru kırılmış anayurdumda,
bu kötücül yılda, kör sıçanların yılında,
bu gazabın ve hıncın kötücül yılında,
neler oluyor, diye soruyorsun, soruyor musun bana?


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı'dan"

Sabah ve Şiir

Bizim sokağın alev ağaçları
Çiçektir ve yeşilliktir yalnızca.
Altından bir ışık sabahtan başlar
Damları tutuşturmaya.
Bir yaban kazı uçarken yavaşlar
Sana haber vermek ister ama boşuna:
Senin olmadığını görünce hemen
Yeniden başlar kanat çırpmaya.

Bir güz akşamı. Yağmurdan sonra
Oturdum penceremin önüne,
İçime işleyen toprak kokusunu·
Çektim ciğerlerime.
Radyo anlata dursun
Yeryüzünde olup bitenleri,
Kuzey rüzgarı soğuk getirir
Ve bana anlatır seni.

Günlerin geçtiği uzak ülkeler,
Tansık ve şiir!
Gün doğar doğmaz, sevgilim,
Aklıma hemen yüzün gelir.
Sizde akşam olmuştur çoktan.
Burda güneş aydınlık ve yakıcı.
Senin seyrettiğin geniş ovalar,
Benim bir alev ağacı.

Kuzey bozkırları, göknarlardan ufuklar.
Serviler, kum ve söğütler.
Koyun sürüleri. At sürüleri.
Dalgalanıp duran çimen.
Ama bilirim senin gönlün
Doğduğun yere çağırır seni.
Doğduğumuz yer savaştığımız yerdir.
Kuş da gelip konar oraya.

Bu sabah, senin haberinle birlikte,
Kanatlarının üzerinde bana,
Kuzey otlarının kokusunu da getiriyor,
Ve ardına kadar açık pencereden
Bakıyor bana senin mektubunu okurken.


Nguyen Ksu An Sanh
Çeviren: E. Canberk

25 Haziran 2013 Salı

Suskunluğun Sevindiriyor Beni

Suskunluğun sevindiriyor beni, çünkü uzakta gibi görünüyorsun,
ve işitiyorsun beni uzaklardan, ulaşmasa da sesim sana.
Görünüş o ki, gözlerin uçmuş gitmiş uzaklara,
ve kapalı ağzın bir öpüş gördü sanki.

Tam da her şey ruhum tarafından izlenmişken,
çıkıyorsun ortaya o bütünden, ruhumdan benim.
Kış uykusundaki bir kelebek gibi benziyorsun ruhuma,
ve hatırlatıyorsun bana melankoli sözcüğünü.

Suskunluğun sevindiriyor beni, uzakta gibi göründüğünde.
Ve şikayet ettiğin şey, üveyen bir kelebek.
Ve işitiyorsun beni uzaklardan, ulaşmasa da sesim sana.
Öyleyse bırak susayım suskunluğunla senin.

Öyleyse bırak seninle konuşayım suskunluğunla senin,
bir lamba gibi aydınlık, bir yüzük gibi gösterişsiz.
Suskunluğu ve yıldızlarıyla gece gibisin.
Yıldızdan doğmuş suskunluğun, öyle uzak ve sade.

Suskunluğun sevindiriyor beni, uzakta gibi göründüğünde,
uzak ve taciz edilmiş, ölmüşsün gibi.
Bir sözcük, bir gülümseme yeter.
O zaman mutluyum, mutlu, çünkü gerçek değil bu.


Pablo Neruda
"Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı'dan"

Halklara Selam

III.


Halklar, bu öylesine yaşlı ve öylesine genç Dünya'nın en iyi çiçekleri en iyi meyveleridir Walt Whitman,
Halklar, gelecekteki bol hasatlar için iyi tohumlar gibi boy atarlar.
Sen de Whitman, sen de iyi tohum gibi bu toprağın altında yatıyorsun,
Ekvatordan kutuplara, kutuplardan ekvatora, dünyanın sırtında yürüyüşlerini halkların işitiyor musun?
Büyük Okyanus'un, Hint Okyanusu'nun ve Atlantik'in yeni kitabının hışırtıyla dönen sayfalarını işitiyor musun?
Dünyamız böylesine çalışkan, böylesine neşeli olmamıştı dönüp durduğundan beri
Eskiden halklar mutfakta efendileri için yemek hazırlardı -
Anımsıyor musun Langson Hughes'ı?
Şimdi halklar dünya denen koca evin efendisi.
Eskinin berbat yaşamını değiştiriyorlar -tepeden tırnağa-.
Walt Whitman, halklar değil savaşı ortaya çıkaran,
Ama onlar sona erdirecek savaşarak son savaşları.
Halklar insanoğlunun yarattığı tüm ateşi ellerine alacaklar
Dünyanın renklerini yeniden yaratmak için yaşamın renklerini yeniden
-Senin halkın da benimki de bilir bu işi-
Yitip gitmiş güzel renkleri yeniden yaratabilirler ve yeni renkler yaratabilirler.
Tanrıların ve şeytanların yarattığı alacakaranlığa son verecekler.
Dünya dönecek insanların elleri arasında koca bir çömlekçi çarkı gibi
Ve Dünya güzel bir vazo gibi biçimlenecek, bütün Yunan vazolarından daha güzel bir vazo gibi.
İnsanoğlunun elleri evrenin çamurundan güzelliğin vazolarını yaratacak.
Halklar savaşı yaratmadı, ama savaş onların işi oldu Wait Whitman.
Halklar dostluğu yarattı ve dostluk insanoğlunun yüreğinde kalacak.
Dostluk verimli bir tohum gibi kalacak halkların yüreğinde.
Tanrıları yaratan insanoğludur, halklar bütün tanrılardan daha güzel insanı yeniden yaratacaklar.


Huy Kan
Türkçesi: Eray Canberk

24 Haziran 2013 Pazartesi

Şair

Daha önce dolanmıştım hayatın arasından, ortasında
acı dolu bir sevdanın: daha önce
gözlerim hayata çivilenmiş olarak
bir küçük sayfa kuvarsı saklamıştım.
İyiliği satın aldım, buldum kendimi
açgözlülüğün pazarında, soludum hasedin
en sağır sularını, maskelerin ve yaratıkların
insansı olmayan uzaklıklarını.
Yaşadım deniz bataklıklarından bir dünyada
çiçeğin, o beyaz zambağın, titreyen köpüğünde
beni aniden yuttuğu yerde,
ve ayağımı nereye koyduysam
ruhumun uçurumun çenesine kaydığı yerde.
İşte böyle doğdu benim şiirim, zorlukla kurtuldu
dikenlerden, yayıldı
bir ceza olarak üzerine yalnızlığın,
ya da utançsızlığın bahçelerinde yalıttı
tamamen gömülene dek en gizli çiçeği.
Kendi dehlizlerinde yalnız yaşayan
o kasvetli su gibi yalıtılmış,
koştum bir elden öbürüne her bir yaratığın
yalnızlığına, o gündelik nefrete.
Biliyordum böyle yaşayacağımı, fakat en tuhaf
denizdeki balık gibi saklanmış
o yarım canlı, ve o çamurlu
sonsuzlukta rastladım ölüme.
Kapılarını ve yollarını açan ölüm.
Duvarlar boyunca kayan ölüm.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı'dan"

Yıldızlı Gece

Daha da bir derinleşir gökyüzü,
alabildiğine yüksekteki yıldızlarla.
Kargaların yaptığı Köprü
Soğuk kıyıların olduğu Gümüş Irmak'ta.

Boşuna ararken Hasatlar Perisi'nin başlığını,
bir Ördek görürüm uzayda yüzüp duran.
Anımsatır bana güzel gözlerini Akşam yıldızı,
ayrılık anında yaşlarla ıslanan.

Parıldar durur göğün bir köşesinde,
Kutup yıldızı en canlı ışığıyla.
Sen, güneyde, on yedinci enlemde,
yıllar geçirdin ona baka baka!

Yıldızlar pırıl pırıl ve sonsuzdur,
ayırt etmeksizin ısıtırlar yurdumuzu.
Yıldızlarla bezenmeyi bazı bazı gökyüzü unutur;
ama benim seni unuttuğum tek gece yoktur.


Nguyen Binh
1959
Türkçesi: Eray Canberk