Şiir, Sadece: 2017-07-30

5 Ağustos 2017 Cumartesi

Yaşam?

Söyle bana neye benziyor ağaç.
Üzerinde kuşlar uçtuğu zaman
nasıldır bir ırmağın şarkısı.

Denizi anlat bana. Anlat bana
engin kokusunu tarlaların.
Yıldızları. Havayı.

Ufukları anlat bana,
bir yoksul kulübesi gibi
kilitsiz, anahtarsız ufukları.

Nasıldır öpmesi bir kadının
söyle bana. An biraz da
aşkın adını: anımsamıyorum artık.

Kokar mı geceler hala
ayışığında mutluluktan titreyen
aşıkların kokusuyla?

Kalmadı mı yoksa geriye bir şey
şu çukurdan, şu mezar ışığından
ve volta taşlarımın türküsünden başka?

Tam yirmi iki yıl oldu... Unuttum
nasıldı boyutları, nasıldı
kokusu ve rengi dünyanın ...

Rasgele yazıyorum: "deniz" ve "kırlar"ı
"Orman" diyorum, ama unuttum artık
nasıldı boyu bosu bir ağacın.

Konuşuyorum, canlandırmak için hayalimde
yılların gözlerimden sildiği şeyleri.

(Sürdürmek olanaksız artık: çünkü
ayak seslerini duyuyorum gardiyanın.)


Marcos Ana
Çeviren: Özdemir İnce

XXX

Tek bir sözcük
gelmeyecek dudaklarıma
gerçekliği
olmayan.
Tek bir hece
gerekli olmayan.
Yaşadım
görmek için
sözcüklerin
ağacını, tanığı
oldum
insanın, yaprak yaprak,
Yaktım bütün teknelerini
rüzgarın.
Yerle bir ettim
düşleri,
yaşayan sözcükler
ektim.
Biri olsun
çıkmadı sözümden:
kökledim
söktüm çıkardım
sessizliği topraktan
güneşin alnında.
Sayılıdır
günlerim
bir,
iki,
dört
kitap sildi unutulmayı.
Ey kırları,
ey dağları, ey ırmağı
Darro'nun: diri diri
yok edin beni.
Yükseltin
mavi doruklarına ülkemin
sesi.
Tek bir mazgal
kaldı bana
benimdir diyebileceğim.
Ey yitik hava
ey yitik deniz.
Gelip çarpın
mısralarıma
ve yankılarım
özgürlüğün tadını
çıkara çıkara.


Blas De Otero
Çeviren: Özdemir İnce

Bu Taşın Üzerinde Kuracağım

Tanığınım senin, ey gözlerimin toprağı,
özümlenen yurt, satırı gözkapaklarımın,
sen, kanla giren karamsar hava
dudaklarımın yazma sanatına.

Durumunu anlatıyorum, aktarıyorum sayısız
ayrıntısını yüzünün ve sonra acıyla sunuyorum
bu def ter yapraklarında onları rüzgara.
Ey kılıcın ikiye böldüğü taş. Sen. Günah taşı.

Geri geri gitmenin İspanya'sı,
sen, bardaksız su, su varken; susuz bardak,
susayıp kavrulurken. "Tanrım, nasıl da uysal
iyi bir kulun var..."
var..."


Sessizlik,
artık tek bir mazgalım bile yok
bu benimdir diyebileceğim.
(Eski bir Romans'tan)


Blas De Otero
Çeviren: Özdemir İnce

Yoksulluk, Basitlik, Sevinç

Türküsünü söylemeyi öğrendim
yoksulluğun, basitliğin, sevincin.
Şu ellerimle dokundum yaşama.

Türküsünü söylemeyi öğrendim
yoksulluğun, güçlüye tatlı gelen
insanlığımın görevidir
savaşma sevince.

Şu ellerimle dokundum yaşama,
biçim verir sınırları karşı koymama,
aydınlattı günü sonsuzluk tutkusu.

İçime çektim denizi,
izledim iğri gülümseyişlerinde
unutulmuş kadınların,
bir barış antlaşmasının kolay imzasını.

Şu ellerimle dokundum yaşama:
yoksulluğa, basitliğe, sevince:
içimden gelen ses tanıktır buna.

Türküsünü söylemeyi öğrendim
azınlık içinden utkuya yücelip
gerçeği haykırmanın,
yüreğim vura vura özgürlüğe kavuşmanın:

zoraki özgürlük,
var olmayan insanlık özgürlüğü:
kader yerine kahramanca büyüyüş.

Türküsünü söylemeyi öğrendim
tatlılık ve ciddilikle geleceğe yönelmenin,
yasalara uymanın,
barışa doğru itelenmenin.

Yoksulluk, basitlik, sevinç,
bir insan olmanın gücü, somut kazanç,
bir gülümseyişi saran adalet!

Türküsünü söylemeyi öğrendim
sen, ben, herkes için ölünceye dek
hoş, tatlı, kederli gerçeğin
ve de bitmez tükenmez tarihin.

Bir insan olarak hürüm ben,
Kabul edince işleyen barışımı, büyürüm,
türküsünü söylersem umudun
söylediğim türkü olurum.


Gabriel Celaya
Çeviren: Yekta Ataman

4 Ağustos 2017 Cuma

Bertolt Brecht'in Dönüşü

Geliyorsun bana türküler söyleyerek
ey yiğitliğin ozanı, ey Galile!
aşıp da denizi zifir karanlıkta
ulaşıyorsun beni barındıran topraklara
uzakta yurdumdan, sürgünümde.

Geliyorsun bana, ta Bedin'den
o candan, arkadaş köşesinden evinin
bir sabah orada, sunmuştun bana
adalet dolu yüreğini, utangaç ve sevecen,
ışığını aklının, berrak ve belirgin.

Sokaklarda bağrı paramparça
haykırıyordu kent, senin kentin,
ve sen orada çelikten sözünü
o yüce yapıyı yükseltmedeydin
ki nasıl geniş bir alan oldu halkına.

Canlıydın, ateş dolu ve şimdi de
ölmüş olsan da dirisin her zamankinden
görüyorsun, dosdoğru, uyanık yüreğini yurdunun
uyumayan şeyleri tetikte bekleyen
yeni bir güneş doğurmak için dünyanın üstünde

Böylece, geliyorsun, diri bir umutla
ayakta tuttuğun hep, bu gecede de
aşıp da denizi, her zamanki gibi uykusuz
ve tüfekleriyle Carrar Ana'nın
nişan alarak her zamanki gibi
ansızın kan saçan o korkunç gölgelere,
şafağın düşmanlarına, gün ışığının
ağu katanlara tatlı ekmeğimize.

Dönüşün, seçkin varlığın yanıbaşımda
bir ışın gibi görünüşün birdenbire
hep destek olsun bana yaşamımda
ey yiğitliğin ozanı, ey Galile!


Rafael Alberti
Çeviren: A. Behramoğlu

Şair Herkes İçin Söyler Türküsünü

I.

İşte herkes orda, bakarsın geçişlerine.
Nasıl can atarsın, aralarına karışmak tanımak için onları
Yüreğindeki çılgın kasırgadır çıldırtan seni.
Acının depreştirdiği kalabalık,
İçine işlemiş susku,
Ne deyip karar verirsin. İşte, geçiyorlar.

Herkes. Çocuklar ve kadınlar. Durmuş oturmuş erkekler bile.
Acı apaçık bakışlarında.
Ve bir tek kalabalık, tek bir varlık gibi geçer.

Ve sen, daralmış yüreğin, tek başına kalan acının
kudurganlığıyla,
Son bir çabayla kalabalığa karışırsın.
Kendini bulursun, kendini tanırsın böylece.
Dingin dalgalara bırakıp kendini, ağır ağır açılırsın.
Yumuşak itişlerle gidersin, yumuşacık sallanışlarla.
Ve yoğun bir mırıltı duyarsın, alçak sesle söylenen bir ilahiyi
andıran.
Binlerce yürek tek bir yürekte çarpar, sürükler seni.


II.

Seni sürükleyen tek bir yürektir. El etek çeker
Kendi acın, daralmış yüreğin ferahlar.
Tek bir yürek olursun, şakaklarında duyarsın atışını,
Seni sarar, göğsünü kabartır,
yürüdükçe güç verir kollarına.
Ve eğer dikelirsen, bir an yükseltirsen sesini,
bilirsin ki bir türküdür söylediğin,
karanlık ve uçsuz bucaksız bütün bedenlerin derininden kopup
gelen aydınlıktı bu
ve bedenlerde, ruhlarda senin haykırışınla borcunu ödeyendir,
sana destek olanların sesidir, içinde sen de varsın,
senin sesin, şaşırarak kendini tanıdığın güçlü ve gerçek ses.
Darmadağın olmuş yüreklerin sesidir bu, gırtlağından
fışkırıp gökleri saran
ses sade ve açık.


III.

Herkes için yükselir bu ses, bak bütün insanların kulağı sende.
Kendilerini duyarlar, kendilerini bulurlar bir tek seste.
Söylediğin türkünün gücü kuvveti onlardır, bir ırmak gibidirler.
Irmağın dalgalarına karıştın, dağılır gibi insanları birbirine
İşte onları sürükleyen ses, titreşir ve bir yol gibi uzar.
İnsanların adımları üstünden geçer onun, onlar
çiğner ve bedenlerinden izler bırakırlar.
Ses dağılır, verir kendini ve kalabalık akar, akar,
yüreğe ulaşır, bir yoldur bu, bir dağ gibi
Tepeye kadar varır. Güneşin rengi alınlarda solar.
Herkes türkü söylemeye koyulur aydınlık zirvede.
Sesin onların sesi, ortak ve yüce.
Ve kuvvetin ve gerçeğin maviliği
yankılar insanların sesini. Görkemle
bağladın.


Vicente Aleixandre
Çeviren: A. Hatipoğlu - E. Canberk

Gerçek

Duvarlar değil, gölgeler boğuyor kalbimi; nedir bu
gölgelerde gülümseyen? Hangi yalnızlık bu çırpınan
aysız acısıyla kollarının ve bitmeyen çığlıklarını
geceye çarpan? Kim bu gizlice şakıyan yapraklar içinde?
Kuşlar mı? Sanmam, bir anısıdır kuşların belki. Nesin sen
bir yankıdan başka, bir yankı ancak, dağınık tüyler,
bir yığın döküntü elimde kalan? Sevgiliyi öpmek değildir
külleri öpmek. Ve kurumuş bir dalı kemirmek
o kadar uzaktır ki ışıyan bu dudakları
yükseldikçe parıltısına parıltı katan şu fildişi göğse
dayamaktan. Güneş, ey göz kamaştıran güneş!

Bir yana bırakılır giysiler - hışırtılı, işe yaramaz
kalıntıları şehrin. Gövde pırıl pırıl uzanır,
çıplak, akan suları gibi bir kaynağın,
dönencelerde yanan dalların arasında
kendini duyuruşu gibi ekvatordan fışkıran hayatın.

İç; tüket o güçlü ateşini öğle vaktinin -
ışıklarını doruklara salıp tam bir esriklik içinde
seni tutuşturan ve eriten. Ey güzel, hayatı sürdüren ölüm,
közleri günün! Hayatına alevlerle son veren balta
girmemiş orman!


Vicente Aleixandre
Çeviren: Cevat Çapan

3 Ağustos 2017 Perşembe

Ignacio Sanchez Mesias İçin Ağıt

IV. Artık Olmayan


Boğa bilmiyor seni, incir ağacı da,
Ne atlar, ne de evindeki karıncalar.
Çocuk da ikindi de bilmiyor seni,
Çünkü başladın artık yaşamamaya.

Taşın arkası bilmiyor seni,
İçinde çürüdüğün kara atlas da.
Sessiz anıların bile seni bilmiyor,
Çünkü başladın artık yaşamamaya.

Beyaz böceklerle gelecek sonbahar,
Sisli üzümler, kümelenmiş dağlarla,
Kimseler bakmayacak gözlerine senin,
Çünkü başladın artık yaşamamaya.

Çünkü başladın artık yaşamamaya
Bütün ölüleri gibi yeryüzünün,
Bütün o unutulmuş ölüler gibi
Durmaktasın cansız köpekler yığınında.

Kimse bilmiyor seni. Ama ben söylüyorum,
Yüzünü, olgunluğunu söylüyorum çağlara,
Ölüm tutkunu senin, ölümün seçmesini,
Hüznünü söylüyorum kahraman gülüşünün.

Uzun sürer doğması, eğer doğarsa,
Senin gibi kıyasıya yaşayan bir Endülüs'lü;
İnleyen kelimelerle söylüyorum inceliğini,
Anıyorum üzgün yeli zeytin ağaçlarında.


Antonio Machado
Çeviren: Ülkü Tamer

Şakıyın Kuşlar

Kuşlar, özgür kanatlarınızın okşayışları
alamaz elimden hüzünlü anılarımı.
Ne aydınlık bir coşkunun
cıvıltısıdır bu bağrınızdan konuşan!
Şakıyın bana, parlayan kuşlar
yanan ormanlarda sevinci çağırıp
aydınlıkla esrik, bir çanın dilleri gibi
maviliklere yükselin
sizi sevgiyle bağrına basan.
Şakıyın bana, her gün yeniden doğan
ve çığlıklarınızla dünyanın suçsuzluğunu
haykıran kuşlar. Şakıyın, şakıyın ve sevinin yürekten
kökümden kopardığınız için beni ve yeryüzüne dönmeyin.


Vicente Aleixandre
Çeviren: Cevat Çapan

Çıplak Bir Kıza

Nasıl da tatlı tatlı bakıyor bana -
sen siyah gözlü kız!
Köpürüp akan ırmağın kıyısından
açıkça seçiyorum yeşillerle uyumlu çizgilerini.
Otları dağlayan alevler gibi bir çıplaklık değil bu,
ne de küllerin habercisi bir köz sıçrayıp parçalanan,
daha çok, oraya sessizce yerleştirilmiş, sabahın
en körpe çuhaçiçeğisin sen, bir solukta yetkinleşen.
Esintiyle sallanan çuhaçiçeğinin serin imgesi.
Gizli, el değmemiş çimenden bir döşeği var gövdenin
Kenarları dingin akan bir ırmak gibi.
Uzanmış yatıyorsun ve koyaklarda esen yellerin
bestelediği bir türküyü söylüyor sevimli çıplaklığın.
Ey ezgilerin kızı, nice incelikle sunulan
ve orada o uzak kıyıda kabul edilmeyen armağan.
Azgın dalgalar giriyor araya, ayırıyor seni benden,
tükenmek bilmeyen tatlı isteğim, mutluluğun bağı,
göksel bir yıldız gibi o otlarda serili yatan gövde.


Vicente Aleixandre
Çeviren: Cevat Çapan

2 Ağustos 2017 Çarşamba

Sezilmemiş Aşka Gazel

Karnındaki karanlık manolyanın
Kimseler anlamadı kokusunu.
Acıttığını kimseler bilemedi
Dişlerinle sıktığın o aşk kurşunu.

Binlerce Acem tayı uykuya yattı
Alnının ay vurmuş alanında,
O senin kar düşmanı göğsünü
Kucaklarken dört gece kollarımla.

Bakışın, tohumların solgun dalıydı
Alçılar, yaseminler arasından.
Aradım vermek için yüreğimde
O fildişi mektupları her zaman diyen,

Her zaman: acımın bahçesi benim
Gövden her zaman, her zaman şaşırtıcı
Damarlarının kanıyla dolu ağzım,
Ağzın ölümüm için söndürdü ışığını.


Antonio Machado
Çeviren: Ülkü Tamer

Başka Bir Anlatım

Şenlik ateşleri yerleştirir boynuzlarını
Çıldırmış bir geyiğin ikindi tarlasına,
Gittikçe yayılır vadi. O küçük rüzgar
Sıçrar bayırlardan bayırlara.

Hava kristalleşir duman altında
- Kedi gözleri gibi sarıdır, hüzünlüdür -
Ben dallardan yürürüm gözlerimde,
Dallar, ırmaklardan yürür.

Gelirler bana, gerçek şeylerim benim,
Aynı ezgileri tekrarlayarak.
Burada, bu ikindi sazlıklarında
Ne garip Federico adında olmak


Antonio Machado
Çeviren: Ülkü Tamer

Ağıta Kaside

Kapadım balkonumu,
Duymak istemiyorum ağlayışlarını çünkü,
Ama kurşuni duvarlar gerisinden
Bir şey duyulmuyor ağlayıştan başka.

Ne kadar az melek var şarkı söyleyen,
Bir şey duyulmuyor ağlayıştan başka.
Binbir keman sığıyor avucuma yalnız.

Ağlayış kocaman bir köpektir ama,
Ağlayış kocaman bir melektir,
Ağlayış kocaman bir kemandır,
Yaşlar sarıyor rüzgarı,
Bir şey duyulmuyor ağlayıştan başka.


Antonio Machado
Çeviren: Ülkü Tamer

1 Ağustos 2017 Salı

Deniz Suyu Baladı

Deniz
Gülümsüyor uzaklarda.
Köpükten dişler,
gökyüzünden dudaklarla.

- Ne satarsın, anlaşılmaz kız,
göğsünü rüzgara verip?

- Suyunu satıyorum, efendim,
denizlerin.

- Ne taşırsın, kara oğlan,
karışmış da kanına senin?

- Suyunu taşıyorum, efendim,
denizlerin.

- Bu tuzlu gözyaşları, ana,
nereden gelir?

- Suyunu ağlıyorum, efendim,
denizlerin.

- Yürek, bu ağır acılık
nereden doğar dersin?

- Öyle acı ki suyu
denizlerin

Deniz
gülümsüyor uzak
Köpükten dişler
gökyüzünden dudaklarla.


Federico Garcia Lorca
Çeviren: Sait Maden

Üç Nehir Üstüne Küçük Balad

Akar Guadalkuivir
Portakal ve zeytin bahçelerinin gölgesinde
Senin iki nehrin Granada
Düşer karlardan, vadilere

Ah sevda
Geri gelmez bir daha

Guadalkuivir kıvrımlarında
Yanar tutuşur nar çiçekleri
Akar nehirlerin Granada
Biri kanla, gözyaşıyla öteki

Ah sevda
Karıştı rüzgara

Sevilla'da zarif
Yollar açılmıştır yelkenlilere
Senin nehirlerinde Granada
İniltilerdir yüzen sade

Ah sevda
Geri gelmez bir daha

Guadalkuivir... Çan kulesi
Ve rüzgar, limon bahçesinde.
Dauro, Henil, ölü kilisecikler
Nehirlerin denize kavuştuğu yerde

Ah sevda
Karıştı rüzgara

Sular taşıyıp götürürler mi
Çürüyen acının ateşlerini?

Ah sevda
Geri gelmez bir daha

Endülüs, portakal çiçeği taşır
Ve zeytin dalları, denizlerine

Ah sevda
Karıştı rüzgara


Federico Garcia Lorca
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Şarkı Söylemeye Gelmedim

Şarkı söylemeye gelmedim ben, götürün başımdan gitarı.
Hayır hayır, belge falan hazırladığım yok
ermişler katına atanmak için ölümümden sonra.
Yüzüme bakmaya geldim ben gözyaşlarında
denize akıp giden gözyaşlarında
ırmaklarla
bulutlarla ...
kuyunun dibinde gizlenen gözyaşlarında,
gecede
ve kanda ...

Dünyanın bütün gözyaşlarında yüzüme bakmaya geldim
Ve bir damla cıva, bir damla ağıt, bir damlacık olsun
kendi ağıtlarımdan katmaya
gelecek olanların beni görebilecekleri, kendilerini
tanıyabilecekleri o uçsuz bucaksız aynaya.
Yeniden duymak için geldim şu atalar sözünü karanlıklarda:
Alınterinle kazanacaksın ekmeğini
ve ışık acısındadır gözlerinin.
Kaynağıdır gözler ışığın ve gözyaşlarının.


Leon Felipe
Çeviren: Özdemir İnce

31 Temmuz 2017 Pazartesi

Biyografi, Şiir ve Kader

Önce insanlara anlatır hayatını ozan;
sonra insanlar uyuyunca, kuşlara;
daha sonra uçup gidince kuşlar, ağaçlara anlatır ...
Rüzgar eser sonra dallarda bir hışırtı.
Şöyle de anlatılabilir bu:
insanlara anlattığım gururla doludur;
kuşlara anlattığım, müzikle;
ağlayışla, ağaçlara anlattığım.
Ve bir türküdür bunların tümü, Rüzgar için ezgilenmiş
birkaç kelimesini anımsayabileceği ancak
bu tek ve belleksiz dinleyicisinin.
Hiçbir zaman unutmadıklarıdır ama anımsadığı bu
kelimeler taşların.
Sonsuzlukla doludur ozanın taşlara anlattığı.
Ve kaderin türküsüdür, unutmaz yıldızlar da.


Leon Felipe
Çeviren: Egemen Berköz

İki İspanya

İki İspanya vardır: askerinki, ozanınki. Kardeş katili
     kılıcınki, avare türkününki.
İkidir İspanya, türkü tek. Avare ozanın türküsüdür bu:
Franco, senin
çiftlik,
ev,
at ve tabanca.
Toprağın eski sesi benim.
Kalıyorsun sen, her şey senin, beniyse bırakıyorsun
     dünyaya, çıplak ve gezgin...
ama dilsiz bırakıyorum ben de seni, dilsiz!
nasıl biçeceksin buğdayı bundan böyle
nasıl harlandıracaksın ateşi
alıp gidersem türküyü ben?


Leon Felipe
Çeviren: Egemen Berköz

Aşk Uğraşı

Sakin olsun herkes, çalışıyoruz biz:
ateşçi ocak başına; gözcü
gözetleme yerine; serdümen dümene;
ressam tablolarıyla; radyocu
dinlemeye; marangoz çekiçleriyle;
kaptan emirleriyle; kadın da
süslenerek, iç çekerek, coşkuyla .

...Ben de tutkulu, tutku veren yaratıcı;
bir aşk uğraşında
alabildiğine bilinçli,
güneş gibi ya da ay gibi tanrı,
herkes için bir tek olan dünya.


Juan Ramon Jimenez
Çeviren: Eray Canberk

Gece İlahisi

Bir yıldız ve bir damla gözyaşım
değdiler birbirlerine ve birden
bir tek damla oldular
tek bir yıldız.

Kör olup kaldım sevda ile
ve sevda ile kör olup kaldı gökyüzü.
Bütün evrendi -ne fazla ne eksik-
yıldızın kaygısı, gözyaşının ışığı.


Juan Ramon Jimenez
Çeviren: Eray Canberk