Şiir, Sadece: 2015-04-12

18 Nisan 2015 Cumartesi

Naz

Gönlümün yok niyeti
Açılmak için sana.
Çektiğim eziyeti
Yüzümden anlasana!

Ben, ki her damla derdim
Deniz olsun dilerdim,
İpi elimle verdim
Benliğimi alsana.

Kan doldurup tasımı
Sildim gönül pasımı,
Taşa açtım yasımı,
Söylemedim insana!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Koşma

Kirpiğine sürme çek,
Kına yak parmağına:
Bu yıl yaşın girecek,
Kız, gelinlik çağına...

Anlatıyor duruşum,
Ben sana vurulmuşum;
Ko, düşsün gönül kuşum
Saçlarının ağına.

Yaş olsam gözden akmam,
Göz olsam gayre bakmam.
Vatanımsın, bırakmam
Ellerin kucağına!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Kıskanç

Sakın bir söz söyleme... Yüzüme bakma sakın!
Sesini duyan olur, sana göz koyan olur.
Düşmanımdır seni kim bulursa cana yakın,
Anan bile okşarsa benim bağrım kan olur...

Dilerim Tanrı'dan ki, sana açık kucaklar
Bir daha kapanmadan kara toprakla dolsun,
Kan tükürsün adını candan anan dudaklar,
Sana benim gözümle bakan gözler kör olsun!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

17 Nisan 2015 Cuma

Veraset

Ninem beş yüz altına satılmış bir esirdi,
Dedem beş yüz altını sayan bir derebeyi:
Köpek kanı, kurt kanı biri birine girdi,
İkisinden meydana çıktı bir kurt köpeği.

İki zıt cevheri var nabzımda vuran kanın,
Biri elpençe duran, öteki durduranın.
Duygum sana taparken, düşüncem bir hayvanın
Sırtında bir kadınla aşar karşı tepeyi!

Ben ninemden muhabbet, dedemden kin almış
Çini bir kâse kadar başkadır içim, dışım,
Elini öpmek için yalvarsa da bakışım
Isır diye tepinir gözlerimin bebeği.


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Kadın

Daha dün seyrederdi eski rü'yâlarını,
Kalbimin dört duvarı böyle değildi, kadın!
Bir el o perde perde örümcek ağlarını
Sen geleceksin diye oradan sildi, kadın!

Nasıl yalçın kayayı sökerse dalga yardan,
Nasıl bir dal kırarsa bir kartal bir çınardan,
Kalbim de hız alarak uzun çarpıntılardan
Kalbini zorla senden koparabildi, kadın!

Bugün sen bir bakışsın, ben ondan sızan yaşım,
Sana bütün ömrümce uyan bir arkadaşım.
Yalnız senin önünde herkese âsî başım
Yere geçercesine yere eğildi, kadın!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Davet

Seni ben bekliyorum, göğsüm açık, bağrım açık;
Hançer ol, göğsüme saplan; ecel ol, karşıma çık!

Çalmamış bir gece mademki felekten gönlüm,
Gelecek, bâri elinden dilerim gelsin ölüm.
Toprağın rengi kanımdan kızarırken, yer yer,
Uzanıp, sap sarı, son busemi koymazsam eğer
O benim kalbimi göğsümden ayırmış çeliğe,
Gezsin ismim yedi kat gökte bugün kahbe diye.
Beni kahretmeden âlemde o bigâne duruş
Bana sal yalvarırım pençeni, ey yırtıcı kuş!

İşte ben bekliyorum, göğsüm açık, bağrım açık;
Hançer ol, göğsüme saplan; ecel ol, karşıma çık!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

16 Nisan 2015 Perşembe

Dağlar

Yaslanır bir buluttan bir buluta başınız,
Gövdeniz Tanrım gibi gökte yaşardı, dağlar!
Engin kanatlı kuşlar olmasa yoldaşınız
Tepenizden bir güneş, bir ay aşardı, dağlar!

Kalbini göstermese göğsünün yırtığından
Yol mu bulurdu Kerem kurduğunuz yığından?
Cihangirler hızını göklerden aldığından
Üstünüzden sel gibi ufka taşardı, dağlar!

Siz, ki yalnız kahraman geldi mi geç derdiniz,
Yalnız ulu canlara karşı baş eğerdiniz,
Nasıl oldu o soysuz kıza geçit verdiniz,
O taş yürek bu işi nasıl başardı, dağlar?...


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Cennet Ve Cehennem

Bu akşam bilmediğim bir âlem içindeyim,
Ya rü'yâda bir seyyah, ya semavî Çin'deyim..

Bir orman yangnııyle kızardı karşı dağlar,
Taraf taraf tutuştu meşaleler, çırağlar,
Bir renge girdi eşya günün altın tasında,
Bu kızıl kâinatın gezerken ortasında.

Birden alev alıyor düşünceler, duygular,
Ateştir burda hattâ ateşe düşman sular...
Burda her göz ateştir, her gönül ateşperest,
Ateş vermiş çizdiği esere bir çîredest!

Duyuyorum, bu akşam, din gibi sevda gibi,
Ne duyarsa içinden bir mecûsî rahibi:

Andırıyor hisarlar birer tütsü kabını,
Leylekler ezberliyor Zerdüşt'ün kitabını.
Benziyor bir mermere alnını koyan dere
Bu ateş mabedinde bir ateşten ejdere.

Parlıyor bir damla kan çamların sorgucunda,
Birer kâğıt fenerdir meyvalar dal ucunda.
Gördüm, sihirbaz gibi, geçtiğini üç kızın
Bu ateş âleminin içinde yanmaksızın!...

Bu bir ateş bayramı, bir vakitsiz donanma...
Sandım, ömrüm bitecek, bitmiyecek bu yanma.

... Birden eşya karardı, alevler söndü birden.
Deminki tunç manzara şimdi, baktım demirden.
Her gölge yer yüzünde bir ışığa mezardır,
Bilsem ki sönmez ateş hangi dünyâda vardır?


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Ölmeyen Faniler

Bir baharsın ki, nefîs ıtrim bin rengiyle
Veremez bir yere toplansa bütün Hind ile Çin.
Derde düşmem bu bahar bir gül açılmazsa bile,
Rengin, ıtrin yetişir bahçemi doldurmak için...

Hârikul'âde yüzün, fecr-i şimalî gibi, tek
Gören insanda ve bir müddet için hâkimse,
Görmeyenler seni dünyâda demek bilmeyecek
Ve yarın kalmayacak şi'rine hayran kimse!

Bir çiçektir ki solar mevsimi geçtikçe başın,
Büyük esrarını nakşetmese bir şahesere;
Ve o baş girdiği gün tuncuna heykeltıraşın
Batmayan bir güneş aksiyle dolar kubbelere.

Bize anlatmasa her an iki berceste satır
Kahramanlar da nebiler gibi gelmez yâda.
Yaratır hilkat o fânileri, san'at yaşatır,
Şi're girmişler için yoktur ölüm dünyâda!

Gülün ömrünce açar, bülbülün ömrünce şakır,
Her kim ardında bırakmazsa uzun bir şarkı!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları
1940

15 Nisan 2015 Çarşamba

Hamd-ü Sena

Ne ki mevtûd ise âlemde, güzel, doğru, iyi;
Arayan fikri, bulan ruhu, seven sevgiliyi
Bize bahşetmiş olan Hazret-i Rahmân'a şükür.

O büyük Rabb'e şükürler ki, ayak bastığımız
Yeri halketti barınsın diyerek varlığımız;
Ve yer üstünde hayâlin cereyânınca uzun,
Serdi gök kubbeyi seyrânı için ruhumuzun;
O büyük Rab ki, ışıklar yakıyor göklerde,
Lûtfunun feyzini görsün diye insan yerde;
En büyük nimete hamd, en küçük ihsana şükür


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Şaraba Kaside

Bir şaheser bırakmış ölürken cihanda Cem,
Elden komaz, başıyle beraber tutar Acem;

Bir şaheser ki sırrını teşkîl edip sürür,
Seccadelerde renk olur, avizelerde nûr.

Sunmakla Cem bu âleme tılsımlı camını,
İnsanlığın helâle çevirmiş haramını;

Devran nizâmı, aksine dönmüş o eâm ile;
Devlet sürer şu anda fakîr, ihtişam ile;

Bülbülleşir onunla hayâl, açmadan da gül;
Leylâ'sı olsa, olmasa, Mecnûn olur gönül...

Binbir bahârı nakşederek bir buhurdana,
Tenhâ günümde bir melek ihsan eder bana,

Havva kadar vefalı, Zelîhâ kadar haşin,
Meryem misâli sâde ve Selmâ'dan âteşin!

Kim varsa, akraba ve ahibbâ, birer birer
Yıllar mesâfesince yanımdan çekildiler;

Kaldın yegâne sen kara gün dostu, ey şarâb
Kervanla gelmiş olsa da bir şey mi ıstırâb?

Şeytan geçit bulup sokulur belki minbere,
Girmez keder cihanda senin girdiğin yere!

Şevkinle her harabe olurken birer saray,
Meyhaneden güneş yaratırsın, kadehten ay.

Her kim kırıp dökerse Cem'in yadigârını,
Dünyâ gözüyle görmesin ömrünce yârım!

O büyük Rab ki, ufuklar boyu nimetlerini,
Hüsn ü an, reng ü füsun, aşk ü cünün mahşerini
Gayrı kâfî görerek sevdiği biz kullarına
Şimdiden va'dediyor başka bir âlem yarına;
Mâ-i Tesnîm'e şükür, Ravza-i Rıdvan'a şükür

O ki, sevdasına yandıkça bütün mahlûkat,
Arş-ı A'lâda Ezel kasrına çıkmış yedi kat,
Geriyor hüsn-i ilâhîsine atlas perde...
En güzel vuslatı tattırmak için mahşerde
Bize, gündüz gece, zehrettiği hicrana şükür.

O büyük Rab ki, dalâlet yolu düşkünlerine
Ben gazubum diye seslendi derinden derine;
Ve meleklerle kitâb indirerek her yandan
Yine yol çizdi halâs etmek için şeytandan...
Sayısız cürme bedel sonsuz inayetlere hamd,
Ve bu hizmetle celîl ettiği Peygamber'e hamd,
Gök yüzünden yere indirdiği Kur'ân'a şükür.


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Eller

O günâhın bizi kahretse mücâzâtı gerek:
Cennetin Meyve-i Memnûuna el sürdürerek
Etti dünyâyı haram Âdem'e Havva'nın eli.

Ne olur, Yûsuf'u on kardeş unutsaydı suda,
Sona erseydi serencâmı o gün bir kuyuda;
Ne olur, bâdiyeden Mısr'a giderken kervan;
Olmaz olsaydı o gün Yûsuf'a bir taht-ı revân.
Kırk asır yâdederiz yalnız onun bir şeyini:
Yûsuf'un parçalayıp âr u haya gömleğini,
Tepeden tırnağa fâşetti Zelîhâ'nın eli.

Âdem evlâdı hatırlar dökerek gözyaşını:
Bîr gümüş tepside Yahyâ-yı Resûl'ün başını
Sundu zâlimlere, işret günü, Selmân'ın eli.

Vurdu ejderden asâsiyle köpürmüş denize;
Dalgalar, diz çökerek, geldi huzurunda dize.
Bahr-i Ahmer yarılıp verdi geçit Musa'ya;
Geçti kavmiyle beraber ovadan Sînâ'ya.
Sürdü tâ Rabb'e kadar kavmini Musa'nın eli.

Dâima çarmıhı omzunda bir insan görürüm;
Her duâsiyle yürür hâle gelir bir kötürüm,
Her temâsiyle açar kör gözü îsâ'nın eli.

Çölde, kızgın güneş altında geçen gazve günü,,
Kahraman ümmetinin gördü susuz düştüğünü.
Yeni bir mucizenin seyrine yol verdi bu hâl,
Parmağından cereyan etti sular ayni Zülâl.
Kattı can, canlara Peygamber-i Zîşân'nın eli.

Maddeler birse de mânâ değişir ellerde;
Var kıyas et ki o eller ve bu eller nerde?
Dişi, Şeytan elidir; erkeği, Rahmân'ın eli.


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

14 Nisan 2015 Salı

Vahdet-i Vücud

Uçtukça gönül başka ufuk, başka şehirden,
Oklar sarar etrafını yağmur gibi birden.

Onlar, ki ezelden bu Ebâbîl'i bilirler,
Bir tehlike sezmiş gibi düşman kesilirler.

Her sahilin üstünde ararken yeni bir yâr,
Oklar seni şiddetle eder gönlüme ihtar.

Lâkin bu çocuk yolcu, habersiz yarasından,
Gül derlemek ister, şafakın manzarasından.

Düşmanlar elinden, ne çıkar, dönse de mecruh
Mademki nihayet sana teslim olacak rûh!

Er geç, görecekler ki dönüp bahçene konmuş;
Mademki kanatlandı elinden bu beyaz kuş!

İsterse kızıl goncalar açsın, her adımda,
Bir başka okun rahnesi gergin kanadımda,

Lûtfunla eser kalmaz azabından o hâlin;
Merhem yetişir bir nice hicrana visalin!

Ömrümde birer merhaledir başka güzeller;
Onlarda hayâlim seni pullar, seni teller!

Ayrılması ruhun neye bağlıysa bedenden,
Yollar gibi yıllar da ayırmaz beni senden!

Beyhude seferden yorulup döndüğüm anda,
Derler ki, buluşmuş Kerem Aslı'yle cihanda;

Her fasıladan sonra, emel kasrı olup şâd,
Tekrar edilir kıssa-i Şîrîn ile Ferhâd...

En şanlı ganimet bana sensin her akından:
Mânâ ile, maddeyle, uzaktan ve yakından

Bir sarmaşığın dalları hâlinde giriftiz;
Efsânelerin bin bir isim verdiği çiftiz!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları
1949

Akar Su

Görünce bir kuvvetin bükülmiyen kolunu,
Ne var, değiştirse de ayaklarım yolunu?
Gözümün önünde değişmiyen hedefim.

Yatıyor can evimde hep o sonsuz emeller...
Gönlüme dokunmadı göğsümü yırtan eller.
İncimi kaybetmedim kırılsa da sedefim.

Ben bir akar suyum ki ondaki tatlı rengi
Yaratan, yaprakların, salkımların hevengi..
Bunlar sizin duygunuz, sizin düşüncenizdir

Geçtiği yerler onun yatağını çevirse,
Ovalarda, bellerde bin türlü şekle girse
Yine akar suların tek hedefi denizdir!...


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Bugün Yoldan Geçenler

Son gülün karşısında son bülbül ah ederken
Sırma saçlım bu sabah bahçeme geldi erken.
Taş oluktan dökülen bir su başında durdu,
Her geçen yolcu için başka bir söz bulurdu..
O, her dalı bir başka meyva veren bir ağaç,
Ben onun gölgesinde göğüs geçiren bir aç.

Önce yorgun bir âmâ çıktı yolun ucundan,
Değneğiyle tutarak toprağın avucundan
Köye varan yokuşun aştı en dik yerini...
Sırma saçlım, süzerek ışıklı gözlerini,

Dedi ki:

— Kaldı göynüm ebedî bir hüzünde...
Yaşamaktan kastı ne bu körün yeryüzünde?

Dedim:

— Ne aşka erme, ne gönül verme kaydı.
Daha berbad olurdu seni görmüş olsaydı!
Sonra yollar uzaktan bir yalvarış işitti,
Her yanı parçalanmış bir köylü geçti, gitti...
Dinledim bir ağızdan bin açın türküsünü.
Sırma saçlım, süzerek kat kat ipek süsünü,

Dedi:

— Göynüm karardı bu sürünen yığından,
Görünüyor bir başka yeri her yırtığından!

Dedim:

— Ko, sürtedursun kendi elemleriyle,
Bu kadar giyinilir ancak alınteriyîe.

Bahtı açık olmalı yolun ki dertten yana,
Gördük bir ayaksızın çıktığını meydana.
Son cenkten arta kalmış bir adsız olsa gerek...
Sırma saçlım, bir onu, bir kendini süzerek:

Dedi:

— Yandım bu işe, daha pek çok yanarım,
İnsan, ölüm dururken, yaşar mı böyle yarım?

Dedim ki:

— Ona değil, kendi hayâtına yan,
Ey göğsünün altında kalbi yokken yaşayan!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

13 Nisan 2015 Pazartesi

Alçıdan Heykel

Tanıştığım günden beri enginle
Bir taşın üstünde hayâle daldım.
Bulacaksın koymuş gibi elinle,
Ben nerde doğmuşsam o yerde kaldım

Kimi esti başucumdan yel gibi,
Kimi sızdı bir toprağa sel gibi...
Yalnız ben, alçıdan bir heykel gibi,
Sonsuzluğu dinlemekten tad aldım.

Ses topladım, renk topladım derinden,
Geniş his ve hayâl bahçelerinden...
Fakat artık en görünmez yerinden
Yaralanmış bir kap gibi boşandım.


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Gülistan

Meyden boşalıp doldu şafaklarla piyâlem;
Halketti bir âlem ki bahar, ayni gülistan.
Efsun değil, efsâne değil gördüğüm âlem:
Gündüz, gece, derya ve kenar, ayni gülistan.

Salkımlar açar kuşların ahengi sesinde,
Güllerden uçan râyihalar var nefesinde,
Kumral başı bir saksı ıtır penceresinde;
Haliyle, hayaliyle o yâr, ayni gülistan.

Tâkîbe koşar bûse-yi cam, işret-i sohbet;
Her şeyde emel ra'şesi, her yerde muhabbet.
Cennet görünür şâire dünyâ bugün elbet:
Cânân ile birlikte mezar, ayni gülistan.


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Lale Devri

Uğraştı gam gününde güneş, bahçıvan gibi,
Son hamlesiyle döndü gülistana her mezar;
Sahrayı tuttu kahkaha şeklinde lâlezâr,
Vâdîyi sardı meş'aleler erguvan gibi.

Bir hüsn ü ân müsabakasından gelir bahar,
Mevsimlerin başında, bir iklime şan gibi:
Göğsünde lâleler tutuşurken nişan gibi,
Her kuşta, her çiçekte bir alkış, bir iftihar...

Hayretteyim, seninle geçen hoş zaman gibi
Vurdukça lâleler, derelerden şarâb akar;
Hâlinde gizli bir azamet, haklı bir vekaar:
Târihe vermiş ismini bir kahraman gibi.


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları