Şiir, Sadece: 2016-10-23

29 Ekim 2016 Cumartesi

Yaz

Başım kuşların ötüşleriyle dolu
Hepsinin seslerine öykünebilirim
Ve belki biri, sesim olur benim?

Şafak sökerken ormandan usulca
Çıkıp su içmek için dereye yöneldi karaca
Soğukmuş su, kederlendi.

Biz öğle vakti tembel tembel otururken
Üstümüzden aladoğanın gölgesi geçti
İrice ve kara.

Benden bir şeyler soracak olursanız
Tez tutun elinizi
Birazdan gidebilirim.


Çeviren: Uldis Berzinç - Ataol Behramoğlu

Ekmek ve Bal

Avucumda kara ekmek kabuğu var;
Yüreğimde de gürül gürül bir ateş
Kocaman, beni ötelere götüren.

Avucumda kara ekmek kabuğu var,
Ama özlemini çektiğim baldır.
Avucumda kara ekmek kabuğu var.

Ekmek mi? Ah, hayır! Ekmek değil, ekmek değil,
Litvanya toprağı bu,
İşlediğimiz tarlalar,
Sevdiğimiz tepeler,
Gezindiğimiz ormanlar
Ve başımızın üstünde geniş mavi gökler.

Ekmek değil avucumdaki, ekmek değil,
Ak yalımlı, kızıl yalımlı yüreklerimiz bizim.

Bal kadar tatlı, toprağımız kadar bereketli
Avucumdaki kara ekmek parçası



Janina Degutyte
Çeviren: Ülker İnce

Yolun Başlangıcı

İşte buradan başlar yolum, akçaağaç
Yapraklarının, dallarının çıngırdadığı, açık mavi patates
Çiçeklerinin yalın durgunluğunu yaydığı yerde.
Düşman sanmayın -uyuyan turna kuşlarıdır onlar;
Unutmayacağım hiçbir şeyi.

Ötelere uzayıp yiten bir buğday tarlası
Yaklaşır kararan küçük dalgacıklarla ...
Kimin gölgeleridir onlar, dolaşan?

Bağırır bir geyik tarlanın kıyısında ...
Bir elma gibi döner ay ...
Sıcak alnıma dokunur akçaağaçlar ...

Düşünmem bile yıldırımın beni çarptığı yeri...
İşte buradan başlar yolum,
Ve kimse ayıramaz beni toprağımdan!


Janina Degutyte
Çeviren: Ülker İnce

Pazar

Düş. Dalgalanan uçuşan sarı saçları
bir genç kızın, eğilmiş balkonunda
kaşlarının, yakut gözlerle bakıyor
mavi önlüklü bir yabanarısı
kırmızı bir kovacık sallıyor
gelinciklerin hüzünlü yansılarıyla dolu kuyuya.


Nyka Niliunas
Çeviren: Özdemir İnce

28 Ekim 2016 Cuma

Şiirler

Oku!
Ama kimileri korkar şiirlerden.
Peki sabahın köründe, çiyli çimenler üstünde
yalınayak yürümek niye?
Bir yetime sevgi göstermek niye?
Balıkçı takalarında denizlere göğüs germek,
tuzlu su yutmak ve boğulmak niye?
Kuşkulanmakla, bulmakla ve güvenilir bir dostu yitirmekle
tembel kafaları dürtüp, karıştırmak niye?
Konuşmaktan, sayılardan ve dizelerin manzarasından yorulanlar,
es geçerler şiirleri, pınarlarda dinlendirmeden gözlerini.
Kimileri yüreklerini göğüslerinin en ulaşılmaz yerine saklarlar,
kanatlarını indirip derin uykuya dalarlar,
ve başka yerleri endişeyle izlerler de
düşlerden, geleceği biçimlendirmekten söz ederler.
Ah, kenarda durmayın öyle,
Bana gelin, şiirler!
Girin evime, pencereden, kapıdan,
İnsanların gözlerinden, merhabalarından;
Açılan tomurcuklanan meşede, bahçenin beyazında,
traktörlerin huzur dolu uğultusunda.
Şakıyın bülbüller gibi
tatarcıklar gibi ötün,
ve yağın pencerelerinden içere
sizi hiçe sayan insanların.


Viktors Livzemnieks
Çeviren: Yusuf Eradam

Bana Seni Gerek Seni

Ne iyi: yapmacığa gerek yok seninle,
Görüşmek, dost olmak isterim yalnız seninle,
Herkes bir yana - yalnız sen gör beni
Herkes bir yana - sen gör gerçek yüreğimi.

Herkes bir yana - sen gör gerçek yüreğimi.
Yaşamımızda yüzlerce tren kalkacak gibi,
Yüzlerce mil olacak yürümemiz gereken durmadan,
Ve yoksun olacağız sudan, belki tuzdan ve yuvadan.

Yoksun olacağız yoldan, sudan, tuzdan ve yuvadan,
İkimiz binlerce mil gitmiş gibiyiz çoktan.
Bakışın yabanıldı ve bakışın sakindi,
Gövden güçlendiriyordu beni, zengin çavdar ekmeği gibi.

Gövden güçlendiriyor beni zengin çavdar ekmeği gibi.
Toprak ayak basışınla daha güzel olacak gibi.
Zehirli de olsa, kanla ve terle,
Toprak kutsal olacak ayağın değince.

Toprak kutsaldır ayağın değince.
Beyaz kirazlar, kırmızı güller yarışır bahçede.
Bana seni gerek seni
Zaman gibi uzam gibi sonsuzluk gibi.



Imants Ziedonis
Çeeviren: Yusuf Eradam

Susayınca, Kuşkun Olmasın İçerler...

Susayınca, kuşkun olmasın içerler
Tuzu alınmış deniz suyunu.
Ve petrolden yapılmış şekerlemelerle beslenirler.
Yok olur ağaçlar.
Güz radyodan duyurulan bir haberdir yalnızca.
Herkesin düşkün olduğu
Sosyal ve kültürel saçmalıklardır.

Hiçbiri kalmaz-
Ne tek bir bilim, ne sanat.
Bilim adamları da papazlar gibi
Tutarlar çenelerini.
Sentetikten nice yapay uzuvlar yapılır, kimbilir,
Kemik iliğine kadar,
İnsan için bu dünyada?

Kalp, akciğerler, karaciğer, böbrekler, sindirim organları...
Hepsi gerekli.
Sırıtacak bir şey yok.
Fakat, hala emin değilim-
Beşiğe ne koyacaklar-
Dişi robottan mamul bir minik robot mu?

Düşünceleri de
Yaptıkları işler gibi aptalca mı olacak?
Tek bir kurum zerresi bulunmayan
Ve mikroplardan arınmış kent,
Aşıkların metalik öpücük şakırtılarıyla mı çınlayacak?
Ve acaba, böyle aylak aylak dolaşacaklar mı?

Ne zaman ki herkes her yıldan korkuyor,
Ne zaman ki tanklar etleri sıyırıp atıyor
Canlı kemiklerinden,
Ne zaman ki insanlık doluyor zihnime,
Kafamdan hep bu düşünceler geçiyor,
Fakat, tanrı bilir nedenini,
Niçin aptalca kullanırlar özgürlük dizginini.

Bir Prometheus masaya yatırılmış,
Hazır, ameliyat bekler.
Hala katırlaşmamış bir Pegasos
O noktada dururken eşeler yeri,
Ve o güzelim yeşil ve mavi toprak üstünde
İyice kasılmış sinirlerin gerilimi durur,
Delilik içeri girmeden önce.

Bu baskıdan kaçacak
Bir delik bulmaya çalışıyorum-
Tek bir organik hücreye bile özgürlük gerek.
Tüylü karahindiba çiçeğini üflüyorum,
Dağılıp uçuşmasını izliyorum.
Kar beyazı paraşütçükler küçük bir insan biçimi taşıyor-
Hayat.


Ojars Vacietis
Çeviren: Yusuf Eradam

27 Ekim 2016 Perşembe

Korkutmaya Çalışma Beni

Korkutmaya çalışma beni
Uçan dairelerle,
Aşk biter diye,
Ve yalnız bir yaşamla.
Dünyanın yandığını;
Gülün yapraklarını yığıntılar üstüne
Keder içinde döktüğünü gördüm ben.
Günbatımında nehrin
Gece gibi kapkara oluşunu
Gördüm ben.
Bu karanlıkla
Uzun süre konuştum ben,
Bilmeden
Sabahın bir daha gelip gelmeyeceğini ...
Korkutmaya çalışma beni
Bir avuç tozla.
Taşların dağılıp
Küllere döndüğünü gördüm ben,
Ve eriyen demirin, bir ırmağın,
Buharlaştığını.
Ve aşkın Gauja kıyısında bir çalıdan
Ürkmüş bir kuş gibi
Havalandığını gördüm ben.
Ya yalnızlık?
Kuşkusuz konuşabilir insan
Rüzgarla,
Odasını dolduran sessizlikle,
Ve yanan bir
Mumla ...
Korkutmaya çalışma beni
Önemsiz felaketlerle.
Sonsuz yaşama
İnancımı yitirmem ben.


Arvids Grigulis
Çeviren: Yusuf Eradam

Dies Irae

III.

Bir zaman atalarımızın kutsal saydığı şeyler
Şimdi sadece eğlendiriyor bizleri
Kin dolu düşüncelerimiz koşuşturuyor gecede
Ölü etine can atan sırtlanlar gibi

Gece, biten yüzyılın, o kocaman cesedin
Kabarıp çürüdüğü bir morga benziyor
Ve zevk için yarattığı kültür efendilerin
Bu koşuşturmanın altında ezilip yok oluyor


Heitti Talvik
Çeviren: Uldis Berzinç - Ataol Behramoğlu


Dies Irae: Gazap günü

Gücümün Kaynağı

Umutsuzluk kaçar türkülerimden
Ölüm orada yer bulmaz kendine.
Orada umut, direniş ve güç
Ateş, inat ve öfke.

Nasıl basardın bunu, şu günlerde
Acı kapı kapı dolaşmadayken?
Gelecek düşüncesidir koruyan beni
Emekçi halktır bana güç veren


Yan Raynis
Çeviren: Ataol Behramoğlu

26 Ekim 2016 Çarşamba

Çok Da

Çok da
hayretlenmeyek
sehavetine güneşin.
Çoktan
alıptır boynuna
dünyayı yaşatmak işini.
Eli açıklığı
Yerdeki ağaçtan öğrenek!


Fikret Sadık


sehavet: cömertlik

Orhan Veli'ye

Nazım Hikmet'in
Vatandaki benzeri;
Şiir dağlarından
dumanlığı kovan,
ciğer dağı dumanlı
"garip" Orhan Veli
öldü veremden.

Gördüklerini bezeksiz yazardı,
mübalağa saplarıyla örmeden,
Çoğunu diye bilmedi;
kalbi dolu
gözü hasret
eli uzalı kaldı.
Özü gitti,
bu dünyada
"Benim lokmam aslan ağzında"
meseli kaldı.


Fikret Sadık
1967

İki Kör

Bir kör tanıyıram, gözü körse de
özü kör değil.
Bazan gam odunda kavrulursa da,
Aklına, hissine o, nankör değil.
Geceli gündüzlü yazır, okuyur.
Aklının gözüyle o görür, duyur.

Ancak... biri de var... kör değilse de
gözü görmeyir.
Dostu göz önünde öldürülse de
"görmedim" deyir...

Yahşıya ortaktır, yamanı görmür,
O saata bakır, zamanı görmür,
Fikrini, hissini uçadan demez,
Bazan gördüğünü görmek istemez.

Gözleri görmeyen kör değil hele,
Görmek isteyen kördür, deyerdim.
Böyle mugevvaya, böyle cahile
Hayatın özü de kördür deyerdim.


Bahtiyar Vahapzade
1968


uçadan: yüksek sesle
mugevva: korkuluk, manken.

25 Ekim 2016 Salı

Güller... Tufanlar...

Bir kuş nağme dedi zarif bir budakta
Payızda yaz kuşu ahi gariptir.
Güller düğmelendi güneşli bağda
Güller öyle sandı bahar geliptir.
Güller unutulmaz görüşler gibi
Hardasa tufan var-bilmedi güller
Güller yeryüzünde gülüşler gibi
Ancak gülümsedi, gülmedi güller.
Vahtsız küleklerdi aşan dağları,
Tufandır hemişe tufanın adı.
Açsa da güllerin gül dudakları
Güller düğmelendi,
Güller açmadı.
Sanat da böyledir
Beli, cihanda,
Şübhetek yürekden geçer dumanlar.
Şiir öz vahtında yazılmayanda
Onu solduracak vahtsız tufanlar


Nebi Hazri
1976


budak: dal
payız: sonbahar
akı: fakat, ama, gel gör ki
düğmelenmek: goncalanmak
bağ: bahçe
hardasa: nerede
vahtsız: vakitsiz
külek: rüzgar
hemişe: her zaman
beli: evet
şübhetek kuşku gibi

Sulh Nedir?

Senin gözel mektebinde
Ders okuyup, ders yazmağın,

Azad dilin, şen musikin
O ışıklı ders otağın,

Şirin şirin ezber deyip
Okuduğun nağme, destan.

Senin hoş baht tebessümün
Sulh bunlardır kızım inan!

İnsanların dinç emeği,
Kızım sulhun temelidir.

Anaların evladların
Sulh en büyük emelidir.


Nigar Refibeyli

Nazım Hikmet'e Ağıt

Ölümün bizi
Ele yandırdı,
Ele yandırdı ki gardaş,
Ne demeye dilim gelir
Bu derdin ağırlığına...
Çiğnini vermeseydi halklar
Biz bu gam yükünü
Çekebilmezdik,
Ağlamasaydı seni dünyanın anaları,
Bir derya gözyaşı
Dökebilmezdik...
Seni gurbette deyil,
Sürgünlerde deyil,
Arzularının dünyasında
Sevdiğin seherde bastırdılar....
Tabutunun daşında
Milletleri, halkları
Gardaş gördüm,
Rus gızının, Arap şairinin
Alman komünistinin
Gözünde yaş gördüm.
Işıklıydı arzun, niyetin
insan idin,
Oğlu idin büyük beşeriyetin,
Guruyan dudağın,
Şikest heyvanın,
Sönen yıldızın
Kederini duyardın ...
İnsanın gamını
Hamıdan evvel...
Sevdiğin, halına yandığın
İnsanların arasından
Gopardı seni amansız ecel!..
Şeker bile yiyebilmeyen
Ölü uşahların
Halına yanardın,
Harabalıhlar altından
Canlanıp kalkabilmeyen
Baharın halına yanardın ...
Yandın... Kerem gibi yandın,
Yahşi adamları dost bildin
Gardaş sandın ...
İstedin insan fenalığını
Temizlemek.
Ezilen beşeriyet için
Döğünürdü sinendeki
Büyük yürek ...
Ümidin, arzun
İnsanlara bağlıydı
Yaralı yüreğin
Vatan hasreti,
Hicranla dağlıydı. ..
İndi, sevdiğin, muhabbetle baktığın
Gözler ağlıyır ...
Yıllarla hasretini çektiğin
Balaca oğlun Memet ağlıyır ...
Anaların en güzeli
Münevver ağlıyır ...
Ezilen, toptalananların
Ümitsizlerin, çaresizlerin dostu
İşleyip dişleyemeyenlerin dostu
Işığın, güneşin hemdeni
Niye reva gördün bize
Dağ boyda ağırlığı olan
Bu matemi ...
Yaklaştı sana, gardaş
Büyük karanlık,
Goyup gittin ışığı insanlara,
Yazıp yarattığın eserlerinle
Garıştın ebedi bahara...


Nigar Refibeyli


Ele: Öyle
Çiğin: Sırt
Bastırmak: Gömmek
Şikest: Kırık
Hamıdan: Herkesten
Uşah: Çocuk
Harıbalıh: Harabe, yıkıntı.
Beşeriyet: insanlık
indi: Şimdi
Ağlıyır: Ağlıyor
Balaca: Küçük
Toptalanan: Hor görülen
Işlemeh: Çalışmak, yapmak
Hemdem: Yaratan, sahip
Yahşi: iyi, güzel

24 Ekim 2016 Pazartesi

Hayat Felsefesi

Kuşlar katar-katar illerden geçer,
Beşer nesil-nesil dünyadan göçer;
İnsanlık kah zehir, kah şerbet içer ...
Ezelden böyledir hükmü zamanın
Düğümlü bir sırrı var asumanın!

Çarhını kurdukça devranın eli
Bazen ağlar olur, bazen gülmeli ...
İnsanın en büyük aşkı, emeli
Bazen aslan gibi çırpınır darda,
Bazen da gark olur fırtınalarda ...

Değişir semtini daima sular,
Değişir fikirler, dönür duygular.
Kainat tutmayır bir yerde karar:
Çarpır sinesini kayalıklara-
O kah kışa çıkır, kah da bahara!

Dünya binasını kurandan beri
Saadet adlanan o güzel peri
Gel! diye seslemiş gerineleri:
Yazıklar olsun ki hele insanlık
Gelip kavuşmamış ona bir anlık.

Ey dünya güzeli, kaçma beşerden!
İnsandır ayıran hayırı serden ...
Gel onun aşkını ucuz tutma sen,
Kalbi var, hissi var her muhabbetin,
Karalmaz yıldızı ebediyyetin! ..

Ölüm bir iblistir, hayat bir melek!
Varlığı izleyir hiçlik gölge tek ...
Işık karanlıkla pençeleşerek
Yaşatmak isteyir cihanda bizi
Güneş selamlayır irademizi!

Yamanlık, yahşılık durur yüz-yüze
Dilsiz asırlardan mirasdır bize
Eser bahar yeli kalplerimize
Lakin arkasınca kefen geyir kış,
Tabiat varlığa böyle gargamış

Bir bayram sözü var, bir de ki matem,
Neşe bir alemdir, gusse bir alem.
Hayat öz atını sürür demadem;
Odlar içinde de her bir manzara
Yine kanat verir düşüncelere!

Yine de insanın hayal şehperi
Gezir fozaları, göğ denizleri,
Sen ey saadetin güzel seheri!
Alkışla insanın pak emelini,
Uzat yeryüzüne hüner elini!

Zamandır, beşerin imdadına gel!
Hasta bir güzeldir hünersiz emel...
Hüner söylediğim o kudretli el
Bütün kainata koy kanat gersin,
Beşer kervanına o yol göstersin.

Hüner kanat vesin toprağa, taşa,
Denizler çatılıp gelsin baş-başa ...
Azadlık ordusu varsın birbaşa,
Her zafer destanı yadigar olsun.
Ölüm teslim olsun, hayat var olsun!

Dünyaya bir şöhret yaranmışık biz,
Güneş çökmemişdir karanlığa diz.
Koy ölsün yamanlık, o hain iblis! ..
Yahşilik çağırsın her kalbin ney'i,
Kurtarak zincirden Promete'yi ...

Felaket kocalmış... karttır o köpek.
Onun sümükleri tez çürüyecek...
Saadet-gençliktir, adı-gelecek!
Onun gözlerinde hayat aşkı var
Var olsun gelecek! Var olsun bahar!


Samed Vurgun


asuman: gökyüzü
çarh: tekerlek
gerine: yüzyıl, çağ
tek (teki): gibi
yamanlık: kötülük
yahşılık: iyilik
gargamak: ilençlemek
gusse: keder
demadem: durmaksızın
şehper: kuş kanadının en uzun tüyü
göğ: mavi
hüner: yiğitlik
koy: bırak
azadlık: kurtuluş
birbaşa: doğrudan doğruya
yaranmak: yaratılmak
kocalmak: yaşlanmak
sümük: kemik

Minjerriba Adası

güneşin yıkadığı bir dev Minjerriba
yeşil sırtı selvi ve okaliptüs kaplı
karnı keşfedilmemiş kaynak sularıyla dolu
uzanırdı göz alabildiğince
doğusunda pasifik
batısında Quand amooka adası,
güneşin yıkadığı bir dev Minjerriba

Minjerriba'nın beli bükük artık
beyazlar söktü ciğerlerini
çaldılar altın sarısı kumlarını
soydular selvi ve okaliptüs örtüsünü
gözyaşı bilmeyen gözlerini ağıttan kuruttular
bir deri bir kemik bıraktılar bu devi

beyazlar! makineleriniz, ilminiz
aç gözünüz, duyarsız saygısızlığınızla
talan ve yalanlarınızdan sonra
gelecekte
varsa eğer bir gelecek
tanrılar size yer verecek mi
güneşin yıkadığı dev Minjerriba'da


Kath Walker
Çeviren: G. Gencer - N. Ziyalan

Dere Boyunda

ikircikli suyun altında parıldıyor taşlar
yakut rengine bulanmış
bulutlar apak yukarda.
yalınayak girmiştim birinde o akışa
o serin
duraksamayan akışa,
çakılları
dalgacıklarını çakılların
titreşen ışık çemberlerini
toplayıp götürdüydüm birinde

artık çıplak ayakla suya giren çocuk değilim
inanmıyorum bu renklere
kutsanmışlığına imrenmiyorum.
topladığım şeyler en üst rafta tozlanıp kuruyor
yazdığım ve unuttuğum sayfalar
ağırlaştıkça ağırlaşıyor,
artık inanmıyorum
oturuyorum dere boyunda öylece,
biliyorum geride kalanın
toplayıp götüremediklerimin
güpgüzel kaldığını,
en güzel şiirleriminse daha yazılmayan şiirim olduğunu

ya da öyle demiştim
yaz gözlenip geçirilirken
zaman ve yıllar eskirken;
hırıltılar indi şarkı söyleyen gırtlağıma
kocadı yakut rengi taşlar toplayan ellerim
işaretleyip duruyor parlaklarım
güvenilmez parlak taşları


Judith Wright
Çeviren: G. Gencer - N. Ziyalan