Şiir, Sadece: 2012-04-29

5 Mayıs 2012 Cumartesi

Hanna Cash'in Türküsü

1.

Entarisi pazen, atkısı sarı,
gözleri göller gibi kara,
ne parası pulu var, ne yapacak işi,
ama öyle uzun ki siyah saçları,
değer uçları kirli topuklara.

İşte Hanna Cash, yavrum,
Ayartıp soyardı beyleri.
Geldi esen rüzgarla bozkırdan,
gitti gene esen rüzgarla.

2.

Ne iskarpini vardı, ne gömleği.
Bilmezdi dua etmesini bile.
Gelmişti koca kente bir kedi gibi.
Odunlarla leşler arasında
bozbulanık kanal boyu
minicik bir kül kedisi
dolaşır durur ya hani.

Nasıl yıkardı bardakları durmadan, görseniz,
Yıkayamazdı kendini bu yüzden.
Öyleyken Hanna Cash, yavrum,
gene de sayılırdı tertemiz.

3.

Düştü bir gece bir gemici barına,
derin ve karaydı gözleri göller gibi.
Serseri Kent'e rastladı orada,
saçları vardı :Kent'in kapkara,
barda bıçak oyuncusuydu.
Aldı Hanna'yı yanında götürdü.

Kırparken gözlerini o Kent serserisi,
o yontulmuş, o allahın belası,
Hanna Cash duyuyordu, yavrum,
bakışlarıyla soyduğunu kendisini.

4.

Yürüdüler hayat yolunda el ele,
öğrendiler hanyayı konyayı.
Ne ev bark, ne kap kacak,
ne de ad, çocuklarına bırakacak.

Kar yağdı, yağmur yağdı.
Boğuldu sulara orman.
Ama Hanna Cash, yavrum,
ayrılmadı erkeğinden.

5.

Polis dedi: Bu adam yankesici.
Sütçü dedi: Hem de topal.
Hanna dedi: Bundan ne çıkar?
Erkeğim benim o.
Benim canım onu çeker.

Orda burda gezer dururdu erkeği.
Sonra gelir çekerdi Hanna'ya sopayı.
Ama Hanna boşverirdi bunlara.
Seviyordu ya kocasını canı gibi.

6.

Damları yoktu başlarını sokacak.
Herkes onlara düşmandı sanki,
Gene de yuvarlanıp gittiler iyi kötü.
Şehirlerden ormanlara yıllar boyu,
ormanlardan kırlara gittiler.

Yürüdüler, ne kar dediler ne tipi,
kesilinceye dek solukları.
Hanna Cash, yavrum,
izledi sevgili erkeğini.

7.

Üstleri başları dökülürdü.
Ve yoktu gezmeleri tozmaları Pazar günleri.
Bir pastaneye giremediler üçü bir arada.
Ne yiyecek poğaçaları vardı,
Ne de armonikaları.

Benzerdi günler birbirine.
Hiç güneş yoktu havada.
Ama parlardı güneşler durmadan
Hanna Cash'ın yüzünde.

Erkeği balık çalar, o tuz çalar,
n'eylersin, "yaşamak çok zor".
Hanna bakar balıkları pişirirken:
Çocuklar oturmuşlar kocasının dizlerine,
Okurlar dua kitabını ezberden.

Dere tepe elli yıl bu,
uyudular hepsi bir yatakta.
İşte Hanna Cash'ın hikayesi, yavrum.
Tanrı elbet bir gün görür onu.


Bertolt Brecht

Gelecek Olan Savaş

İlk savaş değil.
Ondan önce
Başka savaşlar da oldu.
En sonuncusu bittiğinde
Kazananlarla yenilenler vardı.
Yenilen yanda yoksul halk
Açlıktan kırıldı.
Kazanan yanda ,
Açlıktan kırıldı yine yoksul halk.


Bertolt Brecht









Gelecek

Ormanlar daha gür olacak, daha gür.
Tarlalar daha çok şey verecek, daha çok şey.
Şehirler daha canlı olacak, daha canlı.
İnsan ömrü daha uzun olacak, daha uzun.


Bertolt Brecht

Empedokles'in Pabucu

1.

Agrigentum'lu Empedokles,
ihtiyarlık hastalıkları yanı sıra
yurttaşlarının saygısını kazanınca
ölmeye karar verdi.
Ama birkaç kişiyi sevdiği için
ve o birkaç kişi de onu sevdiği için
onların gözü önünde yok olmaktansa
hiç olmayı yeğledi.

Bir geziye davet etti onları, ama hepsini değil,
bir ikisini çağırmadı ki, böylelikle
seçimine ve bu gezi işinin tümüne
biraz da rastlantı karışsın.
Tırmandılar Etna dağına.
Bu işin zorluğu
sesleri kıstı.
Bilgece sözler aramadı hiç kimse.
Tepeye varınca, kendilerine gelmek için derin
bir soluk aldılar
ve amaçlarına varmanın mutluluğu içinde
manzaraya daldılar.

Hocaları usulca ayrıldı onlardan.
Onlar yeniden konuşmaya başladıklarında
hiçbir şeyin farkında değildiler.
Ama az sonra,
yer yer bilgece bir sözcük eksik olunca,
başladılar çevrelerinde onu aramaya.
Oysa o, pek de acele etmeden
çoktan dolanmıştı tepeyi.
Bir keresinde durup,
ne kadar uzakta olduğunu anlamak için
kulak kabarttı kanuşmalara.
Artık pek seçilmiyordu sözcükler:Ölüm başlamıştı.

Dururken kraterin ağzında
arkası dönük,
uzakta, bu konuşmalarla ilgili hiçbir şey bilmek istemeden,
hafifçe eğildi yaşlı adam,
dikkatle çıkardı pabucunu ayağından
ve gülümseyerek az öteye fırlattı,
öyle bir yere ki,
çabuk bulunmasındı, ama zamanında da bulunsundu,
yani çürümeden.
İşte ondan sonra girdi kratere.

Dostları onu arayıp da onsuz geri döndüklerinden
sonraki haftalar ve aylarda yavaş yavaş
ölümü başladı, tam istediği gibi.
Bazıları artık umutlarını kesmişlerken hayatından
bazıları hala bekliyorlardı onu.
Bazıları onu bekleyip tutuyorlardı sorularını,
bazılarıysa kendileri arıyorlardı çözümü.
Hiç değişmeden usul usul gökte uzaklaşan,
yalnız siz bakmazken uzaklaşan küçülen ve incelen,
onları yeniden aradığınızda çok uzaklaşmış olan
ya da belki de öbürlerine karışan bulutlar gibi usul usul
öylece uzaklaştı onların alışkanlıklarından.

bir söylenti çıktı sonra:
Ölmüş olamazdı, ölümsüzdü çünkü.
Hiç kimsenin aklı ermedi bu işe.
İnsanlar için olayların gidişini değiştiren
gözle görülür şeylerin ötesinde bir şeyin
olabileceği düşünüldü.
Bu tür boş laflar çıktı.
İşte tam o sıra pabuç bulundu,
elle tutulur, gözle görülür, yıpranmış, deriden pabuç!
Gözle görmedikleri olaylar karşısında
o saat boş bir inanca kapılanlar için
geride bırakılan pabuç.
Böylece yeniden doğallaştı
ömrünün sonu Empodokles'in:
Herkes gibi ölmüştü o da.

2.

Başkaları gene başka türlü anlatıyor bu olayı:
Gerçekten bu Empedokles,
kendisine tanrısal bir saygı duyulmasını
istemişti güvence altına almak.
Ve gizlice ortadan kaybolup,
sinsice Etna'nın içine atlayarak
kendisinin insan maddesinden yapılmadığını göstermek
istemişti
ve ölüm yasalarına uymadığını,
ve bir sfsane yaratmak böylece.
Ama burada pabucu insanların eline geçerek
bir kazık atmıştı ona.
(Üstelik bazıları da şöyle diyor:
Krater sinirlenmiş bu olaya
ve kusup atmış pabucunu bu herifin.)

Ama biz şuna inanmak isterdik daha çok:
Eğer Empedokles çıkarmadıysa pabucunu gerçekten,
bizim aptallığımızı büsbütün unutmuştu demek,
karanlığı nasıl daha karanlık yapma telaşı içinde
olduğumuzu
ve yeterli bir neden aramaktansa saçma olana ananmayı
nasıl yeğlediğimizi düşünmemişti.
Ne olursa olsun, dağ, böyle bir dikkatsizliğe sinirlenmemişti
kuşkusuz,
ve adamın, kendisine tanrısal bir saygınlık duymamız için
bizi kandırmak istediğine inanıp öfkelenmemişti
(çünkü dağ hiçbir şeye inanmaz ve ilgilenmez bizimle).
Ama belki de, her zamanki gibi ateş püskürtürken pabucu
fırlatmıştır da,
bizim bilgin efendiler, işin içinde bir anlaşılmazlık kokusu
bulmaya uğraşırlarken
o ünlü fizikötesi inançlarını geliştirmek için uğraşırlarken yani,
birdenbire apışıp kalmışlardır
hocalarının pabucuna sürdüklerinde ellerini,
o gözle görülür, elle tutulur, yıpranmış, deriden pabuca.


Bertolt Brecht

Erik Ağacı

Avludaki erik ağacı bir küçük bir küçük,
benzemiyor doğru dürüst bir ağaca bile.
Ama gene de parmaklıkla çevrili dört yanı,
korunsun diye güvenlik içinde.

büyüyemiyor, zavallıcık,
büyümeyi isterdi tabii.
Çok az görüyor güneşi,
yapacak bir şey yok artık.

Erik ağacı erik vermiyor hiç.
Gel de erik ağacı olduğuna inan.
Ama gene de bir erik ağacı o,
belli yapraklarından.


Berolt Brecht

Duvara Tebeşirle Yazılan


"Savaş istiyoruz!"
En önce vuruldu
bunu yazan


Bertolt Brecht

Duraksayana

Diyorsun ki,
davamıza hayrı yok bu gidişin.
Karanlık gitgide, diyorsun, derinleşiyor.
Güçler azalıyor, diyorsun, gitgide.
Bunca yıl, diyorsun, çalış çabala,
sonunda ilk günden daha güç bir duruma düş.

Oysa işte düşman her zamankinden daha kuvvetli.
Yenilmez gibi de görünür.
Biz de hatalar yaptık, bu inkar edilmez.
Sayımız yavaş yavaş azalmada.
Sloganlarımız orda burda dağınık.
Düşman sözcüklerimizin bir kesimini çarpıttı.

Bugüne dek söylediklerimizden hangisi yanlış şimdi?
Bir kısmı mı, yoksa hepsi mi?
Güveneceğimiz kim var artık?
Arta kalanlar mıyız bizler
yaşayan bir ırmaktan fırlatılmış?
Geride mi kalacağız
kimseyi anlamadan ve hiç anlaşılmadan?

Yoksa şans mı gerek bize?

İşte senin sordukların bunlar.
Ama kimseden bir yanıt bekleme,
yanıtını da kendin ver.


Bertolt Brecht

Dört Aşk Şarkısı

1.

Senden ayrıldığımda
O güzel günün sonunda
Açılınca gözlerim
Ne çok sevinçli insan varmış dedim.

İşte o akşamdan sonra
Sen bilirsin ya
Daha güzel dudaklarım
Çekirge gibi çevik bacaklarım

Ben böyle olalı beri
Daha yeşil ağaç, fidan ve tarla
Daha bir güzel suyun serinliği
Başımdan aşağı boşaltınca

2.

Beni sevindirdiğinde
Bazen düşünürüm:
Şimdi ölüversem
Mutlu kalırım
Sonsuza kadar.

Sonra yaşlanıp
Beni düşündüğünde
Tıpkı bugünkü gibi görünürüm sana
Bir sevdiceğin olur
Henüz gencecik.

3.

Küçücük dalda yedi gül
Altısını rüzgar alır
Ama biri kalır
Bulayım diye onu

Yedi kez çağıracağım seni
Altısında gelme
Ama söz ve yedincisine
Tek sözümle gel.

4.

Bir dal verdi bana sevgili
Üzerinde sarı yapraklarda

Yıl dediğin geçer gider
Aşk ise hep yeni başlar.


Bertolt Brecht

Devrim Askeriyle Alay Ediliyor Ve Devrim Askerinin Yanıtı

1.

Çizmeleri su alan general ,
de bana: Kimden gelir
bu buyruklar? Laf aramızda:
Bugün öğle yemeği yedin mi?

Kafanda planlar var mı?
Miden boş sadece?
Bir bayrağım var, dersin,
ama ordun hani nerde?

Tek pantolonlu devlet adamı,
bir ütü tahtası ister misin?
Bakanların nerde toplanırlar?
Yoksa köprü altında mı?

Papaz oğlanı alır,
as alır papazı.
Adın tarihe geçer ama
kimliğin nerde hani?

Dört ediyorsa iki kere iki,
tamam, güç sende olacak,
(ayaklar baş olacak) ama:
Bu gece bir yatağın var mı yatacak?

2.

Eğer ben, su almayan çizmeler giymek istiyorsam bir gün,
çünkü parmaklarımı bile örtmüyor şu ayağımdakiler,
kovmalıyım bana çizme vermeyenleri,
ve tüm deri piyasasını düzenlemeliyim.

Pantolonum dökülüyor.
Kıçıma bir pantolon gerek
kışı geçirebilmem için zar zor.
Onun için, pantolonların nerde olduğunu bilmeliyim
ilk peşin,
ve tüm tekstil sanayiini düzenlemeliyim

Eğer istiyorsam has ekmek yemek,
önce kırmalıyım tahıl borsasını
ve gidip görüşmeliyim çiftçiyle ben kendim
ve traktörler göndermeliyim tarlalara,
ve ekini geniş çapta üretmeliyim.

İstemiyorsam benmi hor görenlerin
savaşlarında askerlik yapmak,
onların laflarına gülüp geçmeliyim
ve kendi bayrağımı açmalıyım,
ve savaşımı ilan etmeliyim onlara.


Bertolt Brecht

Çağrı

Doğrudur yıldırımın düştüğü, yağdığı
          yağmurun,
Bulutların rüzgarla sökün ettiği.
Ama savaş öyle değil, savaş rüzgarla
          gelmez;
Onu bulup getiren insanlardır.
Duman tüten topraktan bahar boyunca,
Dökülüp yükselir birden gökyüzü.
Ama barış ağaç değil, ot değil ki
          yeşersin:
Sen istersen olur barış, istersen
          çiçeklenir.

Sizsiniz uluslar, kaderi dünyanın.
          Bilin kuvvetinizi.
Bir tabiat kanunu değildir savaş,
Barışsa bir armağan gibi verilmez
          insana:
          Savaşa karşı
          Barış için
Katillerin önüne dikilmek gerek,
"Hayır yaşayacağız!" demek.
İndirin yumruğunuzu suratlarına!
Böylece mümkün olacak savaşı önlemek.

Onlar demir çeliği elinde tutan birkaç
          kişidir,
Yoktur karabasandan bir çıkarları
Dünyaya bakıp "ne küçük" derler,
Bir şeylerle yetinmezler acunda,
Para hesap eder gibi hesaplıyorlar
          bizi,
Savaş da bu hesabın ucunda.
Ürkmeyin tutmuşlar diye suyun başını:
Korkunç oyunları, davranın, bitsin.

Söz konusu olan çocuğundur, ana:
Koru onu, dikil karşılarına,
Biz milyonlarca kişi
Savaşı yener miyiz?
Bunu sen bileceksin.
Bunu biz bilecek, biz seçeceğiz.
Bir de düşün "Yok!" dediğini:
Düşün ki savaş geçmişin malı
ve barış taşıyor gelecekten.


Bertolt Brecht

Çağcıl Söylen

Akşam savaş alanına çöktüğünde
Düşmanlar yenilmişti
Telgraf tellerinin tınıları
Haberi uzaklara taşıdı

Dünyanın bir ucunda için için yandı
Bir haykırış, gökkubbede parçalanarak
Bir çığlık, çılgın ağızlardan taşan
Ve esrik göğü aşan.
Bin dudak ilençle soldu
Bin yumruk, vahşi bir öfkeyle sıkıldı.

Dünyanın bir başka ucunda
Bir sevinç, gökkubbede parçalanarak
Büyük bir sevinç, bir eğlence, bir çılgınlık
Rahat bir soluklanma, gerinme
Bin dudak eski bir duayı söyledi
Bin el inançla birleşti.

Gecenin geç saatlerinde
Sayıyordu telgraf telleri
Savaş alanında kalan ölüleri-
O zaman dost ve düşman sessizleşti.

Yalnız analar ağladı
Her iki yanda.


Bertolt Brecht

Büyük Eşkiyalar Geldiğinde

Büyük eşkiyalar geldiğinde
o saat açtım kapıyı
ve beni çağırdıklarını duydum
ve çıktım dışarı. Daha ağızlarını bile açmadan
ben anahtarları getirdim,
ve böylece hiçbir suç işlenmedi,
bir şeyler bulunmuştu sadece.


Bertolt Brecht

Buda'nın Yanan Ev Kıssası

Gotama Buda,
bağlandığımız hırs çarkını verdi
ve şunu öğütledi:
Bırakın bir yana tüm hırslarınızı
ve girin Nirvana dediğim hiçliğe
tüm isteklerden arınarak.

Sonra bir gün öğrenciler ona sordu:
Neye benzer bu hiçlik üstat?
Öğütlediğin gibi, bütün hırslarımızı
hepimiz bir bir atabiliriz bir yana,
ama söyle bize,
bu içine girdiğimiz hiçlik
tüm yaradılışla bütünleşmek gibi bir şey mi acaba?
Yatarken suyun içinde, bedeniniz ağırlıksız, öğle vakti,
tembel tembel yatarsınız suda, hiçbir şey düşünmeden hani,
ya da uyuklar gibisiniz, düzelttiğinizin pek farkında
olamadan battaniyeyi,
kendinizden geçerken hızla-
hiçlik bu tür mutlu bir şey mi acaba,
tatlı bir hiçlik mi yani,
yoksa duygusuz, soğuk, boş bir hiçlik mi bu hiçliğin senin?

Uzun süre sessiz kaldı Buda,
sonra, umursuz, dedi ki:
Yanıtı yok sorunuzun.
Ama onlar gittikten sonra, akşamüstü,
meyvaları ekmek olan ağacın altında oturuyordu Buda hala,
ve öbürlerine, soru sormayanlara, anlatıyordu şu öyküyü:
Geçenlerde bir ev gördüm. Yanıyordu.
Alevler çatısını yalıyordu evin.
Yanına vardım, baktım içinde hala insanlar var.
Açtım kapıyı, seslendim onlara,
dedim, yanıyor çatı, ve buyurdum,
haydi, çıkın dışarı çabuk.
Ama insanlar hiç oralı değil gibiydiler.

İçlerinden biri, sıcaklık kaşlarını kavurdu kavuracak,
dışarısının nasıl olduğunu sordu bana,
dışarda yağmur yağıyor muydu, yağmuyor muydu,
rüzgar esiyor muydu, esmiyor muydu,
dışarda bir başka ev var mıydı başlarını sokacak,
ve buna benzer
daha bir sürü soru.
Bir şey demeden ayrıldım ordan.
Bu evdeki insanlar, dedim, kendi kendime,
soru sormaktan vazgeçmeden önce yanıp ölmeyi
hak etmişler.
Doğrusu, dostlarım, bir insan,
bastığı yerin ne denli kızdığının farkında değilse
ve orada durmaktansa, neresi olursa olsun
başka bir yere gitmek zorunluluğunu duymuyorsa
söyleyecek hiçbir sözüm yok o insana.
İşte, Gotama Buda buraya kadar. Ama bizler de, artık bundan böyle,
boyun eğme zaatıyla değil de
boyun eğmeme zaatıyla ilgilenen bizler de,
somut öneriler öne sürerek
etten kemikten işkencecileri alaşağı etsinler diye
insanlara ders veren bizler de,
inanıyoruz ki
yaklaşan bombardıman filoları karşısında parababalarının,
yok şu sorunu nasıl çözeceğimizi,
yok şu konuda ne önerdiğimizi,
ve devrimden sonra,
biriktirdikleri paraların ve bayramlıklarının ne olacağını
durup durup soranlara
fazla bir sözümüz yok söyleyecek.


Bertolt Brecht

Birleşik Cephe Türküsü

1.

Ve insan insan olduğu için
yemek isteyecektir, buyrun hadi.
Oysa sözcükler ne etin yerini tutar,
ne de doldurur boş mideyi.

Haydi sola, bir kii!
Haydi sola, bir kii!
Yer var, yoldaş, sana da,
al Birleşik Cephe'de yerini,
çünkü bir işçisin sen de.

2.

Ve insan insan olduğu için
hoş görmez suratına inecek çizmeyi.
Ne kendi altında köleler ister,
ne de üstünde ister bir efendi.

Haydi sola, bir kii!
Haydi sola, bir kii!
Yer var, yoldaş, sana da,
al Birleşik Cephe'de yerini,
çünkü bir işçisin sen de.

3.

Ve işçi işçi olduğu için
ona başkası vermez özgürlüğü.
Onu kurtaracak başkaları değil,
bu iş işçinin kendi işi.

Haydi sola, bir kii!
Haydi sola, bir kii!
Yer var, yoldaş, sana da,
al Birleşik Cephe'de yerini,
çünkü bir işçisin sen de.


Bertolt Brecht

Bir Oğul Doğarken

Akıllı olsun derler analar babalar
Oğulları olduğunda.
Ben ise aklımla
İçine ettim tüm yaşantımın.
Şimdi yalnızca
Bilgisiz ve düşüncesiz biri
Olmasını diliyorum oğlumun.
O zaman rahat bir yaşam sürer işte
Bakan olarak kabinede.


Bertolt Brecht

Bir Büyük Karamsar Üzerine Düş

(Patates kıtlığı sırasında)

Bir düş gördüm:
opera binası karşısında Badanacı
tam patlatacakken o büyük söylevini,
birden bir patates belirdi, kocaman,
orta boy bir tepedn iri,
ve bekleşen kalabalığın karşısına çıkıp
başladı o da söylev vermeye.
Ben, dedi alçak sesle,
sizi uyarmaya geldim.
Biliyorum, patatesten başka bir şey değilim,
küçümen, önemsiz bir kişi,
pek öyle yüzüne bakılmaz cinsinden,
tarih kitapları anmaz adımı,
tepedekilere hele hiçbir etkim yok.
Büyük şeyler olunca söz konusu,
yani şan, şeref, namus falan filan,
gerekir benim kenarda kalmam.
Çünkü asalete hiç uygun düşmezmiş
beni şan ve şerefle bir tutmak.
Ama gene de yaptım ben bana düşeni.
Yardım ettim insanların bu gözyaşı vadisinde
yaşamlarını sürdürmelerine.
Şimdi, benimle şuradaki adam arasında
bir seçim yapma vakti geldi.
Haydi, ya o ya ben!
Onu seçerseniz yitirirsiniz beni.
Ama ille de ben gereksem size,
onu burdan siktir etmelisiniz.
Onun için, bana kalırsa,
daha fazla vakit kaybetmeyin dinleyerek onu,
çünküz az sonra yakapaça o atacak beni burdan.
Ona karşı ayaklanırsanız öleceğinizi söylese bile
unutmayın şunu sakın:
bensiz de ölürsünüz çocuklarınızla birlikte

İşte patates böyle konuştu
Ve badanacı böğürürken operada,
ve hoparlörler ilettikçe bu böğürtüleri halka,
o yavaş yavaş,
sanki ne dediğini göstermek istermiş gibi,
tüm halkın görebileceği tuhaf bir gösteriye başladı,
Badanacının ağzından çıkan her sözcükle
içine çekile çekile,
küçücük oldu,
biçimsiz, bumburuşuk.


Bertolt Brecht

Bir Barış Savaşçısının Ölümü Üzerine

Carl Von Ossitzky'nin anısına. 


Teslim olmayan o, 
öldürüldü. 
Öldürülen o, 
teslim olmadı. 

Uyarıcının ağzı 
toprakla kapandı. 
İşte başlıyor 
kanlı macera. 
Barışseverin mezarı üstünde 
taburlar tepinmede. 

Savaş boşuna mıydı yani? 
Bir başına savaşmayansa öldürülen 
daha kazanmamış demektir düşman. 



Bertolt Brecht

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Bir Alman Anasının Ağıtı

Bu çizmeleri bendim sana giy diyen, oğlum,
bu haki gömleği bendim sana giy diyen.
Nerden bilecektim bu kara günleri göreceğimi,
bilseydim, giydirmem, derdim, giydirmem,
asın beni, derdim, daha iyi.

Elini görürdüm hani ben senin, oğlum,
"Hayl Hitler!" diyerek kaldırdığın elini,
Hitler' i selamladın diye, nerden bilecektim,
kuruyacağını bir gün elinin.

Duyardım, oğlum, söz ettiğini senin
üstün bir ırktan.
Nasıl varacaktım farkına, nerden bilecektim, nerden
celladıymışsın meğer sen kendinin.

Gittiğini görürdüm senin, oğlum,
uygun adımla Hitler' in ardından.
Nerden bilecektim, onu izleyenin
artık bir daha geri dönmeyeceğini.

Bana derdin ki, oğlum, derdin ki:Almanya
gelecek bir gün tanınmaz hale.
Nerden bilecektim, oğlum, bu yerin nerden bilecektim,
küller ve kanlı taşlar arasında kalacağını böyle.

Haki gömlek vardı her zaman sırtında senin.
Giyme şu gömleği demedim sana, demedim, oğlum.
Bu günleri göreceğimi bilmiyordum, ne yapayım,
sana o gömleğin kefen olacağını bilmiyordum.


Bertolt Brecht

Alman Savaş Okuma Kitabından

TAKVİMDE GÜN HENÜZ İŞARETLENMEMİŞ.
Her ay, her gün 
açık durur hala. 
Bu günlerden biri
işaretlenecek bir çarpıyla.

İŞÇİLER HAYKIRIRLAR EKMEK DİYE.
Tüccarlar bağırırlar pazar diye.
Eskiden işsizler açtı, 
şimdi işi olanlar aç.
Artık yeniden başladı çalışmaya
kavuşmuş duran eller:
Yaptıkları gülle.

SOFRADAN ETİ KALDIRANLAR
Öğretiyorlar kanaat etmeyi, 
hep bana, hep bana, diyenler 
bu kez istiyorlar özveri. 
Tıka basa yiyenler 
gelecek güzel günlerden 
söz ediyorlar açlara. 
Uçuruma götürenler ülkeyi 
diyorlar, yönetmek çok zor, 
sıradan insan yapamaz bu işi. 
LİDERLER SÖZ EDİNCE BARIŞTAN
anlar halk 
savaşın geldiğini. 

Liderler lanetlediğinde savaşı 
seferberlik emri yazılmıştır bile. 

BAŞTAKİLER DER Kİ : BARIŞ VE SAVAŞ
iki farklı şey. 
Oysa rüzgarla fırtına gibidir 
onların barışı ve savaşı.

Savaş doğar onların barışından
anasından doğan oğlan gibi, 
taşır oğlan anasının 
o korkunç yüz çizgilerini.

Öldürür onların savaşları
ne varsabarışlarından 
arta kalan. 

GECE, 
evli çiftler 
yatarlar yataklarında. 
Bizim tazecikler 
yetimler doğuracak. 

BAŞTAKİLER DER Kİ: ORDUDA 
yoldaşlık hüküm sürer. 
Bu işin doğrusu
mutfakta görülür 
görülse görülse . 
Yüreklerindeki cesaret 
belki aynı.
Ama tabaklarındaki yemek 
farklı.
 
 
Bertolt Brecht 

Almanya'dan Rapor

Öğrendiğimize göre, Almanya'da  
kahverengi veba günlerinde  
bir makine fabrikasının çatısında birdenbire  
bir kızıl bayrak dalgalandı Kasım rüzgarında,  
özgürlüğün yasadışı bayrağı!  
Sulu kar düştü gökten  
kasvetli Kasım ortasında,  
ayın yedisiydi ama,  
devrimin yıldönümü!  

Bakın hele! Kızıl bayrak!  

Avluda işçiler dinelmişler,  
gözlerine siper edip ellerini  
bakıyorlar çatıya  
buzlu rüzgara karşı.  

Birden kamyonlar geliyor  
"Fırtına Birlikleri"yle tıklım tıklım,  
ve sürüyorlar duvara doğru  
işçi tulumu giyen kim varsa,  
ve bağlıyorlar iplerle nasırlı yumrukları,  
ve sorgularından sonra  
dövülmüş insanlar çıkıyor barakalardan  
sendeleyerek, kanlar içinde.  
Adını söylememişti bir teki bile  
çatıya bayrağı çeken adamın.  

Böylece sürdüler gık demeyenleri.  
Geri kalanlar da paylarını aldılar yeterince.  
Ama ertesi gün yeniden dalgalandı  
makine fabrikasının çatısında  
proletaryanın kızıl bayrağı.  
Yeniden duyuldu ölü gibi sessiz kentte  
"Fırtına Birlikleri"nin ayak patırtıları.  
Avlularda görülmez oldu hiçbir erkek.  
Yalnız kadınlar, yüzleri taş gibi,  
bakıyorlar çatıya  
buzlu rüzgara karşı  
gözlerine siper edip ellerini.  

Ve başlıyor dayaklar bir kez daha.  
Sorgularda kadınların dedikleri hep şu:  
Bir yatak çarşafıdır o bayrak,  
içinde dün ölen birini taşıdık.  
Rengi yüzünden suçlayamazsınız bizi.  
Öldürülen adamın kanı bulanmıştır ona,  
rengi ondan kırmızı.
 
 
Bertolt Brecht

Almanca Yakarış

Ulu önderlerimiz mutlu bir gün buyurdular bize:  
-Danzig ile Varşova' yı alacağız!  
Uçaklarımız ve tanklarımızla saldırdık Polonya' ya,  
yirmi günde ulaştık hedefimize:  
Tanrı korusun bizi!  
Ulu önderlerimiz mutlu bir gün buyurdular bize:  
Alacağız Oslo ile Paris' i!  
Norveç'i, Paris'i işgal ettik,  
ulaştık altı hafta geçmeden hedefimize.  
Tanrı korusun bizi!  

Ulu önderlerimiz mutlu bir gün buyurdular bize:  
-Sırbistan' ı, Yunanistan' ı, Rusya' yı alacağız!  
İşgal ettik Sırbıstan'ı, Yunanistan'ı, Rusya'yı,  
Ve...  
İki yıl var kurtarmaya çalışırız kıçımızı. 

        Tanrı korusun bizi!  
Bir gün gelecek ulu önderlerimiz buyuracaklar bize:  
-Ayı da alacağız, Okyanus'u da!  
İyi ama, çok  zor şu Rusya' da dayanmak,  
karşı durmak düşmana, kara, kışa,  
ne zaman döneceğini bilmeden.  
Tanrı korusun bizi, döndürsün evimize!  

 
Bertolt BRECHT

Alışveriş Yapan

Yaşlı bir kadınım ben.  
Almanya uyandığında  
Devlet yardımı azaldı.  
Çocuklarım verirlerdi bana  
arada sırada birkaç kuruş,  
ama pek öyle bir şeyler alamıyorum gene de.  
Bu yüzden daha az gider oldum  
eskiden her gün alışveriş yaptığım dükkanlara.  
Sonra aklımı başıma topladım günün birinde  
ve eski bir müşteri olarak her gün  
gitmeye başladım fırına, manava yeniden.  
İhtiyacım olan şeyleri seçerdim bir bir,  
her zamankinden ne daha çok alırdım, ne daha az,  
peksimetler de koyardım ekmeğin yanına,  
lahananın yanına da pırasa,  
ama hesabı çıkarttıkları vakit çekerdim içimi,  
karıştırıp küçük para kesemi tutuk parmaklarımla,  
yeterince param yok, derdim, başımı sallayarak,  
bunları ödeyecek,  
ve tüm müşterilerin gözleri önünde  
çıkardım dükkandan gene başımı sallayarak.  
Ve şöyle diyorum kendi kendime:  
Hiçbir şeyi olmayan bizler gibiler  
yiyecek satılan yerlerde görünmezlerse bundan böyle  
hiçbir şeye ihtiyacımız yok sanabilirler,  
ama buraya gelir de hiçbir şey satın alamazsak eğer  
haberleri olur hiç değilse.  

 
Bertolt BRECHT

1 Mayıs 2012 Salı

Die Seeräuber-Jenny

1

Meine Herren, heute sehen Sie mich Gläser abwaschen
Und ich mache das Bett für jeden.
Und Sie geben mir einen Penny und ich bedanke mich schnell
Und Sie sehen meine Lumpen und dies lumpige Hotel
Und Sie wissen nicht, mit wem Sie reden.
Aber eines Abends wird ein Geschrei sein am Hafen
Und man fragt: Was ist das für ein Geschrei?
Und man wird mich lächeln sehn bei meinen Gläsern
Und man sagt: Was lächelt die dabei?
Und ein Schiff mit acht Segeln
Und mit fünfzig Kanonen
Wird liegen am Kai.

2

Man sagt: Geh, wisch deine Gläser, mein Kind
Und man reicht mir den Penny hin.
Und der Penny wird genommen, und das Bett wird gemacht!
(Es wird keiner mehr drin schlafen in dieser Nacht.)
Und sie wissen immer noch nicht, wer ich bin.
Aber eines Abends wird ein Getös sein am Hafen
Und man fragt: Was ist das für ein Getös?
Und man wird mich stehen sehen hinterm Fenster
Und man sagt: Was lächelt die so bös?
Und das Schiff mit acht Segeln
Und mit fünfzig Kanonen
Wird beschiessen die Stadt.

3

Meine Herren, da wird ihr Lachen aufhören
Denn die Mauern werden fallen hin
Und die Stadt wird gemacht dem Erdboden gleich.
Nur ein lumpiges Hotel wird verschont von dem Streich
Und man fragt: Wer wohnt Besonderer darin?
Und in dieser Nacht wird ein Geschrei um das Hotel sein
Und man fragt: Warum wird das Hotel verschont?
Und man wird mich sehen treten aus der Tür am Morgen
Und man sagt: Die hat darin gewohnt?
Und das Schiff mit acht Segeln
Und mit fünfzig Kanonen
Wird beflaggen den Mast.

4

Und es werden kommen hundert gen Mittag an Land
Und werden in den Schatten treten
Und fangen einen jeglichen aus jeglicher Tür
Und legen ihn in Ketten und bringen vor mir
Und fragen: Welchen sollen wir töten?
Und an diesem Mittag wird es still sein am Hafen
Wenn man fragt, wer wohl sterben muss.
Und dann werden Sie mich sagen hören: Alle!
Und wenn dann der Kopf fällt, sag ich: Hoppla!
Und das Schiff mit acht Segeln
Und mit fünfzig Kanonen
Wird entschwinden mit mir.


Bertolt Brecht

Beylerimiz Elvan Elvan Üstüne

Beylerimiz elvan elvan üstüne
Ağlar gelir şahım Abdal Musa'ya
Urum abdalları postun eğnine
Bağlar gelir şahım Abdal Musa'ya

Urum abdalları gelir dost deyi
Eğnimizde aba hırka post deyi
Hasteleri gelir derman isteyi
Sağlar gelir şahım Abdal Musa'ya

Hind'den bazerganlar gelir yayınır
Pişer lokmaları açlar doyunur
Bunda aşıkları gelir soyunur
Etler gelir şahım Abdal Musa'ya

Meydanın dara durmuş gerçekler
Çalınır koç kurbanlara bıçaklar
Döğünür kudüm açılır sancaklar
Tuğlar gelir şahım Abdal Musa'ya

Her Matem ayında kanlar saçarlar
Uyandırıp Hak çerağın yakarlar
Demine Hü deyip gülbang çekerler
Nurlar gelir şahım Abdal Musa'ya

İkrarıdır koç yiğidin yuları
Muannidi çeksen gelmez ileri
Akpınar'ın Yeşilgöl'ün suları
Çağlar gelir şahım Abdal Musa'ya

Ali'm almış Zü'l-fekar'ı destine
Sallar durmaz Yezidlerin kasdına
Tümen-tümen genç Ali'nin üstüne
Sırlar gelir şahım Abdal Musa'ya

Benim bir isteğim vardır Kerim'den
Münkir bilmez evliyanın sırrından
Kaygusuz'am ayrı düştüm pirimden
Ağlar gelir şahım Abdal Musa'ya


Kaygusuz Abdal

Allah Tanrı Yaradan

Allah Tanrı Yaradan
Gel içegör cur'adan
Yar ile yar olagör
Çıksın ağyar aradan

Bekle gönül bostanın
Susığırı girmesin
Key sakın uçurursun
Kandili minareden

Fil yükün karıncaya
Yükletme çekebilmez
La'l ü gevher kıymetin
Umma seng-i hareden

Hacca vardım der isen
Kanda vardın hacca sen
Kılavuzsuz kuş uçmaz
Bunca dağ ü dereden

Hacca varan kişinin
Gönül yapmak işidir
Gönül Hakk'ın beytidir
Sakın sen emmareden

Sen özünü bil nesin
Hak sende sen kandesin
Hakk'ı bilmek dilersen
Geç ağ ile hareden

Dünya ahret demegil
Biliş ü yad demegil
Uzak savaşa düşme
Geç kuru sehhareden

Tıfıllayın dembedem
Dambu dumbu söyleme
Mansur'layın olursun
Bilmezsen müdareden

İnsan nur-ı kadimdir
Hasta değil hekimdir
Sen dahi insan isen
Anla bu esrareden

Aşık olan bu yolda
Can ile baş oynadır
Sen dahi aşık isen
Bakma gel kenareden

Sen insanı sorarsan
Hak'tan ayrı değildir
Sıfatı zat-ı mutlak
Hırkası çar pareden

Aklına akıl deme
Sözüne delil deme
Çünkü kurtaramazsın
Nefsini emmareden

Kaygusuz'un hüneri
Helva vü biryan yemek
Andan özge hüneri
Umma bu biçareden




Kaygusuz Abdal

Eksik Avradın Kötüsü Dizini Dikip Oturur

Eksik avradın kötüsü dizini dikip oturur
İşinin kolayın bulmaz yüzünü yıkıp oturur

Boğaza takmış akıkin aşına bulmaz kekiğin
Yeni donunun söküğün dizine takıp oturur

Ayağında meşin mesi kolunda gümüşün başı
Soyunmaya elbisesi taşraya bakıp oturur

Yata yata karnı şişer eşinin başında işer
Bitler kanatkanıp uçar sirkeye bakıp oturur

Çocuklar oynar aşığı köpekler yutar bulaşığı
Karga da kapmış kaşığ havaya bakıp oturur

Başa bağlamış emiri rençberler sever demiri
Danalar yemiş hamırı tekneye bakıp oturur

Kaygusuz aydır atılmaz pazara çeksen satılmaz
Soyunup koyna yatılmaz bir manda çöküp oturur




Kaygusuz Abdal

Ben Bu Derde Düşeli Bu Sakalı Kırkarım

Ben bu derde düşeli bu sakalı kırkarım
Dost ila bilişeli bu sakalı kırkarım

Ben kırkarım o biter çimende bülbül öter
Usta berber der yeter bu sakalı kırkarım

Aşka olup mülazım bilindi cümle razım
Gayrı sakal ne lazım bu sakalı kırkarım

Ben çalarım tanbura giyinirim tennure
Hak çerağın uyara bu sakalı kırkarım

Var mı bunda bir hatam gayrı gönülden atam
Çok mu gelir bir tutam bu sakalı kırkarım

Ben gezerim yazıda kuvvetim var bazuda
Ne işim var kazıda bu sakalı kırkarım

Kaba sakal istemem hep kesilse gam yemem
Hiç kısa uzun demem bu sakalı kırkarım

Sakalımla kaşımı bıyığımla başımı
Hak onara işimi bu sakalı kırkarım

Kaygusuz Abdal menem fartu fartu bilenem
Bir tüyünü koymanam bu sakalı kırkarım




Kaygusuz Abdal

Ademi Balçıktan Yuğurdun Yaptın

Ademi balçıktan yuğurdun yaptın
Yapıp da n'eylersin bundan sana ne
Halk ettin insanı cihana saldın
Salıp da neylersin bundan sana ne

Bakkal mısın terazuyu n'eylersin
İşin gücün yoktur gönül eğlersin
Kulun günahını tartıp n'eylersin
Geçiver suçundan bundan sana ne

Katran kazanını döküver gitsin
Mü'min olan kullar didara yetsin
Emreyle yılana tamuyu yutsun
Söndürsün tamuyu bundan sana ne

Kaygusuz Abdal'ım sözümüz budur
Her nerde çağırsam Hak onda hazır
Hep duzaha bastırırsın kim ne der
Yakma kullarını bundan sana ne




Kaygusuz Abdal

Yucalardan Yuca Gördüm

Yucalardan yuca gördüm
Erbabsın sen koca Tanrı
Alem okur kelam ile
Sen okursun hece Tanrı

Asi kullar yaratmışsın
Varsın şöyle dursun deyu
Anları koymuş orada
Sen çıkmışsın uca Tanrı

Kıldan köprü yaratmışsın
Gelsün kullar geçsin deyu
Hele biz şöyle duralım
Yiğit isen geç a Tanrı




Kaygusuz Abdal

Bir Kaz Aldım Ben Karıdan

Bir kaz aldım ben karıdan
Boynu da uzun borudan
Kırk abdal kanın kurutan
Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz

Sekizimiz odun çeker
Dokuzumuz ateş yakar
Kaz kaldırmış başın bakar
Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz

Kaza verdik birkaç akça
Eti kemiğinden pekçe
Ne kazan kaldı ne kepçe
Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz

Kaz değilmiş bu be azmış
Kırk yıl Kafdağını gezmiş
Kanadın kuyruğun düzmüş
Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz

Kazı koyduk bir ocağa
Uçtu gitti bir bucağa
Bu ne haldir hacı ağa
Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz

Kazımın kanadı selki
Dişi koyun emmiş tilki
Nuh Nebi'den kalmış belki
Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz

Kazımın kanadı sarı
Kemiği etinden iri
Sağlık ile satma karı
Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz

Kazımın kanadı ala
Var yürü git güle güle
Başımıza kalma bela
Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz

Suyuna biz salduk bulgur
Bulgur Allah deyü kalgır
Be yarenler bu ne haldir
Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz

Kaygusuz Abdal n'idelim
Ahd ile vefa güdelim
Kaldırıp postu gidelim
Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz


Kaygusuz Abdal
"Sarayi", Kaygusuz'un kimi şiirlerinde kullandıgı ikinci "takma ad"ıdır.

Yamru Yumru Söylerim

Yamru yumru söylerim
Her sözüm kelek gibi
Ben avare gezerim
Sahrada leylek gibi

İşim kalp sözüm yalan
Ben değil adım filan
Bu halk insana derim
Sözümü gerçek gibi

Aşk kuşları derilse
Aşktan dane verilse
Usulüm toya benzer
Avazım ördek gibi

Terketmedim benliği
Bilmedim insanlığı
Suretim adem veli
Her huyum eşek gibi

Arifler sohbetinde
Marifet söyleseler
Ben de hemen düşünmem
Ürerim köpek gibi

Gerçi Hakk'ın halkıyım
Marifetsiz aylakım
Arifler sohbetinden
Kaçarım ürkek gibi

Bu marifet ilminden
Haberim yok cahilim
Benden mana sorsalar
Sözlerim sürçek gibi

Aşıklar can içinde
Aşikar gördü Hakk'ı
İşitmenin manası
Olmıya görmek gibi

Miskin Saryı kıydın
Kul oldun sen nefsinde
Senin hırs ü hevesin
Tuttu seni fak gibi




Kaygusuz Abdal

Kaplu Kaplu Bağalar

Kaplu kaplu bağalar
Kanatlanmış uçmağa
Kertenkele derilmiş
Diler Kırım geçmege

Kelebek ok yay almış
Ava şikara çıkmış
Tonuzları korkudur
Ayuları kaçmağa

Kazzaza balta koydum
Çervişin deremezem
Çuval çayırda gezer
Seğirdüben kaçmağa

Ergene'nin köprüsü
Susuzluktan bunalmış
Edirne minaresi
Eğilmiş su içmeğe

Allahımın dağında
Üçbin balık kışlamış
Susuzluktan bunalmış
Kanlı ister göçmeğe

Leylek koduk doğurmuş
Ovada zurna çalar
Balık kavağa çıkmış
Söğüt dalın biçmeğe

Kelebek bugday ekmiş
Manisa ovasına
Sivrisinek derilmiş
Irgad olup biçmeğe

Bir sinek bir devenin
Çekmiş budun koparmış
Salınıban seğirdir
Bir yar ister koçmağa

Bir aksacık karınca
Kırk batman tuz yüklemiş
Gah yorgalar gah seker
Şehre gider satmağa

Tonuz düğün eğlemiş
Ayuya kızın vermiş
Maymun sındı getirmiş
Kaftan gönlek biçmeğe

Deve hamama girmiş
Dana dellaklik eder
Susığırı natır olmuş
Nöbet ister çıkmağa

Kaygusuz'un sözleri
Hindistan'ın kozları
Bunca yalan söyledin
Girer misin uçmağa




Kaygusuz Abdal

Koyun Bile Yeticeğiz

Koyun bile yeticeğiz
Sürmeğe de yarağ olur
Beşyüzünü satıcağız
Harçlanmağa gereğ olur

Berktir erenler barusu
Bine sayılır birisi
Ell'iki teke derisi
Papucuma yorağ olur

Bin batman olsa kazan
Ustager degil mi düzen
Hayranlık esince cana
Bengilik de gereğ olur

Doymaz isen yalvar Hakk'a
Nazar kıl bucağa yüke
Onsekiz kalınca yuka
Tam gönlümce gevreğ olur

Kaygusuz Abdal bulunca
Gel otur pilav gelince
On tekne hamur halince
Bir onarı çöreğ olur


Kaygusuz Abdal

30 Nisan 2012 Pazartesi

Hiç Kimse Çekebilmez

Hiç kimse çekebilmez
Güçtür feleğin yayı
Derdine gönül verme
Bir götürür vayi

Oynayu gelir aldar
Çünkü eli çabuktur
Bir bunculayın fitne
Kande bulur arayı

Bir fani vefasızdır
Kavline inanma hiç
Gah bayı eder yoksul
Gah yoksul eder bayı

Hayran kamu alimler
Bu mani'nin alında
Kaf'tan kaf'a hükmeder
Bilmez bu muammayı

Vahittir o vahdette
Kesrette kani tefrik
Hızr ermedi bu sırra
Bildirmedi Musa'yı

Miskin Hacı Bayram sen
Dünyaya gönül verme
Bir ulu imarettir
Alma başa sevdayı


 Hacı Bayram Veli

Bilmek İstersen Seni

Bilmek istersen seni
Can içre ara canı
Geç canından bul anı
Sen seni bil sen seni

Kim bildi ef'alini
Ol bildi sıfatını
Anda gördü zatını
Sen seni bil sen seni

Görünen sıfatındır
Anı gören zatındır
Gayri ne hacetindir
Sen seni bil sen seni

Kim ki hayrete vardı
Nura müstağrak oldu
Tevhid-i zatı buldu
Sen seni bil sen seni

Bayram sözünü bildi
Bileni anda buldu
Bulan ol kendi oldu
Sen seni bil sen seni


Hacı Bayram Veli

N'oldu Bu Gönlüm N'oldu Bu Gönlüm

N'oldu bu gönlüm n'oldu bu gönlüm
Derd-u gam ile doldu bu gönlüm
Yandı bu gönlüm yandı bu gönlüm
Yanmada derman buldu bu gönlüm

Yan ey gönül yan yan ey gönül yan
Yanmadan oldu derdine derman
Pervane gibi pervane gibi
Şem'ine aşkın yandı bu gönlüm

Gerçi ki kandı gerçeğe yandı
Rengine aşkın cümle boyandı
Kendide buldu kendide buldu
Matlabını hoş buldu gönlüm

Sevad-ı a'zam sevad-ı a'zam
Belki oluptur Arş-ı muazzam
Matlab-ı canan matlab-ı canan
Olsa acep mi şimdi bu gönlüm

Seyr-i billahtır seyr-i billahtır
Lı maallahtır fena fillahtır
Ayinesinde ayinesinde
Gird-i sivayı buldu bu gönlüm

El fakru fahrı el fakru fahrı
Demedi mi ol alemler fahri
Fahrini fakrin fahrini fakrin
Mahv-u fenada buldu bu gönlüm

Bayramı imdi Bayramı imdi
Bayram edersin yar ile şimdi
Hamd-ü senalar hamd-ü senalar
Yar ile bayram kıldı bu gönlüm


Hacı Bayram Veli