Şiir, Sadece: 2018-04-29

5 Mayıs 2018 Cumartesi

Milattan Önceki Şiirler

XII.

Akdeniz'e dönüyorum, güz kuşlarının
Kanat vuruşlarına adımlarımı ayarlayarak
Akdeniz'e dönüyorum, dumanlı bir kentin
İrin püskürten bacalarını yüreğimden kazıyarak.

Yıllar yılı karanlık, nemli odalarda yaşadım
Her sabah yüreğime yeni bir uçurum eklemenin kederiyle
Bir göçmen kuştum ki ben, güneyi hiç bulamadım
Uçmak istesem yasakların surları dururdu önümde.

Sokaklar bir yara gibi, yüründükçe kanardı
Donup kalırdı sesim, o buzdan yüreklere vurdukça
Her ana ağıt yakmak için dudaklarını aralık tutardı
Aklım, en güzel duyguların kıyılarında durdukça.

Ve işte kendi içimde yürümeyi öğrendim şimdi
Bitmek bilmeyen sokağa çıkma yasaklarında
Anladım ki artık herkes bayraksız bir ülkeydi
Beyinler telörgüleriyle çevriliydi, yürekler mayınlarla

Yakılan kitapların dumanları tüterdi bacalardan
Ben yanan her sözcüğe tek tek gözyaşı döktüm
Yeni dünyalar aradım hayatıma, çıkarak atlaslardan
Böyle başladı kendi içimdeki o uzun yürüyüşüm.

Denizsiz bir gemiydim sanki, topraksız bir çiçek
Köklerinden kopmuş bir ağaç dinelirdi önümde
Şiirler yazdım, yazan elim, söyleyen dilim titrek
Her şiir yadsıdı kendini, yaslanarak bir başka şiire.

Turuncu bir sokağın aklımı tozutup atması böyle başladı
Sıçrayıp gitti bir çocuk, yalınayak, dikenlerin arasında
Bahçesi günebakanlı bir ev, taşlık, incir ağacı
El çırpıştırıp, titreyerek akan sular vardı arklarda.

Baba, bir dilim portakalla köpük köpük şaraplar içer
Ana, tulumbanın önündeki yalakta çamaşırlar yıkardı
Çocuk, yüzünü bir kitabın sıcacık koynuna gömer
Uzak bir deniz ve kızlar üzerine düşler kurardı.

Her sokağın bittiği yerde bir limonluk başlar
Her limonluğun ardında bir dilim deniz görünürdü
Şafakta rıhtımda bir sürü ceviz kabuğu sandal
Denizin enginlerine yaşlı balıkçıları götürürdü.

Geceleri ay bir ekmek gibi büyürdü gökyüzünde
Kavrulmuş susam ve yeni biçilmiş buğday kokardı
Yıldızlar gümüş sürerlerdi denizin tenine
Her yakamozun parladığı yerde bir deniz kızı oynardı

Böyle bir dünyaydı işte, anlatılır mı bilmem?
İnsan her dönüşünde bulur mu eski ayak izlerini?
Yağan yağmurlar mı, yoksa kendi midir onları silen?
Dönmek istiyorum ben; dupduru bir su el değmemiş bir toprağım şimdi.

Akdeniz'e dönüyorum! Akdeniz'e dönüyorum
Anamın rahmine yeniden, yeniden döner gibi


Ahmet Erhan
Alacakaranlıktaki Ülke

4 Mayıs 2018 Cuma

Felek Vermezsin Dengi Dengine

Felek vermezsin dengi dengine
Yolum düşürdün yine ingine
Kader getirdi Karaman iline
Çimenler mahzun gülleri mahzun

Aşıp dağları seyran eyledim
Garip gönlümü hayran eyledim
Doğdu gönlümden ben de söyledim
Yaylalar mahzun yolları mahzun

Oba yerleri yıkılmış viran
Ceylanlar gitmiş dağılmış şahan
Dedim feleğe işlerin yaman
Konuştum nice dilleri mahzun

Karacaoğlan konayım güllere
Gidelim gönül uzak illere
Selam söyleyin garip yollara
Gördüm ovaları çölleri mahzun


Karacaoğlan

Evvel Sen De Yücelerden

Evvel sen de yücelerden uçardın
Şimdi inginlere indin mi gönül
Derya deniz dağ taş demez geçerdin
Karadan menzilin aldın mı gönül

Yiğitliğim elden gitti yel gibi
Damağımda tadı kaldı bal gibi
Hoyrat eli değmiş gonca gül gibi
Bozulmuş başlara döndün mü gönül

Hasta oldun yastığını istersin
Kadir Mevlâ'm sağlığını göstersin
Cennet-i âladan bir köşk dilersin
Boynunun farzını kıldın mı gönül

Karacaoğlan der ki söyle sözünü
Hakk'a teslim eyle kendi özünü
Nâs işine karalama yüzünü
Yolun doğrusunu buldun mu gönül


Karacaoğlan

Geceyarıları Söylenen Ninni

Artık her şey bitti, geceleri sokağa çıkma
Artık her şey bitti, yorganına sıkıca sarın
Artık her şey bitti, yüzüme öyle bakma
Artık her şey bitti, yat, uyu adamım.

İnceldiği yerden kopsun, dediğin şeyler koptu
Artık bıktım, dediklerin hep bıktı senden
Biliyor musun, sonunda olan bize oldu
Anımsa, güzel günlerden konuşurduk eskiden.

Artık her şey bitti, dinleme sokakları
Artık her şey bitti, polis arabaları devriye geziyor
Artık herşey bitti, yaktın mı kitapları?
Artık her şey bitti, sokağa çıkma yasağı başlıyor.

Bu yüzden kendi içimde yürümeyi öğrendim şimdi
Sarhoşların bağırtılarını dinlerdim eskiden
Hayatımı düşünüyorum, görüp yaşadığım her şeyi
Sonunda bir yalnızlık duygusu sızıyor yüreğimden.

Artık her şey bitti, sabah kaçta uyandırayım?
Artık her şey bitti, bağırsan da, ağlasan da
Artık her şey bitti, hepsi gitti dostların
Artık her şey bitti, bizden çok uzaklara.

Kapınızı çalan yok, dilencilerden başka
Tek bir satır mektup gelmiyor hiç kimselerden
Sokaklara çıkıp da boşuna bir şeyleri arama
Görmezden geliyor seni, eskiden gözlerinin içine giren.

Artık her şey bitti, sabaha çok var
Artık her şey bitti, perdeyi mi açayım?
Artık her şey bitti, karanlık dışarılar
Artık her şey bitti, seni nasıl inandırayım?


Ahmet Erhan
Alacakaranlıktaki Ülke

3 Mayıs 2018 Perşembe

Evvel Bahar Yaz Ayların

Evvel bahar yaz ayların çatıldı
Paralandı bulut göğe atıldı
Akan sular kar buz oldu tutuldu
Dalgalanıp göller ağlamasın mı

Yaz gelir de yazı yaban yurd olur
Her yerde de bir alıcı kurd olur
O yaşında kızlar gonca gül olur
Vakit geçen güller ağlamasın mı

Hey der Karacaoğlan bahar erişti
Meyvasın dermeden gazelin düştü
Yüklendi barhanam kervanım göçtü
Tozu kalkan yollar ağlamasın mı


Karacaoğlan

Evvel Allah, Ahir Allah

Evvel Allah, ahir Allah
Andan ulu gelmemiştir
Hak Muhammed'den sevgili
Hakk'ın kulu gelmemiştir

Şah-ı merdan idi adı
Cömert sofrasın kim kodu
Ali'ye aslanım dedi
Uyruk Ali gelmemiştir

Pir olmayan aşka gelmez
Koç olmayan kurban olmaz
Ecel gelse derman olmaz
Hakk'tan rıza gelmemistir

Od düştüğü yeri yakar
Değme dalda gül mü biter
Ko dört dilin, çok kuş öter
Bülbül ünü gelmemistir

Karac'oğlan Hakk'a yalvar
Verdiğine günah ol dar
Şol alemde eksiksiz yar
Kimse bulup gelmemistir


Karacaoğlan

Uzun Bir Şiirin Son Dizeleri

I.

Hayatı bir gömlek gibi sıyırsam mı üstümden?
Yüreğimde, kuyruğunu bırakıp giden bir kertenkelenin tedirginliği
Ya da yollar, yollar, yollar boyunca
Bastırıp dursam mı yarama ellerimi?
O kadar kolay değil unutmak
Ölüm bile istemez olur adamı gün gelir
Son anda göze ilişen bir çiçek,
Uzaktan duyulan bir çocuk sesi...

Kan mı tutuyorum avuçlarımda?
Yoksa ufaladığım güllerden mi?
(Nerden geldi bu kırmızılık?)
Ölüme en uzak bildiklerimiz bir bir ölüyor.
Mezarlığa giden yolda ayak izlerimiz çoğalıyor.
(Nerden geldi bu karamsarlık?)
Bağırıp çağırmayı o ölülerin anılarına yakıştıramıyorum
Söylevleri de dinlemiyorum artık
Sen ölmedin, yaşıyorsunlar...
O ölüleri yaşatacak olanların çoğu
Kapılarını erkenden örtüyorlar akşamları.

O kadar kolay değil kurutmak
Yaşlarla dopdolu gözlerini anaların
Yumruklarımız bir bayrak gibi dalgalansa da
Bakışlarımız uzak bir yerde, dişlerimiz kenetli...
Ölümse eşikte soluk soluğa.
Ve nicedir silah sesleri boğuyor
Bu dünyanın en güzel sözlerini.


VII.

Beni bir denizin kıyısına bırakın
Bir portakal ağacının dibine ya da
Ne olur, onun dallarına uzanıp kalayım

Belki yeniden bulurum türkümü
- O yitirdiğim türkümü
Bütün bu sözler benim değil çünkü

Beni bir denizin kıyısına bırakın
Bir çakıltaşının içine gömün orada
O zaman ölmüşsem bile ağlamayın

Deyin: - Son türküsü ölümdü!


XII.

Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin
Sesini arıyor şimdi unutulmuş bir yazın kuruyan dallarında
Masasını topluyor, kitaplarını, sigarasını
Yazı makinasını kapatıyor usulca.

Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin
Onu artık kim sorar, kim anımsar?
Soluk dergi sayfalarında kalmış bir kaç şiiri
Nasılsa bir yerde su eritir, ateş yakar.

Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin
Bir portakal çiçeğinin koynundaydı doğumu
Karlarına gömülürken dumanlı bir kentin
Belki bundan, uzak bir denizin inleyişleri duyuldu.

Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin
Bir yaşam boyu yarasını sözcüklerin ardına sakladı
Sevdi çoğu insanı, tükenircesine sevdi
Çoğu sevgisinde yanıldı.

Sorarlarsa, onun karların üstüne düştüğü yerden
Bir portakal ağacı fışkırdı dersin
Kanı özsu oldu, dallara yürüdü
Öldü dersin, ölümü uzun bir gülümseyişe dönüştü.


Ahmet Erhan
Alacakaranlıktaki Ülke

2 Mayıs 2018 Çarşamba

Ellenmişde Bellenmişi Nideyim

Bir sofra isterim kimse sermedik
Bir yayla isterim kimse konmadık
Bir güzel isterim yad el değmedik
Ellenmişte bellenmişi nideyim

Severim güzeli nice olursa
Boyu uzun, beli ince olursa
Severim atımı dinçce olursa
Kovulmuşu, yorulmuşu nideyim

Karac'oğlan der ki, kolu kırarım
Nedir yüce dağlar size zararım
Ararsam pınarın gözün ararım
Bulanmışta durulmuşu nideyim


Karacaoğlan

Elif

İncecikten bir kar yağar,
Tozar Elif, Elif deyi...
Deli gönül abdal olmuş,
Gezer Elif, Elif deyi...

Elif’in uğru nakışlı,
Yavrı balaban bakışlı,
Yayla çiçeği kokuşlu,
Kokar Elif, Elif deyi...

Elif kaşlarını çatar,
Gamzesi sineme batar.
Ak elleri kalem tutar,
Yazar Elif, Elif deyi...

Evlerinin önü çardak,
Elif'in elinde bardak,
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif, Elif deyi...

Karac'oğlan eğmelerin,
Gönül sevmez değmelerin,
İliklemiş düğmelerin,
Çözer Elif, Elif deyi...


Karacaoğlan

Günün Son Kadını

acının gri saatlerinde yüzüyle gelirdi
ansızın ve kanatlarına sığındığım
bir gökyüzüydü, yangınlardan kalan
çocukluğumdu, başka şeylerim, hüznün geniş kültü
akşama ertelenmiş gülüşüyle, dokunmanın ve ölümün
arasaatlerine sızan oydu

bir şarkı nasıl bitirilmez, hangi renkler
arka yollarına yakışır hayatın
temas kuşu silinir mi sevişmenin argın tahtasında
ebced bahçesinde söz ne zaman yanılır
ve boynu vurulmuş sabahlar ve gümüş
yüzüğünün açık kapağından sızan kokusuyla
kaçınılmaz, yokluğun bedeniydi

aşkıyla gelir ve giderdi


Orhan Alkaya
Parçalanmış Divan

1 Mayıs 2018 Salı

Ela Gözlü Nazlı Dilber

Ela gözlü nazlı dilber
Koma beni el yerine
Altın kemerin olayım
Dola beni bel yerine

Hecine gönlüm hecine
Yiğide ölüm gecine
Al beni zülfün ucuna
Sallanayım tel yerine

Gel kız karşımda dursana
Şu benim halim sorsana
Zülfünden bir tel versene
Koklıyayım gül yerine

Karac'oğlan der n'olayım
Kolun boynuma dolayım
Nazlı yar kölen olayım
Kabul eyle kul yerine


Karacaoğlan

Dün Gece Dün Gece

Dün gece dün gece gördüm düşümde
Göçün çekmiş gider ili Zeyneb'in
İnci mercan gibi ufak dişinde
Tatlı tatlı söyler dili Zeyneb'in

Zeyneb pek küçüktür haldan bilmiyor
Ün eyledim hiç yanıma gelmiyor
Göz görüp de gönül karar kılmıyor
Aştı üstümüzden yolu Zeyneb'in

Yaz gelip de meyvaları yetmemiş
Şeyda bülbül konup figan etmemiş
Bahçasında mor menevşe bitmemiş
Açılmış goncası gülü Zeyneb'in

Sabah olur seher yeli estirir
Siyah zülfü mah yüzünde gezdirir
Zalım engel yari bize küstürür
Dolansın boynuma kolu Zeyneb'in

Bahar olup seher yeli esti mi
Zeyneb bizim ile kadem bastı mı
Acep bizden umudunu kesti mi
Karacaoğlan olsun kulu Zeyneb'in


Karacaoğlan

Su

Firuze rengi suların önünde diz çökmüş
bir okçu, elinde altın yayıyla.
Karalarla kaplanlarla oynuyordu,
kemanıyla oynadığı gibi.

Firuze rengi sularda yüzen
sarı güller... lerin yansıttığı
yanılsamalar... içindeyim...
O uzun siyah eldivenimle
yürüyorum sularda.

sularla evlilik akuatik yeşillerle
gri gözlerle bir anima-kadın
soluk alıp verişi

karanlık yaprakların ardında

Bir yıldız gümüş notalar fısıldıyor
onun da kulağına... dolendo...
Seslerin ve notaların gümüş
ağırlığıyla dalıyor sulara, dalıyoruz.

bir denizaltı konuşması gibi
artık kimsenin dinlemediği iki insan arasında

boğulmamak için denizin dibinde konuşmaya çalışan
iki insan gibi neredeyse
dolendo

O uzun beyaz eldivenimle
tekrar çıktığımda sulara Miras'ım,
alnıma saplanacak altın bir ok olabilir.
Erden kızların önünde eğilmiş
oturuyor olabilirim alnımda altın bir okla.
Aramızda belirli uzaklıklarla eğilmiş
şarkı söylüyor olabiliriz gri sulara.
Aramızda kristal uzaklıklarla
göğe çekilmiş olabiliriz, ağlayan ünikornlar gibi.
Orion çekimi belki de yalnızca...


Lale Müldür
Voyıcır 2


30 Nisan 2018 Pazartesi

Dinleyin Bir Güzel Medhedeyim

Dinleyin bir güzel medhedeyim
Yiğide nispetle yürüyüşlünün
Can feda ederim söyle sunaya
Bin türlü naz ile salınışının

Kadife şalvarli tüllü başlının
Güvercin topuklu sarı mestlinin
Elleri kınalı kumru seslinin
Zülüfü gerdana tarayışlının

Entari giyinmiş freng irengi
Yanaklar kırmızı elmas irengi
Saçları topukla eyliyor çengi
Bir ceren bakışlı on dört yaşlının

Karac'oğlan der ki güzelin huyu
Hezeren çubuğna benziyor boyu
Ab-i kevser gibi lebinin suyu
Peynirdir dilleri inci dişlinin


Karacaoğlan

Deli Gönül

Deli gönül gezer gezer gelirsin
Arı gibi her çicekten alırsın
Nerde güzel görsen orda kalırsın
Ben senin derdini çekemem gönül

Santur mu istersin saz mı istersin
Ördek mi istersin kaz mı istersin
Tomurcuk memeli kız mı istersin
Ben senin derdini çekemem gönül

Çıkıp yücelere bakmak istersin
Coşkun sular gibi akmak istersin
Her güzelle yatıp kalkmak istersin
Ben senin derdini çekemem gönül

Karac'oğlan der ki okuyam yazam
Keleş değilim ki kervanlar bozam
Giyinem kuşanam bir hosça gezem
Ben senin derdini çekemem gönül


Karacaoğlan

Penelope'den Odysseus'a Mektup


Alman ressam J. H. W. Tischbein’ın (1751-1829) Odysseus ve Penelope adlı tablosu.


Bu satırlar sana Penelope’nden, uyuşuk Ulysses,
Üzülmem bana cevap vermezsen: Sen kendin gel!
Yunan kızların gıpta ettiği Troya yıkıldı gitti,
Priamus’un(1) ve koca Troya’nın meğer ne azmış kıymeti.

Ah keşke, donanmasıyla yol alırken Sparta’ya
O ahlaksız(2) gömülseydi denizin azgın sularına!
Üşüyerek yatmazdım ben de terk edilmiş yatağımda,
Günler geçmiyor diye yakınmazdım ardında,
Uzun geceler geçip gitsin diye,
Yormazdım boş ellerimi dokuma tezgâhı başında. 

Ne zaman korkmadım ben gerçektekinden büyük tehlikelerden?
Aşktır işte bu, korku ve kaygıyla dolu.
Kurardım zihnimde vahşi Troyalıların sana saldırdıklarını,
Sararıp solardım ne zaman duysam Hector’un(3) adını.
Biri söz etse düşmanların yendiği Antilochus’tan,(4)
Yeni bir sebep olurdu Antilochus korkularıma.
Ya da başkasının silahlarını kuşanmışken vurulan Menoetius oğlundan(5),
Ağlardım hilelerin bir işe yaramamasına.
Biri söz etse Troyalının mızrağını kana bulayan Tlepolemus’tan(6),
Kaygılanırdım Tlepolemus’un ölümüyle bir kez daha. 
Aslında vuruldukça biri Yunan ordularından
Seveninin yüreği daha da soğuk oldu buzdan.
Neyse ki adaletli tanrı bu masum âşıktan yana,
Troya kül oldu zarar gelmeden sana.

Döndüler Argos’lu önderler, dumanlar tütüyor sunaklarda, 
Düşman ganimetleri adanıyor koruyucu tanrılarımıza.
Kadınlar teşekkür ediyor armağanlarla kocalarının esenliği adına.
Onlar da anlatıyorlar yendikleri Troya’nın kaderini şarkılarla.
Hayranlıkla dinliyor adaletli yaşlılar, ürkek genç kızlar,
Bir adam konuşurken asılıyor karısı dudaklarına. 
Başka biri de masada coşkuyla anlatıyor acımasız savaşı,
Ve adeta resmediyor incecik kadehe tüm Troya’yı:
"Buradan Simois akıyordu, şurası da Sigeia toprakları,
İşte tam şurada yaşlı Priamos’un görkemli sarayı,
Aiakos oğlunun(7) çadırı burada, Ulysses’inki de şurada;
Kan revan içindeki Hektor tam burada ürküttü atları."(8)

İşte bunlar yaşlı Nestor’un anlattıkları
Seni soran oğlumuza, oğlumuzun da bana.
Ondan duydum Rhesum’un, Dolana’nın kılıçtan geçirildiğini,
Ölüm uykuda aldı birini, tuzağa kurban gitti diğeri. 
Kalkmışsın - aileni hiç mi hiç düşünmeden -
Gece vakti hileyle Troya ordugahına girmeye,
Tek kişinin desteğiyle onlarcasını öldürmeye!
Ama dikkat etmişsin kendine aklına ben gelince!
Yüreğim korkuyla titredi, duyana dek galip geldiğini, 
Dostlarının arasından Ismaris atlarıyla geçtiğini.
Peki bana faydası ne, Ilium’u yakıp yıkmanızın,
Surların yerini toprağın almasının,
Benim için her şey yine Pergama direnirken olduğu gibiyse,
Kocam yine yanımda değilse? 
Başkalarına göre Troya yıkıldı, bir tek bana göre hâlâ aynı,
Savaşın galibi çift sürüyor orada sanki yerli gibi.
Troya topraklarını orakla biçmeyi bekliyor,
Kana bulanmış toprak sanki daha da verimli;
Kıvrık sabana takılıyor toprağa saçılmış kemikler, 
Sarmış yıkık evlerin üzerini körpe bitkiler.
Galipsin, ama yanımda da değilsin, bilemem niye geciktiğini,
Taş kalbinle dünyanın hangi köşesinde gizlendiğini?

Ne zaman yabancı bir gemi yanaşsa kıyıya,
Sordukça sorarım seni ona, 
Gün olur da seni görür diye tutuştururum eline
Ellerimle yazdığım mektubumu.
Mektup yolladım Pylos’a, Neleus oğlu yaşlı Nestor’un ülkesine,
Gelen haber asılsız bir söylenti.
Mektup yolladım Sparta’ya, orada da bilen yok gerçeği. 
Hangi topraklardasın ya da nerede oyalanıyorsun şimdi?
Keşke Phoebus surları ayakta olsaydı hâlâ,
Ah zavallı ben, öfkeleniyorum önceki adaklarıma!
Bilirdim nerede savaştığını, savaş olurdu beni korkutan sadece
Ve aynı dertten yakınırdım ben de pek çok kişiyle. 
Oysa neden korkayım bilmiyorum - ama her şeyden de korkuyorum deli gibi,
Bana endişe veren o kadar şey var ki.
Denizde de karada da ne kadar tehlike varsa aklımda,
Her biri olabilir bu uzun gecikmenin sebebi.
Ben boş yere kaygılanırken, - tutkularınız vardır sizin -
Belki de başka bir aşka kapılmışsındır sen.
Belki anlatıyorsun nasıl sıradan bir karın olduğunu ona,
Elinden iş gelmediğini yün eğirmekten başka.
Keşke yanılsam, bu şüphe hafif bir esintiyle uçup gitse,
Ve özgürken dönmekte, kalmak kendi tercihin olmasa! 
Babam Icarius zorluyor beni boş yatağımı terk etmeye
Ve söyleniyor sonu gelmeyen ertelemelerime.
İstediği kadar söylensin -ben seninim, senin olduğumu herkes söylesin;
Ben Penelope, sonsuza dek eşi olacağım Ulysses’in.
Aslında o da değişiyor benim sadakatim ve içten yakarışlarım karşısında 
Ve kendi kendine son veriyor baskılarına.

Doulichium’lular, Samos’lular ve yüksek Zacynthos’ta oturanlar(9),
Lüks düşkünü bu talip ordusu üşüştü başıma,
Kimse karışmadan hüküm sürüyorlar senin sarayında;
Tüketiyorlar benim etimi kemiğimi, senin servetini. 
Şimdi sana ne diye anlatayım Pisander’i, zalim Medon’u,
Eurimachus ve Antinous’un doyumsuz ellerini?
Ya da bu uğursuz yokluğun yüzünden
Kanınla kazandığın servetinle beslediğin onca kişiyi?
Yoksul Irus ve sürünün yemeğinden sorumlu Melanthius da 
Sonunda ortak oldu utanmadan senin kayıplarına.
Sayıca üç kişi kaldık bu kavgaya yanaşmayan, gücü tükenen karın,
Yaşlı Laertes ve evladın Telemachus.
Onu da geçen az kalsın hileyle alıyorlardı benden,
Herkese karşı çıkıp Pylus’a gitmeye hazırlanırken. 
Tanrılara yalvarıyorum, kader sırayla alsın bizi,
O kapatsın gözlerimi, o kapatsın gözlerini!
Bizden yana çalışıyor yaşlı süt nine(10), inek çobanı(11),
Üçüncü olarak da kirli ağılın sadık bakıcısı(12).
Ama silah tutacak gücü kalmayan Laertes 
Koruyamaz düşmanların arasında krallığını,
Telemachus için gelecek bir gün mertlik zamanı, - yeter ki yaşasın -
Ama o şimdi babasının kanatları altında olmalıydı.
Benim de gücüm yok hainleri saraydan kovmaya.

Sen bir an önce gel, sığınacak liman ol ailene! 
Bir oğlun var, yalvarırım hayatta kalsın, o bu körpe yaşlarını
Öğrenerek geçirmeliydi babasının doğrularını.
Laertes’i de unutma; sen kapatasın diye gözlerini
Direniyor o son güne, kaderin kendisine biçtiği.
Ya ben! Genç bir kızdım sen giderken, 
Oysa hemen gelsen bile, yaşlı bir kadın gibi görüneceğim gözüne.


Publius Ovidius Naso
Serap Kalaycıoğulları
Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın aralık 2016 sayısında yayımlanmıştır.


Dipnotlar:

(1) Troya’nın son kralıdır ve savaşın başlamasına sebep olan Paris’in babasıdır.
(2) Paris.
(3) Kral Priamus’un en büyük oğlu. Troya’nın, Yunan orduları tarafından ancak Hector’un ölümünden sonra, savaşın onuncu yılında, tanrıların yardımı ile yıkıldığı anlatılır.
(4) Nestor ile Eurydice’nin oğlu. Achilleus ile Patroclus’un yakın arkadaşıdır. Yunan ordularıyla birlikte Troya Savaşı’na katılır ve Memnon tarafından öldürülür.
(5) Patroclus. Achilleus’un yakın arkadaşı. Troya Savaşı’nda, Achilleus’un silahlarını kuşanarak düşmana karşı başarılı bir şekilde savaşır, ancak sonunda Hector tarafından öldürülür.
(6) Rodos Kralı. Troya adına savaşan Lycia Kralı Sarpedon tarafından öldürülür.
(7) Akhilleus.
(8) Hektor, Patroclus’un öcünü almak isteyen Akhilleus tarafından öldürülür. Achilleus onun cesedini atlarına bağlayarak şehrin etrafında üç kere dolaştırır.
(9) Doulichium, Samos ve Zacinthos. Ithake Adası’nın komşusu Yunan adaları.
(10) Eurycleia.
(11) Philotes.
(12) Eumaeus.

29 Nisan 2018 Pazar

Yönler

güneyde, ay mola verir incir ağaçlarının altında
gök gümüş paralar gibi saçılır göle
ateşböceklerine karışır köpeklerimizin gözleri
tan söker tarlalar boyunca, sorarız:
kim örer sepetini düş hasadının?

kuzeyde, pusuya yatar demir yatakları ve orman
kumsalda unutulmuş balıklar gibi güz, önce
ellerimizde başlar, sonra dağılır yosun kokularıyla
gerinir dağlar uzun uykusuzluktan, sorarız:
neyin sabrıdır dişlerimizin arasında sıkışan?

doğuda, derin vadilerde sürer gölgenin yenilgisi
kaya çiçeklerinde barınır geçmiş ve gelecek
anlaşılmaz bir siyahlığı bakar çocuklar
savrulup durur bir halkın öyküsü, sorarız:
hangi öfke bilenir rüzgarın doruklarında?

batıda, birden derinleşir deniz, öylesine kesin
bir parkta bulunmuş ceset gibi soğuk ve meçhul.
yanılgılar üstüne kurulmuş kentlerin kiriyle
akar ışıklar camın içinde, bilincin dışında, sorarız:
kimdir bu yönlerin arasına sıkışmış insan?


Salih Bolat
Gece Tanıklığı