Şiir, Sadece: 2011-03-27

2 Nisan 2011 Cumartesi

İnsan ve At

Bir atı vardı. Savaşa gitti.
Geri geldi iki ay sonra
bir ayağı kesikti.
Onu görünce kişnedi at.
Atı götürdüler çok geçmeden.

Geri dönmedi.

O gündenberi
anımsamak istese ne zaman
unutulmaz bir anını yaşamın,
güzel bir şeyi
- Meryem Ana'yı, İsa'yı, güneşi falan -,
anımsar
o kişnemeyi.


Nikiforos Vrettakos
Türkçesi: A. Kadir - P. Abacı

Atom Devrinde Bir Gün

Bir bir gezdik evleri,
çiçek yoktu balkonlarda.
Yolda kulağımıza çocuk sesleri geldi,
ıslak, pürüzlü, çatlak;
Fabrikalarda makineler,
dostlarımıza gözdağı verir gibi.
Bir de bunca el,
ekilecek topraktan yoksun,
yaratan güçten yoksun bunca el,
dünyadan, ışıktan uzak.
Bir de kobalt tehlikesi başlar üzerinde.
Bir uçurum gibi kara ağzı
- almış karşısına tüm dünyayı.

(Bilginler var,
kirli ellerle güneşi kazarlar.
Güvenme.
Yalnız sevgidir bilgin olan).


Nikiforos Vrettakos
Türkçesi: A. Kadir - P. Abacı

1 Nisan 2011 Cuma

Yokluğun İklimi

I.

Dünyanın bütün bulutları günah çıkardı
Yerlerini tasam doldurdu

Ve saçlarımın içinde üzgün düşüverince
Pişmanlık duymayan elim

Bir acının düğümüne bağlandım.


II.

Saat unuttu kendini akşam olurken
Anıdan yoksun
Ağacı sessiz
Denize doğru
Unuttu kendini akşam olurken
Kanat çırpmalardan yoksun
Yüzü kımıltısız
Denize doğru
Akşam olurken
Sevgiden yoksun
Ağzı kararlı
Denize doğru

Ve ben içinde, kendime çektiğim durgunluğun.


III.

Öğle sonrası
Ve onun imparator yalnızlığı
Ve rüzgarların sevecenliği
Ve atılgan çekiciliği
Hiçbir şey gelmiyor. Hiçbir şey
gitmiyor.

Bütün alınlar çıplak

Ve duygu yerine bir duru cam.


Odisseus Elitis
Türkçesi: Herkül Millas

Havva

Bir dalgayla koyveriyorsun kendini
Sessizliğe, yaşanılan umudumu ıssız bırakan

Ateşin yanında bir küçük orman
Gece rüzgarının bahse tutuşması
Bir gölge yürüyüşü Himera kıyısında
Bir oda
Sıradan insanların odası
Bir giz
Çekici bakışta yıkanmış ve serilmiş
Bakışında, güneşin yüksekliğinde ya da
Bir sözcük oluyor tüm yaşamım
Tüm dünya toprak ve su
Ve parmaklarımın tüm yalımları
Günün parmaklarını zorlar
Keser günün dudaklarında
Başını

Düşün yalnızlığı karşı karşıya.


Odisseus Elitis
Çeviren: H. Millas

31 Mart 2011 Perşembe

Çılgın Nar Ağacı

Lodosun estiği bu bembeyaz avlularda,
Islık çalarak kubbeli kemerlerin altında,
Söyleyin, çılgın nar ağacı mıdır
Işıkta sıçrayarak verimli gülüşünü saçan,
İnatlaşmalarıyla, fısıldaşmalarıyla yelin,
Söyleyin, çılgın nar ağacı mıdır,
Tan ağartısını çırpınan yeni doğmuş yapraklarla,
Bir utku ürperişiyle açarak bütün renkleri yükseklere?

Çırılçıplak kızların uyandığı çayırlarda
Sarışın elleriyle biçerken yoncaları
Düşlerin uzanışlarını döndürerek,
Söyleyin, çılgın nar ağacı mıdır
Bilmeden kuru sepetlerine ışık koyan
Adlarıyla şakıyıp taşarak, söyleyin,
Çılgın nar ağacı mıdır dünyanın bulutlarıyla savaşan?

Kıskançlığı yüzünden yedi tür tüyle süslendiği gün
Kuşanarak kamaştırıcı bin bir biçimli sonsuz güneşi
Söyleyin, çılgın nar ağacı mıdır
Koşusunda yüz kamçı darbesiyle bir yeleyi kapan
Bazen üzgün bazen de söylenerek, söyleyin,
Çılgın nar ağacı mıdır doğan yeni umudu bağıran?

Söyleyin, çılgın nar ağacı mıdır uzakları esenleyen
Serin ateşten yaprakların mendilini sallayarak
Doğmaya hazır bin bir gemili denizi
Dalgaları bin bir kez açılıp kokusu duyulmamış kıyılara
Giden denizi esenleyen, söyleyin, çılgın nar ağacı mıdır
Gemilerin donatımını yükseklere, duru havaya gıcırdatan?

Yükseklerde, tutuşan gururla eğlenen mavi salkımla,
Tehlikelerde dolu, söyleyin, çılgın nar ağacı mıdır
Dünyanın ortasında ışıkla kırıveren fırtınalarını şeytanın:
Bir uçtan bir uca günün safran rengi ve serpilmiş türkülerle dokunmuş
Gerdanlığını yayan, söyleyin, çılgın nar ağacı mıdır
Günün ipek giysilerinin iliklerini aceleyle açan?
Bir Nisan'ın kısa etekleri ve On beş Ağustos'un cırcır böcekleri için
Söyleyin, oynayan, köpüren, baştan çıkaran
İnsanı esrik eder kuşları dökerek güneşin bağrına
Gözdağından kötü kara karanlıkları fırlatıp atan
Nesnelerin bağrında derin düşlerimizin bağrında
Söyleyin, çılgın nar ağacı mıdır kanatlar açan?


Odisseus Elitis
Türkçesi: Herkül Millas

Bir Sözcük O

Bir şey bilmiyorum - dedi - bir şeyim yok, bir şey değilim
buradaysam, dünyanın içinde, çakılmış bir büyük kanatla göğsüme,
o'dur öğrendiğim tek sözcük, söyler ağlarım -
onu tanıyorum, onunla varım, onu haykırırım rüzgara -
uykusuz ıssız gecelerde öldürenlerin öğrettikleri
onca taşın taşlanmanın altında - yalnız bir sözcük:
Özgürlük, Özgürlük, Özgürlük.


Yannis Ritsos
Türkçesi: Ahmet Yorulmaz

30 Mart 2011 Çarşamba

Işık Yakın

Tümü yollarda arıyor, dış ya da iç merdivenlerde,
parmaklıklar çevresinde, telörgü içinde,
kelepçelerini arıyorlar,
tümü arıyor donmuş parmaklarla gece duvarlarının ulu yönlerini,
dur deyici bulmak için. Işık yakın.

İnsanlarda umut uyandırın. Tümü bekliyor.

Biz biliyoruz tümünün beklediğini.
Hiçbir zaman yalnız değiliz. Onlar bunu bilmiyorlar.
İlk adımı at, ikincisini de. Buluşacaksınız. Barış.

Barış. Barış. Borazanlar çalsın
genel savaş çağrısını başakların, güllerin.
Kimse yalnız olamaz. Tut elimi kardeşim.


Yannis Ritsos
Türkçesi: Ahmet Yorulmaz

Barış

Çocuğun gördüğü düştür barış.
Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış

Akşam alacasında, gözlerinde ferah bir gülümseyişle
döner ya baba
elinde yemiş dolu bir sepet;
ve serinlesin diye su, pencere önüne konmuş toprak
testi gibi
ter damlalarıyla alnında ...
barış budur işte.

Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman
ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara,
yangının eritip tükettiği yüreklerde
ilk tomurcukları belirdiği zaman umudun,
ölüler rahatça uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın artık,
boşa akmadığını bilerek, kanlarının,
barış budur işte.

Barış sıcak yemeklerden tüten kokudur akşamda
yüreği korkuyla ürpertmediğinde sokaktaki ani fren sesi
ve çalınan kapı, arkadaşlar demek olduğunda sadece.
Barış, açılan bir pencereden, ne zaman olursa olsun
gökyüzünün dolmasıdır içeriye;
gökyüzünün, renklerinden uzaklaşmış çanlarıyla
bayram günlerini çalan gözlerimizde.
Barış budur işte.

Bir tas sıcak süttür barış ve uyanan bir çocuğun
gözlerinin önüne tutulan kitaptır.
Başaklar uzanıp, ışık! ışık! -diye fısıldarlarken birbirlerine!
Işık taşarken ufkun yalağından.
Barış budur işte.
Kitaplık yapıldığı zaman hapishaneler
Geceleyin kapı kapı dolaştığı zaman bir türkü
ve dolunay, taptaze yüzünü gösterdiği zaman bir bulutun
arkasından
cumartesi akşamı berberden pırıl pırıl çıkan bir işçi gibi;
barış budur işte.

Geçen her gün yitirilmiş bir gün değil de
bir kök olduğu zaman
gecede sevincin yapraklarını canlandırmaya.
Geçen her gün kazanılmış bir gün olduğu zaman
dürüst bir insanın deliksiz uykusunun ardı sıra.
Ve sonunda, hissettiğimiz zaman yeniden
zamanın tüm köşe bucağında acıları kovmak için
ışıktan çizmelerini çektiğini güneşin.
Barış budur işte.

Barış, ışın demetleridir yaz tarlalarında,
iyilik alfabesidir o, dizlerinde şafağın.
Herkesin kardeşim demesidir birbirine, yarın yeni bir dünya
kuracağız demesidir;
ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle.
Barış budur işte.

Ölüm çok az yer tuttuğu gün yüreklerde
mutluluğu gösterdiğinde güven dolu parmağı yolların
şair ve proleter eşitlikle çekebildiği gün içlerine
büyük karanfilini alacakaranlığın,
barış budur işte.

Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların
sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın.
Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir.

Ve toprakta derin izler açan sabanların
tek bir sözcüktür yazdıkları:
Barış
Ve bir tren ilerler geleceğe doğru
kayarak benim dizelerimin rayları üzerinden
buğdayla ve güllerle yüklü bir tren.
Bu tren, barıştır işte.

Kardeşler, barış içinde ancak
derin derin soluk alır evren,
tüm evren, taşıyarak tüm düşlerini.
Kardeşler, uzatın ellerinizi.
Barış budur işte.


Yannis Ritsos
Çeviren: A. Behramoğlu

29 Mart 2011 Salı

Tensöz

Bedenini betimlemek istiyorum. Uçsuz bucaksızdır Bedenin.
İnce bir gül tacı bir bardak tertemiz suda. Bedenin
bir yaban orman kırkkara oduncuyla. Bedenin
derin buğu basmış ovalar güneş doğmadan önce. Bedenin
çan kuleli, kuyruklu yıldızlı iki gece trenleri raydan çıkmış. Bedenin,
loş bir meyhane, sarhoş gemiciler ve tecimenleriyle; kadeh tokuşturuyor,
kırıyor bardakları, tükürüyor, küfürler savuruyorlar. Bedenin
koca bir donanma-denizaltılar, zırhlılar, kruvazörler;
demir alıyor gürültüyle; sular akıyor güvertede; direkten
denize atlıyor bir miço. Bedenin ışıl ışıl suskunluk,
5 bıçakla, 3 süngü ve 1 kılıçla parçalanmış. Bedenin
saydam bir göl - o batık beyaz kent görünüyor dibinde. Bedenin
kocaman kıpır kıpır bir ahtapot ay Xilivarı içinde, kanlı kollarla
ışıklandırılmış caddelerin tepesinde, ikindi vakti
son imparatorun cenazesi geçmişti oradan alaylarla. Bir sürü
ezilmiş çiçek asfalt üzerinde benzinle ıslanmış. Bedenin
eski bir genelev Proastion sokağında yaşlı orospularla, ucuz
yağlı kalemlerle boyanmış; uzun takma kirpikleri var,
bir de genç torlak biri var - bütün müşterilerle yatıyor,
paraları komodinin üzerinde bırakır, unutur saymayı. Bedenin
gülpembe bir küçük kız; elma ağacının altına oturmuş, elinde
bir dilim taze ekmek ve tuza banıp kırmızı domates yiyor; bir de
bir elma çiçeği var durmadan sıkıştırıp duruyor göğsüne. Bedenin
kulağında bir cırcırböceği bağ bozanın - menekşe bir gölge düşüyor koyu esmer boynuna
ve tüm üzümlerin söylemediklerinin türküsünü söylüyor tek başına. Bedenin
tepe doruklarında kayran büyük bir harmanyeri-
on bir bembeyaz at harmanlıyor başaklarını Kutsal Kitabın; altın
başaklar küçük aynalar çakıyor saçına ve parıldıyor üç ırmak
elmas taçlı kocaman kara ineklerin eğilip
su içtiği ve ağladığı. Uçsuz bucaksızdır bedenin.
Betimlenmez bedenin senin. Ben de kalkmış onu betimlemeye
bedenime sımsıkı bastırmaya, onu kendime sığdırmaya ve ona sığmaya
çalışıyorum.


Yannis Ritsos
Atina, 18.2.1981
Türkçesi: Özdemir İnce

Değiştokuşlar

Arabayı tarlada bıraktılar;
tarlayı eve getirdiler,-
sonsuz değiştokuşlar biçimlendiriyordu
önemini nesnelerin.

Yerini kırlangıçla değiştirdi kadın
çatıdaki yuvaya oturdu ve cıvıldadı.
Yıldızlar, kuşlar, balıklar, çiçekler, yelkenliler
dokudu onun dokuma tezgahına geçip kırlangıç.

Ağzının nice güzel olduğunu bilseydin eğer
gözlerimden öperdin seni görmeyeyim diye.


Yannis Ritsos
Türkçesi: Özdemir İnce

28 Mart 2011 Pazartesi

Kastania

Yukarda tıpkı yarın gibi kurşuna dizdiler kırkını.
Yirmi yıl geçti. Kimse ağzına almıyor adlarını.
Anlıyorsun hayatımızı. Her yıl,
böyle bir gün, titrek kavakların altında buluşuruz
kırık bir kiremit, iki sönmüş kömür, bir parça günnük,
bir sepet üzüm, bir bal mumu,
siyah fitilli. Biraz yanmış, rüzgar söndürmüş hemen.
İşte bu yüzden, akşam vakti, eski dinsel resimler gibi
oturur kapı eşiklerinde yaşlı kadınlar,
İşte bu yüzden çabucak irileşti çocuklarımızın gözleri,
bu yüzden başka yere bakarmış gibi yapıyor köpeklerimiz
geçerken candarmalar.


Yannis Ritsos
Çeviren: Ö. İnce

Armağan Götüren Kralların Yolculuğu

Üç kişi olmamız gerekirdi.
Böylesine karanlık olmasaydı,
neden böyle yalnız kaldığımı
anlardım belki.

Öylesine unutmuştum ki her şeyi...
Baştan
başlamalı yolculuk.
Ne zaman çıkmıştık yola, o zaman, üçümüz?
Bir yerlerde rastlamış mıydık yoksa ...
Yürüdük bir ara birlikte,
yol gösterdiği sürece bize parlak bir yıldız.
O mu değiştirdi yolunu, yoksa ben
mi göremiyorum artık hiçbir şey?
Nerdeyim şimdi, bu böylesi
katı, amansız, çetin çağda,
ben, tedirgin, vakti dar.
Yoksa yaklaştı mı saat?
Nasıl bilebilirim!

Armağanlar nerede?
Armağanlar hazırlamıştık biz o zaman,
öğür, dingin
armağanlar, biz kibirsizlerin, altın,
günnük ve mür götürdük
ona bir zamanlar, hayran hayran, saygı dolu.
Şimdi bu zamanda
demir, yıldırım ve yangın.

Üç kişiydik.
Şimdi göremiyorum başka kimseyi,
kimi zaman boş, ağır kimi zaman
duyarım ellerimi.

Dünyanın kralı karşısında biz
krallardık o zamanlar, şimdi
kimse emin değil hükümdarlığından.
Yoğun karanlık, kim yol gösteriyor bana?
Yoldaşsız yürüyorum,
yıldızsız.
Tek sunu, bildiğim büyük
yıkımı yoksunluğunun Onun.
Ne sunayım ben, saygı,
bağlılık belirtisi olarak. Biz,
bu kızgın, bu taşkın çağın insanları,
ne verebiliriz ona, mutlu,
bizim olan? Bulmak zorundayız
sunumuzu.
Bir şey sunmuyor bunca
didişmesi ruhumuzun.
Altın, günlük ve mür
bir zamanların gösterişsiz armağanları.
Yiyip bitiriyor bizi bu eksik bırakılmış sunu.
Şimdi karanlıkta yürürken,
sevincinden yoksun armağanların, yalnız;
verecek bir şeyim yok, kendimden başka.

Yıkık-bitik yürüyen.


Zoe Karelli
Türkçesi: İonna Kuçuradi

Mezar Yazıtı

Çocukluğum tatsız geçti, gençliğim yokluk içinde,
her lokma acı, her yerde yabancı, düşman yabancı yerlerde.

Çıkıp gidemedim bütün yaşam boyu,
yayıldım tüm dünyaya ama sığdım üç karışlık yere.


Kostas Varnalis
Çeviren: H. Millas

Son Söz

Yaşamımda iki büyük yanlış oldu
yetmiş yıl boyunca ödedim bedelini;
birincisi, gerçeği aradım bildiğim her şeyde,
ikincisi, kitlelere söyledim öğrendiklerimi.

Kapatacağım şimdi bütün hesapları. Eleni
sevgili kızım, Sofia, Nana kardeşlerim benim
benimle gömün derinlere bütün yanlışlarımı.
Ağlama sakın ayrıldığıma, Dora;
şimdi ağlayabilirsin böylesine geciktiğime.


Kostas Varnalis
Türkçesi: Herkül Millas