Şiir, Sadece: 2016-05-29

4 Haziran 2016 Cumartesi

Güzelim!

Nedir bu cevrü tegafül zaman zaman güzelim?
Kaçıncıdır bu eziyyetli imtihan güzelim?
Tükendi sabr ü tahammül... Üzüldü can güzelim.
Bu naz ise yetişir artık el-aman güzelim!

Bütün gün eşk-i teesürle gözlerim dolsun ..
Baher-ı şevk u ümidim bütün bütün solsun ..
İlelebet bana böyle hayat zehr olsun
Sana hulusuma geldiyse bir ziyan güzelim!

Hayat bende mücerret seninle kaimdir ..
Neşat ü lezzet ü şevkim seninle daimdir ..
Sen olmasan nazarımda güneş de muzlimdir:
Sözün hakikati işte budur inan güzelim!

Gamınla müp'adim oldu tasarrufum özüme ..
Seni tefekkür ile uyku girmiyor gözüme.
İnanmak istemiyorsan eğer benim sözüme
Buna şehadet eder gökte ahteran güzelim!

Nasib yok mu bana ba'dema hitabından?
Ses almayım mı daha nağme-yi rübabından?
Tevahhuş eyliyorum hal-i ihticabından ..
Sen anla .. Ben edemem hissimi beyan güzelim.

Ben infiale beca nabeca nihayet ver ..
Yine şikayete ... şükre ... niyaza ruhsat veri
İade eyleyeyim neş'emi cesaret ver ..
Nazardan eyleme didarını nihan güzelim!

Kusurum anlamadım çünkü etmedin mesul..
Olurdu mazeretim belki de karin-i kabul.
Senin sükiituna karşı benim melül melül
Yetişmiyor mu sana ettiğim figan güzelim?

Ne hal ise beni affet de serinsar eyle ..
Küçük düşürmek ile bari ahz-ı sar eyle ..
Dahil i merhametim vechin aşikar eyle.
Bu sivedir sana şayan olan heman güzelim.


Recaizade Mahmut Ekrem
(1847-1914)
Pejmürde

Kıtalar

I

Eylemem ölsem de kizbi ihtiyar,
Doğruyu söyler gezer bir şairim.
Bir güzel mazmun bulunca, Eşrefa,
Kemdimi hicveylemezsem kafirim!


II

Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için,
Gelmesin reddeylerim billahi öz kardeşimi.
Gözlerim ebna-yi ademden o rütbe yıldı kim,
İstemem ben fatiha, tek çalmasınlar taşımı!


III

Vakt-i istibdatta söz söylemek memnu idi;
Ağlatırdı ağzını açsan hükümet ananı!
Devr-i hürriyetdeyiz şimdi, değişti kaide,
Söyletirler evvela, sonra s ... .ler ananı!


IV

Çekdiğim cevr ü cefanın sebebinden sorma,
Deme kim: -Badıheva menkabe dellalı budur!
Habs ile, nefy ile, işkence ile ömür geçer,
İşte Türkiye'de şair olanın hali budur!


V

Vükela kabrine heykel dikelim şöyle yazıp
Ki: "Bunun hal-i hayatında yeri münhal idi
Sanmayın yevm-i vefatında bilindi kadri
Sağlığında yine bu böylece bir heykel idi"


VI

Padişahım, bir dirahta döndü kim güya vatan,
Daima bir baltadan bir şahı hali kalmıyor;
Gam değil amma bu mülkün böyle elden gitmesi,
Gitgide zulmetmeğe elde ahali kalmıyor!


Eşref
(1846-1912)

Kıtalar

I

Zalim olsa ne rütbe bi perva
Yine bünyad-ı zulmü biz yıkarız
Merkez-i hake atsalar da bizi
Küre-i arzı patlatır çıkarız


II

Çekmedim ömrümde zencir-i esaret barını
Kayd-ı dünyadan müberrayım bilir dünya beni
İşte meydan-ı hamiyyet kaçma ey cellad-ı zulm
Ya seni mahveylesin Mevla cihanda ya beni


Namık Kemal

Kaside

Görüp ahkam'ı asrı münharif sıdk u selametten
Çekildik izzet ü ikbal ile bab-ı hükumetten
Usanmaz kendini insan bilenler halka hizmetten
Mürüvvet-mend olan mazluma el çekmez ianetten
Vücudun kim hamir-i mayesi hak-i vatandadır
Ne gam rah-ı vatanda çak olursa cevr ü mihnetten
Hakir olduysa millet şanına noksan gelir sanma
Yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadr ü kıymetten
Muini zalimin dünyada erbab-ı denaettir
Köpektir zevk alan sayyad-ı bi-insafa hizmetten
Hemen bir feyz-i baki terk eder bir zevk i faniye
Hayayın kadrini ali bilenler hüsn-i şöhretten
Nedendir halkta tul-i hayata bunca rağbetler
Nedir insana bilmem menfaat hıfz-ı emanetten
Cihanda kendini her fertten alçak görür ol kim
Utanmaz kendi nefsinden de ar eyler melametten
Felekten intikam almak demektir ehl-i idrake
Edip tezyid-i gayret müstefit olmak nedametten
Durur ahkam-ı nusret ittihad-ı kalb-i millete
Çıkar asar-ı rahmet ihtilaf-ı rey-i ümmetten
Eder tedvir-i alem bir mekinin kuvve-i azmi
Cihan titrer sebat-ı pay-i erbab-i metanetten
Kaza her feyzini her lutfunu bir vakt için saklar
Fütur etme sakın milletteki za'f ü betaetten
Değildir şir-i der-zencire töhmet acz-i akdamı
Felekte baht utansın bi-nasip erbab-ı himmetten
Ziya dür ise evc-i rif'atından ıztıraridir
Hicab etsin tabiat yerde kalmış kabiliyetten
Biz ol nesl-i kerim-i dude-yi Osmanıyanız kim
Muhammerdir serapa mayemiz hun-i şehadetten
Biz ol ali-himen erbabu cidd ü içtihadız kim
Cihangirane bir Devlet çıkardık bir aşiretten
Biz ol ulvi nihadanız ki meydan-ı hamiyyette
Bize hak-i mezar ehven gelir hak-i mezelletten
Ne gam pür-ateş-i hevl olsa da gavga-i hürriyyet
Kaçar mı merd olan bir can için meydan-ı gayretten
Kemend-i can güdazı ejder-i kalır olsa celladın
Müreccahtır yine bin kerre zencir-i esaretten
Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin
Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azimetten
Anılsın mesleğimde çektiğim cevr ü meşakkatler
Ki edna zevki aladır vezaretten sedaretten
Vatan bir bi-vefa nazende-i tannaza dönmüş kim
Ayırmaz sadıkan-ı aşkını alam-ı gurbetten
Müberrayım reca vü havften indimde alidir
Vazifem mefaatten hakkım ağraz-ı hükümetten
Civanmerdan-ı milletle hazer gavgadan ey bidad
Erir şemşir-i zulmün ateş-i hun-i hamiyyetten
Ne mümkün zulm ile bidad ile imha-i hürriyet
Çalış idraki kaldır muktedirsen ademiyyetten
Gönülde cevher-i elmasa benzer cevher-i gayret
Ezilmez şiddet-i tazyikten tesir-i sıkletten
Ne efsunkar imişsin ah ey didar-ı hürriyyet
Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten
Senindir şimdi cezb-i kalbe kudret setr-i hüsn etme
Cemalin ta ebet dur olmasın enzar-ı ümmetten
Ne yar-i can imişsin ah ey ümmid-i istikbal
Cihanı sensin azat eyleyen bin ye's ü mihnetten
Senindir devr-i devlet hükmünü düynaya infaz et
Hüda ikbalini hıfz eylesin her türlü afetten
Kilab-ı zulme kaldı gezdiğin nazende sahralar
Uyan ey yareli şir-ijiyan bu hab-ı gafletten


Namık Kemal

3 Haziran 2016 Cuma

Arz-ı Muhabbet

Eşi yok bir güzeli sevdi beğendi gönlüm
Kıskanır kendi gözümden yine kendi gönlüm
Gabi hasret iken ol sineye sinem kavuşur
Sanma gönlümde olan derd-i muhabbet savuşur
Yaseminden bile naziktir o boy bos anda
Sarmaşık-vari sarılsam eğilir ol anda
Candan ülfet edeli öyle civan dilber ile
İstemem gayrisini bur ü melek olsa bile
Mest olup neşe-yi şehvetle o gözler bayılır
Serpilince yüzüne gözyaşım amma ayılır
Bağrım ezmez mi süzüldükçe o baygın gözler
Beni imrendirir ağzındaki tatlı sözler
Kendi hüsnünden utanmış da kızarmış yanağı
Yüzün örtüp kapamış saçları baştan aşağı
Uğradım zülfü hayaliyle karasevdaya
Böyle Mecnun dahi düşkün mü idi Leyla'ya
Can çekişmekten ise canımı versem bari
Can feda eyleme bir iş mi sevince yari
Ben şehid olmadan aşkıyle mezarım kazayım
Taşımı gözlerimin kanlı yaşıyla yazayım


Şinasi
Müntahabat-ı Eş'ar

Gazel

Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kaşaneler gördüm
Dolaştım mülk-i islamı bütün viraneler gördüm

Bulundum ben dahi dar-üş-şifa-yı Bab-ı Ali'de
Felatun'u beğenmez anda çok divaneler gördüm

Huzur-ı guşe-yi meyhaneyi ben görmedim gitti
Ne meclisler ne sahbalar ne işrethaneler gördüm

Cihan namındaki bir maktel-i ama yolum düştü
Hükümet derler anda bir nice salhaneler gördüm

Ziya değmez humarı keyfine meyhane-i dehrin
Bu işretgehte ben çok durmadım amma neler gördüm


Ziya Paşa
1870

Mersiye

Tıfl-ı nazeninim unutmam seni
Aylar günler değil geçse de yıllar
Telhkaın eyledi firakın beni
Çıkar mı hatırdan o tatlı diller

Kıyılamaz iken öpmeğe tenin
Şimdi ne haldedir nazik bedenin
Andıkça gülşende gonce dehenin
Yansın ahım ile kül olsun güller

Tagayyürler gelip cism-i semine
Döküldü mü siyah ebru cebine
Sırma saçlar yayıldı mı zemine
Dağıldı mı kokladığım sümbüller

Feleğin kinesi yerin buldu mu
Gül yanağın reng-i ruyun soldu mu
Acaba çürüdü toprak oldu mu
Öpüp okşadığım o pamuk eller


Akif Paşa
Münşeatü Eşar-ı Akif Paşa

2 Haziran 2016 Perşembe

Şaşıyorum Gözyaşına

artık şaşıyorum gözyaşına
hiç unutamam çünkü pazarcıların
haftanın her günü öteye beriye
öteye beriye gözyaşı taşıdığını

yukarlarda en uzaklarda
bir orman kaçkının
ormana sığındığını

mülküm benim
örneğin senin gözyaşın bir hayvandır
önümden uzun tüyleriyle kaçan
sularımı kana kana akıtdığım dağlara

haziranın on nunda
bir çocuğumuz olacağını biliyordum
ayrıca biliyordum ki
çocuğumuz olsa da olmasa da
bir bölüğü çocukdur insanların

artık şaşıyorum gözyaşına
mutsuzluğun harcını pekiştiren
çaresizliğin gözyaşına
binlerce beygir bir ovayı arşınlarken
yepyeni dişleriyle binlerce tay
ve sonsuz giyimiyle büyük hayat
kuşanırken en mavisini
güvercin toplayarak geldim öteden beriden
ona şaşıyorum
ki hepsi hiç değilse bir kere nisan görmüşler

şimdi artık serinle mülküm
çıkar papucunu ve gözyaşını
ellerin bir demet güvercin olarak
uçursun uzaklara yukarlara sevdamızı
taşınmaz hiç bir şeyini tutma
aldığın soluk verdiğin kadar olsun
dağlar ve ateş ve kan varken
şakaklarım zonguldak gibi uğuldarken
şaşıyorum gözyaşına


Turgut Uyar
Divan

Kan Kentleri

Kan akıyor penceresi karanlık evlerden
Ölü kadınların üstüne tuğlaların üstüne
Denizse aydınlık ve incili mavili taşrada
Kana doğru ürkek en güzel yaban balıklar
Bu kandır akıttığımız sıkıntılı pazarlarda
Üst üste yergökyüzüne içki şişelerine

Kan içinde elleri ve öbür parmakları
Boşnak değil çocuklar dondurmacılarda
Mezarlı eyüplerde ve deniz kenarlarında
Sarışın kafaları ama analı babalı
Kan akıyor ahşap yapılardan sokaklara sokaklara
Mavi ülkeleri tatsız kısa pantolonlarda

Kan akıyor oluklardan öyle kan
Boyanır batmış gemiler perşembesi
Bir tesbih bir zımba bir yazı makinesi
Çektikçe böyle katil kralları


Turgut Uyar
Divan

Gecenin Şarkısı

Gecenin şarkısı markısı kimindir
Hangi şarkısı üstelik
Gecenin şarkısı senin olsun ben istemem
Üstelik o şarkı herkesindir
Çünkü bulutlar konuşur
Kuşlar uyur
Ses uyanır
Şimdi kimindir gecenin şarkısı

Kimi hüzzamdan bir şarkı besteler uykusunda
Otlar büyür
Ocaklara girilir madenlerde
Ne düşler görür insan kimbilir

Gece onundur


Turgut Uyar
Divan

1 Haziran 2016 Çarşamba

Edirnekapı Üstüne Şiir

İstanbul dediler mi benim aklıma,
Vaiz sokağı gelir hemen.
Edirnekapı gelir, evimiz gelir
Köşebaşında duran bir güzel kız gelir.
Biletçi zili çeker, tramvay durur
Bir manav, bir meyhane, iki akasya
Kumrular geçer kilisenin çan kulesinden
Beyaz bulutlar geçer...
Burası Hasan Efendinin kahvesi Edirnekapı'da,
Bu taşçı Kemal, çocukluk arkadaşım.
Bulutu Haliçten, rüzgarı Boğaz’dan
Bir baygın gün içindeyiz, yazdan.
"Dört cıhar, sebayidü, pencüse
Akşam olur, güneş batar nerdeyse."
Pırıl pırıl aşk içinde Mihrimah Sultan Camii
Eyüp'ten vapur düdüğü,
Yenikapı'dan tren sesi.
Kalkarız ağır ağır kahveden
Ben, Kemal, Kemal'in eniştesi...
Vaiz sokağına gelir eve varırım
Kapıya iki üç defa vururum
Karım kapıyı açar, çocuklar koşuşur
Ekmeğimiz var, yemeğimiz var
Yemeğe iştahımız var.
Oturur yemek yeriz cümbür cemaat
Alnımızın terinden, elimizin emeğinden
Etrafa yayılınca makarnanın buğusu,
Bize ne elalemin on türlü yemeğinden...
Alır karımı gezmeğe götürürüm
Bir dolmuşa bineriz Edirnekapı'dan.
Sultanahmet'te atkestanelerinin en güzeli
Elli kuruş verir, cambaza gireriz.
İstanbul bizim memleket, yaşımız yirmibeş
Basmayı da, ipeği de aşkla giyeriz.
Yenicami önünden güvercinler uçan
Mavnalar, takalar, koca koca gemiler,
Köprüden günde kimbilir kaç insan geçer
Denizde balıklar güzel, havada kuşlar
Bir gülüşü karımın, sevdamı yeniler.
Denizlerin kumuyum, balıkların puluyum
Adım Turgut, kendim İstanbulluyum
Ben Allahın bir sevdalı kuluyum
Üsküdar'a geçerken bir yağmur almadı ama
Bir güzel yaz günü Kadıköy vapurunda
Japone kollu bir kız aklımı aldı.
Bakıştık, gülüştük, hoşlandık
Derken o yoluna gitti, ben evime...
Bizim ev iki oda, bir sofa
Evsahibi ayda yetmiş lira alır.
Kapıda atnalından, sarmısaktan bir nazarlık
Önümüzde kaleler, arkası mezarlık.
Gün olur çoluk çocuğunla bir bakarsınız
Güzelim vaiz sokağında benim de
Ferah, aydınlık bir evim olur.
Bir büyük radyo da alır, yerleşirim
Geçerim pencereye akşamüstleri.
Boy boy sardunyalar, fesleğenler,
Boy boy bulutlar karşımda.
Saçağımızda bir kırlangıç yuva yapmış.
Ahmet efendi geçer, selam veririm
Bakkal İbrahim selam verir, alırım.
Fesleğenler kokar, sardunyalar kızarır
İstanbul sereserpe önümde geceye karşı
Gemilerden, fabrikalardan düdükler
Şimdi bir tren kalkar Sirkeci'den bilirim.
Alacakaranlıkta kıpır kıpır gölgeler
Sesler gelir yakın sinema bahçesinden
Bir hoş olurum.


Turgut Uyar
Divan

Çağrılmamış'a

gökyokuş solan penceresi çağrılmış
ölmüş ölünce ölü annesi çağrılmış

öyle ki bir kırgın çocuk gibi Konyalı
bayramlara hep bayramertesi çağrılmış

Konyalı bir çocuk gibi, Konyalı bir
ergen gibi, Konyalı bir adam

Konyalı bir kocamış gibi kırda
kendisi konmuş kırda gölgesi çağrılmış

gölgesi donuk sönük denize uzak
sanki babası bırakılmış eniştesi çağrılmış

ey solak hendese büyük yılkı
hazırlan çünkü artık kendisi çağrılmış


Turgut Uyar
Divan

Bitmemiş Şiirler

Şöyle bir içten öpmeni senin,
Bin tane cennete değişmem...
Varsın yatağımız ipek olmasın,
Güzel vücudun danteller içinde değilmiş,
Ne çıkar...
O bütün tatlı saatlerinde gecenin
Güneş perdelere gelene kadar,
Kollarında bulutlarda gibiyim,
Mehtap saçağımızdaki buzlarda
Odamıza bir soğuk aydınlık dolmuş.
Gözlerin gözlerimde,
Boynumda sımsıcak kolların,
Gündüzki yorgunluğum kaybolmuş.
Seni her an minnetle yad ederim
Sen şimdi şarkılarla evimizdesin,
Sahibem, efendim, elagözlüm
Gözlerinden öperim..
Boydan boya bekçi düdükleri sokaklarda
Gecemiz huzur içinde ela gözlüm.
Öpüşlerin öpüşlerin ardarda...
Hem sevgi hem şefkat dolu ellerin
Ne olur yine böyle yarında
Binlerce şükrediyorum hayata geldiğime
kollarında..
Bir başka lezzet var hayatta ela gözlüm,
Öteki alemleri bilmek istemem.
Şöyle bir içten öpmeni senin,
Binlerce cennete değişmem...


Turgut Uyar
Divan

31 Mayıs 2016 Salı

Bir Garip Ölmüş Diyeler

şöyle sessizce ölüp gitmeliyim
bir yaz gecesi gülhane parkında.
şu hazin ömrü tamam etmeliyim..

geç saatlere kadar oturduğum,
denize bakan bir sırasında
kırık dökük hatıralar arasında.

ne vasiyet, ne uzun boylu veda
ölümüme hiç kimsenin aklı ermesin
gözlerim birdenbire kapanıversin.

ne kimseye borcum, ne alacağım
ne birikmiş beş on kuruş cebimde.
ne kimseyi sevindirmiş, ne üzmüş olacağım.

ne gazetelerde ne de radyoda
ölümüm kimseye dert olmamalı.
kim tanır zaten beni dünyada.

insanlar hergünkü gibi şen şakrak
tabutum merkez efendiye giderken
üç beş kişinin omzunda gıcırdayarak

birkaç kişi başlarını eğsinler,
sonra ardımdan bakıp acıyarak
- bir garip ölmüş desinler...


Turgut Uyar
Divan

Beklemiş Bir Paket Cigaranın Son Umuduna

İşte suyumuzu kestiler ama masamda yine bir çiçek
bir çiçeğin akşamı elbet bir çiçeğe benzeyecek

nasıl güzel nasıl diri bir çiçek
dipdiri adamlardan biri bir çiçek

evet ben son ve kesin umuduyum bir paket cıgaranın
bir köhne câmekanda sararmış alıp içmemi bekleyecek

sonsuz bir camekânda
başlangıçsız bir çiçek

alırım seni tüttürürüm bir gün güzel tütün
söyle kim var bunu benden daha iyi bilecek

ey kalın duman gün senindir
kim var senden daha doğru tütecek

ben gelirim seni alırım büyük alanlara gideriz
seninle ben o kavruk biçim bir de o diri çiçek

ne sandın bütün alanlar bizimdir
biziz ne varsa kalan, biziz ne varsa gerçek

işte suyumuzu kestiler bu bir eylüldür ey teşrinievvel
geleceksin intihar özlemleri de kıraçlar da gelecek

nerden baksan bir bütün hüznümüz
nerden baksan sonunda o diri çiçek

ki hüznü bir mavilik duygusuna bozar gideriz biz
çünkü biliriz yılkılarımız serin yaylalarda üreyecek

yağmurlar yağar o serin yaylalara
çünkü serin yaylalarda otlar büyüyecek

bir çiçek bahçesinin elinden tutarız biz, biz olmasak kim ne
kim pundunu bulup paralara kötü pazarlıklara böyle sövecek

ey eski camekân ey diri çiçek
biz olmasak şunlara bunlara kim sövecek

ben seni alırım sakin evime koyarım sakin sonra gideriz
gözlerim mavi, senin dumanın mavi, yüreğimiz bir okka çiçek

suyun da denizin de mavi ve avuçların
biliyorsun bir gün gökyüzü değişecek

işte sürahiyi kırdılar suyumuz kesik hadi bakalım
ey camekân seninle biziz ancak bunları yenileyecek

hadi bakalım ey durgun çiçek
hangi ıslak mendil bunları söyleyecek

tatil bitti. güzel hasır şapkamı bir bıçakla değiştim
suyumuzu kestiler işte ama masamda o diri çiçek

tatil bitti şapkamı değiştim bir bıçakla
o bıçak bir güzel cıgara gibi işleyecek.


Turgut Uyar
Divan

Ayrılıklardan

böyle sessiz ayrılıklarda,
her şey önceden belli olur.
en güzel zamanında, aşkın ve hayatın
insan deli olur..

o, kadırga taraflarında bir evden çıkmıştır.
masum bir yalanla - halama diye -
gözleri pabuçlarında, mahcup
ellerine yapışmış gibidir
harçlığından arttırıp aldığı
sevimli hediye..

ah, insan nasıl çıldırmaz nasıl
bir çaresizlik,
bir umutsuzluk sarmış her yanı.
aranızdan insanlar geçer.
bulutlar geçer.
o, kırmızı mürekkep gibi dudaklarıyla, zoruna
utanarak gülümsemeye çalışır.

bu gülüş en aldatmazıdır vaatlerin.
yıllarca sonra bir uzak gurbette bile;
zulmüne dayanılmazken yalnız saatlerin,
bir yeşil yaprak üstünde gözlere,
görünür, uzaklaşır…


Turgut Uyar
Divan

30 Mayıs 2016 Pazartesi

Ayağımın Tozuyla

ayağımın tozuyla girdiğim mevsim yazdır
yumuşaktır
insana her şeyi yanlış anımsatır
çünkü bellek yanılmaya hazırdır
balkona koyduğumuz turşu
ekşirken ekşirken güneşi parlatır
ve insan batırır sedef kakmalı bir gemiyi
ki sahibi dünya güzeli bir kadındır
oysa denize bir mevsim yeter
sular geçer balıklar geçer
basık bir akşam üstü bir iskelede
herkes dostuna bir şeyler anlatır

büyük gölge verir büyük renkler
sevincin sonu yazdır
büyük sevincin
oysa başı sayılır
basıktır akşam üstüdür oymalıdır
suya dayanmaz
ama bana kalırsa dayanmalıdır

şimdi nedir ilk bakışta yitirilen
ey gözleri maden
ey ilk güneş saatinin çubuğu
de ki aşk pusudadır ve bir dükkanda
ölümsüzlüğün mührünü kazır

suyu avucuyla ölçen ilk budun
usumu kurcalıyor ne zamandır
ve başucumda bir koku
bir koku
beni durmadan ıslatır


Turgut Uyar
Divan

Atları Seven Bir Çocuk

bir güneşlenmek yeri!... deniz. uzak anımsamalar!..
“haziran bu yıl da geç geçecek, biliyorum.”
sizin burnunuzda bir tütün kokusu, her yerinizde
bir tütün kokusu,
bay deniz kestanesi.
ve uzaktaki şemsiyesi bir balmumu arısının...

bir güneşlenmek yeri!...
gazozlar hâlâ sıcak, hâlâ öğleden sonra “ne iyi”
demek hâlâ yakınmaya hakkım var.
kelimeler soluk. bir şey mi yapmalıyım?
- evden mi kaçmalıyım? -
(saçlarını taradı, güneşe baktı
kendi sürecini yaşayan bir bakla)
“gel al güzel deniz aygırı, yaman pegasus
sonsuz kargaşamı.”

atları seven bir çocuk...

“senin resmin var ya uzayıp gidiyorduvarlarımda
marionetshire'da harlech castle'ın batı kulesi
aşağılık zapartasıyla amcamın.”
bir sülüğe can çekiştiren eski geçmiş, eski eski
ve tuzda ölüm,
sardunyayı sulayan, eski eski...
bakırla demirin dövüştürüldüğü yavaş bir akşam
öbür şeylerin ve kırmızı ışıkların
bakırla demirin bir sarışın perçem akşamı.
- evden mi kaçmalıyım? kaçmamalıyım. -
güneş birden batardı, her yerde kediler ve ağaçlar vardı

“amca”
nasıldı iki tekerlekli arabalar...
“senin bildiğin bir şey var, bana demiyorsun
söz gelişi aldım bir kayayı
bir kayayı ne yapmalıyım, demiyorsun...
oysa ben senden daha çok şey bilirim büyücüler üstüne
evine sadece geceleri gelen ve sıcak şaraplar içen...”

surları yıktınız mı, akşam
sarı bir başlangıçtır, gitgide karaya dönen.
karaya ve çocuklar bile, ve küçük yaramazlıklar bile, ve haklı
“siz bize hiç inanmadınız ki, hiç inanmadınız ki, hiç
oysa bir aktır karaya dönen, oysa çocuklar daha lirique'tir
shakespeare'den. sonra,
makedonya falanjistlerinden daha kahraman...”

beyaz atın gölgesi, sen dur!...
artık bir aldanışa kanmayan gözlerimden. dur!...
“duvarlarım,
gel al cepkenimi güzel at, duvarlarım bütün senin olsun
duvarlarım, bütün ukalâ resimleriyle, babamın sıkıştırdığı,
babamla annemin kavgalarından bir ufak kırmızı,
ufak bir kırmızı, duvarda, ufak bir kırmızı
ufak bir kırmızı...”
yemeğe!...
- evden mi kaçmalıyım? kaçmamalıyım. -

“hiç anlamadığım mondrian, serzenişçi matisse
bulanık siyahkalem, hergele miro,
atlar gidiyor...”
sonsuz bilincinde yaşamanın.
o atlar.
“sonra gazeteleri görüyorum, bütün gizleri
savaşa başlamak gerek galiba.
yarın. yarından tezi yok. baltamı ve bıçağımı
ve atlarımı...”

“amcam kravatını düzeltti, babam eski bir evde.
bir yepyeni kıştı ıslıkları değerlendiren
ne eğlendik ne eğlendik
elbisesi çok eskiydi...”

ne akşamı? “baba”
haziran gecikecek biliyorum...

“ama başka bir şeyi de değiştiriyor,
atları atları,
atları....”


Turgut Uyar
Divan

Ne Var ki Avucunda

Ölesiye çalıştın ya da hiç çalışmadın
Hiçbir sevinç - sevinç ne - hiçbir şey yok
Şu gecenin ucunda
Ve öteki boşluklar ürpertiyor insanı

Tek başına olmanın dengesine vurunca
Evet şimdi ne var bakalım avucunda:
Dövüş mü, yenilgi mi, bir bulut parçası mı
Aşkın fotoğrafı olan bir mayıs sonrası mı
Bir türkü mü, bir asker matarası mı
Terhis tezkeresi mi, karakol sırası mı
Becerikli bir anahtar mı, polis tabancası mı?
Şimdi nerde, ne zaman, nasıl bir kadın
- Bir adam da olabilir -
Mutlu olabilmiştir bir (tek) başkasıyla
Gökler başıboş bir fanus gibi
Çılgın bir kürre gibi gidip
Her yanımızı boş bırakınca
Bomboş bırakınca
Yalnızlık çoğalan bir yunus gibi etrafını sarınca
Ne var avucunda:
Soylu dedenin anısı mı, bir sultan sofrası mı
Pasaport şubesinde bir sıra numarası mı
Gökkuşağı, tüberkülin, intihar dalgası mı?

Olağan bir öğle sonu sonsuzluk
Bir bitimlilik olarak kapıya dayanınca
Ne elverir, kim kurtarır kişiyi bundan
Kurtarmamaya ne var ki avucunda
Ağır kamyonlar ve sürücüleri mi
Dağda yitirilen ve yol göstericileri mi
Evde kalmış kızlar ve görücüleri mi?
İmdi:
Son buzul erirken durduranları
Hatırla!

Hani kan vericileri, kan vericileri
Ve kanı alıcıları da unutma.


Turgut Uyar
Divan