Şiir, Sadece: 2013-04-14

20 Nisan 2013 Cumartesi

Yolunu Yitirmiş Bu Trenler

Yolunu yitirmiş bu trenler,
utançtan mı öldüler yoksa?

Sarısabır ağacını hiç görmemiş olan kim?

Nereye dikildi
yoldaş Paul Eluard’ın gözleri?

Yer var mı bazı dikenlere?
Soruldu mu gül çalısına?


Pablo Neruda
"Sorular Kitabı"ndan

Granada

Tırısla gidiyorduk.
Savaşta doludizgin
"Elma" türküsünü hiç
Dilden düşürmeksizin.
Ah o türkünün
Sürer anısı hala
Otlarında bozkırın-
Ve bakır taşlarında.

Fakat savaş yoldaşım
Yanımda at koşturan
Bambaşka bir türküyü
Söylüyordu durmadan.
Ve uzak bir diyardı
Konusu bu ezginin:
"Granada, Granada,
Granada'm benim!"

Dalarak ülkesinin
Sınırsız kırlarına
Ezbere söylediği
Bu hüzünlü türküyü
Nereden öğrenmişti
Bu Ukraynalı köylü?
De bana Aleksandrovsk,
Harkov kenti yanıt ver:
Çoktan mı dilinizde
İspanya'dan türküler?

Söyle bana Ukrayna
Ozanınız Taras'ın
Papağı düşmedi mi
Bir zaman bu tarlaya?
Öyleyse bu türküyü
Nerden duydun kardeşim:
"Granada, Granada,
Granada'm benim"?

Bir süre, düşlerinde
Kalıyor Ukraynalı:
"Kardeşçik, bir kitapta
Gördümdü ben bu adı.
Güzel çınıltısı var
Yüce bir ünü hem de-
Granada bir ildir
İspanyol ülkesinde!

Bıraktım Kulübemi
Savaşçı oldum ben de
Granada'da toprak
Köylünün olsun diye.
Elveda çoluk çocuk!
Elveda sevdiklerim!
"Granada, Granada,
Granada'm benim!"

Dörtnala gidiyorduk
Hepimizin düşünde
Savaş dilbilgisini
Ve topların dilini
Öğrenmek bir an önce.
Doğuyordu güneş ve
Batıyordu yeniden,
Bitkin düşmüştü atlar
Doludizgin gitmekten.

Ve bölük çalmadaydı
Acıların yayıyla
"Elma" türküsünü hep
Zamanın kemanında...
Fakat ya senin türkün
Niye sustu kardeşim:
"Granada, Granada,
Granada'm benim!"

Delik deşik vücudu
Eyerden kayıyordu,
Savaş yoldaşım ilk kez
Atından iniyordu.
Ve gördüm: cesedine
Eğildi ay usulca,
Solgun dudaklar son kez
Fısıldadı: "Grana ... "

Evet O uzak ile
Bulutlar ötesine
Gitmişti arkadaşım
Alıp türküsünü de.
Ve duymadı bir daha
Kırları bu ülkenin:
"Granada, Granada,
Granada'm benim!"

Bölük ayrımsamadı
Askerin yittiğini
Ve "Elma" türküsünü
Sonuna dek söyledi.
Sadece batan günün
Kadife atlasından
Gözyaşımsı bir yağmur
Süzülüp düştü bir an ...

Fakat gebeydi yaşam
Yepyeni türkülere ...
Gerekmez be çocuklar
Üzülmek bir türküye.
Yapmayın, yapmayın.
Gerek yok kardeşlerim ...
Granada, Granada,
Granada'm benim!


Mihail Svetlov
1926
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

19 Nisan 2013 Cuma

Yukarıdan

Aşılmış uzay, kararsız
hava, çalıların ay dünyası,
o kuru ay dökülmüş
üzerine damarların,
o yırtık tunikanın kireç beyazı deliği,
donmuş yılların yeşilliği, kuvarsın,
buğdayın, sabah kızıllığının paniği,
saklamış kayalardaki serpilmiş anahtarlar,
paramparça Güney'in
korku dolu çizgisi,
sere serpe coğrafyadan oluşmuş
bedende kükürdün uyuması,
ve turkuvazın düzenlemelerinin
o kısık ışıkta dönüp durması,
her zaman çiçeklenen, kekre dal,
korunun geniş gecesi.


Pablo Neruda
(1949)
"América, no invoco tu nombre en vano" / "Canto General"den

Çirkin Küçük Kız

Oynarken arasında öteki çocukların
Bir kurbağacıktan farkı yok onun.
Gömlekçiğini külotunun-
İçine sokuşturmuş ve sarımtırak kıvrımları saçlarının-
Dağılmış yüzüne, uzun bir ağız, dişler eğri,
Keskin ve çirkin yüzünün çizgileri.
Babalarının yeni aldığı bisikletlere
Biniyor onunla aynı yaşta iki oğlan.
Uzaklar bugün yemeğe yetişmek telaşından
Ve unutmuşlar kızı, sürerken bisikletlerini bahçede.
Ve o, koşarken onların arkasından
Farkında değil hiçbir şeyin; başkalarının mutluluğu-
Tıpkı kendi mutluluğu gibi sarmış onu ve ruhundan taşmada.
Gülüyor kız, yüzü pırıl pırıl aydınlanmada
Yüreği yaşama sevinciyle dolu.

Ne bir kıskançlık gölgesi, ne kötücül düşünceler
Tanımıyor henüz benliği.
Dünyada her şey öyle sınırsızca yeni ki
Ve öylesine canlı ki başkaları için ölü olan şeyler!
Bakarken ona istemiyorum düşünmek bile:
Gün gelecek, gözyaşları içinde
Ve dehşetle görecek ki arasında öteki kızların-
O hepsinin en çirkinidir.
Ve inanmak istiyorum ki yürek oyuncak değildir
Ve kırılmaz ansızın ...
Ve inanmak istiyorum ki, gücü bu tertemiz ateşin
Daha da alevlenerek derinliklerinde ruhunun
Katlansın tek başına acılarına onun
Ve en ağır taşı da eritebilsin.
Varsın çirkin olsun yüzünün çizgileri
Varsın yürek titretecek bir şey olmasın onlarda.
İçinin taptaze sevimliliği
Her hareketinde şimdiden belli daha-
Peki, nedir güzellik dediğimiz şey öyleyse
Ve neden insanlar onun önünde eğilir
Bir kap mıdır o, boşluktan başka bir şey taşımayan içinde
Yoksa o kapta yanan ateş midir?


Nikolay Zabolotski
1955
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

18 Nisan 2013 Perşembe

Veda

Buyruk verildi-oğlan Batı'ya
Kız bir başka yöne gidiyordular ..
Anayurt savaşı saflarına
Katılıyordu komsomollar.

Buluştular yolculuk öncesinde,
Ayrılık öncesinde kasabalarından.
- Benim için bir şeyler dile,
Dedi kıza oğlan.

Kız onu şöyle yanıtladı:
- Dilerim ki gönülden, candan
Acısız öl, ölürsen eğer,
Yaran hafif olsun yaralanırsan.

Daha da yürekten dilerim ki
Arkadaşım, yoldaşım benim,
Çabuk gelsin zafer günü,
Evine dönesin.

Oğlan elini sıktı kızın
Gencecik yüzüne bakıp dostça.
- Bir dileğim daha var, dedi:
Arada bir mektup yaz bana.

- Fakat nereye yazayım ki?..
Gidiyorsun, kimbilir nereye,
- Fark etmez, diye mırıldandı oğlan,
Yaz işte ... Bir yerlere ...


Mihail İsakovski
1935
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

Yunanistan

(Bu zamanda akıyor
şimdi Yunan kanı) . Tekrar uyanıyorlar
dağların yücelerinde.

Bir yalnız çaydır
tozla taşların arasında:
çobanlar çiğner kanını
başka çobanların:
Bir yalnız ince
iptir akan
dağlardan denize doğru,
her şeyi bilen ve şarkı söyleyen denize doğru) .

... Çevir gözlerini kendi toprağına, kendi denizine,
bak ışığa güneyin suları ve kar yığınları
üzerindeki, güneş oluşturuyor üzümleri,
parıldıyor çöl, Şili’nin denizi yükseliyor
kırbaçlanmış çizgisiyle...


Lota’da bulunur derin
kömür madenleri: soğuk bir limandır
o haşin, güney kışında, yağmur şiddetli
yağar sürekli üzerine çatıların
ve martı kanatlarının sis rengi üzerine,
ve altında o karanlık denizin kazar
ve kazar adam o siyah galerisinde.
İnsanın hayatı kömür gibi
karanlıktır, paçavralar içindedir gece,
berbattır ekmek, katıdır gün.

Ulaştım dünya hakkındaki bilgiye
fakat hiç bir zaman yollarda
ya da şehirlerde, hiç görmedim
insanlara bundan daha kötü davranıldığını.
On iki kişi uyuyor aynı odada.
Adsız artıklardan yapılmış
evlerin çatıları:
teneke levhalardan, taştan,
kartondan ya da ıslak kağıttan.
O soğuk mevsimin yapış yapış
havası tutturuyor çocuklarla köpekleri birbirine
birazcık alabilmek için yoksul
hayatın ateşini, ki o hayattan
yeniden doğsun diye açlık ve karanlık.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

17 Nisan 2013 Çarşamba

Küçücük Sobada Çırpınıyor Ateş

Küçücük sobada çırpınıyor ateş
Gözyaşları gibi akıyor reçine.
Toprak damda akordeon
Senin gözlerinden söz etmede.

Moskova önünde, karlı tarlalarda
Seni fısıldardı bana fundalıklar
İsterdim ki işitesin
Sesimde nasıl acı bir özlem var.

Uzaktasın şimdi uzaktasın sen
Aramızda aşılmaz enginler.
Kolay değil sana ulaşmam
Ölümse dört adım ötede bekler.

Çal akordeon, tipinin inadına,
Yolunu şaşıran mutluluğa seslen.
Üşümem ben bu soğukdamda
Sönmeyen aşkımın ateşinden.


Aleksey Surkov
1941
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

Doğum Günü

Hayata dair ne varsa...
Aklımda...
Olmasa diyorum bazen,
aynaya baktığımda
kendimi, kendime
benzetemiyorum bazen.
Hayat tercihler mi?
Yoksa hatalar, deneyimler bazen
nerde yanlış yaptım,
hangi çatalda
sağa veya sola gitmem gerekiyordu,
ben düz devam etmeye çalıştım.
Hayat da, ölüm de korkaklara göre...
Cesurlara göre...
Ama ben mutlu olmayı diledim,
ulaşılmazı, herkes gibi
oysa bir paralık çikolata kadar yakındı
ulaşamadım.
Biliyorum
elimi uzatıp alacak kadar
cesur değilim, ya
galiba vazgeçecek kadar
korkak ta.

Hayatıma dair ne varsa,
aklımda...


Aydın Güleç

Yuvarlanan Dalgaların Gürültüsüyle

Yuvarlanan dalgaların gürültüsüyle muhteşem çam ormanları,
ışığın ikircikli oyunu o yalnız çanın çınlaması için,
alacakaranlığın gözlerindeki eğlencesi, ey güzel,
dünya şarkılarını söyler deniz kabuğuyla.

Sende şakır ırmaklar, ve ırmaklara kaçar benim ruhum,
istediğin gibi, ve nereye istiyorsan oraya.
Göster bana ne olur yolu umudunun yayında,
ve gönderirim sana ben şehvetimin ok akınını.

Etrafımda görüyorum sisten belini,
ve sessizliğin acı veriyor bana ezinçli saatlerimde,
ve senin yanında berrak taşlardan kollarınla
çapa atıyor öpüşlerim, ve yapışkan arzum oturur orada.

Ah, gizemli sesin, aşkın boyadığı ve eğdiği,
akşam ölüp giderken çınlayarak!
İşte böyle gördüm seni derin saatlerde
eğiliyor tarladaki başaklar rüzgârın kudretiyle.


Pablo Neruda
"Veinte Poemas de Amor y Una Cancion Desespera"dan

16 Nisan 2013 Salı

Çivilerin Baladı

Çubuğunu sonuna kadar içti sessizce
Sessizce son verdi yüzündeki gülümseyişe

"Mürettebat bordaya! Subaylar öne çıksın!"
Çınladı sesi komutanın.

Ve sözcükler şimşek gibi yerini buldu:
"Sekizde demir al. Rota gündoğusu.

Çoluk çocuğu, yakını olanlar
Geri dönmeyeceğimizi yazsınlar

Buna karşı, şenlikli olacak döğüş."
"Başüstüne kaptan!" diye bağırdı başçavuş

İçlerinde en genç ve pervasız olanı
Kaldırıp başını güneşe baktı

"Ne fark eder" dedi "Hepsi bir değil mi?
Kalıbı suda dinlendirmek daha da iyi..."

Haber, amirale şafakla ulaştı:
"Harekat tamam. Kurtulan olmadı."

Eğer çivi yapılmış olsaydı bu adamlardan
Daha sağlamı bulunmazdı onlardan


Nikolay Tihonov
1919-1922
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

Yük Gemisinin Hayaleti

O ev köpükten borunun içinde uzaklık,
törensi dalgalardaki tuz ve bazı belirli kurallara göre,
ve bir koku, eski gemiden bir gürültü,
çürümüş tahtalardan ve paslanmış demirden
ve uluyan ve ağlayan yorgun makinelerden,
çarpıyor pruvaya, çiğniyor geminin böğrünü,
ağır ağır yiyor şikayeti, yutuyor uzaklıkları biteviye,
acı sudan bir gürültü yapıyor acı suda,
ve sürüklüyor ötelere o eski gemiyi eski sularda.

Geminin iç ambarı, loş tüneller,
günlerin limanda ara sıra ziyaret ettiği:
çuvallar, kasvetli bir tanrı gibi istiflenmiş çuvallar
gözsüz boz yuvarlak hayvanlar gibi,
şirin boz kulaklarla
ve dikkat çeken karınları şişmiş buğdayla ve kobrayla,
gebe kadınlardaki gibi hassas karınlar
hırpani boz giysi içinde bekler sabırla
avuntusuz bir sinemadan oluşan gölgede.

Ansızın işitilir en uçtaki suların
loş bir at gibi hızla geçişi,
suda at toynaklarının bir gürültüsüyle,
hızlı ve suların tekrar yuttuğu.
Ve zamandan başka bir şey kalmaz kamaralarda:
zaman o ıssız feci yemek salonunda,
kımıltısız ve görülür büyük bir kaza gibi.
Meşinin ve yıpranmış maddelerin kokusu,
ve soğan, ve yağ, ve daha fazlası,
ve geminin köşelerinde salınan birinin kokusu,
ismi olmayan başka birinin kokusu
gelir merdivenlerden aşağı bir imbat gibi,
ve seğirtir dehlizler arasından namevcut bedeniyle
ve ölümün koruduğu gözleriyle araştırıyor.

Renksiz gözlerle, bakışsız gözlerle, bakıp duruyor yavaşça
etrafına ve gidiyor titreyerek, varolmaksızın ve gölgesiz:
sesler kırışıklık ekliyor ona, şeyler delik deşik ediyor onu,
şeffaflığı parlatıyor kirli iskemleleri.
Kimdir hayalet bedeni olmayan bu hayalet,
gecesel un gibi hafif adımlarıyla
ve sadece şeylerin desteklediği bir sesle?
Dilsiz varlığıyla dopdolu ayağa kalkıyor mobilyalar
küçük gemiler gibi o eski gemide,
yüklenmiş onun mat, kararsız varoluşunda:
giysi dolapları, o yeşil çiyler,
perdelerin ve yerin rengi,
her şey tahammül ediyor ellerinin boşluğuna onun,
ve nefes alışı yıprattı şeyleri.

Kayarak gidiyor ve sürçüyor, iniyor şeffafça,
geminin üzerindeki soğuk havadaki sıvazlayan bir hava gibi,
görünmeyen elleriyle yaslanıyor filika küpeştesine
ve bakıp duruyor geminin arkasında kaçan acı denize.
Sadece sular reddediyor onun kudretini,
rengini onun ve unutulmuş hayaletten kokusunu onun,
ve soğuk ve derin giriyorlar dansa
ateşten varlıklar gibi, kan ya da güzel koku gibi,
yeni ve güçlü fışkırıp atılıyor sürekli bir birliktelikte.

Tükenmez, alışkanlıksız ya da zamansız,
yeşil yığınlarda, etkin ve soğuk,
vuruyor sular geminin kara karnına ve yıkıyor maddesini,
yarılmış kabuğunu, demirdeki kırışıklıklarını:
yaşayan sular kemiriyor geminin kavkını
ve değiş tokuş ediyor onların köpükten uzun bayraklarını,
ve tuzdan dişleri damlarlarda uçuyor havanın içinden.

Hayalet bakıyor denize gözsüz yüzüyle:
günün dolaşımı, geminin öksürüğü, bir kuş
uzayın yuvarlak ve yalnız denkleminde,
ve tekrar iniyor geminin hayatına,
düşüyor ölü zamanın ve ağacın üzerine,
kayıyor o kara mutfaklarda ve kamaralarda,
havayla ve atmosferle ve avuntusuz uzayla durgun.


Pablo Neruda
“Yeryüzünde Birinci Konaklama” dan

15 Nisan 2013 Pazartesi

Yükselmek İçin Göğe

Yükselmek için göğe
gereksindiğin
iki kanat,
bir keman,
ve bir çok şeydir,
sayılamaz onca şeydir, adsız şeyler,
uzun ve hantal gözün sertifikaları,
badem ağacının tırnaklarındaki yazıt,
sabahleyin çimdeki unvanlardır.


Pablo Neruda
“Estravagario”dan, 1958

Hoşçakal

Hoşçakal dostum benim, hoşçakal artık,
Can dostum, seninle dolu göğsüm.
Çok önceden belirlenen bu ayrılık
Buluşmayı vaat ediyor ilerde bir gün.

Hoşçakal, dostum, el sıkışmadan, konuşmadan,
Hüzünlenme ve eğme kaşlarını, mutsuz;
Yeni bir şey değil ölüp gitmek bu yaşamdan,
Ama yaşamak da daha yeni değil kuşkusuz.


Sergey Yesenin
Türkçesi: Azer Yaran