Gel gidelim beraberce;
Akşam gelip göğün üstüne serilince
Ameliyat masasında baygın bir hasta gibi...
Gidelim bildiğin ıssız sokak içlerinden,
O sabahlara dek gürültüsü dinmeyen otellerle
Sabahçı kahveleri önünden ...
Gidelim o sokaklardan işte ...
Bir'sinsi niyetle uzadıkça uzayan münakaşalar gibi hani
Sürükler ya içinden çıkarılmaz bir soruya doğru seni...
Kuzum, sorma nedir diye?
Kalk gidelim misafirliğe!
Odada kadınlar bir aşağı bir yukarı ...
Michelangelo' dur konuştukları.
Sarı sis sürterken sırtını pencere camlarına,
Sarı duman sürterken burnunu pencere camlarına
Yaladı diliyle kenarını, köşesini akşamın
Oluklarda oyalandı bir vakit su birikintileriyle,
Sonra yüklenip sırtına bacalardan inen kurumu
Kaydı saçaktan, ansızın baş aşağı daldı,
Baktı bir ılık teşrin gecesi,
Şöyle bir dolandı evin etrafında, uyuya kaldı.
Elbet bulunacak vakit
Kaysın diye yol boyunca sarı duman
Pencere camlarına sürterekten sırtını;
Bulunacak vakit, bulunacak vakit
Yaklaştığın çehrelere yakışacak bir çehre takınmana;
Bulunacak vakit, hem öldürmek, hem yaratmak için
Ve vakit, kaldırıp bir sual bırakan tabağına
Türlü işleri, türlü günleri için ellerin;
Vakit senin için de benim için de
Hala daha hala vakit kararsızlıklar için
Binbir karar, binbir pişmanlık için
Kızarmış ekmekle çay ikramından önce.
Odada kadınlar bir aşağı bir yukarı ...
Michelangelo' dur konuştukları.
Elbette bulunacak vakit
"Cesaretim var mı cesaretim" diye sormak için de
Vakit, geriye dönüldüğünde, merdivenler inildiğinde,
Bir açılmış benekle saçlarımın tepesinde -
(Diyecekler: "Bir hal oldu saçlarımın dibine!")
Üstümde sabah kostümüm, sımsıkı yakam, havada çene,
Kıravatım zengin fakat mütevazı, bir de basit asorti iğne(
Diyecekler: "Bir hal oldu el ayak bileklerine!")
Cesaretin var mı
Tacize kainatı?
Vakitse var aynı dakka içinde
Kararlar için pişmanlıklar için derken hepsinin karşıtı.
Zira şimdiden bilirim bütün hepsini bir bir hepsini -
Bilirim sabahını, ikindisini, akşamlarını,
Kahve kaşıklarıyla çıkarmışım ömrümü tutarını;
Kesik bir ezgiyle kesilen sesleri de bilirim,
Ağır basınca bir uzak bölmeden bir musiki,
Şimdi nasıl cüret ederim ki?
Şimdiden bilirim gözleri, bir bir hepsini -
İnsanı yafta olmuş bir cümlenin altında çıkan gözleri;
Yaftalandıktan sonra duvarda yarı canlı,
Hangi cesaretle başlamalı
Döküp saçmaya günlerimin yamalı bohçalarını?
Hem nasıl cüret ederim ki?
Şimdiden bilirim kolları, bir bir hepsini -
Kollar: bir masaya uzanmış yahut bir şal'a sanlı.
(Ama ışık düşünce üstünü ayva tüyleri saracak!)
Bir entariden yayılan lavanta
Kokusu mu acaba aklımı dağıtmakta?
Kollar: bir masaya uzanmış yahut bir şal'a sanlı.
Hangi cesaretle başlamalı?
Hem nasıl cüret ederim ki?
Denir mi "Ben akşam karanlığında dar sokaklardan geçtim;
Pencerelerden sarkmış kollan sıvalı, yalnız insanların
Seyrettim pipolarından yükselen dumanı"?
Çentikli bir çift yengeç kıskacı olacaktım ben,
Seyirterekten sakin deniz düzlerinde.
İkindi-vakti, akşam vakti, uyumakta öyle deliksiz!..
Uzun parmaklarla okşanmış da
Dalmış ... yorgun ... yahut yalancıktan hasta,
Uzanmış şuracağa yanımıza ...
Kalkmalı mıyım çay, pasta ve dondurmadan sonra
Yaşadığımız anı sürüklemeye bir çıkmaza?
Evet, ağladım, oruç tuttum, ağladım, dua ettim,
Gördüm, evet, başımın (hafif ten dazlak) bir tepside yattığını,
Demiyorum, peygamberim ben - Şart değil ya bu zaten;
Görmedim değil devlet kuşunun bana doğru kanat çırptığını,
Paltomu tuttuğunu gördüm o ezeli kavasın, pis pis sırıttığını;
Ne saklayayım korkudan kalbimin attığını!
Zahmete değer miydi üstelik
Fincanlardan, reçellerle çaylardan sonra
Porselenler ve senli benli bir sohbetin ortasında,
Zahmete değer miydi
Kestirip atmak meseleyi bir tebessümle,
Sıkılmış bir top'a döndürüp avucunda kainatı
Yuvarlamak içinden çıkılmaz bir soruya doğru?
"Ben Lazar'ım" diye çıkmaz ortaya. "Ben ahretten geldim
Anlatmak için size her şeyi, anlatacağım size her şeyi" -
Ya hanım başının altına bir yastık yerleştirerekten
"Hiç de bu değildi benim aklımdan geçen,
Hiç de bu değildi," deyiverirse?
Zahmete değer miydi üstelik?
Zahmete değer miydi?
Onca gruptan sonra yol üstü bahçelerinden, sulanmış
sokaklardan,
Onca romandan sonra çay fincanlarından, döşemelerde
sürüklenen eteklerden sonra? -
Neler daha, nelerden sonra? -
Bir türlü anlatamıyorum meramımı bu sefer;
Fakat sinirlerin hayalini bir perdeye aksettirmiş gibi
bir sihirli fener:
Zahmete değer miydi
Ya hanım, bir yastık yerleştirerek yahut çıkarıp atarken
şalını,
Pencereye çevirip yüzünü
"Hiç de bu değildi'', deyiverirse?
"Hiç de bu değildi benim aklımdan geçen."
Yok! Ben Prens Hamlet değilim, ne de o katın ehliyim;
Ben mabeyinde bir beyzade, hizmeti geçen biri
İşlerin seyrine hız vermekte ve bir iki sahneye vesile,
İşe yaradığına memnun gayet,
Ve prense nasihat etmekte ele yatkın bir maşa nihayet,
Hürmetkar, dikkatli, ihtiyatlı,
Tumturaklı laflara meraklı, fakat azıcık kaim kafalı,
Kimi zaman doğrusu gülünç adamakıllı -
Kimi zaman nerdeyse Soytarı.
İhtiyar oluyorum, İhtiyar ...
Kıvıracağım zahir paçalarımı potinlerimin konçlarına kadar.
Saçlarımı arkadan ayırsam mı acaba; yiyeyim mi dersin bir şeftali?
Beyaz fanila pantolonlar ayağımda, dolaşacağım sahili,
Türkü söylerken işittim deniz kızlarını birli ikili.
Sanmam türkü söylesin onlar benim için.
Açılırken gördüm onları dalgaların sırtında.
Dalgaların tarayaraktan beyaz saçlarını, o arkaya savrulu,
Savurdukça suları rüzgar açıklı koyulu.
Oyalandık bir vakit denizin sofalarında
Saçlarına kırmızı yosunlar takmış deniz perileriyle,
Boğulduk sonra uyanınca ansızın insan sesleriyle
T. S. Eliot
Çeviren: Can Yücel