Şiir, Sadece: 2017-03-12

18 Mart 2017 Cumartesi

Goldene Meil'de Bahar

Yandı yurdumda giysiler, ayakkabılar,
Faust ve Nibelungen.
Alev alev gözlerim, bitlenmiş, bön
bakıyorum, moskitolar uçuyorlar.

Günler dikenli tel gerisinde, orada,
projektörler altında uykum.
Koltuk altlarımda, apış aramda
tiksintiyi, azabı besliyorum.

Yok iç çekişimi duyan kulak.
Kamp üzgün sessizliklere daldı.
Dünyadan bir selam olarak
Rüzgarda klor, hela kokuları kaldı.

Umursamaz sürüp giden her şeye karşı
dünya, bütünlüğünde.
Buz gibi soluğunu gezdirir Tanrı,
esirlerin çadırları üstünde.


Günter Eich
Çeviren: Behçet Necatigil

Mavi Tulumlu Adam

Mavi tulumlu adam
omzunda çapası evine dönüyor,
bahçe çiti gerisinde ona bakıyorum.

Onlar Kenan ülkesinde böyleydiler akşamları,
şimdi böyle dönerler Burmada çeltik,
Mecklenburg'da patates ekili tarlalardan,
bahçelerinden Kaliforniya'nın, Burgonya bağlarından

Buğulu camlar ardında yanında lamba, kıskanıyorum
mutlu oluşlarını (paylaş diyen yok)
çocuk bezleri asılı, ocağında ateşi, kendi halinde
ataerkil gecelerini kıskanıyorum.

Mavi tulumlu adam evine dönüyor;
omzunda çapası, çöken karanlıkta
bir silaha benziyor.


Günter Eich
Çeviren: Behçet Necatigil

Politika Dışındaki Kutlama

Ne çıktı ne de çıkar sesiniz
Diledikleri gibi yapsınlar dersiniz
Olur mu devletin işine karışmak
Siz oturun bekleyin o kadar
Sanki bir dişçidir başucunuzda kader
Sizin ödeviniz de ağzınızı açmak.

Lazım derler vergileri arttırmak
Güzel derler bir donanma yapsak
Koskoca bir ordu daha da iyi
İhracat ithalat gümrüğü derler
Etek dolusu laf ederler
Ve öğretmişlerdir size susmayı.

Derler arttı ekmeklerin fiyatı
Hadi derler harbe, geldi işte vakti
Gülerler arkanızdan sonra da
Alavere dalavere ederler
Oturturlar şapa, kazık atarlar
Ne imiş? Politika!

Öyle salaksınız ki dut yemiş bülbül
Ensenizde boza pişer siz oralı değil
Hep kendi havanızda.
Para ister karınız, ağlar emzikteki
Sizse yatak sevdasında, vaktiniz mi var ki
Devletle uğraşmaya.

Allah size göz vermiş, vermiş ama nerede?
Bırakın kellenizi siz hala büroda.
Aldatırlar sizi böyle daha çoook
Oturun kuzu kuzu
Hükümet mi; hepsi bir, ha o, ha bu ...
Memnunsunuz, mesele yok!


Erich Kaestner
Çeviren: Behçet Necatigil

Ne Aldı Askerin Karısı

Ya sonra ne aldı askerin karısı
yaldızlı başkent Prag'dan?
Pabuçlar aldı Prag'dan, yüksek ökçeli.
Selamlar geldi ona ve sağlık haberleri,
yüksek ökçeli pabuçlar geldi Prag'dan ona.

Ya sonra ne aldı askerin karısı
Oslo'dan, Skandinavya'daki?
Bir kürk aldı Oslo'dan, küçük bir kürk,
Bu küçük kürk, belki beğenirler beni, dedi,
ta Norveç'ten, Oslo'dan geldi ona.

Ya sonra ne aldı askerin karısı
varlıklı Hollanda'nın Rotterdam'ından?
Ordan bir şapka aldı o,
bir yaraştı şapka ona, bir yaraştı.
Bir şipşirin Hollandalı şapka
ta Rotterdam'dan geldi ona.

Ya sonra ne aldı askerin karısı
Belçika'nın Brüksel'inden?
Aldı Brüksel'den ince danteller.
Ne mutluluktu bu, ne mutluluktu,
ta Belçikalardan danteller geldi ona.

Ya sonra ne aldı askerin karısı
ışıklar şehri canım Paris'ten?
Bütün şehirlerde dillere destan olan
ipekli bir elbise geldi Paris modası,
Işıklar şehrinden bir elbise geldi ona.

Ya sonra ne aldı askerin karısı
Bükreş'ten, ta güneydeki?
Aldı o Bükreş'ten bir eteklik,
alacalı bulacalı Romanya etekliği.
Ta Bükreş'ten bir eteklik geldi ona.

Ya sonra ne aldı askerin karısı
ta Rusya'dan, karlar ülkesinden?
bir dulluk örtüsü aldı Rusya'dan o.
Karalar içinde dindirmek için yasını
ta Rusya'dan bir dulluk örtüsü geldi ona.


Bertolt Brecht
Çeviren: A. Kadir

17 Mart 2017 Cuma

Generalim Tankınız Ne Güçlü

Tankınız ne güçlü, generalim,
siler süpürür bir ormanı,
yüz insanı ezer geçer.
Ama bir kusurcuğu var:
İster bir sürücü.

Bombardıman uçağınız ne güçlü, generalim,
fırtınadan tez gider, filden zorlu.
Ama bir kusurcuğu var:
Usta ister yapacak.

İnsan dediğin nice işler görür, generalim,
bilir uçmasını, öldürmesini insan dediğin.
Ama bir kusurcuğu var:
Bilir düşünmesini de.


Bertolt Brecht
Çeviren: A. Kadir - A. Bezirci

Diyalektiğe Övgü

Yaşıyorsan eğer, "hiçbir zaman" deme.
Yıkılır, yıkılmaz görünen.
Kalmaz hiçbir şey nasılsa öyle.
Buyuranlar verdiklerinde son buyruklarını
Buyruk altındakiler başlar konuşmaya.
Kim "hiçbir zaman" demeyi göze alabilir?
Zulüm yürürlükteyse, kim suçlu: Kendimiz.
Ve kimdir onu yıkmak zorunda olan: Biz.
Yenilen, kalk ayağa!
Her şeyini yitiren, dövüşe devam!
Kavramışsan olup biteni, seni kim tutabilir?
"Hiçbir zamandan" "bugün" doğar
Bugün yenilen, yarının yenenidir.


Bertolt Brecht
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Öğrenmeye Övgü

Öğren en basiti. Zamanıdır.
Sakın geç deme.
Öğren abeceyi, çok bir şey değil gerçi
Öğren ama, başla.
Koru kendini yılgınlıktan.
Her şeyi öğrenmelisin
Çünkü sensin artık yönetecek olan.

Köprü altındaki, öğren!
Öğren, demir parmaklıklar ardındaki!
Ev kadını, öğren!
Öğren, altmış yaşındaki!
Kimsesiz çocuk, okul ara kendine
Bilim ara, soğuktan kıkırdayan.
Sarıl kitaba, aç insan. Silahtır o
Çünkü sensin artık yönetecek olan

Çekinme soru sormaktan arkadaş!
Enayi yerine koydurma kendini
Alın teri dökmeden bellediği şeyi
Biliyor sayılmaz insan.
Geçir gözden hesap pusulasını
Unutma, sana ödetilecek faturası
Parmak bas üstüne her rakamın
Nerden çıkmış, sor bakalım
Çünkü sensin artık yönetecek olan.


Bertolt Brecht
Çeviren: Ataol Behramoğlu

16 Mart 2017 Perşembe

Huzur ve Düzen

Milyonlar çalışırsa yaşamadan,
analar bebelere yalnız süt suyu verirse -
bu düzendir
Emekçiler seslenirse: "Bırakın bizi aydınlığa!
Emeği çalan çıkar kadıya" -
bu düzensizliktir.

Veremliler koşarsa torna tezgahına,
on üç kişi pineklerse bir odada - 
bu düzendir.
Ama biri koparırsa haykırıp zincirini,
Yaşlılığını güvence altına almak istediğini
bu düzensizliktir.

Zengin mirasyediler İsviçre karlarında
eğlenirse -ve yazın Comer sularında -
o zaman huzur vardır.
Ama her şeyde değişme tehlikesi varsa,
arsa ticareti birden yasaklanmışsa -
o zaman huzursuzluk vardır.

Aslolan: Açlara kulak vermemek.
Aslolan: Caddelerin düzenini bozmamak.
Ses çıkmasın yeter.
Zamanla her şey olur.
Evrimle her şey size de ulaşır.
Milletvekilleriniz keşfetti işte bu gerçeği
Unutmayın o zamana dek hepiniz nalları dikmeyi.
Nasıl olsa mezar taşlarınıza yazılacaktır:
Onlar hep sessizlik ve düzen içinde yaşadılar.


Kurt Tucholsky
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

Güneş

Her gün bir tepeden çıkıp gelir sarı güneş.
Güzeldir orman, koyu renkli hayvan,
İnsan; avcı veya çoban.

Kızıla çalarak yükselir yeşil gölcükte balık
Değirmi göğün altından
Geçer balıkçı mavi bir kayıkla yavaştan.

Ağır ağır olgunlaşır üzüm ve buğday.
Gün sessizce battığı vakit,
İyi de hazır kötü de.

Gece olmaya görsün,
Yolcu yavaşça kaldırır külçeleşmiş gözkapaklarının;
Karanlık bir uçurumdan çekip gider güneş.


Georg Trakl
Çeviren: Gertrude Durusoy - Ahmet Necdet

Gölge

Bu sabah oturduğum vakit bahçede- 
Ağaçlar birden mavi çiçeğe durdu,
Ardıçkuşunun sesi ve tralallam'larla dolu- 
Gölgemi gördüm otların üzerinde,

İyice şekli bozuk garip bir hayvan
Kötü bir düş gibi önümde duran.

Ve gittim ve tir tir titriyordum, o an
Bir çeşme maviliğe türkü söyledi
Fırladı bir tomurcuk erguvan rengi
Ve gitti onun yanı başında hayvan.


Georg Trakl
Çeviren: Gertrude Durusoy - Ahmet Necdet

15 Mart 2017 Çarşamba

Mavi Zaman

Dalıyorum lacivert zamana
Sahanlık orda, zincir, başı sonu birleşen
odada şimdi konmuş bir kırmızı bir dudağa
ve güz gülü dolu bir vazo -sen!

İkimiz de biliyoruz, o sözleri,
hep başkalarına söylenip taşınan,
bizim aramızda yok hiç yeri:
Budur aslolan ve son aşanı.

Susan bir hayli ilerlemiş
doldurmuş boşluğu ve kendine çeken
zamanı-ummamış bir şey bir acı çekmemiş
güz gülü dolu bir vazo-sen.

Başın akmadan, beyaz ve korunmak ister,
oysa dudaklarında depreşmekte
bütün zevk, pembelik ve çiçekler
kaynaşan soy temelinden eşmekte.

Öyle beyazsın, sanılır, dağılacaksın
kar esintisiyle, dolu çiçeksizle,
ölü beyazı güller parça parça-mercanlar
salt dudaklarda, ağır ve yara büyüklüğünde

Öyle yumuşaksın, bir şeylerden haberci,
batıştan ve tehlikeli bir esenlikten
bir lacivert zamanda, bir mavi,
ve geçince, bilmez kimse, var mıydın yok muydun gerçekten.

Soruyorum sana ki, sende bir başkası büyür,
bana güz güllerini niçin sunarsın?
Dersin, düşler söner, saatler yürür,
nedir böyle bunlar: o ve ben ve sen?

Açan, solmak ister yine,
yaşayan-bunu salt kim bilir ki,
birleşir başla son, susulur bu duvarlar içinde
ve orda engin, ulu ve gökmavi.


Gottfried Benn
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

Zenci Gelin

Beyaz bir kadının kumral ensesi
Bir yastıkta kara kandan.
Kavurur saçlarını güneş
Duru kalçalarını yalar boydan
Diz çöker esmerimsi memelerinde,
Kötülük ve doğumla daha biçimi bozulmamış.
Yanı başında bir zenci
At nalı vuruşundan
Paramparça gözler alın
Zencinin iki parmağı kirli sol ayağının
Kadının küçük beyaz kulağında
Ama yatar kadın, uyur bir gelin gibi
İlk sevgi mutluluğunun eşiğinde
Sanki önünde bir yığın cennet yolculuğu
Genç kaynayan kanın.
Bıçak beyaz boyna saplanıp
Ölü kandan erguvan bir örtü
Kalçalarına yayıncaya kadar.


Gottfried Benn
Çeviren: Kamuran Şipal

Siste

Ne tuhaf, siste yürümek!
Her çalı, her taş ıssız,
Ağaçlar görmüyor birbirini,
Hepsi de yalnız.

Hayatım aydınlıkken henüz
Dostlarımla doluydu dünya.
Çöktü işte şimdi sis,
Biri yok ortalıkta.

Karanlığı bilmeyen
Bilge değil, olamaz.
İnsanı ayıran her şeyden,
Karanlık: hafif, kaçınılmaz.

Siste yürümek ne tuhaf!
Yalnız olmaktır yaşamak.
Kimse kimseyi tanımaz,
Herkes yalnız.


Herman Hesse
Çeviren: Behçet Necatigil

14 Mart 2017 Salı

Zeytinlik

Kurşuni yapraklar altında çıktı yukarlara
kurşuni hep ve zeytinliklere karışırcasına;
toza belenmiş alnını gömdü sonra
kızgın elinin tozluğuna.

Hepsinden sonra bu. İşte buydu sonu.
Gözlerin körleşirken gitmeliyim ben;
neden istiyorsun bunu, var olduğunu
neden söyleyeyim, seni artık bulamazken.

Artık bulamıyorum seni bende, hayır.
Başkalarında da Bu taşta da yoksun sen.
Artık bulamıyorum seni. Yalnızım ben.

Bütün insanlığın acısıyla yalnızım,
onu seninle hafifletmek için omuzlamıştım;
oysa yoksun, adsız utanç, sen ...

Sonradan anlatıldı: "Bir melek geldi derken ..."

Ne meleği: Ah geceydi gelen
ağaçlarda yaprakları ilgisizce kımıldatarak.
Havarilerse düşlerinde sıçradılar ancak.
Ne meleği: Ah geceydi gelen.

Görülmemiş bir gece değildi gelen gece;
onun gibi yüzlercesi gelip gider.
Sonra köpekler uyur, taşlar durur öylece.
Ah yaslı bir gece, ah herhangi bir gece
tekrar sabahın olmasını bekleyen.

Melekler böyle yakaranlara gelmez çünkü,
geceler genişlemez bunların çevresinde.
Kendini kaybedenleri her şey bırakır yüzüstü;
babalar onları terk ederler,
kapanır onlara analar rahmi de.


Rainer Maria Rilke
Çeviren: Turan Oflazoğlu

......

Geceleri yatakta ağladığımı
Kendisine açmadığım sevgili,
Yorgun düşüren varlığımı
Bir beşik gibi.
Benim için uykusuz kaldığını
Benim gibi, saklayan.
Ah, içimizdeki bu yangını
Söndürmeye çalışmadan
İçimizdeki taşısak
Sevişenlere bir bak,
İtirafa kalkışsalar aşkı
Sözlerine yalan karışacak.
sendendir yalnızlığım, varlığım sana dönüşmüş.
Seslerin içinde bir an doğarsın;
Uçup giden kokularda bir an varsın.
Ah, hepsini kollarımda yitirdim,
Bir sen doğmaktasın, tekrar, yeni:
Hiç tutmadım, o yüzden tutmaktayım seni.


Rainer Maria Rilke
Çeviren: Behçet Necatigil


"Malte Laurids Brigge'nin Notları"ndan.

Güz

Düşer yapraklar, düşer sanki uzaklardan,
gökyüzünde uzak bahçeler mi bozulmuş ne;
düşerler gönülsüz doğanlar gibi.

Düşer geceleyin ağır yeryüzü de
yalnızlığa, bütün yıldızlardan
Biz hepimiz düşeriz, düşer bu el, bak.
Gör başka şeyleri de: bu, hepsinde.

Ama var biri, bu düşmeyi ellerinde
tutar, sonsuz yumuşak.


Rainer Maria Rilke
Çeviren: Turan Oflazoğlu

13 Mart 2017 Pazartesi

Toprağın Dostu

Şafak kızıllığından az önce sallarla
Gelir elinde bir bağ bıçağıyla görünür
Taneleri dolgun başaklar ki altın
Dudaklarıyla ona ürpererek sürünür.

Sonra elinde lif lif asmalar arasında
Gelişken dallarından sallanan şeritlere
Yeşil, sert koruklara dokunur elleriyle
Bir asma hevengini kırarak alır yere.

Rüzgarlara göğsünü gerer gibi ardından
Sallar genç bir ağacı, engeller bulutları
Bir ok verir kendine korusun diye ona
Gülümser karşılarken ilk doğan meyveleri.

Elinde bir su kabağı, su alır, su boşaltır
Eğilir ayrıkları topraktan sökmek için
Hudutlar, mesafeler genişler çevresinde
Kabarır, çiçeklenir ayak izleri bütün.


Stefan George
Çeviren: Selahattin Batu

Kaçırma

Gel benimle sevgili çocuk
Uzak muştu ormanlarına
Ve al armağan boncuk
Yalnız türkümü ağzına.

Yunalım ipek mavisinde bırak
Gemi mahmuzlarının misk dolu:
Gövdelerimiz öyle ışıltılı
Çiğ tanesinden daha berrak

Havada incecik gümüş
Işınlar bize duvak örecek.
Çimlerde ketenler açacak
Narin kar ve yıldız ışıltısı düşmüş.

Göl çevresinde ağaçlar altında
Birleşmiş süzüleceğiz sevinçle.
Şarkılar mırıldanıp. Çiçekler saçıp erinçle.
Beyaz karanfiller beyaz yonca.


Stefan George
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

Şarkılar

IX.


Güller, servi dalları, sırma tellerle
Bir tabut gibi
Süsleyerek bu kitabı sevimli, hoş,
Koysam içine şiirlerimi.

Aşkı da koyabilsem! Yeşerir
Aşkın mezarında huzur çiçeği,
Büyür, açar koparılır
Benim için açması, ben ölünce!

İşte şiirler, Etna'nın lavları
Gibi taşkın, bağrımdan
Kıvılcımlar saçarak fışkırdı
Etrafa bir zaman.

Şimdi hepsi sessiz, ölü adeta,
Donmuş, katı, buğulu,
Fakat canlanırlar eski ateşte,
Esse üstlerinden aşkın soluğu.

Dile gelir kalpteki duygular,
Aşk soluğu çiy olur üstlerinde;
Geçer bir gün eline bu kitap,
Sevgilim! Uzakta bir yerde.


Heinrich Heine
Çeviren: Behçet Necatigil

Silezyalı Dokumacılar

Gözler kupkuru, yaş yok gözlerde bir damla.
Oturmuşlar tezgahları başına, diş bilerler.
Dokuruz kefenini senin, hey Almanya, Almanya,
dokuruz sana bir yuf, bir yuf daha, bir yuf daha,
dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha!

Yuf o tanrıya, tapındığımız tanrıya,
soğuk kış gecelerinde biz, aç çıplak
yalvardık yakardık, umutlandık, bekledik boşuna,
komadı bizi insan yerine, aldattı bizi, alay etti acımızla.
Dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha!

Yuf o krala, zenginlerin adamına,
halkın yoksulluğuna hiç aldırmayan o krala,
bir de soyar bizi varana dek son kuruşumuza,
kurşunlatır köpekler gibi sokak ortasında bizi.
Dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha!

Yuf o ana yurda, bağrımıza bastığımız anayurda,
yalnız alçaklığın, utancı çiçeği yetişir üzerinde,
ve çiçekler soluverir, çiçekler açar açmaz, anide,
solucanlar büyür ve kurtlar, kokuşmuşluğun kucağında.
Dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha!

Dokuruz ha dokuruz, senin sonunu dokuruz, gece gündüz,
inleyen tezgahlarda mekiklerimiz savrula savrula,
sana kefen dokuruz, ey koca Almanya, sana kefen dokuruz,
dokuruz sana bir yuf, bir yuf daha, bir yuf daha,
dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha!


Heinrich Heine
Çeviren: A. Kadir - Selahattin Yıldırım