Şiir, Sadece: 2013-08-18

24 Ağustos 2013 Cumartesi

On Sekiz Bin Alem Halkı Cümlesi Bir İçinde

On sekiz bin âlem halkı cümlesi bir içinde
Kimse yok birden artık söylenir bir içinde

Cümle bir onu birler cümle ona giderler
Cümle dil onu söyler her bir tebdil içinde

Cümle göz onu gözler kimse yok nişan verir
Gören kim gösteren kim kaldık müşkil içinde

Kim gördü onu ayan ne hod nakış ne nişan
Sözü Lenterânî’dir Mûsî’ye Tur içinde

Doksan bin Hak kelâmı altmış bin hâs u âmı
Otuz bini hâss’ül -has oldurur sır içinde

Oldurur ol gizli söz ârif söyler dün gündüz
Hiç nişanı denmedi hûr u kusûr içinde

Yunus sen diler isen dostu görem der isen
Ayandır görenlere ol gönüller içinde


Yunus Emre

San Martin

San Martin, öyle uzun süre dolandım ki bir yerden
öbür yere, sildim senin elbisenle izlerimi,
biliyordum bir gün seninle karşılaşacağımı
sıradağların bittiği yerde
eve dönüş yollarında dolanırken
sende miras kalan ve her şeyi süpüren fırtınada.
Öyle zordu ki pamuk çalılarının budakları arasında
ayırmak, kökler arasında,
patikalar arasında yüzünü göstermek,
kuşlar arasında bakışını yakalamak,
havanın içinde varlığınla karşılaşmak.

Bize verdiğin topraktın sen, kokusuyla
havayı kamçılayan nerde olduğunu ve
memleket havası ve çimen kokan esansının
nereli olduğunu bilmediğimiz
bir ceron dalıydın sen.
San Mart¡n, dört nal gidiyoruz senin adında,
şafakla koyuluyoruz yola bedenin üstünde
sürmek için atlarımızı, içine çekiyoruz
senin gölgeni hektarlarca
ve tutuşturuyoruz ateşi senin uzun boyunda.

Bütün kahramanlar içinde enginliksin sen.

Başkaları plato'dan platoya göçtü gitti
dörtyoldan kasırgaya doğru,
ama sen sınırlardan oluşuyorsun
ve başlıyoruz coğrafyana bakmaya,
senin sonlu tepelerine, senin bölgene.

Zaman kendi kaynağında
sonsuz bir su gibi
çekememezliğin kemiklerini fışkırttığında,
keskin ateşin görüntüsünü,
daha çok toprak içeriyorsun,
köklerinin filizi daha da kaplıyor yüceleri,
sunuyorsun ilkbahara büyük armağanını.

Hemencecik duman oluyor adam yaptığı binadan
yükseliyor göğe, kimse doğmuyor yeniden
yanıp yok olmuş çam fıçısından:
çözülüşü arasında yarattı hayatı
ve düştü yalnızca toz kalmışken geriye.

Öümde daha çok yeri kucakladın.

Öümün bir tahıl ambarının sessizliği oldu.
Hayatın geçti gitti başka hayatlarla birlikte
Kapılar açıldı, duvarlar yükseldi
ve başak filizlendi yayılmak için.

San Marti, başka kumandanlar
senden daha da berrak parıldıyor, fosfor ışıltılı
tuzla süslenmiş asma çubuğu taşıyorlar,
gene başkaları konuşuyor çağlayanlar gibi,
ama kimseler senin gibi değil, kuşanmışsın sen
toprak ve yalnızlıkla, kar ve yoncayla.
Irmaktan geri döndüğümüzde rastlıyoruz sana,
selâmlıyoruz seni çiçeklerle.
Tucumanya'nın taşralı biçiminde,
ve ötelerde yollarda görüyoruz
seni at sırtında, avlanarak gidiyorsun
uçuşan harmaninle, ey toz-grisi baba.

Olgunlaşıyor bütün güneş ve ay
ve bu koca rüzgâr
akraban, yalın akraban: gerçeğin
toprağın gerçeğiydi, tuzlu bir hamur,
ekmek kadar vazgeçilmez, soğuk bir dilim
balçıktan ve buğday başağından, gerçek bir bozkırda.

Ve tam da böylesin işte, ay ve dörtnala
asker kampı ve fırtına
tekrar kavgaya gittiğimiz
yoldaki kentler ve tepeler arasında,
kuruyorsun topraksı gerçeğini,
dağıtıyorsun yayılmış mısırtohumunu
ve havalandırıyorsun başağın sayfalarını.

Böyle olmalı, ve izin verme huzur bulalım
Savaşlardan sonra senin bedenine
tırmanmadan önce
ve senin büyüyen barışının yayılışında
bulduğumuz amacın uyumasına.


Pablo Neruda
"Canto General"den "Los libertadores"
1810

Sandino

Toprağımıza
diktiğimiz zamandı
mezarhaçlarını,
sakat, profesyonel mezarhaçlarını.
Dolar saldırgan dişleriyle geldi
yutmak için toprağı
Amerika'nın çobansı boğazından.
Acımasız çenesiyle yakaladı Panama'yı,
geçirdi dişlerini genç toprağına,
düşürdü kendini çamurun, viskinin ve kanın içine,
ve diplomat kılıklı bir Başkan dua etti:
'Gündelik rüşvetimiz
bizden eksik olmasın.'
Derken ulaştı çelik,
ve böldü kanal ikiye insanların meskenlerini,
beyler bu tarafa, hizmetkarlar öte tarafa.

Yöneldiler Nikaragua'ya doğru.

Beyazlar giyinmiş olarak geldiler ülkeye
ve dağıttılar dolarlarla kurşunları.
Ne ki ayağa kalktı bir lider
ve dedi: 'Hayır, gelemezsin buraya
tekelci emellerin ve şişenle.'
Onu başkan yapacaklarını söylediler
eldivenli, hamayıllı ve yenimoda
güzelim rugan ayakkabılı.
Çıkardı çizmelerini Sandino,
yitti gitti titreyen bataklıklarda,
bağladı kendine yabanıl ormanda
hayatın rutubetli hamaylını
ve yanıtladı 'uygarlık yayıcıları'nın
kurşunlarını kurşunlarla.

Kuzey Amerikan öfke
sınırsızdı: belgelerle
ikna etti elçiler
dünyayı ki bütün sevdikleri
Nikaragua'ydı, ve düzen
bir kerecik ulaşmalıydı
uykuya batmış ruhuna.

Toparladı Sandino bağımsızları.

Wall Street'in kahramanlarını
yuttu bataklıklar,
bir şimşekparıltısı öldürdü onları,
bir çok pala-kılıç peşindeydi onların,
gecede bir yılan gibi
peşindeydi bir urgan onların,
ve asılmışlarken bir ağaçta
yavaşça yok edildiler
mavi kanatlı böcekler
ve açgözlü sarmaşanlarca.

Sandino sessizlik içindeydi
Halk Meydanı'nda, her yer
Sandino'ydu,
O öldürdü Kuzey Amerikalıları,
O idam etti davetsiz konukları.
Ve uçaklar geldiğinde,
zırh kuşanmış ordunun
saldırganlığı, ezici
güçlerin masrafı,
Sandino partizanlarıyla birlikte
balta girmemiş bir ormanın hayaleti gibiydi,
kendi kendisine katlanan bir ağaçtı,
uyuyan bir kaplumbağa
ya da hızla akan bir ırmaktı.
Ne ki ağaç, kaplumbağa ve ırmak
kindar ölümdü,
balta girmemiş ormanın düzeni,
örümceğin ölümcül ârazıydı.

(1948 yılında
Yunanistan'da bir partizana,
Sparta'nın direğine,
ışık kutusuna saldırdı
doların kiralık çırağı.
Dağlardan ateş püskürttü O
Chicago'nun mürekkepbalıklarına,
ve Nikaragualı kahraman
Sandino gibi, çıktı O'nun da adı
'Dağların eşkiyasına')

Ateş, kan ve dolar
yıkamadığı için Sandino'nun
onurlu kulesini,
barış istedi Wall Street'in savaşçıları
ve davet ettiler partizanı
barışı kutlamaya,
ve yenilerden bir hain otuz dolar için
boşalttı tüfeğini üzerine O'nun.

Somoza'dır hainin adı. Bugün hâlâ
yönetiyor O Nikaragua'yı:
o otuz dolar büyüdü
ve üredi O'nun işkembesinde.

Nikaragua'nın kaptanı Sandino'nun öyküsü
işte böyle,
bölünen ve saldırıya uğrayan
şehit edilen ve işkence edilen
toprağımızın
yürek buran yeniden doğumu.


Pablo Neruda
"Canto General"den "Los libertadores"
1926

23 Ağustos 2013 Cuma

Miskinlikte Buldular Kimde Erlik Var İse

Miskinlikte buldular kimde erlik var ise
Merdivenden ittiler yüksekten bakar ise

Gönül yüksekte gezer dem-be-dem yoldan azar
Dış yüzüne o sızar içinde ne var ise

Ak sakallı bir koca bilemez hâli nice
Emek yemesin hacca bir gönül yıkar ise

Sağır işitmez sözü gece sanır gündüzü
Kördür münkirin gözü âlem münevver ise

Gönül Çalab’ın tahtı gönüle Çalap baktı
İki cihan bed-bahtı kim gönül yıkar ise

Sen sana ne sanırsan ayrığa da onu san
Dört kitabın ma’nîsi budur eğer var ise

Bildik gelenler geçmiş konanlar geri göçmüş
Aşk şarabından içmiş kim ma’nî duyar ise

Yunus yoldan azıban yüksek yerde durmasın
Sinle sırat görmeye sevdiği didâr ise


Yunus Emre

Sanjurjo Cehennemde

Zincirli, dumanlı, kendisinin
ihanet makinesine, ihanetlerine bağlanmış,
gidiyor ihanet edilmiş hain ateşlere.

Fosfor gibi ışıldıyor böbrekleri
ve bulanık, inançsız asker ağzı
eriyor sövgülerde ve küfürlerde,

getirilmiş sonsuz alevlerin arasından,
sürüklenmiş yerinden ve uçaklarla yanık,
yanık ihanetten ihanete.


Pablo Neruda
"Üçüncü Konaklama"nın "Yürekteki İspanya"dan


Not: General José Sanjurjo (1872-1936) , İspanya Cumhuriyeti’ne karşı isyan etmiş ilk generallerdendir. Sevilla Garnizonu komutanıydı. Yakalandı ve ölüm cezasına mahkum edildi. İspanya Cumhurbaşkanı tarafından cezası ömür boyu hapse çevrilince, Portekiz’e kaçtı. Cumhuriyet’e karşı ikinci bir ayaklanma başlayınca, ayaklanmanın başına geçmek amacıyla, uçakla İspanya’ya gelirken, bindiği uçağın düşmesiyle yanarak öldü. Böylelikle ayaklanmanın başına Franco geçti.

22 Ağustos 2013 Perşembe

Vuslat Hâlin Aydısaram Vuslat Hâlin Bilenlere

Vuslat hâlin aydısaram vuslat hâlin bilenlere
Yedi türlü nişan gerek hakıykate erenlere

(Bu) yedisinden birisi eksik olursa olmaya
Bir nesne eksik gerekmez bu sarp yola varanlara

Evvel nişânı budurur yermeye cümle milleti
Yerenler yerini kaldı yer değmedi yerenlere

İkinci nişânı oldur kim nefsini semirtmeye
Zinhar siz ondan olmanız nefsine kul olanlara

Üçüncü nişânı budur cümle heveslerden geçe
Hevesler eri yolda kor yetemez yol varanlara

Dördüncü nişânı oldur dünyâdan münezzeh ola
Dünya seni sayrı eyler ne kul kaysı sayrılara

Yunus yedi nişan dedi evet üçünü gizledi
Onu dahı deyiverem gelip halvet soranlara


Yunus Emre

Sarhoşum Çamların Reçinesiyle

Sarhoşum çamların reçinesiyle ve uzun öpüşlerle
yön veririm yaz güllerinin yelkenlerine,
eğilerek ölmekte olan zarif güne doğru,
arınmışım denizin güçlü gazabında.

Solgun ve vızıldayarak aç gözlü suyuma
aşıyorum çıplak iklimin ekşi kokusunu,
hâlâ külrengi giyimliyim ve kekre tınısında,
ve çaresiz köpüğün üzünçlü tuğu.

Şehvetimin gücünde biniyorum kendimin tek dalgasına,
ay gibi, güneş gibi, yakan ve soğuk, ve ivedi,
sakinleşmiş o mutlu adaların yutağında,
ak ve yumuşak adalar serin kalçalar gibi.

Nemli gecede titriyor öpücüklerden giysim,
elektrik akımıyla doldurulmuş çılgınlığa,
kahramanca bölünmüş düşlerde
ve benliğimi dolduran sarhoş eden güllerde.

Akıntıya karşı, dalgaların ortasında orada,
veriyorsun bana, beden bedene, kollarımda
sonsuza dek ruhuma bağlanmış bir balık gibi,
hızlı ve yavaş neredeyse göksel bir güçle.


Pablo Neruda
"Veinte Poemas de Amor y Una Cancion Desespera"dan

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Zinhar Gönül Evinde Tutma Yavuz Endişe

Zinhar gönül evinde tutma yavuz endişe
Berk’iyçin kuyu kazan âkıbet kendi düşe

Kendiye yaramazı berikiye sanan ol
Adı Müslüman onun kendi benzer keşişe

Komadığın aradan nesneyi götürmegil
Komadığın götürmek budur a yatlı pîşe

Yarın Hak dîdârını görmeyiser üç kişi
Bir denğci bir kovucu biri gammazdır paşa

Yunus’tan bir nâsîhat tutan yavuz olmaya
Bil kim iyi söz ile her bir iş gelir başa


Yunus Emre

Savaş

Uykuyla kundaklanmış, İspanya, uyanmaktasın
başaklı bir yele gibi,
gördüm senin çiçek açışını, belki alıç dikeniyle
karanlık arasında, sen ey köylü kadın,
makilerle dağlar arasında gezinen
ve açık damarlarla havada dolaşan.
Fakat gördüğüm zaman seni sokak köşelerinde
ırzına geçmişti kaşarlanmış haydutlar. Maskeli dolaşıyorlardı
engerekten yapılmış haçlarıyla
ve ölümün buz soğuğu bataklığına gömmüşlerdi ayaklarını.
Gördüğümde senin derinin dikenlerle soyulduğunu,
bedenin ezilmiş yatıyordu, dünyasız,
kavganın kanlı meydanında boylu boyunca,
delik deşik edilmiş, ölüm mücadelesinde kaskatı.
Ta bugüne kadar akıyor kayalıklarından sular
hapishanelere, ve sen taşıyorsun
dikenden tacını sessizlikle:
göreceğiz en uzun kim dayanacak, senin acıların mı
seni dikkate almadan geçip giden yüzler mi yoksa.
Senin tüfeklerinin şafağıyla yaşadım ben
ve istiyorum ki halk ve barut
yeniden sallasın saygısızlık yapılan bu süslü eseri,
düşler titreyip yeryüzünün
eşitsiz paylaşılmış yemişleri birbirini bulana dek.


Pablo Neruda
"Canto General"den "Yo Soy"
1936

20 Ağustos 2013 Salı

Bir Söz Diyeyim Sana Dinle Canın Var İse

Bir söz diyeyim sana dinle canın var ise
Kem-tama’lık eyleme aklın sana yâr ise

Ma’nide getirmişler kardeşten yar yeğrektir
Oğuldan daha tatlı eğer doğru yâr ise

Gördün yârin eğridir ne’n var ise ver kurtul
Uslulardan haberdir işittiğin var ise

Yârin sana mukaabil tapısında sücûd kıl
Çıkar ciğerin yedir eğer çâren var ise

Onsuz sözün gör nedir çok söz hayvan yüküdür
Arife bir söz yeter tende gevher var ise

Ekmek yeyip tuz basmak ol nâmertler işidir
Ekmek onu komaya tuzun hakkı var ise

Eylik erin yârıdır ölürs’ uçmak yeridir
Senden sonra söylenir ne dirliğin var ise

Yunus miskin delidir hem sözünden bellidir
Ayıplaman yârenler eksikliği var ise


Yunus Emre

Savaşan İyilik

Fakat caddelerde almamıştım ben bu ölü iyiliği,
geri çevirdim onun iltihaplı sukemerlerini
ve dokunmadım onun kirli denizine.

İyi olanı bir metal gibi çıkardım, kazdım
harap gözlerin arkasından,
ve kaldırılmış kılıçlar arasında doğmuş yüreğim
yaralar arasında büyüdü.
Hakir görerek çıkmadım ortaya, fırlatmadım
toprağı ve bıçağı insanlar arasına.
Hakaret ya da zehir dağıtmak değildi
benim işim.
Buz soğuğu kırbaçlar derisini ütülesin diye
silahsız olanı zincirlere vurmadım ben,
eldivenli ellerimle pusuda
beklemedim ben düşmanımı alanda:
yalnızca köklerimle büyüdüm ben,
ve toprakla,
direğimin büyümesine izin vermişti,
saklanmış solucanları ifşa etmişti toprak.

Pazartesi ısırmaya geldi beni,
ve bazı yapraklar verdi bana.
Salı küçümsemeye gelmişti beni,
ve ben uyumaya devam etmiştim.
Sonrasında Çarşamba kızgın dişleriyle geldi.
Kökler oluştursun diye gitmesine izin verdim,
ve dikenli ve kepekli
zehirli siyah bir mızrakla geldiğinde Perşembe,
bekliyordum onu şiirimin ortasında
ve bir üzüm salkımıyla yardım onu dolunay altında.

Gel haydi ve bu kılıçta parçalan!

Gel haydi ve uzmanlık alanımda parçalan!

Gel haydi sarı ordularınla
ya da kükürt kokan hevenklerinle!

Gölgeleri tüketeceksiniz ve çanların kanı
şarkımın yedi kumulu altında. 


Pablo Neruda
"Canto General"dan "Yo Soy"

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Her Kime Kim Dervişlik Bağışlana

Her kime kim dervişlik bağışlana
Kalpı gide pâk ola gümüşlene

Nefesinden misk ile anber tüte
Budağından il ü şar yemişlene

Yaprağı dertli için dermân ola
Gölgesinde çok hayırlar işlene

Âşıkın gözü yaşı hem göl ola
Ayağında saz bitip kamışlana

Cümle şâir dost bahçesi bülbülü
Yunus Emre arada durraçlana


Yunus Emre

Savaşan Toprak

Toprağın ilk sunduğu direnişti.

Harmanlanmış beyazlığın alevi gibi
yaktı Araucanya kar'ı
kâşiflerin adımlarını.
Soğuk yüzünden yitirdi Almagro
parmaklarını, ellerini ve ayaklarını,
ve krallıkları parçalayıp gömen
pençeleri, donmuş etin habbesiydi
karda, sessizlikti.
Sıradağlar denizinde oldu bu.
Şaklatıyordu Şili rüzgârı kırbacını
çizerek yazgıları ve ezerek
açgözlülüğü ve süvârileri.

Görünmez ve kapatılmış
geldi bir çene gibi açlık
Almagro'nun ardından.
Atlar bu buzsoğuğu
şölende tüketildi.

Ve Güney'in ölümü paramparça etti
Almagro'nun dörtnalasını,
ta ki atını Peru'ya doğru
döndürünceye dek, ne ki bekliyordu orada
Kuzey'in ölümü, oturup yolkıyısında baltasıyla
bu geri çevrilmiş fâtihi.


Pablo Neruda
"Los conquistadores"den, "Canto General"