Şiir, Sadece: los conquistadores
los conquistadores etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
los conquistadores etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Kasım 2014 Cuma

Adalara Gelirler

Kasaplar adaları ıssız koydu.
şehitliği anlatan bu öyküde
Guanahani birinciydi.
Gülüşlerinin yokedildiğini gördü
balçığın oğulları, fırlatıldığını
gördü narin bedenlerinin toprağa,
ve öldükten sonra bile bir şey anlamadı onlar.
Bağlayıp yaraladılar onları,
yaktılar ve küllere dönüştürdüler,
derilerini yüzüp gömdüler toprağa.
Ve o zaman palmiyelerde
süpürücü bir valsi dans ettiğinde
boştu bu yeşil şölen yeri.

Yalnızca kemikler kaldı,
amansızca yığmışlar
bir haç gibi, Tanrı'nın ve insanların
büyük onuru için.

Narvez'in bıçağı yardı
ta mercan kayalıklarına dek
çobanların balçıklı toprağını
ve Sotavento'nun ormanını.
Haç burada, tespih,
burada Garotten'in kutsal Bakire'si.
Kolombus'un definesi, fosfor-aydınlığıyla Küba,
aldı sancağı ve dizleri
ıslak kumunda.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

20 Kasım 2014 Perşembe

Ağıt

Yalnız başıma, ıssız yerlerde
ağlamak istiyorum ırmaklarca,
söndürülmek istiyorum, uyumak istiyorum,
uyumak senin hayli yaşlı mineralsi gecen gibi.

Neden düştü parıldayan anahtarlar
haydut ellerine? Ayağa kalk,
Ocllo, anatanrıça, bırak dinlensin gizliliğin
bu gecenin sonsuz yorgunluğunda
ve akıt öğüdünü damarlarıma.
Henüz dilemiyorum senden Yupanquierne'nin güneşini.
Uykuda konuşuyorum seninle, ülkeden ülkeye
bağırarak, Peru'lu anne,
sıradağların kasığı.
Nasıl sızdı hançer yığınları
senin kumul ülkenin içine?
Ellerinde kımıltısızca
duyumsuyorum metallerin yayılışını
yeraltı damarlarınca.

Senin köklerinden yaratıldım,
ne ki anlayamıyorum, toprak
sunmuyor bana hikmetini,
gördüğüm geceden başka bir şey değil
yıldız aydınlığı gök bölgeleri altında.
Hangi anlamsız yılan düşü
sürükledi kendini kankızılı o çizgiye?
Acının gözleri, kasvetli gelişme.
Nasıl geldin acaba bu kızgın rüzgâra,
neden, gazabın kayaları arasında
kaldırmadı havaya Capac
parıldayan balçıktan tiara'sını?
Bırak dayanayım acıya bayraklarının altında
ve gömeyim kendimi
bir daha parıldamayacak ölü kök gibi.
Katı gecenin altında, katı gecede
yeryüzüne inmek istiyorum
altın'ın ağzına erişmeye.

Yaymak istiyorum kendimi bu gecesel granitte.

Oraya umutsuz yazgımla erişmek istiyorum.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

15 Kasım 2014 Cumartesi

Alvarado

Pençeler ve bıçaklarla atladı
kulübelerin üstüne, Alvarado, yerle bir etti
saracın ata-yadigarını,
çaldı aşiretin düğün-gülünü,
halk-ırklarına, mülklere, dinlere saldırdı,
hırsız çocukların define-tabutu oldu
ölümün gizli şahini.
Papaloapan'a doğru,
Büyük yeşil ırmak
Kelebek-ırmağına doğru, döndü neden sonra
savaşçı bayrağında kanla.

Ağırbaşlı ırmak gördü oğullarının öldüğünü
ya da köle olarak hayatta kaldığını,
su boyunca ateşte gördü o
soy ve sezgi, genç kafaların yandığını.
Ne ki yoktu acıların sonu
onların zalim seferinde
yeni zulümlere doğru yola çıkan.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

8 Kasım 2014 Cumartesi

Balbao'ya Övgü

Mucit, engin deniz, köpüğüm benim,
ayın gökyüzü yayı, suyun imparatorluğu
yüzyıllardır konuştu seninle benim ağzım aracılığıyla.
Ölümden önce olgunlaşmıştı senin tamamlanmışlığın.
Kaldırdın bitkinliği ta göğe doğru,
ve ağaçların katı gecesinden
sürükledi seni ter bütün denizlerin denizi
okyanusun kıyısına.
Amansız ışık küçük insan yüreğiyle
evlendi senin bakışında, daha önce hiç dolmamış
bir çanak doldu! Şimşekten bir mısırtohumu
geldi seninle,
ve azgın gökgürültüsü çekildi toprağa.
Balbao, ordu kumandanı, ne kadar da
önemsiz senin küçük elin miğferin üstünde,
sır dolu küçük odam, tuzun keşiflerinde büyümüş,
okyanus şirinliğinin damadı.
dünyanın genç dölyataklarının oğlu.
Deniz majestelerinin karanlık sanısı
yağmaladı gözlerine ağan portakal ağaçlarının
dörtnallarıyla,
cüretkâr bir sabahkızıllığı düştü kanına
ruhunu yönetmek için, ey mecnun!

Gölgelerin bölgesi evine döndüğünde,
Sen, ey denizin uyurgezeri, yeşil kaptan,
ölüydün sen, kemiklerini almak için
bekleyen toprak gibi.

Ölümlü damat, tuttu işte ihanet verdiği sözü.

Cürum boşuna yürümedi ağır adımlarla
tarih boyunca, şahin yoketti
kendi yuvasını, ve birbirini buldu yılanlar
ve altın dilleriyle atıldılar birbirlerinin üzerine.
Azgın alacakaranlıkta girdin içeriye,
ve kaybolmuş adımları götürdü seni
hâlâ yıkanan o derinliği ölçülemezde,
ışın parlaklığına bürünmüş ve en kudretli
köpükle evli, alıp götürdüler seni
bir başka denizin sahiline: ölüme.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

5 Kasım 2014 Çarşamba

Bir Asker Uyuyor

Uzaktaki sık ormanda yolunu yitirerek
geldi asker. Sözcüğün tam anlamıyla bitkindi
ve düştü sonra sarmaşıklarla ırmağın tüylere bürünmüş
büyük tanrısının ayakları yanındaki yapraklara:
bu yabanıl ormanda
yalnızdı dünyasıyla
henüz ortaya çıkmamış.
Okyanustan doğmuş
bu yabancı askere baktı O.
Gözlerine, kanlı sakalına,
kılıcına, zırhının
siyah parıltısına baktı, yorgunluk
bu katil çocukbaşına
bir sis gibi çöktü.

Ne çok karanlık bölge
doğması için tüy-tanrısının
ve bükmesi için hacmini ormanlar üstünde,
gül-kızılı kayalar üstünde,
ne çok karışıklık bu çılgın suyun
ve yabansı gece, henüz doğmamış ışıktan yapılma
taşkın nehiryatağı, yaşayan canlıların şiddetli mayası,
yıkım, bereketliliğin unu ve yanısıra düzen,
bitkinin ve melezlerin düzeni,
oyulmuş kayaların yükselişi,
dinsel tören lambalarının dumanı,
dünyanın insana sunduğu temel,
kavimlerin yerleşmesi,
dünyasal-tanrıların mahkeme kürsüsü.
Bütün taşların pulu titredi,
ve Tanrı korkunun düştüğünü duyumsadı
böceklerin işgali gibi,
topladı tüm gücünü,
yağmur köklere işlemesin diye bıraktı,
yeryüzünün dalgalarıyla konuştu,
ataletten yapılmış giyitindeki
kara tanrıyla, kozmik taş,
ve ne pençelerini ne de dişlerini kımıldattı,
ne ırmakları ne de depremi,
ne de ülkenin kubbesinde vınlayan göktaşlarını,
ve orda kaldı O, kımıldatılamaz taş ve sessizlik,
uyurken Cordoba'lı Beltran.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

3 Kasım 2014 Pazartesi

Bir Piskopos

Piskopos kaldırdı kollarını,
yaktı kitapları meydanda
kendi küçük tanrısının adı için
ve dönüştü dumana
bu karanlık zamanda çürümüş eski yapraklar.

Ama duman dönemez gökyüzünden geriye.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

21 Ekim 2014 Salı

Cholula

En güzel giyitlerini kuşanır
gençler Choula'da, altın ve tüy,
ayakkabılar tam şölenlik,
ve sorguluyor fatih.

Ölüm verdi onlara yanıtları.

Orda dinleniyor binlerce ölü.
Oldukları yerde titriyor
öldürülmüş yürekler,
ki günün bu ipliğini saklarmışcasına
rutubetli uçurumda açılmışlar.
(Fetihçiler atlarla geldi ve öldürdüler,
kestiler altın ve çiçekle saygı
gösteren eli,
bulvarın yolunu kapattılar, dokunmasın
diye kimse onlara kestiler kolları,
ve öldürdüler memleketin çiçeğini,
hayrete düşmüş kardeşlerimden akan kanın
içinde battılar ta dirseklerine kadar.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

20 Ekim 2014 Pazartesi

Cortes

Cortes'in halkı yok, soğuk bir şimşek
ve ölü bir yürek zırhındaki.
"Bereketli ülkeler, Efendim ve Kralım benim,
altın'ın kızılderili ellere yığıldığı tapınaklar"

Derin kama sokması ve kamçı vurmalarla
kayıyor ileriye doğru O,
ovalar ve miskokulu sekici sıradağların üzerinden.
Orkideler ve çamın tepelerinde tuttuğu savaşçılarına
emir vererek,
çiğniyor yaseminleri ayakları altında
ta Tlaxcalas'ın kapılarına dek.

(Dehşete düşmüş birader, etmeyin dosta
bu gülkızılı baskını,
devletimizin kökü olan yosundan
konuşuyorum sana,
yarın kan yağacak gökten,
gözyaşları, sisler, buhar ve
ırmaklar oluşturabilecek,
ta ki gözlerin eriyinceye dek.)

Cortes bir güvercini kabul ediyor armağan olarak,
bir sülünü kabul ediyor, bir sitar alıyor
Kral'ın çalgıcılarından,
ama hazineodasını arzuluyor gönlü,
daha çok istiyor ve her şey
düşüyor açgözlülerin tabutlarına.
Kral görünüyor balkonda:
'O, kardeşimdir benim' diyor.
Halkın taşı vızıltıyla geçiyor yanıt olarak,
ve biliyor hançerlerini Cortes
aldatılmış öpücüklerin üstünde.
Geri dönüyor Tlaxcala'ya, rüzgâr
acıların tok sesini getirdi buraya.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

7 Haziran 2014 Cumartesi

Ercilla

Arauco'nun taşı ırmakların özgürce dalgalanan
gülleri, köklerin ülkeleri,
karşılaşıyor şimdi İspanya'dan gelen adamla.
Dev gibi yosunla kaplıyorlar onun zırhını.

Eğreltiotlarının gölgeleri hakkından geliyorlar
onun kılıcının.
Yabanıl sarmaşık koyuyor mavi ellerini
gezegenin yeni doğmuş sessizliğine.
Ercilla, sen güzel sesli insan, işitiyorum suyun nabzını
senin ilk sabahından, kuşlardan bir çılgınlık
ve yapraktaki gökgürültüsü.
Terket, terket sarı kartaldan
izini ey, yırt yanağa dokunan yanağı
mısıra doğru,
bu dünyadaki her şey tüketilmeli.
Sen ezgi dolu, yalnız başına içmeyeceksin
kan dolu bu çanağı, ey ezgi dolu,
senden atılmış yalnızca bu hiddetli parıltıya
boş yere gelecek zamanın ağzı
söylemek için: 'Boşuna.'
Boşuna, boşuna
sıçradı kan kristal yapraklarına,
boşuna askerin kuşkulu adımları
puma gecelerinin arasında,
emirler,
yaralının
adımları.
Yalıtılmış bir kralın asma-bitkilerini yokettiği yerde
dönüyor her şey geriye kuştüyüyle güzelleşmiş sessizliğe.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

13 Mart 2014 Perşembe

Guatemala

Şirin Guatemala, evindeki her bir
fayans kaplanların çeneleriyle emilmiş
çok eski bir
kan damlasını saklar.
Soyunu Alvarado ezdi,
uçurdu havaya yıldızların mezartaşını,
senin eziyetlerine düşürdü kendini.

Ve soluk kaplanların ardında
geldi piskopos Yucatan'a.
En derin bilgeliği topladı
ki işitilmişti göğün altında
dünyanın ilk gününde,
ilk maya anladığında
ırmağın titreyişini, kağıda döktü
çiçektozunun yerbilimini, Mumie-tanrılarının
kızgınlığını,
halkların göçlerini
ilk evrenler arasında,
arıkovanının yasalarını,
yeşil kuşun gizliliğini,
yıldızların dilini,
gecenin ve gündüzün bilmecelerini,
dünyasal gelişimin kıyılarında
toparladı.


Pablo Neruda
Los conquistadores'den
Canto General

24 Ocak 2014 Cuma

İnsan Ve Toprak Birleşir

Araukanya, dalgalanan meşe dalı,
ey acımasız memleket, esmer sevgili,
sen yalnızlığın yağmur yüklü ülkesi:
sadece mineral boğazdın sen,
kömürden eller, yumrukların
alışmış kayaları parçalamaya;
Anayurt, sen katılığın barışıydın,
ve omuzların isyandı senin,
çiy'den görünüş, yatıştırılamaz rüzgâr.

Benim Araukanya'lı atalarım taşımadı
ışıklı tüyden miğferleri,
gelinlik bitkilerde soluklanmadılar,
altın'ı eğirmediler papaz için,
taş ve ağaçtı onlar,
fırtınanın kırbaçladığı kayalık uçurumun kökleri,
mızrağa benzeyen yapraklardı onlar,
savaşçı metalden yapılmış kafalar.
Atalar, nerdeyse irkilmediniz
dörtnal seslerinden, ve dağların şakaklarına
henüz varmamıştı
Araukanya şimşeği.
Taştan gölgeye dönüştü atalar,

Ormanla birlikte kaynaştı, doğanın
karanlığıyla birlikte, buzun şimşeği oldular,
toprak ve akdikenden bir katılık oldular,
ve böylelikle beklediler yılmaz
yalnızlığın dibinde:
kızıl bir ağaçtı biri gözlemede,
başka biri dinledi sağır bir metal gibi,
bir başkası bir rüzgâr çarpmasıydı ve delip geçen sesti,
patikanın renklerine sahipti başka biri.

Anayurt, kardan gemi,
dayanıklı yaprak,
orda doğdun işte, senin insanın
topraktan bayrağını istediğinde,
toprak ve hava ve taş ve yağmur,
yaprak, kök, koku ve uluma
sardığında oğulu kundağa bir poncho gibi,
sevdi ve korudu onu.
İşte böyle doğdu ortak anayurt:
kavgadan önceki birlik.


Pablo Neruda
"Los conquistadores"den, "Canto General"

21 Ocak 2014 Salı

Jimenez de Quesada

Bak geliyorlar, geliyorlar işte, şimdi geliyorlar,
bak gemilere, ey yüreğim,
Magdelena ırmağındaki gemilere,
Gonzalo Jimenez'in gemilerine,
şimdi yaklaşıyorlar işte, işte yaklaşıyor gemiler,
durdur onları, ey ırmak, kapat
iştahlı sahillerini,
batır onları nabız atışlarında,
gaspet açgözlülüklerini onların,
fırlat ateşli hortumunu onlara karşı,
senin kana susamış omurgalı hayvanlarını,
gözleri emen yılan-balıklarını,
bırak yara almaz timsahın kessin yollarını
çamur renkli dişleri
ve eski zırhıyla,
ger onu bir köprü gibi
kumlu dalgalarının üstüne,
fırlat jaguar'ın ateşini
ağaçlarından boy atmış mısırtohumlarından,
ey ırmak-ana,
fırlat kan-sineklerini onlara doğru,
bağla onları kara hayvan gübresiyle,
batır onları yarıkürende,
nehiryatağının karanlığında
bağla sıkıca onları köklere,
ve bırak çürüsün bütün kanları
ıstakozlar tüketirken
onların ciğerlerini ve dudaklarını.

Şimdiden sızmışlar korunun içine:
yağmalıyorlar şimdi onlar, paramparça ediyorlar, öldürüyorlar
şimdi onlar.

Ey Kolombiya! Savun gizem dolu
kızıl ormanının peçesini.
Şimdiden kaldırdılar bıçağı
İraka'daki küçük kiliseye karşı,
şimdi yakalıyorlar başrahibi,
ve bağlıyorlar şimdi O'nu.
'Sökül bakalım eski tanrının takılarını, ' diyorlar
O'na,
Kolombiya'nın şafağındaki çiy'de
parıldayıp çiçeklenmişti
o takılar.

İşkence ediyorlar şimdi de prens'e.
Kellesini kopardılar, hiçkimsenin
kapatamayacağı gözleriyle bakıyor
kafası bana, çıplak yeşil yurdumun
sevdiği gözlerdi onlar.
Yakıyorlar işte şölen evini,
ve atlar izliyor sonra,
işkenceden, kılıçlardan
yalnızca köz kalıyor geriye,
ve külde kapatmamış gibi
gözlerini prens.


Pablo Neruda
"Los conquistadores"den, "Canto General"

20 Ocak 2014 Pazartesi

Kan Kızılı Çizgi

Sonra kaldırdı kral
yorgun elini,
ve haydut alınlarının çok üzerinde
dokundu duvara.
Çektiler buraya
kan kızılı bir çizgiyi.
Üç oda
altın ve gümüşle doldurulmalıydı,
O'nun kanıyla çizilmiş bu çizgiye kadar.
Ve altın çark döndü geceler boyu.
Bilinmezliğin çarkı gece ve gündüz.
Altını üstüne getirdiler toprağın, boyundan çekip
kopardılar sevgi ve köpükten yapılmış takıları,
gelin bileziğinin yüzdüler derisini
ve tanrılarını zararsız kıldılar onların.
Teslim etti tılsımını çiftçi,
altın damlasını balıkçı,
ve titredi sabandemiri bir yanıtla;
yücelerde davet ve çığlık duyulurken,
döndü altının çarkı.
Ve kaplanlar toplanıp
paylaştırdı kanı ve gözyaşlarını.

Biraz kederli bekledi Atahualpa
yalçın And-dağı gününde.
Açılmadı kapılar. Yırtıcı kuşlar
paylaştırdılar herşeyi en son hazineye dek:
kutsal firuze taşları, gümüşten dokunmuş
kaftan lekelendi cinayetle:
hırsız pençeleri
ölçtü ve tarttı, ve yas içinde
dinledi kral cellatların arasında
keşiş'in kahkahasını.
Bir çömlek gibiydi yüreği, doluydu
kınaağacı kabuğunun kekre aroması kadar
acı bir dehşetle.
Kendi sınırlarını düşündü, soylu Cuzco'yu,
prensesleri, kaç yaşında olduğunu,
ülkesindeki ürperişleri.
Yürekce olgundu, umutsuz sakinliği yasın kendisiydi.
Huascar'ı düşündü.
Gelmiş miydi acaba yabancılar ondan?
Her şey gizemliydi, her şey bıçaktı,
her şey yalnızlıktı, yalnızca yaşayan
kankızılı çizgi titreşti,
yutarak hızla ölmekte olan dilsiz ülkenin
sarı barsaklarını

Valverde göründü o zaman ölüm ile.
'Senin adın Juan, ' dedi O'na,
ateşi kararken onlar.
Dokunaklı bir biçimde yanıt verdi: 'Juan,
ölüm adım Juan benim',
anlayamadan daha fazla ölümün ne olduğunu.

Bağladılar boğazını
ve demir bir kanca ağdı ruhuna Peru'nun.


Pablo Neruda
"Los conquistadores"den, "Canto General"

18 Ocak 2014 Cumartesi

Kargaların Randevusu

Panama'da buldu iblisler birbirini.
Orada imzalandı samurların antlaşması.
Tek bir mum bile yanmadı
üçü arka arkaya geldiğinde.
Önce tek gözlü, oldukça yaşlı Almagro,
sonra domuzların kralı Pizarro,
ve keşiş Luque, karanlığın gerçekleriyle
gizlenmiş Diyanet İşleri Kurulu'nun üyesi.
Herbiri saplamak için ortağının sırtına,
saklıyordu hançerini,
buluyordu kanı herbiri kasvetli duvarlarda,
kirli bakışlarla.
Ne ki çekiyordu uzak ülkelerin altını
ayın lanetli taşları çektiği gibi.
Antlaşma imzalandığında, dönüştürdü Luque
okunmuş ekmeği şölene,
ve bu üç hırsız çirkin bir gülümsemeyle
çiğnediler yufka-ekmeğini.
'Kardeşler, aramızda bölüşüldü Tanrı.' diyerek
güvenceledi Diyanet İşleri Kurulu'nun üyesi,
ve 'Amin' dediler
siyah dişleriyle bu insan-yamyamları.
Tükürerek vurdular yumruklarını masaya.
Harfleri tanımadıkları için
doldurdular masayı, kağıdı,
sıraları ve duvarları haçlarla.

Karanlık, unutulmuş Peru
özenle seçilmişti, ve kara haçlar,
küçük kara haçlar
dümen kırdı Güney'e doğru:
ölüm ıstırapları için haçlar,
kıllı ve keskin haçlar,
hayvan pençeli haçlar,
çıbanla ağarmış haçlar,
örümcek ayaklı haçlar,
dırdırcı, insan-avcısı haçlar.


Pablo Neruda
"Los conquistadores"den, "Canto General"

4 Ocak 2014 Cumartesi

Macellan'a Özgü Yürek

Nereliyim ben, hangi cehennemden geliyorum,
bugün ne günlerden, ne olup ne bitiyor,
ara sıra soruyorum kendime, uykunun ortasında,
kuru ot, ağaçta, gecede,
ve bir dalga, dünyaya yeni bir gün, kaplanburunlu
bir şimşek getiren bir gözkapağı gibi yükseliyor.

Birdenbire uyanıyorum geceleyin ve
uzak Güney'i düşünüyorum.

Gün gelip diyor ki: işitiyor musun suyu,
usul akan suyu,
Patagonya suyunu? '
Yanıt veriyorum: 'Evet, efendim, işitiyorum.'
Geliyor gün ve soruyor: 'Yabanıl bir koyun
yalıyor bir taşın donmuş renklerini uzakta,
taşrada. İşitiyor musun melemesini,
tanıyamadın mı
ellerinde ay'ın bir çanak olduğu
bu mavi alize rüzgârını, görmüyor musun davar sürüsünü,
rüzgârın nefretli parmaklarıyla
dokunduğunu dalgaya ve boş halkasıyla hayata? '

Ansırım Boğaz'ın yalnızlığını

Çam izliyor beni gecede nereye gidersem gideyim.
Ve sağır asit, yorgunluk, devriliyor
fıçının kapağı, dünyada sahip olduğum her şey.
Bir kar tanesi ağlıyor, ağlıyor kapımda
ve gösteriyor ışıklı ve yıpranmış giyitini
beni arayan bir küçük kuyrukluyıldız gibi hıçkırıyor.
Kimse aldırmıyor rüzgâr dürtmesine, mesafeye,
havanın çayırlarda ulumasına.
Yaklaşıp diyorum ki: Gidelim haydi. Dokunuyorum
Güney'e, koşuyorum
kuma, görüyorum kumu, kara bitkiyi, saf kökü
ve kayayı,
çırılçıplak kalmış adalar suyun ve göğün dışında,
Açlıkırmağı, Külyürek,
Kederli-deniz-bahçesi; ve yalnız
yılanın tısladığı yerde, en son yaralı
tilkinin kazıp kanlı definesini sakladığı yerde
rastlıyorum fırtınaya ve çatlak sesine,
bu okunmuş ses, bu yüzlerce dudaklı ağız
anlatıyor bana havanın her gün soluduğunu.

Kâşifler geldilerdi ve bir şey kalmadı
onlardan geriye

Gemiye olanların hepsini ansır su.
Katı, yabancı toprak saklıyor onların
kafataslarını Güney'in kargaşasındaki boralar gibi,
ve öküz ve insan gözleri sunuyor günü
onların boşluklarına,
yüzüklerine, avutulmaz serinsu seslerine.
İhtiyar gök bakınıyor yelkenin ardından,
hiç kimse
sağ kalmadı artık: kırık gemi
yaşıyor buruk gemici külleriyle,
ve altın yerlerden pis kokulu tahılla
deri çadırlardan ve
gemi yolculuklarının soğuk alazı

(kaç çatırtı akşamları kaya ve battı gemi nihayet)
oluyor bir kucak açış, yakılmış ve cesetsiz,
geriye,
sönmüş bir alevden
kara bir artıkla
dindi nerdeyse, amansız fırtına.

Yalnızca avunulmazlık hüküm sürüyor

Ey yıldız, gece gibi, su, yavaşca parçalanan
buz gibi,
sonsuz genişlemesin, zamanın ve bitimin savaştığısın
eflatun damgasıyla,
yabanıl gökkuşağının mavi kabuğu,
ayaklarını batırıyor gölgene memleketim,
ve yıprık gül çığlık atıp savaşıyor ölüme karşı.

Eski kâşifi ansıyorum

Kanal boyunca yüzüyor gene
donmuş tahıl, kavganın sakalı,
buzul Sonbahar, yaralanmış ölümlüler.
Onunla, kocamış ölüyle,
hiddetli suda batmış olanla birlikte,
Onunla, acısında ve alnıyla birlik.
Hâlâ izliyor albatros O'nu, kemirilerek unufak
edilmiş deri halat, bakıştan yoksun gözlerle,
ve kör gibi süzüyor kemirgen fare,
kızgın parıltıdaki kırık gemi omurgaları arasında,
düşerken yüzük ve kemik boşluğa
ve kayarken üzerinden deniz-ineğinin.

Macellan

Kimdir burdan geçen tanrı? Bak, kurt dolu sakalı
ve yoğun atmosferin yapıştığı pantolonu
kazazede bir köpek gibi yalanmakta:
bedeni lanetli bir çapa kadar ağır,
ve dünya denizi vızıldıyor, ve poyraz
tezayak geldi ıslak ayaklarına.
Karanlığın şeytanminaresi,
zamanın gölgesi,
kurtyeniği yollar,
kıyı kederinin eski efendisi, akrabası olmayan
kartal yetiştiricisi, tutsak kaynak, Boğaz'ın
çamuru yönetiyor seni,
ve yok göğsünde bir haç bile, denizden
bir çığlık yalnızca, denizışığından ve
pençelerden bir beyaz çığlık, sıçrayıştan sıçrayışa,
bozulmuş devinimden.

Pasifik'e varır nihayet

Değil mi ki bitimlidir bu kasvetli deniz günü
ve teker teker keser gecesel el kendi parmaklarını,
bitene dek, insanın doğumuna dek
ve kaptan bulur çeliği kendinde,
Amerika yükseltir kabarcığını
ve kıyı kaldırır, sabah kızıllığına bulanmış,
doğumla pürüzlü solgun kayalığın mercanını
gemiden yükselen bir çığlığa ve boğar onu
ve bir çığlık daha ve şafak doğar
köpükten.

Herkes öldü

Bitli ve etyiyen bir gezegenden gelen
sudan yapılmış biraderler:
gördünüz mü nasıl da ufalandı direk fırtınada?
gördünüz mü taşın ezilişini rüzgâr çarpışının
çılgınlığında, acımasız karda?
Şimdi artık kaybettiğiniz cennet sizin,
artık sizin lanetli kışlanız,
nihayet öpüyor yelin havalandırdığı hayaletiniz
ayıbalığının kumlardaki izlerini.
En sonunda erişiyor çorak ülkenin körpe güneşi
yüzüksüz parmaklarınıza, dalgalardan ve taştan
hastahanesinde titriyor bu ölü gün.


Pablo Neruda
"Los conquistadores"den, "Canto General"

7 Aralık 2013 Cumartesi

Meksika Denizi'ne Varırlar

Veracruz'a doğru eser katil rüzgâr.
Veracruz'da mevzilendirirler atları.
Hırsız pençelerinden ve Castilya'lı kızılsakaldan
kaçan Karavel'liler gelirler.
Arias, Reyes, Rojas, Maldonados'tur gelenler,
Castilya'lı sefilliğin oğullları,
tanışları kış zamanları açlığının
ve meyhanedeki bitlerin.

Küpeşteye yaslanırken gördükleri nedir?
Kaybolmuş geçmişten ve buradakilerden
ne kadarı gerçekleşecek, maksatsız dolaşan
rüzgârdan onların kırbaçlanan anayurtlarında?

Halkın ellerinin cinayetlere ve
yağmalamalara karışmasını istedikleri için
terk etmediler Güney'in limanlarını:
yeşil ülkeler görüyorlar, inşaatlar,
ve ötesinde içine girilmez gizemlerin kıyılarında
görüyorlar gemiden öldüklerini dalgaların.

Ölmek için mi gidecekler yoksa uyanmak için mi
yeni bir hayata
yanan havadaki palmiyelerin arkasında,
ki çevirir onlara doğru garip bir fırın
bir kezcik sıcak bölgelerin yakıcı soluğunu?
Halktandı onlar, Montiel'dendi fırçaya benzeyen kafatasları,
katı, çatlak yumruklar Ocana'dan ve Piedrahita'dan,
kolları demirciler, gözleri çocuklar gibi,
bakakalıyorlar korkunç güneşe ve palmiyelere doğru.

Avrupa'nın hayli eski açlığı, kuyruğu ölümlü bir
gezegenin üstündeki açlık, doldurdu tekneyi,
orda görüldü açlık, soyunmuş
titreşmiş bir soğuk meşale; halkların üvey-anası
gibi atıyor zarları açlık
altında yapı-iskelesinin: yelkenleri sürüyor ortaya:
'Haydi bakalım, yoksa yerim seni, çık yola,
yoksa anana ve ağabeylerine gönderirim seni,
evine, yargıca ve papaza,
engizisyonculara, cehenneme ve vebaya.
Çık yola, feodal kılıç, bitlerden uzağa,
çık yola, mahpus deliği
ve boşalımla dopdolu kadırgalar.

Ve Nunez'le Bernales'in gözleri
ısrar etti sınırsız ışığın içinde
kurtarıcı sükûnete,
bir hayatı, yeni bir hayatı
sayısız, ev arayan birliğini
dünya yoksullarının.


Pablo Neruda
"Los conquistadores"den, "Canto General"

5 Aralık 2013 Perşembe

Mızrağın Ucundaki Kelle

Balbao ölüm ve yabanıl toynak getirdin sen
tatlı yurdun uzak köşelerine,
ve ruhun avcı-köpeklerinin
arasındaydı:
kanlı çeneleriyle yakaladı Leoncico
kaçan köleyi,
İspanyol azı-dişlerini bağışladı
titreyen gırtlakta
ve köpeğin pençelerinden
geldi et işkenceye,
ve düştü takıların parakesesine.

Lanet olsun köpeğe ve insana,
hiç değişmemiş yabanıl ormanda
iğrenç ulumaya, demirin
ve haydutun hain adımlarına.
Saldırıya uğramış beşiği bir kirpi gibi
ileriye atılıp koruyamayan
akdiken çalısına,
sivri uçlu tepesine lanet olsun.

Ama yükseldi karanlıkta
kıskançlığın zalim dalı
hançerlerin ayrıcalığı
kana susamış ordu komutanlarının arasında,
ve vardığında evine buldun
yolun karşısında Pedrari'nin
adını bir halat gibi.

Kızılderili-kasapları yargıladılar seni
köpek ulumaları altında.
Şimdi ölüyorken, kavrayabiliyor musun
bu temiz sessizliği, paramparça edilmiş
kudurgun tazılardan?
Şimdi ölüyorken ellerinde barbar
devlet-sahiplerinin,
farkında mısın ki bu güzelim altın koku
mahvetti devleti?

Balbao'nun kellesini kopardıklarında,
geçirdiler bir mızrağın ucuna.
Ölü gözlerinin şimşeği
dağıldı gitti
ve kaydı mızraktan aşağı
kirli bir damla olarak
kayboldu toprakta.


Pablo Neruda
"Los conquistadores"den, "Canto General"

Mızraklar Gömülür

Böylelikle paylaştırıldı ataların mirası.
Kan böldü bütün anayurdu.
(Başka bir yerde anlatacağım
halkımın savaşını.)
Ne ki çeltiklendi ülke
fâtihlerin bıçaklarıyla.
O zamandan beri geldiler imarlamak için miras kalan emlâğı.
Euzkadi'li tefeciler, Loyola'nın
torunları. Sıradağlardan
okyanusa dek
böldüler ağaçları ve bedenleri,
gezegenin soluklanan gölgesini.
Titreyen, yaralı ve yanmış toprağın
idaresi,
yabanıl ormanın dağıtımı ve suyun
ceplerde, loş Errazuriz
geldi onların silah kalkanlarıyla:
bir kırbaç ve kınnaptan bir ayakkabı.


Pablo Neruda
"Los conquistadores"den, "Canto General"

23 Ekim 2013 Çarşamba

Öfkeye Rağmen

Paslı miğferler, ölü nallar!

Ama ateş ve karanlık kanla
aydınlanmış bir ırmaktan bir atnalı boyunca,
metalle gömüldü acılara,
toprağın üstünde aktı bir ışık:
sayı, isim, çizgi ve yapı.

Sudan kitap sayfaları, mırıldayan dilin
berrak yetenekleri, üzüm salkımlarınca
işlenmiş damlalar,
platinden heceler inciyle kaplı
göğüslerin albenisi gibi
ve pırlantalardan klasik bir ağız
sundu toprağa kar beyazı ışığı.

Oraya bıraktı heykel ölü mermerini
uzağa, ve dünyanın ilkbaharında
ışıdı mekaniğin çağı.

Teknik yükseltti ülkesini
ve zaman hız ve bora
oldu tecimenlerin bayraklarında.

Gezegeni ve bitkiyi inceleyen
coğrafî bir ay
dağıttı coğrafî güzelliğini
topraktaki yolunda.
Asya bakire kokusunu verdi bize.
Kavrayış eğirdi buzsoğuğu ipi
berrak günde, kandan sonra.
Kağıt dağıttı önceleri karanlıkta gizlenen
çıplak balı.

Güvercinlerin kaçışı
ayrıldı tablodan
akşam kızılı ve lâcivertle.
Ve insan dilleri birleştiler
şarkıdan önceki öfkede.
İşte böyle, kanlı taşın
Titan'ıyla,
zalim şahinle
buğday da gelsin, sadece kan değil.

Işık hançerlere rağmen geldi.


Pablo Neruda
"Los conquistadores"den, "Canto General"

17 Ekim 2013 Perşembe

Ölüm Istırapları

Cajamarca'da başladı bu ölüm savaşı.

Genç Atahualpa, mavi etamin,
şanlı ağaç, duydu rüzgârın nasıl da
çelik bir gürültüyü beraberinde getirdiğini.
Örtülü bir parıltı
bir titreyiş geldi kıyıdan,
inanılmaz bir dörtnal demirden
- ayışığıyla yere vuran ve kudretli -
ve çimendeki demirden.
Devlet sahipleri yaklaştılar.
Kabilenin en yaşlılarıyla çevrilmiş
İnka ileri çıktı müzikten.

Ter içinde yüzen, sakallı konuklar
başka bir gezegenden geldiler
sunmak için övgülerini.

Papaz Valverde,
hain yürekli, çürümüş çakal
uzatıyor tuhaf bir şeyi öteye,
sağır bir sepet, belki atların geldiği bir
gezegenden gelen bir yemiş.
Atahualpa alır onu. Bilmiyor
ne olduğunu: parıldamıyor, çınlamıyor,
ve bir gülüşle bırakıyor düşsün diye.

'Ölüm
ve kin, acımadan öldürün, size veriyorum mutlakiyeti, '
diye bağırıyor katil haçın çakalı.
Haydutlar gökgürültüsüne izin verdiler.
Beşiğinde akıtıldı bizim kanımız.
Bir koro halinde duruyor prensler
ölüm saatinde İnka'nın başında.
Onbinlerce Peru'lu düşüyor
haç ve kılıç altında,
kan yıkıyor Atahualpa'nın giyitini.
Pizarro, Extramadura'lı zalim domuz
bırakıyor İnka'nın narin kollarının
bağlanmasını. Siyah bir köz gibi
Peru'nun üstünde batıyor gece.


Pablo Neruda
"Los conquistadores"den, "Canto General"