Şiir, Sadece: 2014-06-01

7 Haziran 2014 Cumartesi

Ercilla

Arauco'nun taşı ırmakların özgürce dalgalanan
gülleri, köklerin ülkeleri,
karşılaşıyor şimdi İspanya'dan gelen adamla.
Dev gibi yosunla kaplıyorlar onun zırhını.

Eğreltiotlarının gölgeleri hakkından geliyorlar
onun kılıcının.
Yabanıl sarmaşık koyuyor mavi ellerini
gezegenin yeni doğmuş sessizliğine.
Ercilla, sen güzel sesli insan, işitiyorum suyun nabzını
senin ilk sabahından, kuşlardan bir çılgınlık
ve yapraktaki gökgürültüsü.
Terket, terket sarı kartaldan
izini ey, yırt yanağa dokunan yanağı
mısıra doğru,
bu dünyadaki her şey tüketilmeli.
Sen ezgi dolu, yalnız başına içmeyeceksin
kan dolu bu çanağı, ey ezgi dolu,
senden atılmış yalnızca bu hiddetli parıltıya
boş yere gelecek zamanın ağzı
söylemek için: 'Boşuna.'
Boşuna, boşuna
sıçradı kan kristal yapraklarına,
boşuna askerin kuşkulu adımları
puma gecelerinin arasında,
emirler,
yaralının
adımları.
Yalıtılmış bir kralın asma-bitkilerini yokettiği yerde
dönüyor her şey geriye kuştüyüyle güzelleşmiş sessizliğe.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

Esirgenen Sıra

Bu günler yoldan çıkardı benim peygambersi duyularımı, mevsimin geç döneminde daldı evimden içeriye mırıldanarak pul koleksiyoncuları, saldırdılar mektuplarıma, zorla çekip aldılar taze öpüşleri, denizde uzun süre kalmaya dayanmış öpüşleri, ve koruyucu hüsnühatlı ve kadınsı bilimli kaderimi koruyan büyüler.

Oturuyordum diğer evlere yaslanarak, o şatafatlı şeye yaklaşan diğer insanlara ve ağaçlara, şehvetli yapraklardan çadırlara, ileri fırlayan köklere, bitki küreklerine, dikey hindistan cevizi palmiyelerine, ve ortasında bu yeşil köpüğün gezinip durdum o büyük muazzam ağır adımlarla, benim keskin hasır şapkam ve tümüyle uydurma yürek arasından; çünkü bütün yeteneklerimin dağılması ve toza karışmasıyla uyum içerisinde, aradı harmoni mezarlıklardaki ölüler gibi, değiştirdi tanıdık yerleri, bu saate kadar korktuğum enlemler ve terk etmişliğimdeki yavaş bitkiler gibi filizlenen yüzler, etrafımda korku ve suskunluk, apansız bir sonbaharın yaprak yığınlarını ortaya dökmesi gibi.

Papağanlar, yıldızlar ve resmi güneş bile ve apansız bir nem uyandırdı bende düşünceli bir tadı toprak için ve her şey örttü onu. Ve eski bir binanın yarasalarındaki memnuniyet, çıplak bir kadının tırnakları konusundaki hassasiyeti hükmetti zayıf ve inatçı silâhlar gibi içimdeki utanç dolu eğilimlere, ve melankoli çekti kırışıklıklarını dokularım arasından, ve aşk mektupları, kağıttan ve korkudan sararmış, uzaklaştırdı kendi titreyen örümceğini, zorlukla ağını ören ve sonsuzlukta söken ve tekrar ören. Doğal olarak düştüm ay ışığından, onun ansal uzatılışından, evet, onun soğuk külünden, kuşlar (kırlangıçlar, yaban kazları) gibi tek bir kez bile basamazlar kendi sürülerinin maviden, düzlükten ve ince teninden oluşan çılgınlığına, ve mücevhersiz, düştüm içine acının, kılıçla yaralanmış düşen biri gibi. Özel bir kanın nesnesiyim ben, ve bu öz, aynı zamanda hem gecesel hem de denizsi, acı çekmemi ve dönüşmemi sağladı, ve gökyüzünün bu suları altında azalttı enerjimi ve varlığımın toplumsallaşmasını.

Bu tarihsel biçimde kazandı kemiklerim büyük aşırı ağırlığı, tam da istediğim şekilde: dinleniş, denizlerde kalış çekti nöbetimi, fakat kaderle belirlenmiş, ve bir zaman ulaştı o ıssız yere, çevrilmiş dilsiz ve kımıltısız koroyla, boyun eğmiş o son saate ve kokusuna, kesin olmayan manzaralara karşı haksız ve çimento koltuktan ant içmiş bir aşık olan ben bekliyorum zamanı askerî bir şekilde ve unutulmuş kanla lekelenmiş flöresi masalın.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

6 Haziran 2014 Cuma

Estrada

Belki gelir Estrada, o küçük,
eski cüce frakıyla,
ve iki öksürük nöbeti arasında
mayalanır durmaksızın Guatemala’nın
sidik ve göz yaşları
serpiştirilmiş duvarları.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

5 Haziran 2014 Perşembe

Etkisizlik

Yitirilmiş kağıtlarla dolu güvercin,
göğsü lekelenmiş silgilerle ve haftalarla,
cesetten daha beyaz kurutma kağıdıyla
ve kendi kasvetli renginden korkan mürekkeple.

Gel benimle idarelerin gölgesine,
şeflerin mat, ince, solgun rengine,
takvimler gibi derin koridorlara,
o bin sayfalık üzünçlü tekere.

Haydi şimdi araştıralım unvanları ve şartları,
özel kağıtları, uykusuz geceleri,
tiksinç sonbahar dişleriyle istemleri,
o üzünçlü kararların hiddetinin kül grisi kaderlerini.

Yaralı kemikler hakkında bir anlatıdır,
acı durumlar ve sonsuz takım elbiseler
ve ansızın ciddiye alınan çoraplar.
Derin gecedir, yıldırımın parçaladığı
bir şişeden dökülür gibi
günün birden düştüğü damarsız kafa.

Ayaklar var ve saatler ve parmaklar
ve ölen sabundan bir lokomotif
ve ıslak metalden ekşi bir gök
ve gülümseyişlerden sarı bir ırmak.

Her şey ulaşır çiçek gibi parmak uçlarına
ve şimşek gibi tırnaklar, solmuş koltuklar,
her şey ulaşır ölümün mürekkebine
ve mühürlerin menekşe ağzına.

Haydi ağlayalım toprağın ve ateşin ölümüne,
kılıçlara, üzümlere,
köklerden haşin krallıklarıyla cinsiyetlere,
gemiler arasında yüzüyor sarhoşluğun gemisi,
ve geceleri dizlerinde dans eden güzel koku
ve sürüklüyor delik deşik güllerden bir gezegende.

Haydi şimdi köpek giysilerinde ve alınlarda lekelerle
batalım kağıtların derinliğinde,
zincirli sözcüklerin hiddetinde,
inatçı ölü bildirimlerde
ve sarı yapraklarla sarmalanmış sistemlerde.

Gel benimle ofislere, o şüpheli kokusu
bakanların ve mezarların ve damgaların.
Gel benimle ölen o beyaz güne
öldürülen bir gelin gibi çığlık çığlığa.


Pablo Neruda
Yeryüzünde İkinci Konaklama

4 Haziran 2014 Çarşamba

Ev

Hâlâ kokan yeni devrilmiş kerestelerden yapılmış
evim benim: handiyse devrilecek
sınırdaki ev, her adımda gıcırdıyor
ve fırtınanın parçası olan Antarktik havanın
savaşçı rüzgârında inliyordun, donmuş kanatları altında
şarkımın oluştuğu yabancı bir kuş.
Gölgeler gördüm, köklerimin etrafında bitkiler gibi büyüyen
yüzler gördüm, ağaçların gölgesinde
şarkılar söyleyen akrabalarım
ve ıslak atlar arasında ateş yaktım,
gizlenmiş gölgede kadınlar
terk etmiş erkeksi kuleleri,
ışığı kamçılayan dörtnalalar,
öfkenin bastırılmış geceleri, havlayan köpekler.
Toprağın karanlık şafağıyla kayboldu babam
düdük çalan treniyle
Tanrı’ya doğru hangi çaresiz adalar denizinde kim bilir?
Sonraları sevdim kömürün duman kokusunu,
petrolü, dingillerin o buz soğuğu düzenini,
ve o ağır tren yayıldı durdu dünyaya
kışın içinden, kibirli bir tırtıl gibi.
Birden titredi kapılar.
Babamdı bu,
Yolların yüzbaşıları çevirmiş etrafını:
yağmura bulanmış ceketleriyle demiryolu işçileri,
buhar ve yağmur onlarla gelirdi ve sarıp sarmalardı evi,
yemek odası vınlardı boğuk anlatılarla,
bardaklar boşalırdı,
ve bana doğru gelirdi kaygı, bu yaratıklardan,
acıların yaşadığı yalıtılmış bir kale gibi,
bu öfkeyle büzülmüş yara izi, parasız adamlardan,
yoksulluğun toprak grisi pençesi.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General

3 Haziran 2014 Salı

Eve Varış

Döndüm eve... Şili karşıladı beni
çölün sarı yüzüyle.
Acı çekerek dolandım
yanmış bozkır ayının kumlu kraterinde
ve buldum gezegenin en çorak bölgesini,
asmasız bu basit ışığı, bu kusursuz boşluğu.
Bomboş? Fakat bitkisiz, toynaksız, gübresiz
sere serpe açmıştı toprak çıplaklığını
ve uzakta uzun soğuk çizgisinde
kuşlar doğuyordu ve özenle oluşturuyordu göğüsleri.

Fakat daha çok uzaklarda altını kazıyordu insanlar sınırların,
sert metalleri çıkarıyorlardı, dağılmış çoğu
acı tahılın unu gibi,
başkaları ateşin terli yüceleri gibi
ve insanlar ve ay, her şey sarmaladı beni ölü çiyinde
düşlerin boş izini kaybedene dek.

Issızlık çekti beni tümüyle, ve cüruf insanı
çıktı mağarasından dışarı, sıyrıldı sessiz ıstırabından
ve anladım yitik halkımın acılarını.

Caddelerden ve bölgelerden geçerken ve konuşurken
gördüklerim hakkında, biliyordu halk toprak izini taşıyan
ağrılı ellerimi, korunmasız yoksulluğun
meskenleri, kuru ekmek ve unutulan ayın
yalnızlığı.

Ve yan yana çıplak ayaklı kardeşimle
geçersiz kılmak istiyordum kirli mangırların krallığını.

Takip edildim, fakat kavgamız devam ediyor.

Gerçekler aydan daha yüksekte durur.

Büyük bir gemiye bakar gibi bakıyorlar, madenlerin
adamları, durup geceyi gözlemlerken.
Ve karanlıkta paylaşılıyor sesim
yeryüzünün en katı ağaç gövdesi arasında.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General
1944

2 Haziran 2014 Pazartesi

Evimdeki Hastalıklar

Gül dişli sevincin özlemi
kemirdiğinde bir çok aydır düşen kükürdü,
ve onun doğal ağını, gelir ezgi dolu saçı
kısık adımlarıyla sönmüş odalarıma,
çarpar lanetli dikenlerden güle,
örümcekli duvarlarda, orada,
ve ezilmiş camda savaşır kan,
ve gökyüzünün tırnakları yığılır üst üste,
böylece gidilemesin dışarı, ve akıllı bir şey yapılamasın,
öyle yoğun ki sis, dolanıp duran sisi pisletilmiş kuşlarla,
öyle büyük ki duman, dönüşmüş sirkeye,
ve merdivenleri delik deşik eden keskin havası onun:
günün mahvolmuş tüylerle düştüğü bu anda,
yalnızca gözyaşı var, gözyaşından başka şey yok,
yalnızca acı çekme, yalnızca acı çekiş,
ve gözyaşından başka bir şey yok.

Deniz yıllardır bir kuşun ayağına dokunmaya çalışır,
ve kırbaçlar tuz ve kemirir köpük,
bir ağacın kökleri bir kızın elini tutar,
bir kızın elinden daha büyüktür ağacın kökleri,
göksel bir elden de daha büyüktür,
ve bütün yıl didinir durur her ay ışığı gün,
yükselir kız kanı yücelere ayla lekeli yapraklara,
ve çocukların gece vakti düştükleri
suyu zehirleyen bir gezegen var
korkunç dişli, ve yalnızca ölüm var,
yalnızca ölüm, ve gözyaşından başka şey yok.

Sessizlikte bir buğday tanesi gibi, fakat
kim af dileyecek buğday için?
Olduğu gibi bak şeylere: onca tren,
ezilmiş dizleriyle onca hastane,
ölen insanlarla onca butik:
nasıl olacak? ne zaman?
Soğuk bir ayın renginde kim dileyecek bir çift gözle,
dalgalanan mısır gibi kocaman bir yürekle?
Yalnızca tekerlek var ve düşünüp durmak,
büyüyen miktarlarda yiyecek,
yıldız çizgileri, içine
bir şey düşmeyen bardaklar, gece yalnızca,
ölümden başka şey yok.

Ezilmiş adımlarla sendeleyerek gitmeliyiz,
sislerin ve üzünçlerin arasından yürümeliyiz,
harlayan bir şey yanarken ıslak alazlarla,
yağmur gibi hüzünlü çaputlar arasında bir şey,
yanan ve hıçkıran bir şey,
bir hastalık bulgusu, bir sessizlik.
Bırakılmış konuşmalar ve koklanmış nesneler arasında,
kaderin taçlandırıp bıraktığı bir şey ifade etmeyen çiçekler,
bir yaraya düşen bir ırmak var,
kırık bir okun gölgesine vuran okyanus var,
bir öpüşü delik deşik eden bütün gök var.

Yardım edin bana, yüreğimin sessizlikte
taptığı yapraklar, yolsuz patikalar, güneyin kışları,
dünyasal terimde yıkanmış kadın zülüfleri,
o yapraksız gökteki güney ay,
gel bana acısız bir günde,
damarlarımı inceleyeceğim bir dakikayla.
Bir damla rahatsız eder beni,
tek bir taç yaprağı yaralar beni, ve bir iğne deliği
arasından yükselir avuntusuz kanın ırmağı,
ve boğulurum gölgede çürüyen çiyin sularında,
ve bir şeye dönüşmeyen bir gülüş yüzünden,
tatlı bir ağız yüzünden,
gül çalısının sevebileceği parmaklar yüzünden,
yalnızca bir şikayet olan bu şiiri yazıyorum,
yalnızca bir şikayet.


Pablo Neruda
Yeryüzünde İkinci Konaklama