Şiir, Sadece: Yo soy
Yo soy etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yo soy etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Kasım 2014 Cuma

Ağacın Çizgisi

Elleri olmayan kör bir marangozum ben.
Suyun altında yaşadım, yiyerek soğuğu
kokan bir kılıf dahi oluşturmadan, o meskenler
o sedir ağacından diğerine, bize gurur verdi hep,
ve gene de ormanın dokusunda aradım ben şarkımı,
o gizli liflerde, dermansız peteklerde,
ve budanmış dallarda, doldurdu rayihayla
yalnızlığı, ağacın dudaklarıyla.

Her bir maddeyi sevdim, her bir damlasını
eflatunun ya da metalin, suyun ve başağın,
ve daldım içine o sıkı katmanın, sonsuz ateşle
ve titreyen kumla çevrilmiş,
dünyanın üzümleri arasında bir ölü adam gibi
donuklaşmış ağızla şarkımı söyleyene dek.

Balçık, çamur ve şarap sarmalamış beni,
gırtlağımın altında bir yangın gibi
çiçekleri açan o toprakla kaplı
kalçalara dokundum çılgınca,
ve taşların arasında kayıp gitti duyularım
kapanmış yaranın içine.

Nasıl dönüşebilirdim olmadan, bilmeden
zanaatım oluşmadan,
demirhane
benim gücümle kararlı,
ya da hızarlar, kışları yük hayvanlarının
havası.

Her şey şefkat ve kaynak oldu
ve ben sadece gecesel amaca hizmet ediyordum.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General

15 Kasım 2014 Cumartesi

Alçı Maskeleri

Sevmiyordum.... Acıma mıydı ya da nefret?
Saygon gibi şehirlerde dolaşıyordum, Madras’ta,
Khandy’de, ta gömülmüş olana dek, Anaradapurha’nın
görkemli taşları, ve Seylan’ın kayalıkları,
Siddhartha’nın resimleri
balinalar gibi – ve daha da uzaklardaki:
Penang dolaylarında tozda, nehir yataklarında,
yabanıl ormanın en temiz sessizliğinde, akınına uğramış
hayvan sürülerinin haşin hayatlarıyla
ötesinde Bangkok’un, dansçıların
giysileri ve alçı maskeleri.
Zehirlenmiş deniz dipleri
çiy renkli mücevherlerden yapılma evler taşıyordu
ve geniş ırmaklar boyunca akıyordu
yoksul kalabalıkların barakaları, teknelerle paketlenmiş,
ve sayısız başkaları da örtmüş yayılan toprağı,
sarı ırmakların ardı boyunca,
bağrı yarılmış bir tek vahşi hayvanın derisi gibi,
halkların derisi, sayısız efendi tarafından
küçük düşürülmüş.
Komutanlar ve kontlar
yaşadılar ölen fenerlerin
ıslak hırıltısında, emdiler kanını
yoksul zanaatkarların,
ve pençelerle kırbaçlar arasında, daha yücelerde,
bulunuyordu izin belgesi, Avrupalı,
alüminyumdan tapınaklar kuran
petrolün Kuzey Amerikalısı,
korunmasız deriyi yüzüp duruyordu
ve yaratıyordu kanda yeni kurbanlar.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General

13 Kasım 2014 Perşembe

Aşk

Armağanlarınla beraber verdin bana, İspanya,
o yılmaz aşkı.
Beklediğim şefkat geldi bana
ve benimle hâlâ, en derin öpüşü
sunuyor ağzıma.
Fırtınalar
alamadı benden bunu,
ve uzaklık o zamandan beri gömemedi
birlikte fethettiğimiz sevgi mekanını,
Görmüştüm savaş yangınından önce giysilerini
İspanya’nın cesur tarlaları arasında,
sonra gördüm her şeyin bozulduğunu, belirsiz ışıkta,
ve acılı bir ifade kayıp gitti yüzünden
yitirilmiş taşa düşene dek.

Kaskatı bir ağrıyla, zıpkınlarla delik deşik
daldım senin sularına, sevgilim,
tıpkı hiddetin ve ölümün arasından
dört nala giden ve birdenbire
sabah tazesi bir elma verilen bir at gibi, vahşi ormanın
titreyişinden oluşan bir çağlayan gibi.

Hayatımı belirleyen o ıssız ovalar
o zamanlardan tanıyorlar seni, sevgilim benim,
o karanlık okyanus izliyor beni
ve o müthiş sonbaharın kestaneleri.

Kim görmedi ki seni, sevda yüklüm, kavgada
hemen yanımda duran şefkatim benim,
bir yıldızın türlü türlü işaretlerini
göstermesi gibi? Kim bulmadı ki seni,
beni aradığında ordunun içinde,
çünkü ben insanlığın tahıl ambarında bir tohumum,
kim bulmadı seni köklerime dayanmış,
kanımdaki şarkıyla beslenen, kim?

Bilmiyorum, sevgili, zamanım ve mekanım olur mu
tekrar betimleyebilmek ve yazdığım kağıtlara yayabilmek
senin o hoş gölgeni, gelinim benim:
bu günler oldukça çetin ve parıltılı,
ve bunlardan toparlamalıyız şirinliğimizi,
çamurdan bir göz kapağı ve dikenlerin arasında.
Neredeyse unutuyordum, ne zaman oluştuğunu:
sen sevdadan önce bulunuyordun,
kaderin güçleriyle geldin,
ve hemen senden önce yalnızlığım senindi,
belki o senin dinlenen saçlarındı.
Bugün, anmayacağım adını,
sen benim sevdamın arzusu,
benim günlerimin yol göstericisi, sen tapılansın,
ve zamanın mekanında günü içine alıyorsun
evrenin sahip olduğu tüm ışığı.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General

7 Kasım 2014 Cuma

Kız Öğrenci

Ah sen, daha tatlısın, daha bitimsiz
tatlılığın kendisinden bile, gölgelerin arasında
sen sevilen et ve kan:
geçmiş günlerde
ilerledin ve doldurdun tasını
ağır çiçek tozlarıyla, sevinç içerisinde.
Dökülmüş şarap gibi gece,
paslanmış erguvandan gece,
işte o gecenin hakaretler toplamından
yaralı bir kule gibi çöktüm yanında,
ve iğrenç çarşaflar arasında titredi
yıldızın bana doğru ve yangına çevirdi gökyüzünü.

Ah yaseminden ağ, ah ayaklı ateş
yeni gölgelerden beslenmiş,
kemerleri bağladığımız zaman farkına vardığımız
karanlık, başağın kana susamış vuruşuyla
döven zaman.

Sevişme ve başka bir şey değil, bir köpüğün içinde,
ölü sokaklarla sevişme,
bütün hayat ölüp gittiğinde sevişme
ve bize sadece şunları bıraktı:
ıssız köşeleri alevlendirmek.

Isırdım kadını, gücümden ötürü
aklım başımdan gitti, toplanmış çiçek demetleri,
ve çözdüm kendimi dolaşmak için kıyıdan kıyıya,
okşayışın kölesi yalnızca, zincirlenmiş
bu serin saçın mağarasına,
dudakların uzun uzun dolaştığı bu bacaklar:
her daim aç dünyanın dudakları arasında,
emilmiş dudaklar tarafından emilen.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General
1923

3 Kasım 2014 Pazartesi

Birleşir Çelik

Kötülüğü görmüştüm ve iblisi, fakat
kendi inlerinde değil.

Bu mezzotint hakkında bir hikayedir,
yer altındaki mağarasındaki kötülük hakkında.

Yoksulların yolunu donattılar
cadılarla, sonra paçavralarda düşürdüler
sefil maden dehlizlerine.
Buldum kötülüğü mahkemelerde otururken,
Senato’da gördüm süslü püslü
ve taranmış bir halde, bütün fikirleri ve münazaraları
kendi ekonomik çıkarları doğrultusunda çarpıtmaktaydı.
Kötülük ve iblis
yakın zamanlarda yıkanmaya gitmişlerdi:
kibirle sarmalanmışlardı
ve kusursuzlardı
kaygan ve sahte süsleri içerisinde.
Gördüm kötülüğün kendisini,
ve bu çıbanı ortadan kaldırmak için yaşadım
diğer insanların arasında, hayatı hayata ekledim,
gizli bir yazı oldum, isimsiz bir metal,
halktan ve tozdan dizginsiz bir birlik.

Küstah olan savaşıyordu hiddetle
fildişi kulesinde
ve meteoruyla uğradı kötülük
ve dedi: "Onun düzenli yalnızlığı
hayranlık verici.
Rahat bırakın onu!"

Şiddetli olan aldı alfabesini
ve açarak bacaklarını durdurdu onu kılıcıyla
konuşmak için ıssız caddede.
Kötü olan geçip giderken dedi ki: "Ne cesaret!"
ve sonra gitti Kulüp’e
cesaret hakkında konuşmaya.

Ama ben taş ve sıva olunca,
kule ve çelik, birleşti heceler:
o zaman sıktım halkımın ellerini
ve alarak yanıma bütün denizi katıldım kavgaya,
terk ettiğimde yalnızlığımı ve koyduğumda
küstahlığımı müzeye ve kibrimi
depoya köhne el arabalarının yanına,
başka insanlara katıldığım zaman
temizliğin metali oluşturulmuştu,
sonra geldi kötülük ve dedi: "Affetmek yok
onları, haydi hapse, orada ölsün onlar!"

Fakat çok geçti artık, ve insanın
eylemi, partim,
toprağın altındaki katı,
yenilmez ilkbahar,
umuda ve gelecek zamanlarda
ortaklaşa yenecek yemişlere dönüşmüşken.


Pablo Neruda
Yo soy (Ben)
Canto General
1945

25 Ekim 2014 Cumartesi

Buradan Çok Ötede

Hindistan, sevmedim senin utançsız elbiseni,
senin korunmasız yığınların paçavralar içinde.

Yıllarca dolandım ben
korkunun tepelerini aşmak isteyen gözlerle,
yeşil balmumundan pastalar gibi şehirler arasında,
tılsımlar ve kanlı ekmeği korku salan haşmet gibi
pagodalar arasında.
Gördüm sefil olanı, fazlasıyla hem de
kardeşinin acısıyla dolup taşmış,
küçük köyler ezilmiş
çiçeklerin muhteşem pençelerinde,
ve nöbetçi bir asker gibi zamanda
gittim yığınların arasından ve çekip aldım
kara kenarlı yığınları, kölelerin tartışma nedenini.
Tapınaklara girdim, alçı ve pişirilmiş balçık,
basamaklardı, kirlenmiş kanla ve ölümle;
ve o hayvansı rahipler, yabanıl esrime içinde
kendinden geçmiş, tozda kaynayan
paralar için dövüşen,
fosfor ayaklı yüksek putlar
intikam isteyen dillerini uzatırlarken
ve çiçekleri ezerken, ah sen küçük insan
düşüyordun kıpkızıl fallus bir taşın üzerine.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General

22 Ekim 2014 Çarşamba

Büyük Sevinç

Araştırdığım karanlığı göremiyorum artık.
Gemi direği yapılacak ağacın sürekli sevincini duyuyorum,
ormanların kalıtına sahibim, yolu yalayan rüzgara
ve dünyasal ışığın altında seçilmiş bir güne.

Başka kitaplarda hapsolsun diye değil yazdıklarım,
ne de zambak müptelası çıraklar için,
fakat su ve ay isteyen sıradan insanlar için yazıyorum,
değişmez düzenin parçaları olan
okullar, ekmek ve şarap, gitarlar ve çalgılar isteyenler için.

Halk için yazıyorum, okumasalar bile
şiirlerimi kendi garip gözleriyle.
An gelecek ki, bir dize, yaşantıma değen o hava
ulaşacak kulaklarına onların,
ve o zaman kaldıracak ırgat bakışlarını,
maden işçisi gülümseyecek kırarken kayayı,
çoban silecek alnının terini,
elini titreşimiyle yakan balıktan yükselen
ışığı daha bir berrak görecek balıkçı,
ve tamirci, ak pak ve yeni yıkanmış, sabun kokarak
okuyacak benim dizelerimi,
ve belki şöyle diyecekler: 'Bir yoldaştı O! '

Bu yeterli, arzuladığım taç işte bu.

İsterim ki, şiirim fabrikaların ve madenlerin kapılarında
toprağa, havaya,
zulme uğrayan insanın utkusuna değgin olsun.
İsterim ki bir genç ağırbaşlıca ve metallerle
bulsun yarattığım gücü bir sandık gibi, ve açtığında onu,
yüzyüze gelsin hayatla-
ve daldığında ruhu içine
bulsun sevincimi fırtınalarla kundaklanmış
dağ doruklarına götüren ansızın esen rüzgarları.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General

26 Eylül 2014 Cuma

Dans

Java’nın derinliklerinde, gölgelerin
bölgelerinde: burada duruyor aydınlanmış saray.
Duvarla birlikte büyümüş yeşil sırakemerlerin
arasından yürüyorum ve giriyorum
taht salonuna. Orada oturuyor hükümdar,
hastalıklı beyinli bir domuz, ve kirli bir erkek hindi,
kurdeleli nişanlarla süslenmiş, dekore edilmiş,
duruyor iki Hollandalı adamın arasında,
şüpheci bakışlı küçük hesapların adamları.
Ne kadar da iğrenç bir haşarat topluluğu, ne kadar da
tasarlanmış bir şekilde atıyorlar kürek kürek zehri
insanların üzerine!
Uzak ülkelerden gelen
rezil muhafızlar ve hükümdar orada
kör bir kurbağa gibi sürüklüyor
mantarsı etini ve sahte yıldızlarını
nalbantların küçük düşürülmüş vatanının üzerinden!
Fakat birden
sarayın derinliklerinden geliyor
on dansöz, suyun altında
bir düş gibi kayarak.
Her bir ayak
ulaştı kenardan, kırmızı balık gibi, ve açığa çıkardı
gecesel balı, ve sarı maskeleri
meshedilmiş ağır saçlarında taşıyordu
portakal çiçeklerinden yeni örülmüş bir çelengi.
Satrapın önünde durdular,
ve durdu onlarla birlikte müzik de,
kristal üst kanatların çağıltısı: bir çiçek gibi büyüyen
gerçek dans, geçici bir heykel yapan
o güzelim eller,
dalgalar ya da kamaşma gibi
topuklara inen tunika,
ve kutsal metalin
her bir güvercinsi hareketinde saklıydı
adalar denizinin usul uğuldayan havası, ilkyazda
ateş almış bir gelin ağacı gibi.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General
1929

4 Haziran 2014 Çarşamba

Ev

Hâlâ kokan yeni devrilmiş kerestelerden yapılmış
evim benim: handiyse devrilecek
sınırdaki ev, her adımda gıcırdıyor
ve fırtınanın parçası olan Antarktik havanın
savaşçı rüzgârında inliyordun, donmuş kanatları altında
şarkımın oluştuğu yabancı bir kuş.
Gölgeler gördüm, köklerimin etrafında bitkiler gibi büyüyen
yüzler gördüm, ağaçların gölgesinde
şarkılar söyleyen akrabalarım
ve ıslak atlar arasında ateş yaktım,
gizlenmiş gölgede kadınlar
terk etmiş erkeksi kuleleri,
ışığı kamçılayan dörtnalalar,
öfkenin bastırılmış geceleri, havlayan köpekler.
Toprağın karanlık şafağıyla kayboldu babam
düdük çalan treniyle
Tanrı’ya doğru hangi çaresiz adalar denizinde kim bilir?
Sonraları sevdim kömürün duman kokusunu,
petrolü, dingillerin o buz soğuğu düzenini,
ve o ağır tren yayıldı durdu dünyaya
kışın içinden, kibirli bir tırtıl gibi.
Birden titredi kapılar.
Babamdı bu,
Yolların yüzbaşıları çevirmiş etrafını:
yağmura bulanmış ceketleriyle demiryolu işçileri,
buhar ve yağmur onlarla gelirdi ve sarıp sarmalardı evi,
yemek odası vınlardı boğuk anlatılarla,
bardaklar boşalırdı,
ve bana doğru gelirdi kaygı, bu yaratıklardan,
acıların yaşadığı yalıtılmış bir kale gibi,
bu öfkeyle büzülmüş yara izi, parasız adamlardan,
yoksulluğun toprak grisi pençesi.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General

3 Haziran 2014 Salı

Eve Varış

Döndüm eve... Şili karşıladı beni
çölün sarı yüzüyle.
Acı çekerek dolandım
yanmış bozkır ayının kumlu kraterinde
ve buldum gezegenin en çorak bölgesini,
asmasız bu basit ışığı, bu kusursuz boşluğu.
Bomboş? Fakat bitkisiz, toynaksız, gübresiz
sere serpe açmıştı toprak çıplaklığını
ve uzakta uzun soğuk çizgisinde
kuşlar doğuyordu ve özenle oluşturuyordu göğüsleri.

Fakat daha çok uzaklarda altını kazıyordu insanlar sınırların,
sert metalleri çıkarıyorlardı, dağılmış çoğu
acı tahılın unu gibi,
başkaları ateşin terli yüceleri gibi
ve insanlar ve ay, her şey sarmaladı beni ölü çiyinde
düşlerin boş izini kaybedene dek.

Issızlık çekti beni tümüyle, ve cüruf insanı
çıktı mağarasından dışarı, sıyrıldı sessiz ıstırabından
ve anladım yitik halkımın acılarını.

Caddelerden ve bölgelerden geçerken ve konuşurken
gördüklerim hakkında, biliyordu halk toprak izini taşıyan
ağrılı ellerimi, korunmasız yoksulluğun
meskenleri, kuru ekmek ve unutulan ayın
yalnızlığı.

Ve yan yana çıplak ayaklı kardeşimle
geçersiz kılmak istiyordum kirli mangırların krallığını.

Takip edildim, fakat kavgamız devam ediyor.

Gerçekler aydan daha yüksekte durur.

Büyük bir gemiye bakar gibi bakıyorlar, madenlerin
adamları, durup geceyi gözlemlerken.
Ve karanlıkta paylaşılıyor sesim
yeryüzünün en katı ağaç gövdesi arasında.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General
1944

11 Ocak 2014 Cumartesi

Kuş Sapanı

Sevişme, galiba sevişme, güvensiz,
belirsiz:
ağzımda hanımelinin okşayışı,
yalnızlığıma karşı kara bir ateş gibi vuran
bir kaç örgü,
ve bunun yanı sıra: gecesel ırmak, gökyüzünün işareti,
uçucu, yağmur yüklü bahar,
yapyalnız, yolunu kaybetmiş alın, gecede
kendi zalim lalelerini vuran arzu.
Kendimi yok ederek soydum gök işaretlerini,
duyarlılığım sivrildi yıldızlara karşı,
lif lif bağladım ben bu buz soğuğu dokuyu
kapısız hava sarayında,
ah, yaseminlerinin boşuna saklamaya çalıştığı berraklığıyla
yıldızlı şefkat,
ah, sevişme gününde uzak çayırlarda
bir hıçkırık gibi açılan bulutlar,
çıplak yalnızlık bir buluta zincirli,
tapınılan bir yaraya, doymayan bir aya.
Beni adımla çağır, dedim galiba gül ağaçlarına:
o yalnız, o koyu lezzetin gölgesi
ve dünyanın her bir titreyişin ulaştı hemen adımlarıma,
o gizli köşe bekliyordu beni,
o biricik ağacın yüksek heykeli bozkırda:
dört yol ağzında dokundu her şey benim duyarsızlığıma
ve serpti adımı bütün baharın üzerine.
Ve o zaman, sen tatlı yüz, yaktın zambağı,
benim düşlerimde uyumayan sen, sen inatçı
madalya, bir gölgenin takip ettiği, isimsiz
sevgili, yalnızca çiçek tozlarının dokusundan oluşmuş,
kirli yıldızların üzerindeki alazlı rüzgârlardan oluşmuş:
ah sevişme, kendisini yutan bakımlı bahçe,
sende oluştu düşlerim ve yükseldi
karanlık ekmeğin ekşi mayası gibi.


Pablo Neruda
"Yo soy", "Canto General"den

9 Aralık 2013 Pazartesi

Meksika

Meksika, bir denizden öbürüne gördüm seni,
delik deşik olmuşsun
kendi demir grisi renginden, altında dikenli manastırların
yattığı dağlara tırmanırken, zehirli gürültüleri
büyük şehrin, akın akın gelen şairlerin
sinsi dişleri, ve ölülerin yaprakları
ve merdivenleri üzerine,
onulmaz sessizliğin ortaya çıkması gibi –
cüzamlı bir aşkın sonrasında kesilen parçalar gibi -,
duruyor yıkıntıların nemli parıltısı.

Fakat amansız sahra ordugâhından, utangaç
terden ve sarı mısırın mızraklarından
yükseliyor ortak kullanım
ve dağıtıyor anayurdun ekmeğini.

Başka zamanlar bölündü yolum
kireç dolu sıradağlarla,
Meksikalı derinin ağaç kabuğunu yaran
makineli tüfeklerin delik deşik ettiği fırtınalı rüzgârlardan dillerle,
ve ataerkil koruların altında
baruttan öpücükler gibi toplanmış
süvari sınıflarıyla.

Cesurca yok edenler
mülkün sınırlarını ve toprağı dağıtanlar
kanda fethedildiler
unutulan mirasçılar arasında -
Güney’in köklerine bağlı olan
bu ağrıyan parmaklar da
dokudu o mükemmel maskeyi,
çiçeklenen oyuncak ve tekstil endüstrisiyle
donattı ülkeyi.

En çok hoşlandığım şey – amansız
taşın şiddetini koruyan yüzlerin
yeraltından çıkarılmış yaşıydı,
ya da büyüyen gül, geçmiş günün
kanlı elleriyle yaratılmış.

Böyle dolaştım durdum ülkeden ülkeye,
geçti kendi bedenime bu Amerika toprağı,
ve damarlarımdan yükseldi zamanın
dinlenen unutuşu, ta ki onun lisanı
bir gün ağzımda titreyerek duruncaya dek.


Pablo Neruda
"Yo soy", "Canto General"den
1940

7 Aralık 2013 Cumartesi

Meksika’nın Duvarları Üzerinde

Irmaklar boyunca uzanıyor ülkeler,
arıyor o yumuşak memeyi, gezegenin dudaklarını,
sen Meksika, ulaştın alıç dikeninin yuvasına,
kanlı kartalın ıssız yüceliklerine,
yabanıl savaşçı ordusunun balına.

Başkaları bülbülü aramıştı ve bulmuşlardı
dumanı, vadiyi, insan derisi gibi yöreleri:
sen Meksika, gömdün ellerini toprağın derinine,
vahşi bakışla büyüdün taşta.
Ağzın değdiği zaman çiğdemin gülüne
dönüştürdü gökyüzünün kırbacı onu sızılara.
İki denizin dalgalanmış köpükleri arasında
bıçaklardan bir rüzgâr gibiydi kökenin.

Göz kapakların açıldı hiddetli bir günün
kabaran gelinciklerinde,
ve yayıldı kar canlı ateşin sende mesken kurduğu
o müthiş eserinde senin.

Tanıyorum senin nopala-armağanlarından tacını
ve yeraltı biçimlerini biliyorum,
Meksika, biçimleniyor köklerinin dibinde
toprağın saklı suyundan
ve madenlerin kör metalinden.

Ah toprak, ah parıltısı
kalıcı ve sert coğrafyanın,
Kaliforniya denizinin dağılmış gülü,
Yucatán’ın hiddetle söylediği o yeşil şimşek,
Sinaloa’nın sarı sevdası,
Morelia’nın kızaran göz kapağı
ve kalbimi endamına zincirleyen
sonsuz çizgisi baharatlı agave ağacının.

Velvelelerden ve kılıçlardan oluşan yüksek Meksika,
gece daha büyükken dünyada,
böldün mısırın beşiğini insanlar arasında.
Yükselttin elini doluyken kutsal toprakla
ve bıraktın insanların arasına
ekmekten ve rayihadan yeni doğmuş bir yıldız gibi.
O zaman barutun ışığında görmüştü köylü
kurtarılmış toprağını
filizlenen ölülerin üzerinde parıldadığını.

Morelos için şarkım. Düştüğünde
onun delici ışıltısı,
toprağın altında bağırmak için
küçük bir damla almıştı, kendi kanıyla
dolsun diye kupa, ve kupadan fışkırdı bir ırmak
Amerika’nın sessiz kıyılarının hepsini kaplayana
ve gizemli gücünde boğana dek.

Cuauhtémoc için şarkım. Onun
ay akrabalıklarını hissediyorum
ve işkence görmüş tanrı gibi güzel gülüşünü.
Neredesin şimdi, eski zamanların kardeşi,
kaybettin mi yoksa o uysal direncini?
Neye dönüştürdün kendini?
Nerede yaşıyor ateşinin mevsimi?

Yaşıyor o bizim karanlık ellerimizin derisinde,
yaşıyor o kül grisi buğdayda:
gecesel gölgelerin ardından,
şafağın asmaları dağılırken,
açıyor Cuauhtémoc gözlerinin uzak ışığını
yaprağın yeşil hayatı üzerinden.

Cárdenas için şarkım. Oradaydım,
gördüm Kastilya’nın isyanını.
Hayatın kör hiddetli günleriydi.
Dayanılmaz acılar zalim dallar gibi
yaralamıştı taciz edilmiş anamızı.

Terk edilmiş üzünçtü, sessizliğin duvarı,
ihanet ettikçe, saldırdı ve yaraladı
şafaklardan ve defnelerden oluşan bu vatanı,
O zaman sadece Rusya’nın kızıl yıldızı parlıyordu
ve insancıl gecede
Cárdena’nın bakışı.
General, Amerika’nın Başkanı, bu şarkıyı
sana sunuyorum
İspanya’dan toparladığım parıltının
küçücük bir parçası.

Meksika, kapılarını ve ellerini açmıştın
gezgine, yaralıya,
mülteciye, kahramana.
Sadece bu şekilde anlatılabilir,
ve ben isterdim
sözcüklerim yeniden yapışsın öpücük gibi duvarlarına.
Açmışsın savaşan kapılarını ardına dek
ve ışıltılı tacın dolmuş yabancı oğullarla,
sert ellerinle kavradın
oğlunun yanaklarını,
sanki dünyanın gözü yaşlı fırtınası doğurmuş gibi seni.

Burada bitiriyorum, Meksika,
burada bırakıyorum el yazımı
şakaklarının üzerinde
silsin diye zaman bu yeni söylevi
seni, özgürlüğünü ve derinliğini seven birinin saçtığı.
Elveda diyorum, ama gözden yitmiyorum.
Gidiyorum, ama elveda
diyemiyorum.
Çünkü hayatımda yaşıyorsun ey Meksika,
yolunu şaşıran bir kartal gibi damarlarımda dolanıyorsun,
ve önce ölümün kanatlarını açması gerekiyor bir kez
uyuyan asker kalbimin üzerinde.


Pablo Neruda
"Yo soy", "Canto General"den
1943

21 Ekim 2013 Pazartesi

Ölmek

Bir çok kez doğmuşum, ezilmiş yıldızların
derininden, yeniden yaratırken
ellerimle bütünleşmiş sonsuzluğun ipini,
ve şimdi öleceğim tekrar, toprak olacak bedenimi örten
biraz topraktan başka hiçbir şey almadan yanıma.

Ne rahiplerin sattığı bir parça gökyüzü
aldım, ne de metafizikçilerin
yararsız zenginler için yarattığı
karanlığı selamladım.

Beni bekleyen bir giysi gibi
ellerimde kendi ölümüm, sevdiğim renkte,
bir zamanlar boşu boşuna aradığım ölçüde,
gereksinimim olan derinlikte.

Sevda tüketildiğinde somut özünde
ve kavga dağıtırsa çekiçlerini
başka ellerin birleşmiş gücü arasında
gelir ölüm ve siler
senin sınırlarını belirlemiş damgaları.


Pablo Neruda 
"Yo soy", "Canto General"den

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Savaş

Uykuyla kundaklanmış, İspanya, uyanmaktasın
başaklı bir yele gibi,
gördüm senin çiçek açışını, belki alıç dikeniyle
karanlık arasında, sen ey köylü kadın,
makilerle dağlar arasında gezinen
ve açık damarlarla havada dolaşan.
Fakat gördüğüm zaman seni sokak köşelerinde
ırzına geçmişti kaşarlanmış haydutlar. Maskeli dolaşıyorlardı
engerekten yapılmış haçlarıyla
ve ölümün buz soğuğu bataklığına gömmüşlerdi ayaklarını.
Gördüğümde senin derinin dikenlerle soyulduğunu,
bedenin ezilmiş yatıyordu, dünyasız,
kavganın kanlı meydanında boylu boyunca,
delik deşik edilmiş, ölüm mücadelesinde kaskatı.
Ta bugüne kadar akıyor kayalıklarından sular
hapishanelere, ve sen taşıyorsun
dikenden tacını sessizlikle:
göreceğiz en uzun kim dayanacak, senin acıların mı
seni dikkate almadan geçip giden yüzler mi yoksa.
Senin tüfeklerinin şafağıyla yaşadım ben
ve istiyorum ki halk ve barut
yeniden sallasın saygısızlık yapılan bu süslü eseri,
düşler titreyip yeryüzünün
eşitsiz paylaşılmış yemişleri birbirini bulana dek.


Pablo Neruda
"Canto General"den "Yo Soy"
1936

20 Ağustos 2013 Salı

Savaşan İyilik

Fakat caddelerde almamıştım ben bu ölü iyiliği,
geri çevirdim onun iltihaplı sukemerlerini
ve dokunmadım onun kirli denizine.

İyi olanı bir metal gibi çıkardım, kazdım
harap gözlerin arkasından,
ve kaldırılmış kılıçlar arasında doğmuş yüreğim
yaralar arasında büyüdü.
Hakir görerek çıkmadım ortaya, fırlatmadım
toprağı ve bıçağı insanlar arasına.
Hakaret ya da zehir dağıtmak değildi
benim işim.
Buz soğuğu kırbaçlar derisini ütülesin diye
silahsız olanı zincirlere vurmadım ben,
eldivenli ellerimle pusuda
beklemedim ben düşmanımı alanda:
yalnızca köklerimle büyüdüm ben,
ve toprakla,
direğimin büyümesine izin vermişti,
saklanmış solucanları ifşa etmişti toprak.

Pazartesi ısırmaya geldi beni,
ve bazı yapraklar verdi bana.
Salı küçümsemeye gelmişti beni,
ve ben uyumaya devam etmiştim.
Sonrasında Çarşamba kızgın dişleriyle geldi.
Kökler oluştursun diye gitmesine izin verdim,
ve dikenli ve kepekli
zehirli siyah bir mızrakla geldiğinde Perşembe,
bekliyordum onu şiirimin ortasında
ve bir üzüm salkımıyla yardım onu dolunay altında.

Gel haydi ve bu kılıçta parçalan!

Gel haydi ve uzmanlık alanımda parçalan!

Gel haydi sarı ordularınla
ya da kükürt kokan hevenklerinle!

Gölgeleri tüketeceksiniz ve çanların kanı
şarkımın yedi kumulu altında. 


Pablo Neruda
"Canto General"dan "Yo Soy"

4 Temmuz 2013 Perşembe

Sınır

Gördüğüm ilk şey ağaçlardı, yabanıl
çiçeklerin muhteşem güzellikleriyle süslenmiş yarıklardı,
nemli çayırlardı, alazlanan ormanlardı,
ve dünyanın son noktasındaki benzersiz kışlardı.
Çocukluğum ıpıslak ayakkabılardı, sık ormanda devrilen
çürüyen ağaçlardı, sarmaşıkların ve böceklerin yuttuğu,
başaklarda ışıldayan günlerdi
ve demiryollarının geniş dünyasına giden
babamın altın sakallarıydı.

Evimizin yanına derin çatlaklar açmıştı
Güney’in suyu, kederli balçıktan oluşan bataklıklar,
sanki yaz dokuz aylık buğdayın ağırlığı altında
yük arabalarının inleyip zorlandığı
sarı bir bataklıktı.
Güney’in güçlü güneşi:
yolların alaz kızılı kumları üzerindeki
kütük tarlaları, toz bulutları,
muhteşem ırmak yatakları,
öğle saati balının ışıldadığı
tarlalar ve ağıllar.

Toz grisi dünya yavaş yavaş daldı
barakaların içine,
çıraların ve halatların arasına
fındıkların kırmızı özüyle dolu silolarda.

Kendimi yazın aşırı sıcağında buldum
tepeleri tırmanan hasat makineleriyle birlikte,
makilerin arasından fırlayan
ve kökü kolay kazılamaz
toprağın çalılık topluluğu üzerinde,
yapışıyor tekerlere çiğnenmiş et gibi.

Çocukluğum uçuşuyor iklimlerin arasından: rayların
arasından, yeni devrilmiş ağaçlardan yapılan bekçi evinde,
davarla ve elma ağaçlarının özlem dolu kokusuyla
kısmen çevrilmiş, şehir dışındaki o evde
yaşadım ben, zayıf bir çocuk,
soluk bedeni insansız ormanlarla ve silolarla örselenmiş.

Pablo Neruda
"Yo soy", "Canto General'den"
(1904)

20 Haziran 2013 Perşembe

Şarap

İlkbaharın şarabı. Hasadın şarabı. Yoldaşlar,
tropik yaprakların düşeceği bir masa verin bana,
ve bırakın dünyanın büyük ırmaklarının benzi atsın
ve çağıldasın uzağında şarkılarımızın.
İyi bir yoldaşım ben.

Bu eve senin varlığından bir parça koparmak için
girmedim. Tam tersine alıyorsun
benden bir parçayı giderken sen, alıyorsun
kestaneleri, gülleri ya da seninle paylaşmak istediğim
güvenliğini köklerle taşıtların, yoldaş.

Benimle birlikte şarkı söyle kupalar taşıncaya
ve masada müsrif bir eflatun bırakana dek.
Bu bal topraktan, karanlık üzümlerinden
ulaşacak ağzına.

Nasıl da özlüyorum onları, şarkının gölgelerini,
sevdiğim ve alnımı önlerinde eğdiğim yoldaşları,
o benzersiz hayatımı, uyguladığım erkeksi bilimi,
kaba şefkatin koca ormanı arkadaşlığı bıraktığım zaman.

Elini ver bana, görelim birbirimizi,
çok basit, çıplak bir bitkinin kokusundan gayrı
başka şey arama sözcüklerimde.
Niçin bir işçiden daha fazlasını bekliyorsun benden?
Biliyorsun halbuki vura vura oluşturdum
gömülmüş aletimi
ve yalnızca kendi dilimin lisânını konuşacağım.
Bilge kişilere başvur, eğer memnun etmiyorsa rüzgâr seni!

Toprağın gürültücü şarabıyla şarkı söyleyeceğiz gene de,
Hasadın tasıyla kadeh tokuşturacağız,
ve varolmayan ırmakların aşk dilinde
tapınılan anlamsız dizeleri
tutkuyla iletecek gitar ya da sessizlik.


Pablo Neruda
"Yo soy - Canto General'den"

2 Mayıs 2013 Perşembe

Yaşayacağım

Ölmeyi düşünmüyorum. Çıkıyorum şimdi dışarı
volkanlarla dolu bu günde,
kitlelere gidiyorum, hayata.
Düzene koydum bütün işlerimi,
bugün dolanırken haydutlar kucaklarında
'batı kültürü' ile,
İspanya'da ölüm kusan elleriyle
ve salınırken Atina'daki darağaçları ile
Şili'yi yöneten alçak.
Ve işte bütün takım taklavat!
Burada kalıyorum
sözcüklerle ve halkla ve beni yeniden
bekleyen yollarla ki yıldız ışığı ellerle
çekiçliyorlar kapımı.


Pablo Neruda
(1949)
'Yo soy' / 'Canto General'den