Şiir, Sadece: 2016-10-30

5 Kasım 2016 Cumartesi

Karlar Arasında

Yavaş yavaş çıkıyorum dağ yolunu. Uyuyor
Ak mantosu altında ormanın sayısız varlıkları.
Ne ak ve temiz bir gün! birdenbire karda
Güneşin ışıkları tutuşturuyor elmasları.

Sen uzaktasın, bir başka ülkede - garip kimsesiz.
Zaman ağır çığını yığdı arasına ikimizin.
Yarın, barış içinde, yeni bir gün başlayacak
Ve dünya yeni bir mutluluğa doğru yol alacak.

Ama biz, müthiş bir depremle ayrı düşmüşüz,
Ve atılmışız ayrı dünyalara, birleşmeyen yollardayız,
Sisli ve felaket günler boyunca dolaştıktan sonra
Bu müthiş yıkıntılarda acıyı tattıktan sonra.

Bir köprü bulacak mıyız geçmeye, ellerimiz açık,
Büyük uçurumun üzerinde buluşacak mıyız,
Yüzlerimizde acının birbirinden derin yaralarıyla
Her şeyin sona erdiği bir kıyamet gününde?

Hep inip çıkacak mıyım dağ yollarını böyle yalnız
Sisler vadisinden geçen eski bir bilge gibi?
Gün serin ve parlak olacak ve kar parıl parıl
Ve sen, çok uzaklarda, yabancı, unutacaksın belki beni.


Elizaveta Bagriana
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Torun Kızı

Portreleri yok bende atalarımın
Ne de soy kütüğüme ilişkin kitaplar
Bilmiyorum türkülerini onların
Yabancıdır bana gittikleri yollar.

Fakat ateşli şakaklarımda benim de
O kara, isyancı kandır atan.
Ve adına aşk denilen o uçurumun
Odur beni ucuna iten.

Büyük ninem, sıcak kanlı, civan
İpek bir yaşmak gözlerinin altında
Kaçmadı mı bir geceyarısı
Tutkudan eriyen bir yabancıyla?

Kuzgundan kara o küheylanı
Anımsar Tuna boyu bahçeleri
İkisini de yatağandan
Rüzgar kurtarmıştı, silip izleri ...

Belki de bundandır çarpması yüreğimin
Kırlar üzerinde bağırınca kuğu.
Uzak, mavi kıyı çizgisini sevişim
Ve kırbaç altında at koşusunu ...

Nasıl bir insanım, ben de bilmiyorum!
Bildiğim sadece, ölsem de yitsem de
Senin kızınım ben ey sevgili toprak
Ey eski Bulgar toprağı, yurdum.


Elizaveta Bagriana
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Çelişki

Benim hüznüm tek düze bir yağmurdur,
Tan vaktine kadar çınlar camlarda.
Ayın parıltısıdır bazen
Saçlarımı sarar
Uykularıma girer
Kaynağıdır
Dingin gözyaşlarının...

Ama, gün doğar doğmaz,
Açınca ben pencereleri -
Kanat açar doğan güne karşı.
Ah! Gençlik, iş ve güneş dolu günler.
Bir kuş geçer başımın üzerinden

Kanatlarını duyarım,
Neşeli gençler yolda çevirir beni,
Hızlı hızlı yürürüm onlarla,
Ve bir çocuk bakışıyla karşılaşsam
Yıkanırım onun aydın kaynağında.

Ama hüznüm de geri döner
Gece iner inmez
Hep aynı,
Hep benim bir parçam,
Ve anlarım ki mümkün değildir
Güneşsiz ve hüzünsüz
Benim var olmam.


Dom Gabe
Çeviren: Özdemir İnce

Gölgeler

Derin gecede görüyorum görüntülerini
iki gölgenin, ayakta, beyaz bir perde üzerinde.
Gecede iki gölge... Yalnız ve yüzyüze.
Bir lamba yanıyor arkasında bu ekranın.
Yalnız ve delice arzulayan birbirlerini
birbirlerine can atan
orada, bir erkek gölgesi ve bir kadın.

Uzatmışlar başlarını acıyla birbirlerine
bir şey var fakat engelleyen anlaşmalarını.
Fısıldaşıyorlar belki, nedir korktukları?
Boşuna uzanmış birbirlerine kolları:
Canlı arzularına karşın dokunamıyorlar birbirlerine
Karşı karşıya, yüz yüze, duruyorlar öylece.

Fısıldaşıyorlar belki ve belki eğilmişler
haykırarak bile anlaşamayacaklar ama ...
gecede iki gölge, ayakta, önünde bir ışığın ...
Anlaşamayacaklar, dokunamayacaklar birbirlerine
yalnız ve delice arzulayarak birbirlerini
orada, bir erkek gölgesi ve bir kadın.


Peyo K. Yavorov
Çeviren: Ataol Behramoğlu

4 Kasım 2016 Cuma

Vasil Levski'nin Asılışı

Anam benim, doğduğum, sevdiğim toprak
Neden ağlamaktasın böyle acı, böyle zavallı?
Sen ey iğrenç karga, lanetli kuş
Üstünde gakladığın kimin mezarı?

Ağlıyorsun anam, biliyorum neden:
Tutsaksın, ezilmektesin bir kuru ekmek uğruna;
Senin temiz sesin, elemini söyleyen
Umutsuz bir sestir, ıssız bozkırda.

Ağla! Çünkü orada, yakınında şu Sofya kentinin
Yükselmede bir darağacı kocaman kocaman
Orada Bulgaristan, en yiğit oğlun senin
Sarkmada sarkmada darağacından

Gaklıyor karga, iğrenç, yabani,
Uluyor kurtlar, köpekler koşuşuyor çılgınca
Yaşlılar imdada çağırıyor tanrılarını
Kadın hıçkırıklarına, bir çocuğun feryatlarına.

Kış kem şarkısını uğulduyor
Ovada savruluyor yelin sürüklediği devedikenleri
Soğuk ve ayaz ve ıssızlık ağlıyor
Yığarak yürek acısının derin birikintisini...


Hristo Botev
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Şiir

Bir ağaç ölür
Mevsimleri
Artık tanıyamazsa
Ve hiç yankı yapmazsa.

Su ölür unutursa
Ne yöne gideceğini
Ve susuzluğu gideremezse.

Toprak ölür üretemezse
Artık ekinlerini ve
Yeni türküler sunamazsa ışığa.

İnsan ölür yitirirse
Mucizeler yaratma hünerini
Ve yaşama isteğini.


Maksim Tank
Çeviren: Yusuf Eradam

Şiir

Aradığın zaman
Hemen yanıtlamazsam
Lütfen azarlama beni.

Genellikle omuzlarımda
Yorgun kuşlar dinlenir- 
Rahatsız etmek istemem onları.

Genellikle gözlerimin önünde canlanır
Eski - ölmüş dostlarım,
Ve ben onlarla söyleşirim.

Genellikle dudaklarım uyuşur
Bir türküye duyduğum susuzluktan,
Ve sonra dilsizleşirim,
Söyleyemez olurum adını.

Ne olmuş
Palton buradaysa?
Genellikle uzaklardayım ben
Naroch çam ağaçları arasında gezinirim
Gece gündüz,
Ve hep oradadır
Bütün acılarım,
Neşem
Ve düşüncelerim.


Maksim Tank
Çeviren: Yusuf Eradam

3 Kasım 2016 Perşembe

Amsterdam Limanında

Amsterdam limanında
Türkü söyler tayfalar
Düşlere dalmışlar
Engin açıklarda
Amsterdam limanında
Uyuyan tayfalar var
Flamalar gibi
Bungun kıyılarda
Amsterdam limanında
Tayfalar var can veren
Bira dolu ve keder
Gün ışığında
Amsterdam limanında
Tayfalar da var doğan
Okyanusça büyük
Can sıkıntısından

Amsterdam limanında
Yemek yer tayfalar
Bembeyaz örtüde
Işıldar balıklar
Öğütür yazgıyı
O güçlü dişler
Bölebilir ayı
Halatları da yer
Morina kokusu
Sinmiş flritlerden
İri elleriyle
İsterler yeniden
Sonra tayfun gibi
Kalkarlar gülüşerek
Çekip fermuarı
Çıkarlar geğirerek

Amsterdam limanında
Tayfalar var dans eden
Sürtüp karınlarını
Karnına kadınların
Dans eder ve dönerler
Gezegenler gibi
Acılı sesinde
Bir akordeonun
Basarlar kahkahayı
Dönerek dört bir yana
Akordeon verene
Kadar son nefesini
Sonra bir çalımla
Sonra bir gururla
Her biri bir yosmayı
Takıp gider koluna

Amsterdam limanında
Tayfalar var içen
İçerler, bir daha
İçerler, yeniden
İçerler sağlığına
Amsterdamlı kızların
Hamburglu, başka yerli,
Yani tüm kadınların
Bedenlerini sunan
Ve de erdemlerini
Bir altın liracığa;
Ve zom olduklarında
Yıldızlara sümkürür
Ve işerler üstüne
Vefasız kadınların
Nasıl ağlıyorsam ben

Amsterdam limanında
Amsterdam limanında


Jacques Brel
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Zangra

Zangra derler adıma ve teğmenim
Ovaya tepeden bakan Belenzio kalesinde
Beni kahraman yapacak düşmanı bekliyorum
Beklemekten canım sıkılıyor bugün de
Kızlar sürüsünü görmeye gideceğim burca
Aşk düşlüyor onlar ve atlarımla beni

Zangra derler adıma ve yüzbaşıyım şimdi
Ovaya tepeden bakan Belenzio kalesinde
Beni kahraman yapacak düşmanı bekliyorum
Beklemekten canım sıkılıyor bugün de
Kalkıp Consuelo'yu görmeye gideceğim burca
Aşktan söz ediyor o ve atlarımla bende

Zangra derler adıma komutanım artık
Ovaya tepeden bakan Belenzio kalesinde
Beni kahraman yapacak düşmanı bekliyorum
Beklemekten kanım sıkılıyor bugün de
Kalkıp Don Pedro ile içmeye gideceğim burca
Aşklarım için içiyor o, benim atlarım için

Zangra derler adıma yaşlı bir albayım
Ovaya tepeden bakan Belenzio kalesinde
Beni kahraman yapacak düşmanı bekliyorum
Beklemekten canım sıkılıyor bugün de
Kalkıp dul Pedro'yu görmeye gideceğim burca
Aşktan söz ediyorum, o da atlarımı anıyor

Zangra derler adıma kocamış dünkü general
Ovaya tepeden bakan Belenzio'dan ayrıldım
Beni kahraman yapamayacak düşman artık orada


Jacques Brel
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Dik

Yağmurların soluksuz boşandığı günleri
Yağlı sokak taşlarının, pırıltılı tüfeklerin
Ağu kelimelerin
Kapıların kilitlerin gıcırdadığı günlerdi.

O bütün bir kıt'ayı sarmış yaprakları vardı
Yapraklar savrulurken kente kayıtsızlıkla
Parmaklar arkasında o vardı
Soluk ve sessizliğin külrengi saçlarıyla

Gülümserdi. Işıl ışıl gözleri
Gözleri yolculuğun karşı kıyılarında
Bilir-bilmez, ertesi gün ölecekti
Gülümserdi yaşı belirsiz gözleri

Utancın insanlardan utandığı günlerdi
Bir limandı hapishane köşesi -
- Hücreler adamlara, yaşayan adamlara.

Ve o dimdik yürüdü... hala dimdik yürüyor.


Philippe Jones
Çeviren: Güngör Tekçe

2 Kasım 2016 Çarşamba

Şenlikler

Mavileştikçe gökyüzü
Tanıyorum miskinliğini
Güneş altındaki boş alanların
Bütün sevda şenlikleri
Sıkıntı işkencesinin arkasında

Evcilleştirmek için sıkıntının dilini
Dinliyorum, uğultusunu denizden çalan
Doymuş devinimini kalabalıkların

Cinsel resimlerin koruyucusu
Yedi bin pencereli aynalar
Kentin kara işlerini yansıtıyorlar.



Albert Ayguesparse
Çeviren: Özdemir İnce

Doğacaka Yaşam Üzerine

Yorganın altındaki yüzde
Burnun ucunda kurumuş kan
Haber veriyordu felaketi

Kimse bilmiyordu nereden sızdığını
Paslı karyolanın çevresindeki
O güneşli gölge soluğunun

Can çekişmenin eksik hırıltısı
Dolduruyordu, zamanın yükselişine
Kapısını kapatmış odayı

Doğacak yaşamın bütün sevecenliği
Kaçıp gidiyordu açık avuçtan.


Albert Ayguesparse
Çeviren: Özdemir İnce

Ezgi

Daha, hele daha sıkın parmaklıkları,
Hala umut falan sızıyor aralıktan!
Gökyüzü mü? Fazladır böyle çarşaf çarşafı:
Bir kıymık ışık yeter, ama şımartmadan.

Artık uslu uslu otursunlar yerlerinde.
Canları isterse kendi düşlerini yesinler!
İçecek mi? Mürekkep uygundur bence;
Maymun suratları böyle şenliği sever.

Bence, ilkin şu ezgiyi tepelemelisiniz!
Bir şey duyulmuyor mu? ben duyuyorum,
Korkunç türküsü bu ilkyazın, biliniz,
Yüreklerinden fışkırıyor, evet, görüyorum;

Gördükçe kuduruyorum! Hepsi daraağacına:
Terziler! iyice dikin şu ağızları,
Geciktirmeden indirin umudun boynuna,
Görüyorum, yüreklerinden fışkırıyor umutları.


Geo Norge
Çeviren: Özdemir İnce

1 Kasım 2016 Salı

Şarkı

Bir gün döner gelirse
Ona ne söylemeli?
- Dersin ki bekleyerek
Kapadı gözlerini.

Ya yine o sorarsa
Beni hiç tanımadan?
- Belki bir derdi vardır,
Ona kardeşçe davran.

Nerde diye sorarsa
Ne cevap vereyim ben?
- Ver altın yüzüğümü
Hiçbir şey söylemeden.

Ya derse ki salonda
Neden yok hiç kimseler?
- Açık kalmış kapıyı
Sönmüş lambayı göster.

Ya o zaman derse ki
Nasıl oldu ölümü?
-·Belki ağlar, korkarım,
Söylersin güldüğümü.


Maurice Maeterlinck
Çeviren: Suut Kemal Yetkin

Kadın

Sonra derken bir kadın çıkagelir,
Ve o zaman seversin bu kadını,
Sonra derken bir kadın çıkagelir
Ve o zaman gürleşir gözyaşları,

Neyin var neyin yok verirsin ona
Elinde avucunda, yüreğinin tahtında
Neyin var neyin yok verirsin ona
Ve o zaman gürleşir gözyaşları

Sonra derken bir kadın çıkagelir
Sevmeye adanmış dudaklarıyla birlikte
Sonra derken bir kadın çıkagelir
Etiyle kemiğiyle, bütün güzelliğiyle,

Giysileri vardır göstermek için onu
Bütün balkonlarda, bütün taraçalarda
Giysileri vardır göstermek için onu
Gelip geçenlere ve bütün dünyaya,

İşte geliyor o beklediğin kadın
Öpüşlere ayarlamış bütün hayatını
İşte geliyor o beklediğin kadın
Yaşamak ve şenlendirmek için yaşamını.


Max Elskamp
Çeviren: Özdemir İnce

Gizemli Yolculuğumdan

Yaptığım o gizemli yolculuktan
Tek bir görüntü kaldı senden bana,
Ve bir de bir şarkı hepsi bu kadar:
Güller getirip eşiğine sunmuyorum sana,
Çünkü dokunmadım dünyanın varlıklarına,
Onlar da yaşamayı seviyorlar.

Ama senin için yalımlanan gözlerimle,
Baktım gökyüzüne, baktım dalgalara,
Korlaşan ateşe ve rüzgara baktım,
Baktım dünyanın bütün harikalarına
Daha iyi görebilmek için seni
Var olan bütün gölgelerinde akşamın.

Seni daha iyi duymak için sesler arasında
Kulağımı dünyanın bütün seslerine dayadım
Dinledim dünyanın bütün şarkılarını
Bütün mırıltıları, fısıltıları dinledim
Sessizlikte yaşayan aydınlığın dansını.

Öğrenmek için ezberlemek için nasıl
Dokunulur titreyen memelerine ve ağzına,
Düş görürmüş gibi koydum işte, bakın,
Parıldayan suyun üzerine, ölümsüz ışığa,
Titreyen ellerimi ve korlaşan ağzımı.


Charles Van Lebergue
Çeviren: Özdemir İnce

31 Ekim 2016 Pazartesi

Açlık

Korkunç açım:
karnımın derinliklerinde açlık
gövdemin enlem ve boylamında
Her an duyuyorum,
acımasız tırnaklarıyla tırmalıyor beni;
dayanılmaz acılar içindeyim.
Hoşnut olabilirim
şöyle günde doğru dürüst iki kez yesem.
Başka bir dileğim yok kesinlikle.
Çok insan başka şeyler de ister.
Bir ev ister, araba, para.
Biraz da açlık şan olsun diye.
Benim isteklerim pek fazla değil.
Pek az şey istiyorum.
Yemek istiyorum.
Bir yangın hissediyorum
karın boşluğumda.
İstediğim şey sıradan ve basit.
Pirinç istiyorum
ister soğuk olsun ister sıcak
önemli değil
ister soğuk olsun ister sıcak.
İki kez yernek yesem,
inanın bana,
vazgeçebilirim bütün arzularımdan.
Haksız arzularım yok.
Cinsel açlığı bile çıkardım aklımdan.
Davet eden bir gövdeye sarılmış
sari de istemiyorum
kabarmış bir göbeği açıkta bırakan,
Sari'ye sarılmış gövdeyi de istemiyorum.
Canı isteyen sahip olsun ona
istemiyorum bu tür şeyler
söyledim ya.
Bu isteğimi yerine getirmezseniz ama
başınız belaya girecek
krallığınızda.
Yanlışın haklısını
kötünün iyisini
bilmez aç insan,
ne yasa, ne kural, ne töre tanır.
Parçalayacağım hiç duraksamadan
ne bulursam önümde ve ardımda.
Hiçbir şey kurtulmayacak
hepsi gidecek birer birer
dişlerimin arasına.
Ve siz de çıkacak olursanız karşıma
lezzetli parçalara dönüşeceksiniz
devsel açlığın karşısında.
Aç mide duymazsa
ve izin verilirse büyümesine
felakettir işin sonu inanın bana.
Önüme ne çıkarsa
ne görürsem
gövdeye indireceğim birer birer
çalıları, ağaçları
gölleri, ırmakları
köyleri, kentleri,
kaldırımları, su borularını,
sokaklarda yürüyen insan yığınlarını,
kadınların bacaklarını, kalçalarını,
iaşe bakanını, bayrağı dalgalanan makam otomobilini.
Hiçbir şey, hiçbir şey
elimden kurtulamayacak.
Bana yiyecek bir şey ver, alçak,
yoksa yiyeceğim haritayı bile açlığımdan.


Rafik Azad
Çeviren: Özdemir İnce

Özgürlük

Tan ışığı düştü yıkımın kalıntıları üzerine.
Bana her sabah kahvaltımı getiren
lokanta garsonunu gördüm
uzanıp yatmıştı bir üçyol ağzında
gömleği kana bulanmış.
Yıkılmış çarşıyı pazarı gördüm.
Sessizdi başkent
ama bütün gövdesiyle direndiğinin belirtileri vardı.
Bütün evler bomboş, insansız.
Herkes ayrılacaktı kentten
(gerçekten de göçüyordu insanlar sürüler halinde)
ama aramızdan kalanlar olacak dokunmak için parmaklarıyla
yıkıntı yığınlarına,
kalacaklar, bütün yaşamları bizim olan bu yurt toprağında,
cesetleriyle yan yana bizim insanlarımızın;
ve bir gün ona tekrar kavuşmak umudunu saklayacaklar.
Gözyaşlarımı dünyanın en eski kayasında topladım,
bir zamanlar o ilkel silaha dönüşmüş olan kayada;
ve yürüdüm 27 mart sabahı boşaltılmış barikatlar boyunca
o korkunç zeytin kamyonlarının kısır sevincinden habersiz.
Böyle bir taşla paramparça oldu uykusuz kemanım.
Tanyeri ışığında
Kavşağa uzanmış Bangladeş'in yıkıntılarını gördüm,
ve umut içinde büyüyen şu delikanlıyı gördüm
kendi tutkusunun telleriyle çalgı çalan delikanlıyı,
kana bulanmış gömleğiyle upuzun yattığını gördüm,
Bizim yazgımız mı bu? Bu yaldızlı yıkıntılar,
kana bulanmış gömlek bütün yaşamımız
şu kırık keman?
Yıkıntılardan, öğle güneşi altında, kırık tuğla topluyordu,
cam ve demir parçaları, tahta parçaları,
teneke parçaları, parçalanmış kumaşlar,
usta bir büyücü gibi kullanılmış tırnaklar,
ve ateşkes başlamadan önce, az önce,
bir acemi elin titreye titreye yazdığı bir sözcüğün harflerini:
adı Ö-Z-G-Ü-R-L-Ü-K olan sözcüğün harflerini.


Şahid Kadri
Çeviren: Özdemir İnce

Ayrılık Girdi Araya

Senden ayrıldım sevdiğim
arkamda bıraktım seni
eski bir kilim
yağlı yastıkla
arkamda bıraktım seni
harabe bir kulübede
iki çatlak tava bir sepet
ve paslı kürekle
yakınında köyüm
bataklıkta

Ayrılık girdi araya yarim
ayrılık
son yemeğimi
yabani yerelmalarını getirdiğinde önüme
hüzünlü yüzünle nasıl bakıştı öyle
bir noktaya takılıp kalan gözlerime
elini sallarken
kovalamak için sinekleri
seyrettim
bahçedeki aç köpeği
günün aydınlığıyla daireler çizen
kargaları
leke gibi duran sessiz gözyaşlarını seyrettim
elbisende
arkamda bıraktığımda seni

Bir bilsen
neler söylemek geçmişti içimden
birkaç kuruş bırakmak istedim
sana
söylemek istedim
Manşi Evi ilgililerine
bir iş vermelerini sana
bırakmak istedim
yalnız eski elbisenle sarmasın diye
poşumu bırakmak istedim sana
hiçbirini bunların ama
ne söyledim ne de yaptım
seni öylece arkamda bıraktım

Nisan ortasında
yandı köy
silip süpürecek
taşkın muson rüzgarları
kapı kapı iş aramak sonra
aptallık olacak
yolculuk var kasabaya
umarak
maişetimizi çıkarmayı
ayrılmak zorundayım
çok uzaklarda
yaşamayı umut ederek
sıra sıra dağlar

Ah canım
ayrılık
bu
ayrılık girdi araya


Davud Haydar
Çeviren: Tavus Hüsameddin