Şiir, Sadece: Louis Aragon
Louis Aragon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Louis Aragon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Temmuz 2017 Cumartesi

Gözyaşları da Benzer

Çiniden meleklerin bozbulanık göğünde
Bozbulanık göğünde boğuk hıçkırıkların
Mainz'da geçen günleri birden anımsadım mı ne
Hani şu simsiyah Renae ağladığı perikızlarının

Bir sokağın dibinde bazen bir asker bulunurdu
Kim bilir kimin öldürdüğü bir bıçak darbesiyle
Bazen de o zalim barış salınırdı ortada
Yamaçlarını karanfilli beyaz şarabıyla süslü

Kirazların saydam alkolünü içtim
İçtim fısıltılarla içilen dostluk yeminlerini
Ne güzeldi saraylar tapınaklar ne güzeldi
Ve anlamıyordum henüz yirmisindeydim

Bozgun denilince ne biliyordum ki
Yurdun yasak aşk olduğunu nereden bilecektim
Yitik umudu yeniden canlandırabilmek için
Nereden bilecektim sahte peygamberler gerektiğini

Beni köklerimden sarsan şarkılar anımsıyorum
Bir sabah duvarlarda birden beliriveren
Tebeşirle çizilmiş işaretler anımsıyorum
Gizemlerinin asla çözülemediği

Kim diye bilir belleğin nerede başladığını
Nerede bittiğini şimdiki zamanın
Geçmişin nerede ezgiyle el ele vereceğini
Ve mutsuzluğun soluk bir kağıda dönüşeceğini kim diyebilir kim

Düş görürken suçüstü yakalanmış çocuklar gibi
Nasıl da kahredici oluyor yeniklerin mavi bakışları
Nöbeti devralmaya gelen mangaların
Ayak sesleriyle ürperirken Ren sessizliği.


Louis Aragon
Çeviren: Atilla Tokatlı

Mutlu Aşk Yok Ki Dünyada

Aslında hiçbir şey kar değil insana
Ne gücü ne zayıf yanları ne de yüreği
Gölgesi bir haç gölgesidir kollarını açsa
Ve kırar göğsüne bastırırken sevdiği şeyi
Tuhaf bir ayrılıktır hayatı kapkara
Mutlu aşk yok ki dünyada

Hani giydirilmiş erler bir başka yazgıya
İşte o silahsız askerlere benzer hayatı
Sabahları o yazgı için uyanmış olsalar da
Tükenmiştirler ve kararsızdırlar akşamları
Söyle yavrum şu sözleri ve sakın ağlama
Mutlu aşk yok ki dünyada

Güzel aşkım tatlı aşkım çıbanını derdim
Yaralı bir kuş gibi taşırım seni şuramda
Ve görmeden bakanlar şu halimize bizim
Süzdüğüm sözleri söylerler benden sonra
Ve her şey der demez ölür iri gözlerin uğruna
Mutlu aşk yok ki dünyada

Yaşamayı öğrenmek bizimçin geçti çoktan
Ağlasın gece içinde kalplerimiz yan yana
En küçük şarkıyı mutsuzluktur kurtaran
Her ürperiş borçlu baştan bir hayıflanmaya
Ve her kitar havası beslenir hıçkırıkla
Mutlu aşk yok ki dünyada

Acılara batmamış bir aşk söyle bana
Yıkmamış kıymamış olsun bir aşk söyle
Bir aşk söyle sarartıp soldurmamış ama
İnan ki senden artık değil yurt sevgisi de
Bir aşk yok ki paydos demiş gözyaşlarına
Mutlu aşk yok ki dünyada
Ama şu aşk ikimizin öyle de olsa


Louis Aragon
Çeviren: Cemal Süreya

13 Aralık 2016 Salı

Mutlu Sevi Yoktur

Hiçbir şeyi sürgit elinde tutamaz kişioğlu
Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ve ne de yüreğini
Kollarını açtı sanırken bir haç olur gölgesi
Bir tuhaf bir acılı kopmadır günleri
Sıkı sarılmak isterken ezer mutluluğunu
Mutlu sevi yoktur

Yaşamı şu silahsız askerlere benzer
Ki başka bir yazgıyla donatmışlardır onları
Neye yarar sabah erken uyanıp kalkmaları
Çaresiz ve kararsız kalırlar akşamları
Söyle bunları canım gözyaşını tutuver
Mutlu sevi yoktur

Sevgilim güzelim yürekte yaram benim
Bir yaralı kuş gibi taşırım içimde seni
Ve şunlar ki bilmeden izler geçmişimizi
Yineler hep arkamdan ördüğüm sözcükleri
Ve ölmeye can atar koca gözlerin için
Mutlu sevi yoktur

Vakit geç artık çok geç yaşamı öğrenmeye
Ağlasın yüreklerimiz topluca karanlıkta
Bunca mutsuzluk ah küçük bir türkü uğruna
Bir ürperti uğruna bunca sıkıntı bunca
Ve de bunca hıçkırık bir gitar ezgisine
Mutlu sevi yoktur

Hiçbir sevi yoktur ki yoğrulmasın acıyla
Ve hele yurt sevgisi hele özellikle sen
Hiçbir sevi yoktur sarartıp soldurmayan
Ve hele yurt sevgisi hele özellikle sen
Hiçbir sevi yoktur beslenmesin gözyaşıyla
Mutlu sevi yoktur
Ama ikimizin sevisi budur


Louis Aragon
Çeviren: Tahsin Saraç

İki Kanun Ayının Şiiri

Benim aşkım tıpkı bir menekşedir, mor, diş izleri gibi
Aşkım işler yüreğime çıplak ayağın kumlara gömülmesi gibi
Suyun derin öpüşleri susamış gibi hep onun izini gözler
Aşkım benim o dingin gece yarısıdır ülkeden ülkeye gider
Sensin benim aşkım, gümüşlenir odalarda aynalar senin sayende
Biricik aşkım, dalgın aşkım, hava gibi ve sanki değişen gölge
Diri aşkım benim, sümbül adımlarıyla yaşamımda yürümektedir
Güzel aşkım, ki rengi yüreğimin boyadığı biricik renktedir
O uzun gece gömleğinde, yakan aşkım benim, ey kadınım
Alevlerin okşamak için toprağa yayılması gibidir canım
Acımasız aşkım, dokunur dokunmaz dağılan bir çiçek demeti
Aşkım benim, titrek dudaklarımın yedi iklimde izlediği
Aşkım benim, bütün diller onun için bağrı açık gömlektir
Yumağı karışmıştır cümlenin ve iki eli böğründe bir haldedir
Aşkımın eşiğinde çünkü dil unutur bütün hile ve oyunlarını
Başka bir sözcüğüm de yok bu kapıda söylemek için aşkımı
Kim anlatabilir ki gün ışığı nedir ve nasıldır bir köre
İşte şiir de ölür böyle sevdadan aşk sözleri söyleye söyleye
Can verir tıpkı, ayın son çeyreğinde bir yılın bitişi gibi
Anıların çürüyüp küflendiği şarkısız bir ülke gibi
Yazdım ben bu dizeleri dipsiz uçurumunda mutsuzluğumun
Acıdan kıvranırken yarından umutsuz birine benziyordum
Bulamayan kazıtmak için bir anlamlı yazıt mezar taşına
Güllerin ölümüne benzeyen o iki sözcük Aşkım benim'den başka


Louis Aragon
Çeviren: Özdemir İnce


* Aralık ve ocak ayları anlamına gelen Arapça "Kanun" sözcüğü özgün şiirde yeralmaktadır.

Bırakılmış

Gitme sakın bir tanem hayatım benim
Yitirir renklerini gökyüzü sensiz
Tarlalar ıssızdır bahçeler çiçeksiz
Sakın gitme

Gitme sakın yelin gittiği yere
Bütün kuşlar sensiz uçup gider
Ve çılgındır bütün geceler
Sakın gitme

Gitme sakın suyun gittiği yere
Hor görüp mutluluğunu bardakların
Ve evrenini yemyeşil ağaçların
Sakın gitme

Gitme sakın o kan gibi öyle
Tıpkı beni vuran ele sıçrayan
Hem gücüm hem güçsüzlüğüm benim
Sakın gitme

Gitme Sakın ateşin kaçtığı yere
Yitirince saman gücünü biraz
Küllenince gitsin diye alıp başını
Sakın gitme

Gitme sakın bulutların içine
Fırtınalar dostu canım kartalım benim
ölebilirim ölebilirim cesaretinle
Sakın gitme

Gitme sakın düşmandan yana
Toprağını alan silahını alan düşmana
Ve inan gözyaşlarının anısına
Sakın gitme

Gitme sakın bil ki hıyanet olur
Bu söylevler bu türküler şenlikler
Ey insanlar ne yaptığınızı bilin
Sakın gitme

Gitme sakın o git dedikleri yere
İnanıp yalanına iri iri lafların
Burada kanayıp dururken yara
Sakın gitme

Gitme sakın zalimden yana
Güçlendirme onu kendi ellerinle
Zincirlerini dövme sevdiklerinin
Sakın gitme

Gitme sakın haydi al tüfeğini
Köpeğini çağır dağıt karanlıktan
Avcı avcı sayı sende güç sende
Sakın gitme

Haydi al tüfeğini


Louis Aragon
Çeviren: Özdemir İnce

12 Aralık 2016 Pazartesi

Sürgün Gecesi

Vız gelir sürgüne sahte olsa da renkler
Hele görüntülere bir inanıversin insan
Burası Paris diye yemin edebilir o an
Duyuyorum mezardan geliyor keman sesi

Operadır diyor şu parlak değişken yalım
Perçinlemek isterdim aralık gözlerimde
Sıkışık balkonları bronz heykelleri yeşil çatıyı
Şu sönmüş zümrüdü ve şu gümüş tilkiyi de

Tanımıyorum diyor şu taştan dansözleri
Onları tefiyle alıp götüreni de
Denizaltı yansısını kim koymuş alınlarına
Gözlerini ovuyor bir uyanık uyuyan

Denizanaları diyor aylar aylalar
Parmaklarım altında yayılır solgunlukları
Opal taşlarıyla gözyaşlarıyla süslü Opera'da
Hıçkırıklarımı öykünüyor eksiksiz orkestra

Perçinlemek isterdim çılgın belleğime
Şu gülü diyor şu bilinmeyen ebemgümecini
Caddenin ucundaki düşsel balo elbisesini
Bizim için kılık değiştiren o her gece

Aklımda mı beni hatırlatan kahreden geceler
Diyor karanlıktı güvercinin kara gözleri kadar
Karanlığın zümrüdünden başka bize yok kalan
Biliyoruz artık biz ne demekmiş gece

Tek sığınakları aşktır bütün sevişenlerin
Ve tutar dudakların bütün akşamlar boyu
Mor bir göğün kavgasını Paris üzerinde
Ey sevecenlik rengi o alaca geceler

Elmaslarını gökkubbe senin için sürerdi
Ben de oynardım eşit şansla kalbimi sana
Dönen güneşi bulvarların şenlik fişekleri
Bir yığın yıldız yerde çatıların üzerinde

Şimdi düşünüyorum da aldattı yıldızlar
Rüzgar sürüklüyordu bir yığın yeni düşü
Düşçünün adımları çınlıyordu sokakta
Sığınıyordu aşıklar sokak kapılarına

Kollarımızda çoğaltıyorduk sonsuzu ikimiz
Tutuşturuyordu beyazlığın bengi karanlığı
Ve görmüyordum gözbebeklerinin diplerinde
Altın gözlerini sönmeyen kaldırımların

Sebze arabaları şimdi geçer mi hala
Eskiden ağır ağır çekerdi yük beygirleri
Uykulu mavi adamların lahanasıyla dolu
Marly'nin artları şahlanırdı sislerde

Yaratıyor mu sütçüler o gümüş şafakları
Aziz Eustache tepesindeki dükkanlarına
İnanılmaz hayvanlar asıyor mu kasaplar
Kanlı karınlarına karanfiller takarak

Büsbütün susmaya karar vermedi mi daha
Sevmenin tadı bir akşam yitip gidince
Hani şu on meteliğe bir şarkı çalan
Bizim sokağın başındaki eski gramofon

Görecek miyiz gene o uzak cenneti
Hal'i Operayı Concorde'u Louvre'u
Hatırlatıyor mu sana geceler inince gece
Taa yürekten gelen o sabahsız geceyi


Louis Aragon
Çeviren: Özdemir İnce

10 Haziran 2015 Çarşamba

Halkın Ayaklarından Doğan Bu Şarap

Ah bu şarap değil halkın ayaklarından doğan
Dostum o bizim kanımızdır
Dokun geceye dokun yağmura dokun gözyaşlarına
Bizler doğan altının kar'ı
Ey şiir

Bizler bu zalim bağbozumu gibiyiz
Boğulmuş türküyüz biz
Biz bu kıyamet günü bu eylül
Dansı
Ah cendere ah zalim davul ah acıyın karnıma
Her dizenin farkı yok bir çığlıktan

Sen fırtına gibi doğdun bir yerlerde
Şimşeklerin anısı var gözlerinin incisinde
Sen seçmiş değilsin saatini ne de kumsalını
Acı çekmenin
Bin ölümün acısını çeksen de hep yerin olacak
Hep yeri olacak senin yaranın
Başkaları için sızlanmaya mecbur şom ağız

Ne yapmak için geldik tarihine insanların
Acı çekmekten gayri
Ne aramaya geldik onların çılgınlığında
Niçin attık kendimizi kurbanlık hayvanların içine
Hangi suçu işlemiş gibiyiz biz
Düşünceyle ya da sözle
Diyorsun ki ne düşünmek ne de bilmek isterim
Sana varolmamayı öğreteni istiyorsun
Yaşamayı canlı olarak sürdürmeksizin
Sen ki herkesten daha iyi hep varsın
Yaşamanın ve ölmenin iki kılıcı arasında
Ey şair

İşin bitmedi Acı ile acı
Ben de öyle senin kardeş-gölgen
Seni dinleyen ve seninle yankı veren
Yakınmalarım için tıpkı bir çeşme
Ayın bıçakladığı


Louis Aragon
Mutlu Aşk Yoktur

Oy Gitar...

Oy gitar oy gitar kalbim onun boynunda saklı
Ben ki bir piç köpeğiydim yaşadım ağlamaklı
Oy gitar aşka düşmüş bir de sevilmemişsen
Şiiri susturun duyun ağlayışımı derinden
Gitarda gitarda

Oy gitar ortalığı odur geceden çok karartan
Gözyaşıdır tek nektarım gürültüdür geri kalan
Oy gitar düş kurmaksa oy gitar unutmaksa
Neye kadeh kaldırır el yatakta uyunan çağda
Gitarsız gitarsız

Oy gitar gitarım inanmak için çok gereklidir oysa
Çileme ortak olan bu kederli sanata bu havaya
Oy acının gitarı oy gitar gözlerin olmaksızın
Yakın sesimi dizelerimi yakın oy gitarı yaşlanmanın
Gitar gitar gitar


Louis Aragon
Mutlu Aşk Yoktur

9 Haziran 2015 Salı

Acırım

Acırım sevda sözcüklerinin kıt oluşuna
O nedenle bana hep bir cümle gerekli
Hiçbir şey göremem damarlarımdan başka
Ve söz insanlık dışı görünür bana
Buğdayı yaralayan bir tırpan gibi

Kuşkulandırır beni kıtlığı sevda sözlerinin
Ve aşkın sözcüklerle dile getirilmesi
Ben sokak sokak dolaşan bir dilenciyim
Hiç kimse şarkımı dinlemez benim
İşitmez sevdanın kısır sözcüklerini

Hep aynı sözcüklerin kısırlığıdır işte
Birbirine eş kılan sevgilileri
Onlardan da çok şiirleri elbette
Yüzün pembeleşmesi seviyorum deyince
Söyleyin nasıl nasıl yetinmeli

Ne yapmalı sevda sözcükleri bu kadar kıtken
Karın iskambil kâğıtlarını bulutların
Bir oyun cennet ya da cehennem denen
Yaşamak ya da ölmek farklı şeyler değilken
Sözcükler ta kendisi katledilmiş kuşların


Louis Aragon
Mutlu Aşk Yoktur

Hayatımdan Yarattım

Hayatımdan yarattım
Tatlı bir yüzyüze'lik
Orda her şeyin anlamı çifte

Gelen kaçıyor
Gün ise gece
Yokluk gelir akla uyku denince

Tüm gördüklerim
Terkeder ilk rengini
Senin sesini işitince

Söylediğin bir sözle
Ve öğleden sonra
Karışır ışık ile gölge

Değişen gözlerin için
Çektiğim nedir Tanrı'm
Ölümün ta kendisi nerdeyse

Hem nasıl katlanılır
Bu duran vakte
İnanmak hâlâ beni sevdiğine

Yürek birdenbire
Kalmışsa bahçesiz
Canımın yarınları tükenmişse

Rica mica değil
Seviştiğimizi
Bağırmak var sadece

Tekerlek ya da sırık
En korkunç acılar
Ne pahasına hem de

Ateşte olsa da elim
Razıyım her şeye
Aşk benim için bir musikiyse


Louis Aragon
Mutlu Aşk Yoktur

Yumuşama İşareti

Gel kollarıma benim yumuşama işaretim
Nasıl uyurum ben sezince böyle
Acı çektiğini acı sanki duyarım seni
Ve kanının akışını kanımın içinde

Gel gücüme güçsüzlüğüme
Hangi dişlerle ısırılmış çocuk hangi
Ve seni nerede yaraladılarsa
Orada sızlar ruhumun teni

Kırılan bir kemanım ben
Sana dokunan ve bana varan acı
El hangi kapıda sıkışıp kalmış
Ey sabahın o uzun bekleyiş ânı

Hareketsiz kaba güçte
Çökertir beni suskunluğun çığlığı
Öyle ağır öyle ağır öyle ağır sessizlik
Orada acı'dır yaşamanın yasası

Ben meçhul bir nöbetçiyim
Bir nefesten hep korkan
Varlık ona göre sürüp giden yanılma
Ve saat yırtık mektup her zaman

Ben korkunun nöbetçisi
İnandıklarına katılmayan
Umutsuzluğa düşen ve şıpınişi
Yeni bir haç yeni korku yaratan

Üzüntüm uzakta sönük bir
Çanın yangınını söylemekten
Denizin kayalardan dilenmesi gibi
Hayatım kollarımda seni tutarım ben

Seni kollarımda tutarım hüzünlü seni
Bu çarpan yürekte bir tek sen varsın ancak
Ve hiçbir şey benim için senden fazla değil
Dünyaya ve zamana aykırı olarak


Louis Aragon
Mutlu Aşk Yoktur

8 Haziran 2015 Pazartesi

Cehennem V

Hiçbir şey yaşam kadar geçici değildir
Hiçbir şey geçici değil var olmak kadar
Bu kırağı için biraz da erimektir
Ve hafif olmayı çağrıştırır her rüzgâr
Vardığım yer ise yabancı diyar

Sınırı geçiyorsun günü gelince
Nereden geliyorsun gittiğin yer neresi
Ne anlamı var yarının ve dünün anlamı ne
Diken değiştiriyor işte yüreği
Her şey anlamsız ve acımasız değil mi

Oraya şakağına daya elini
Dokun çocukluğuna gözlerinin
Lambaları sönük tutmak daha iyi
Daha yararlıdır bize uzunu gecelerin
Bu ise yaşlanmadır gün ışığı için

Ağaç güzeldir sonbahar mevsiminde
İyi ama çocukcağza ne oldu
Kendime bakar ve şaşarım işte
Görünce bu tanınmamış yolcuyu
Onun yüzüyle çıplak ayaklarını

Az az sessizlik oluyorsun sen
Ne var ki çabuk değil öyle yeterince
Senin farklılığını farketmediğinden
Ve eski zamanlar kendi üzerine
Zamanın tozunu düşürmesin diye

Yaşlanmak sonunda uzun iştir doğrusu
Parmaklarımız arasına kum kaçar bizim de
Sanki bu yükselen soğuk bir su
Bu bir utanç gibidir büyüye büyüye
Bağrılacak bir deri sepilensin diye

Uzun iş bir insan bir nesne olmak
Uzun iş her bir şeyi feda etmek de
Ve duyuyor musun değişimleri bak
Oluşan bizim içimizde
Belimiz yavaş yavaş büküldükçe

Ey acı deniz ey derin deniz
Nedir saati gelgitlerinin
Kaç saniye-yıl gereklidir dersiniz
İnsanın insanı saptırması için
Niçin bu kadar naz niçin


Louis Aragon
Mutlu Aşk Yoktur

Mavi Ve Beyaz Labirent

I

Ben geldim katederek hiçbir yerin ülkesini
Ben geldim rüzgârlı bir yoldan tehha ve dondurucu
Yorgunluk yanıtsız çağrılar silinmiş adımlarla dolu
Ve bataklıklarla ansızın yırtılan bir kumaş gibi

Beyhude bir kış ormanı bir ıssızlık yokluğunda kuşların
Bir dönüşten ötekine ve bir düşün sonu değil hiçbir zaman
Gözler görmemekten kızgın ciğer yanmış korkudan
Sadece kandır makas sesi çıkaran dibinde kulağın

Sana geldim haç dikilmiş tepelerden kayarak
Camdan iğne kollarımla ve bağıran dizlerimle
Yalan dolan dünyası sonsuz bir körebe
Eksiktir kötülük merdiveninde her zaman bir basamak

Ne biçim labirent bu orda ben peşimde hep ben
Oyunun yalnız ilk sözlerini bilen bir oyuncu gibi
Sana geldim candan başka bir ışık yokken geceleri
Bu sahneye burda durmaksızın hayata başlamaktayım yeniden

Ben geldim iç sislerden sırlardan geçerek
Yanlışlardan korkuyu kendisine geri veren kuşkudan bir de
Ben geldim sana ben dokunanları kesen bu kamışlar içinde
Toprağın ihanetinden ve bataklığın ölü suyundan geçerek

Sana geldim mıknatısa nasıl gelirse sert bir demir talaşı
Bir taş gibi ağırlığından başka kutsal yasası olmayan
Ya da bu dize gibi onbeşinci defasında uyağını bulan
Ağda çırpınan balık ilmiklere karşı

Dünya uçsuz bucaksız ikimize dar gelen yatak
Orda bana belirsizce yol gösterir inlemen
Ah bir düşle kaçacaksın sana elim değmeden
Oysa en çok korktuğum şey ey kurban seni uyandırmak


II

Benim ateş böceğim geceleyin bile seni kendi ışığında görmekteyim artık
Ve hiçbir şey yarışamaz seninle hiçbir şey tatlı değil o kadar
Ona benzer ne bir çocuk ve ne de bir koku var
Ne bir rüzgâr su zerresi uçurtma nilüfer kayık

Şafakta ne bir yankı ne de kıyıda bir köpük var
Ne bellekte bir fısıltı ne dallarda bir kıpırtı
Adımların bembeyaz bir kâğıtta kurşun kalem gibi tatlı
Bakışlarının öteki yanı Vermeer mavisine çalar

Her şey bana senden şarkı hep dilimde benim için işkence
Nefes aldırmayan bu kalp ve bırakmıyor bana
Seni yarasız sevmeyi ne bir saat ne bir dakka
İçimdeki bu hayvana yem yetişmiyor işte

Kesintisizdir bu açlık bu aç kalma beni yiyip bitiren
Ah elime bir alsam bir kerecik alsam
Elimle bir an için senin elini tutsam
Bana batan sözler geçer ölüm nasıl geçerse onların ötesinden

Hiçbir sözcük yok dile getirmek için bu heyecanı
Arzuya benzemeyen ve hiç olmazsa hazla sakinleşen
Sen o hafif kolunu avcuma koyup ağırlığını duyururken
Çok değil birdenbire bu korku sarkacın çifte salındığı

Çok uzaklardan ve derinden gelir bu bilemem hangi
Uçurum gırtlağıma kadar dört nala doldurur beni inlemesiyle
Bu rüzgârdan da beter büyük söğütlerin kargaşasıdır içimde
Bu ezilmiş otlar gökyüzünde yaprakların çılgına dönmesi

Buna hiçbir insan adı verilmemiş hiçbir şeyle de kıyaslama yapılamaz 
Hiçbir şey onun ne ilacı ve sessizliği ne de
Hiçbir şey aynı ağırlıkta değil terazinin öteki kefesinde
Tıpkı içi dışı bir manto yağmura boydan boya

Ama nedir bu şefkatin sonsuz ümitsizliği
Bütünüyle varoluş her nefes alışında
Mahkemeye çıkıp da can sınıra varınca
Yazacaklar şaşkınlığın üstüne Adres bırakmadan gitti

Artık beni duymayan sen Hep sen Bu beni ezmekte
Gerekli mi insana düşüncelerinin sonuna kadar gitmek
Olduklarının sonuna olduğunun sonuna farketmemek
Hissettiklerini dediklerini durmak cümlelerin tam da orta yerinde


III

Ben geçtim bizzat kendi yerimi ben olmanın yerini
Sandalda yattım kürekler arasına boylu boyunca
Suyun piyano gibi telgraf çaldığı bir müzik kulağımda
Ama saz krallığı gözyaşı döküyor orada kim öldü ki

Kavak yaprağına özgür olması için azıcık rüzgâr gerekli
Ah kumarbaz oyunun sona erdiğini anladığı zaman
İskambil kâğıtları delikli şanslar gibi çıkar parmaklarından
Ne güzel mekanik bir an her şeyin hiçbir şeye benzediği

Sofradan kalkılmaz öyle bir seçim gibi görünürse düşen
O zaman lüks olur ki insan duraklar kaçınılmazın karşısında
Bir hareket tercih edilir ötekine kum da başka bir safraya
Bir akşam sırf erteleme olan bir akşam hâlâ kendisi olabilen

Böyle bir günde bizzat kendi kusursuz düzenini kurmak
Pişmanlık veya red zamanı geçti mi
Ne boş bir hareket rötuşlamak eski halimi
Sevdiğime aynadan başka bir şey olduğuma inanmak

İki kolumun tümseğini koyuyorum uykunun çevresine senin
Tekrar bizim olacak bize saldıran gölgedeki topraklar
Ve mantar şamandıralarıyla terkedilmiş ağlar
Biricik kalıntıları olacak oradaki denizin

Oradan geri alacağım adım adım acımasız rüzgârlardan onu
Gün gün zamandan taş taş yıkıntıdan
Bir şarkının geri alınması gibi unutuşlardan
Günah günah cehennemden şeytanla çekişilen canı

Ve yaşamak en son kumsalına kadar kullanılmış olsa bize
Varmış olsak dünyanın ucuna müsrif krallar gibi
O zaman ey aşkım bir set yapardım alır da sözcükleri
Ölüme karşı toprağın görünsün ve çiçek açsın ey Zuyderzee


IV

Bizsiz gelen zamanlarda her şey beyaz ya da mavi
Bizsiz gelen zamanlarda bizi kim anlatmış olacak
Buradaki değirmenlerle bu porselen olur ancak
Çığ altında ölen için kar da beyaz ve mavi

İlerde benzer bir portre sahibi olmak mı en iyisi
Yeter ki aşk yalan bellekle rahvan gitsin
Yeter ki imge ile yankı inandırsın ve göstersin
Sözcükler mavi ve beyaz ülkede kalsın yeter ki

Ve beyaz ve mavi olsunlar her titreyen dudak için
Ve bütün heyecanlı bakışlar için kalsınlar beyaz ve mavi
Bizden yükselen sözcükler buğdayın baharda yeşermesi gibi
O sözcükler ki tadları olacak Hep sert ve keskin

Ve herkes dilediği gibi söylesin havanın güzel olduğunu yağmur yağanda
Terkedeceğiz bu hoş kokuyu eskiden ne olduğumuz önemli mi
Akşam vakti evlerde ışıkların yanması düş görülmesi gibi
Ve beyaz ve mavi bir gözyaşı yükselir her yıldız şafağında

Her ağlayışta biz olacağız her kucaklayışta biz
Siyaha mavi diyen partisine katılarak çılgınların
Gözlerin ve ellerin sırdaşlarıdır buluşmaların
Labirent aşk hatırımız için hep burda kal demekteyiz

Mavi ve beyaz labirent Ren nehrinin bittiği yerde oluşan
Ve ben bu ihtiyarım boş yere kollarım damar damar
Unuttum yüksek yöreleri ordan geçerdi Lorelei'lar
Bu aşk deltasında denizin kıyısı önünde kaybolan

Şaşkın adımlarımızın üstünde bu kanat seslerini çıkaran kim var
Tüyden ve havadan oluşan bu çifte ses bir sepetçinin eliyle biçim verdiği
Delft'in ışığı üstümüzdedir son bir çaput gibi
Ey akşam üzerleri geçen hava perileri ey kırlangıçlar


Louis Aragon
Mutlu Aşk Yoktur

Bu Sarışın Ülkede

Bir keman gibi

Bu sarışın ülkede

Dardır gece

O kadar dar ki

Uykusuzluk bulunur sade

Ötesinde berisinde



Louis Aragon
Mutlu Aşk Yoktur

6 Haziran 2015 Cumartesi

Hollanda Diyeceğiz Ona

Hollanda diyeceğiz ona
Bu kaçakçılık yurduna
Yağmurla yel arasında
Sesteki ve ölçüdeki
Bir duraklık anmış gibi
Öncesiyle sonrasında

Bu görüntü krallığı
Ki dengedir sağladığı
Toprakla su arasında
Ölüm kalım sırasında
Pencerede sanki vurur
Kuşların deldiği pancur

İşte saat ve seyahat
Gün ancak ses olduğunda
Rastlantısal zarlar gibi
Bir de erişilen nokta
İkimize bu yaşamın
Hep âmin'i olmuş sanki

Orda her şey var sayılır
Durmak belli belirsizce
Bizim gecemizden önce
Hac yolunda durak işte
Kadehin bağışlanması
Diz çökmüş hükümlülere

Ey acılar hârikası
Yitip gider koku sürer
Kırıldığı yerde yaşam
İkisi de ne çok titrer
Bir olma mucizesinde
Öpüşmekteyken dudaklar


Louis Aragon
Mutlu Aşk Yoktur

Bethune Rıhtımı

Bilir misin ada ne
Kentin orta yerinde
Her şey aheste beste
Orda sonsuza kadar

Egemen olan gölge
Geziniyor sessizce
Orda sevgilisiyle
Sanki su perisi var

Sen nehri derindir ya
Sarışının kolunda
Dünyanın ortasında
Düş kurup onu sarar

Çılgın tatlı çocuklar
Ya da boş dolaşanlar
Gelin dinleyin ne var
Bak nasıl öldü rüzgâr

Gecenin uzayışı
Kemirir tatlı tatlı
Düşünü tırnağını
Dilindedir şarkılar

Bu ezgi gece gece
Gelip oturdu işte
Belleklerin dibinde
Geçirecek vakit var

Ve söylediği dize
— İstediği sevgiyse
Tanrı etsin hediye —
Bir nabız gibi atar

Açılan pencere mi
Kimbilir geçenleri
Tanıtacaktır belki
Attıkları adımlar

Söyleyiniz Baudelaire mi
Yoksa Nerval mi ezgi
Geçmiş günlerin zevki
O eski yankılarca

Solgun gün artık gelsin
Sevilen kim göstersin
Şi'rini geri versin
O Francis Carco'ya


Louis Aragon
Mutlu Aşk Yoktur

Ey Benim Sel'im

Tehlikenin şafağı gelince büyük
idi parolası Ey benim sel'im


Dediler ki sana Öldür ve öl güzeller güzeli halk
Ve sen öğrettiklerine inandığından
Hayır demedin onlara korkunç yol için

Dediler ki sana hiçbir şeyin yok Ne kolun ne de canın
Tanrı'ya satılmış onlar karşılığında cennet var
Yaşamınla öde bu yüce değiş tokuşu

Dediler ki sana gerçek galip gelecekmiş öldüğünde
Ve sevindin sen yazılmış oluşuna önceden
O günün Tanrı tarafından önünde bir duvar gibi yükselişiydi bu

Dediler ki sana kaderin neyse kılıcın da odur
Sen ki Işık için iddiaya bile girmiştin
Onu götürecektin karanlık bölgelerin ucuna kadar

Dediler ki sana yasal değildir ateşkes
Başka şekilde dua eden ülkelerle
Vurmamak seni mahrum bırakır Tanrı'dan bile

Dediler ki sana savaşta geriye çekilmek olmaz
Ve şehit düşmeyen için cehennem azabı
Sen inandın onlara geriye dönüp bakmadan

Sen inandın onlara kendini bodoslama çarpıncaya kadar
Sen inandın onlara kendini horgörmeye başlayıncaya kadar
Sen inandın onlara kendini düşlerde yadsıyıncaya kadar

Sen inandın onlara kendi gücünün en uç noktasına kadar
Sen inandın onlara yüreğindeki kan tükeninceye kadar
Sen inandın onlara ey sel'im senin kaynağına kadar

Sen inandın onlara bıçak sana çentik atıncaya kadar
Sen inandın onlara kızgınlığının gecesine kadar
Sen inandın onlara ağzının susuşuna kadar

Sen inandın onlara sana yaklaşan toprağa kadar
Sen inandın onlara ruhunun aldığı yaraya kadar
Sen inandın onlara karnın kapıldığı o büyük korkuya kadar

Sen inandın onlara kendi gözyaşlarına inanmayacak kadar
Sen inandın onlara kendi çığlıklarına inanmayacak kadar
Sen inandın onlara gözlerin kapanıncaya kadar

Sen inandın onlara korların son parıltısına kadar
Sen inandın onlara kolların ve bacakların parçalanıncaya kadar
Sen inandın onlara inancın bile kırıldığı yere kadar


Louis Aragon
Mutlu Aşk Yoktur

5 Haziran 2015 Cuma

Neşideler Neşidesi

Senin kollarında geçti yaşamımın ikinci yansı

Tanrı daha ilk gün koyduğu vakit
Adem'in dişleri arasına her nesnenin adını
Dilinde kaldı adın beni beklemek için
Kış nasıl beklerse güllerin doğmasını

Ey kırlangıç-dudaklım

Sanki tepeye çıkmış biriyim ben
Ellerinde bir keklik tesadüfen tuttuğu
Orda şansıyla şaşkın yol yordam hiç bilmeyen
Ah tüy ne kadar tatlı ve bu çarpıntılı korku

Denizden söz etme bana
Şarkını yaşam boyu
Söylemiş olan bana
Anandan söz etme bana
Seni bir yaşam boyu
Taşımış olan bana


Bir dönemeç nedeniyle göze çarpmayan biçim
Yüzün öteki yanda
Adımların sesin hepsi yoksunluk bana
Yarım kalmış randevu hepsi de benim için

Bu akıl almaz çifte sır
Arasında muzaffer bilgilerin
Benim eşim benim sonsuz olarak dünyaya getirdiğim
Dünyaya onun sayesinde gözlerimi açışımdır


Louis Aragon
Mutlu Aşk Yoktur


Neşide: bir toplulukta okunmaya değer şiir.

Sonsöz

Boş eller yere bakan gözlerle duruyorum yaşamın ve 
          ölümün eşiğinde
Ve sesini duyduğum deniz boğulanları geri vermeyen
          bir denizdir zaman
Ve benden sonra dağıtacaklar ruhumu ezik düşlerim
          kurtulamayacak açık arttırmadan
Sözlerim şimdiden ıslak dudağımda bir yaprak gibi 
          kuruyor işte

Bu dizeleri kollarım sonuna kadar açıkken yazacağım
          duyulsun kalbimin orda dört kez çarptığı
Geçeceğim boğazımı ve sesimi nefesimi ve şarkımı ölümü
          göze alarak
Biçmekten sarhoş olan orakçıyım ben yaşamını ve tarlasını
          yıkarak
Ve kaybedince de nefes nefese tozunu silkeler gibi vurur da
          vurur tırpanını

Bendim seçen bu çarmıha germe boyutunu vermeyi
          dizelerime
Ve şans nasıl isterse öyle düşsün üstüme dizelerin
          durağındaki bıçak
En sonunda gerekecek ölçüsüzlüğüme uygun bir ölçüye
          ulaşmak
Düşlerimle bir manto yapmak için gerçeğin boyutlarına
          göre

Yaşam rüzgârların katettiği kocaman hüzünlü bir şato gibi
          geçmiş olacak
Kapılar çarpar hava akımlarından ama hiçbir oda kapalı
          değil işte
Tanınmamış zavallı ve yorgun kişiler oturur kimi silahlı
          nedense
Otlar bürümüş hendekleri parmaklık hep yukarıda kalacak

Bu evde kim ne derse desin eskiler veya yeniler kendi
          evimizde değiliz
Yolu niye buraya düşmüştür kimse bilmez belki her şey 
          bir düştür
Kimi açtır kimi üşümüş çoğu onları kemiren bir sırra
          gömülmüştür
Arada sırada yüzü olmayan krallar geçer önlerinde 
          çökülür diz

Gençken meleklerin zaferi yakındır diye söz edilirdi bana
Ah nasıl inanmışım nasıl da kanmışım sonra yaşlandım işte
Gençlik çağı düşen bir perçemdir hep onların gözlerine
Ve ihtiyarlara kalan çok ağır ve çok kısa öyle ki rüzgâr
          başka türlü eser onlara

Öze değgin olan'la ilgili sorular sorarlar kendi kendilerine
Ne kadar da azdır yapıp ettikleri görürler geçerken bu
          terkettikleri şantiyeden
Kurbana tercih edilen gölge ey zavallılar kimse medet
          ummasın gelecekten
Sokakta oynayan küçük çocuklar sonsuz acıyorum sizlere

Görüyorum önünüzdeki her şeyi mutsuzluğu kanı ve usancı
Hatalarımızdan hiçbir şey anlamamış olacaksınız
          düşlerimizden hiçbir şey öğrenemeyeceksiniz
Hiçbir işinize yaramamış olacağız bedelini kendiniz
          ödeyeceksiniz
Omzunuzun çöktüğünü görüyorum Alnınızdaki
          alışkanlıkların kırışıklıklarını

Elbette elbette diyeceksiniz bana durum hep böyle ama bu
          yüzden
Düşünün hele bir kez canlı parmaklarını etten ellerini çarka
          sokanları
Durum değişsin diye ve düşünün işte kafeslerini bile
          tartışmayanları
İnsanın hakkı olabilir umutsuzluğa bir anlık duraklama
          hakkı yokken

Ve bir gün gelir de zaferin anlamsız güneşi üstünüzde
          olursa
Hatırlayın biz de biliyorduk bunu kölelik bayrağını
          indirmek için
Başkalarının Akropol'e çıkışını ve hâlâ nefes alan kendileri
          ile ünlerinin
Atılışını tarihin toplu mezarına

Düşünün hiç bitmeyeceğini savaşın ve değersizliğini
          yenginin
Ve her şey altüst olabilir insan insandan sorumlu ise
Büyük olaylar yaratıldı gördük ama korkunç olanları da
          vardı içlerinde
Zira her zaman kolay değildir ayırdedilmesi kötü ile iyinin

Siz de geçtiğimiz yerden geçeceksiniz açık bir kitap gibi
          okuyorum içinizi
İçinizde çarpan bu kalbi duyuyorum bir kalp nasıl
          çarpıyorsa benim içimde
Onu nasıl eskiteceğinizi biliyorum ve nasıl sönüp sustuğunu
          içinizde
Sonbaharın makyajını nasıl sildiğini ve bir kış gülünün
          çevresindeki sessizliği

Moral bozmak için söylemiyorum bunu hiç'e bakmak
          gerekir
Yüzyüze onu yenebilmek için Şarkı yitirmedi güzelliğini
          eksilse de
Bir başka yerde dinlemeli ki bir yankı gibi tekrar doğar
          tepelerde
Yalnız değiliz dünyada şarkı söylemek için ve oyunsa
          şarkıların tümü demektir

Oyunda rol yapmasını bilmeli ve bir sesin susmasını bile
Bilin bunu derin koro tekrarlar hep yarım kalan cümleyi
Şarkıcı yapsın sonuna kadar ne varsa elinden geleni
Ne önemi var bir varsayım gibi beni yanyolda terketseniz de

Ben de terkediyorum sizi son kez ayağa kalkan bir oyuncu
          gibi
Sitem etmeyin ona gözlerinde taşıdığı gölgeden bir şeyler
          yansırsa dışarıya
Artık bir armağan veremem size bu karanlık ışıktan başka
Yarının insanları üfleyin mangaldaki kömürü
Siz söyleyin görüp geçirdiklerimi


Louis Aragon
Mutlu Aşk Yoktur

Hamam

Getirin bana şu şarkıcıyı dedi Muhtesip Musa
   ünü kulaklarıma kadar gelen

Erguvan rengi bir gün kanıyor beyaz mermer salonda
   kubbe deliklerinden
Getirin onu bana dedi Musa tutsak tellâkların elindeki
   korkunç gövdesini döndürerek
Ve derisine serinlik veriyor su bu boğucu buharda
   korkuya kapılan bir genç kız gibi
Elle tutulacak kadar ağır hava bir ustura bileyicisinin
   kafaları yumurta gibi kazıdığı halvette
Ama bütün bu giysisiz çeşitli boy ve yaştaki insanlar
   burada taşların üzerinde neler unuturlar
Hiçkimse elinde tutamaz adını giysisini bir kez çıkarmayagörsün
   zenginliğini ya da yoksulluğunu
Aşk ya da dua için saatler boyu yıkanan bir insanın
   şahane kokusudur bu
Kanın o yasemin kokusu Ve tellâklar sonsuz çöğenlerle
   ovarlar omuzları
Boğalar tazılar ve erkek kediler kendi güçlerinde ve yara
   izlerinde kıllı kılsız esmer ya da kızıl
Aylak aylak havuza doğru çevirirler bakışlarını
   taştan putperest bir güzelin zuhur ettiği
Denizden çıkmış eski bir Venüs
   korsanların Sicilya'dan alıp getirdiği
Kadının mükemmelliğini arzu ettirir
   bu yırtıcı ve şehvetli varlıklara
Ardından ağır bir aşağılık duygusuna kapılır her vücut
   kıyaslama yapınca kendisiyle
Artık saf ve beyazdır canlı yaratık
   sahtesinden daha az bundan böyle
Sis ve ışık ey ter kusan vücut
Nazik komşu dövüyor komşusunu dallarla
Demek yaşlı Mecnun'u getireceklermiş buraya
   biti kırılmış ve hırkası alınmış olarak
Mapusdamı'ymış gibi ötekilerin arasında
   çıplak bir insan olsun o da
Öyle ki özgür saydı kendini ve şarkı söylemeyi reddetti
   taverna soytarısı veya çingene olmadığından
İşte o an Muhtesip öylesine sinirlendi ki
   hamamın sıcağında
O boğumlu sırtında kuşüzümü peltesi gibi koyulaşmış olan
   kanını almak gerekti
Bir türkü söyle de rahatlasın dedi külhan ısıtıcısı
   yoksa mahkemeye verirler beni müşteriyi boğmaktan
Söylüyor işte ve türküsü dayanılamayacak kadar güzel
   suyun ortasındaki heykel gibi
Çılgın ve eşkiya bir alev çıkıyor putperest güzelliğinden
   ve solgun ağzından
Aşk şeklinde Ve o adınla yanmış olan
   o günkü ağzını saklasın
Senin kanatlı adın çağırmaya pek cesaret edemediği adın
Elsa
   o'nun tuzlu dudağına gelen
Senin adın tıpkı çalınmış görkemli bir kaftan gibi
   zavallı kollarında bir dilencinin
Senin adın tıpkı ateşten geçen beyaz samur gibi
   bir öpücük gibi kumun yaktığı
Masalsı bir kuş benim omuzlarımda Canın atlayışı gibi
   o canlı ceset yığını üzerinden
Kuş gibi hafif adın havadan da sarışın adın
   kederden ve buğdaydan adın dilimi dolduran
Tertemiz yelde Seni seviyorum sözcükleriyle bir çığlık
   mavi ve solgun camların buğusuna yazılan
Bir uyanışın düşü güçlükle nefes alan bir korku bir dert
   birdenbire açıklanan
Kaygı ey güzelim Beni mesken tutan ve kafamın içinde
   bir arı gibi uğuldayan adın
Elimden tutan ve dağlara çıkarmak için beni
   baştan çıkaran adın
Ve bak Dünya ayaklarımız altında benim meydan
   okuyuşuma baş eğen
   bir çocuk resim çiziyor vadileriyle
Girinti ve çıkıntılarıyla senin adının harflerini
   her yerde coğrafyada her yerde
Atılan her adım ancak senin övgün içindir
   senin övülmen için
Ve sözler ancak kaynağım olan senden gelir
   ve kuş sesidir tekrarladıkların
Ancak senin gelişindir bu hoş koku ey mükemmellik
   kadın ey varlığın garip musikisi
Ve bir öpücüğün anısı gibi senin adının ateşiyle bu dünyada
   dolanıp duruyorum
Hem ben neyindim ki senin yer değiştiren gölgenin
   gölgesi olmama izin verdin
Ve adının agulama'sıdır bu ölünceye dek
   derunumda yer eden

Birden yere düştü bir güneşin düşmesi gibi pencereden
Bekçiler ayaklarıyla itti onunla ne yapsak şimdi
Uzun bir süre buharın dibinde kararsız duruyor Musa
Ve ardından serbest kalsın sonunda
Diyor
Ve türküler söylesin açık havada


Louis Aragon
Mutlu Aşk Yoktur