Şiir, Sadece: 2018-02-04

10 Şubat 2018 Cumartesi

Kara Şapkalı Haydut'tan

-türkü-

Benim hiç bir zaman şapkam olmadı
ne beyaz, ne kara
sevmediğimden deyip geçiyorum.
Geçsem iyi-kara şapkalar çalıyorum düşlerimde
Kaç çocuksu yakalıyorum kara şapkalar altında beni
Sonra nasıl yoruluyorum, anlatamam
Sevmediğimden deyip uyanıyorum.
Bakıyorum, benim saçlarım hiç bir zaman olmamış
ne beyaz, ne kara
Sevmedğimden deyip ıslık çalıyorum


-ağıt-

Hep bir yerlere gidecekmiş gibi yaşadı:
Okunaksız, düzendışı, tedirgin .
Bir gün baktı ki bu dünya göze-göz, dişe-diş ;
Bir gün baktı ki bu dünya yaşanmıyacak kadar güzel
Silip ak kağıtlarda yazılmış sabahlarını, akşamları,
Bir büyük deniz düşünerek sustu
Artık sana şiir yok. Artık hiç kimselere yok.
Şimdi bir nehirde gidiyor kara şapkası


-dönüş-

Eğer hala varsan eğer haydutsam sana kara şapkalı
Nolur emanetçiden kitaplarımı al
Git suya koy menekşeleri
Ocakta gaz olacak çayı hazırla
Kara esvabımı sandıktan çıkar şapkasız da giyerim
Saçlarını omuzlarına bırak: öyle daha
Kapıyı açtın mı bir denizle ordayım
Bir denizle: ne beyaz ne kara


Yılmaz Gruda
Çarmıhtaki Yeni Mehmet

İlhan'ın Son Beş Günü İçin Fotoğraflar

İlhan gelir Türküler'le
Türküler'le biz elele
Güleriz güzel günlere

İlhan uzatmış kadehi
Güler gözlerinin içi
Çağıldar cümle sevinci

İlhan'la biz nezarette
Yanyana bir kanepede
Akar gündüz, uçar gece

İlhan'ı gördüm düşüyor
Yanım ateşe düşüyor
Elim kolum yetişmiyor

İlhan'ı gördüm yaralı
Gözleri kandan hareli
Yüzü güllere çevrili

İlhan'ın paltosu kanlı
Alazlanmış tüter canı
Düşmüş omuzdan kolları

İlhan İlhan, İlhan İlhan
Sular çavlan, kuşlar pervan
Gittin mi can, gittin mi can


Muzaffer İlhan Erdost
İlhan İlhan
Aralık 1980

9 Şubat 2018 Cuma

Ve Çan Kulesinde

Dallas'ta, tam kiliseler semtinde
Yarı çinli ve sevecen bir kadın;
Zangoç efendiyle yatar her gece
Sağlığına dua edip papanın.

Gündüzleri bir balık oltasında
Yüreğini soyup günah çıkarır,
İçinde yanyana günah ve İsa
Sevgiyse çok uzak hatıradır.

Ki kara gözleri tezgahta çiçek
Yonta yonta sedir bir ağaç gibi
Zangoç efendi ah nereden bilecek
Bakır tezgahları, aşk ve pirinci...

Onun kafasında başka şeyler var
Gök katında bir köşk ve beyaz kuğu,
Ve çan kulesinde bir çocuk ağlar
O gün görmüş kadının çocukluğu ...

Dallas'ta tam kiliseler semtinde
Yarı çinli ve sevecen bir kadın;
Zangoç efendiyle yatar her gece
Sağlığına dua edip papanın.


Seyfettin Başçıllar
İkinci Yeni Antolojisi

Gök Kuşağı

Beni yağmurun ardında gözle
Çıkıp gelirim belki,
Belki çiğneyip asırlık töreleri,
Alabildiğine yaşamak için.
Dost bildiğim insanlardan gizlice.

Kapanmış her çaldığım kapı yüzüme,
Ummuşum, aramışım, bulamamışım
Anlamışım, yakınmanın boş olduğunu
Bakmışsın çıkagelmişim ülkene.
Medet ummaya..

Adımıma adım uydurursa can sıkıntısı
Niçin gelmeyim, niçin?
Tüm kaygılara arkamı dönüp
Belki de gelmem:
Kader denilen şey varsa eğer
Beni orda da bulur diye.

Belli olur mu, talih dönüverir,
Yeşerir ağaçlar, çimenler,
Katar önüne götürür lodos, koca kışı
Günlük güneşlik ışıl ışıl ortalık,
Umut kapıları açık ardına kadar.

Önümde yarınlar.. yarınlar..
Yarınlar, belkilerle dolu
Hele şu yağmur dinsin bir,
Tez diner yaz yağmuru bu.
Bakmışsın senin renklerinden de parlak
Bir yaşama filiz vermiş önümde.
Güçlü bir rahatlık yayılıyor içime
Sıkıntılı anımda gelirim demek!
Bekle sen beni gelsem de, gelmesem de
Aldırma mevsim gibi dönekliğime
Kimbilir belki de gelirim gerçekten bir gün ...


Muazzez Menemencioğlu
Yeni Şiirler, 1958

Sevdalı Sözcükler

Beni tanımadın mı dedi
Bir sözcük bir sözcüğe
Çevir zamanın yapraklarını
Belleğini iyi yokla
İyi bak gözlerimin içine
Anılar devşir yüzümden

Bir yağmur sonrasıydı
Yan yana düşmüştük hani
Bir şiirin ilk dizesinde
Göz göze gelmiştik birden
Bir şey kımıldamıştı içimizde
Sonra sürülmüştük şiirden
İzinsiz öpüştük diye

Anımsadım dedi öbürü
Elim eline değince
Bindim sevdanın mor atına
Gittim o eski günlere
Küçüldükçe büyüdü hüzün
Adını bilmediğim bir şey
Çıt diye kırıldı içimde

Ne acılar çektim bilsen
Nelere katlandım gurbette
Senetlere tutanaklara geçtim
Yıllarca ad oldum bir kötüye
Bir an bile unutmadım seni
Göz göze gelmedim hiç
Senden başka bir sözcükle

Sesin sesime değince
İçimdeki süt denizleri
Köpürmeye başladı gene
Öpüşe banınca dudaklarımızı
Kendi kokusunu duydu yosun
Şiirin gizli aynasında
Kendi rengini gördü menekşe

Haydi gel dedi
Dişi sözcük erkek sözcüğe
Başka bir şiire girelim
Görünmeden ozan abiye


Ali Yüce
Halk Çağı

8 Şubat 2018 Perşembe

Semerine Tapan Eşek

Dinlediler
Tarihin kart sesini
Tahta kulaklarıyla
Emdiler taş memesini
Öpüştüler öpüstüler
Demir dudaklarıyla

Ölçtüler boyutlarını
Sırtlarındaki yaranın
Tarihsel zaman ile
Eni bin yıl
Boyu bin yıl
Derinliği bin

İste kırık bir miğfer
Bir ceket düğmesi
Bir araba tekerleği
Şişmiş bir at
Ses kırıkları bir kralın
Karpuz kabuğuyla yanyana
Yüzüyor kanlı bir suda

Susamıştır şimdi
Kendi kokusuna bir çiçek
Özlemiştir
Kuş kuşluğunu
Böcekliğini böcek
Pahalı bir renge boyanmış
Semerine tapan eşek


Ali Yüce
Boyundan Utan Darağacı

Dede

Pipo gözlük bere boyunbağı baston
Yüz çizgi damar sinir siyatik diz
Merdiven öksürük ıhlamur yün kuşak
Aspirin nargile bronşit tesbih
Şubat hanım mangalı karıştır palto
Minder alt katta emekli polis kızım
Kapıya bak nasılsınız yünlü geceler
Siz de nasılsınız ben eskiden
Böylemi idim zaman testere

Muhsin bey vardı bir gece kafaları
Çektik iyi mi sonra nasıl oldu bilmem
Bıyıklarım terleyiverdi bana bir şeyler
Oluyordu tabancam dolu olarak amma
Baba adamdı Muhsin bey güldü sevda
Düşmez başına bana bak Mahmut dedi
Seni severim ya nöbetçiyim damarlarımda
Yasa dolaşıyor bu gece nöbetçiyim
Yap ya bu gece değil şarap gibi kız
Hem seviyorum hem titriyorum tabancam
Dolu olarak sonra kayınpeder
Düğünde oynadı kaykıla kaykıla

Yün eldiven yün tabak yün çatal kaşık
Beni biraz ileri çek duvarı geri it
Gelirken çakmağıma taş getir Ahmet
Yün yorgan yün döşek yün yastık
Sinir öksürük pipo bronşit nargile
Etleriniz soğuyor kefenimiz yünlü
Mü olsun pamuğu sökün yerine yün dikin
Bu su niye acı sen kimsin şu buzu
Soğut su ateşi ateşle hanım gömütümü
Isıt kızım tabutumu süsle ben eskiden
Böylemiydim zaman testere


Ali Yüce
Boyundan Utan Darağacı

Ut

Ben yaşarsam utlar gibi yaşarım
Eski zamanlarda gül bahçelerinde
Bir orman aydınlığını getirir meyvaların
Aşkın eyilmiş mor ağzından

Ben gözlerini severim ceylanların
Kalbimi duyarım balıklar soluyunca mavilerde
Hanımelleri mantarlar kuzukulakları
Unutulmuş aşkları kırları

Ben ellerimi severim sabahleyin uyanınca
Büyülü masallar limanında
En erken kalkan gemi benim
Rüzgarımda deniz kızları


Ercüment Uçarı
Et

7 Şubat 2018 Çarşamba

Sabahın Seher Vaktinde

Yüzünün öptüğüm yanı artık çekimser kalamaz
Binlerce bayrakla açılmış yürüyor
En önde gideni tanıyorum, Bayant'ta görmüştüm
Bir daha padişah geçemez bu sokaktan
Düzme mahkemeler kurulamaz.

Seninle sarılıp sabahlara kadar uyumamışız
Bir cumartesi pazar olmuş kolların arasında
Kolların arasında bıçağı duymuyorum
Yanyana kenarında pencerenin
Sen taşını eteğinde taşımışsın her sabah
Ben ellerimle taşımışım her akşam.

Çocuğumuza bakıyoruz, evimize bakıyoruz, dünyaya bakıyoruz
Bütün sanlı kollar arasında
Güllerin gelinciğin arasında
Yüzünün öptüğüm yarısında
Kötüye geçit yok
Buğday tarlaları çiğnenemez bir daha
Nükleer denemeler yasak.


Berin Taşan
Yüzünün Bir Yanında

Tan Yerinin Elleri

Ne horoz düzenliyor ne kuş korosu
Tan yerinin elleri tetiktedir

Sabaha düzenliyor tellerini
Horozum da gerçeği bilmektedir

Gördü ki bir dönemin öldüğünü
Sabah yıldızları dellenmektedir

Ve horozum ve kuşlarım ayakta
Almış yerlerini beklemektedir

Sömüreni kan emeni katili
Mest olup uykuda gerinmektedir

Bir ölüm perdesi ki ağır ağır
Her gece üstlerine inmektedir

Horozum öt horozum öt uzatma
Tan yerinin elleri tetiktedir


İlhan Demiraslan
Sanat Emeği - sayı 29
Temmuz 1980

Peynir Gemisi

Bu paradır, anlıyor musun,
Arada geçer elime,
Et alınır, ekmek alınır,
Elime.

Bu paradır işte, yüzü tatlı,
Dünya dediğin üstünde durur,
Bir gece sayılır eline,
İnsan orospu olur.

Bu paradır, boru değil,
Gün kazanılır, gün biter,
Peynir gemisi bununla yürür,
Düdük bununla öter

Bu paradır işte, kokla bunu
Her işin başı budur,
Seni katil etti bu,
Beni memur.


İlhan Demiraslan
Eller Ekmeğe Doğru

6 Şubat 2018 Salı

Ay Işığı Sonatı

Birinci Şiir

Bütün ışıkları söndürdüm,
Ardına kadar açtım penceremi.
Nasıl beklediğimi bilirsin
Unutma, e mi?

Bir beyaz kedi gibi gel pencereme
Öyle sessiz gir içeri.
Yalnız oturamıyorum artık,
Sıkılıyorum geceleri.

Bir kilim ser odama, dört köşeli
Üstünde asma yaprakları olsun;
Dost yüzlü gölgeler içinde,
Misafirim olursun.


İkinci Şiir

Küçük avuçlarımı hatırlarsın,
Babam için dua ettiğim günler,
Parmaklarıma bakma şimdi,
Sonradan büyüdüler.

Sen benim çocukluğumun ışığı,
Hiç değişmedin değil mi?
Sokul şöyle yanıma, sokul
Tut ellerimi.

Gör nasıl büyüyor insan,
Benim için geçmede yıllar.
Senin boyunsa hala
Pencerenin boyu kadar.


Üçüncü Şiir

Kimseye söylemediğim şeydir,
Ben artık eski İLHAN değilim.
Gündüzleri bir şey değil,
Geceleri artıyor garibliğim.

Küçük çıplak ayaklarla, sessiz,
Aklıma geldi mi sevdiğim,
İki ucunda iki iplik,
Sabun misali kesilir yüreğim.

Öyle bakma yüzüme, bakma,
Benim iyi kalbli ayışığını.
Bilmelisin artık. Bilmelisin,
Zil zurna aşığım.


İlhan Demiraslan
Eller Ekmeğe Doğru

Federico Garcia Lorca İçin Üç Şiir

Sessiz Akan Sulara Gazel

Ah işte herşey orda...
Ben severim omuzlarımı birgün
Sırmaları, apoletleri olmasa da.

Ben severim omuzlarımı birgün
Göçen bir maden direğinin altında

Su akar kendir tarlalarından
Ah her şeyim ...
Ben severim omuzlarımı birgün
Savaşta bir başka omuzun yanıbaşında
Yatakta bir ince omuzun yanıbaşında

Yol uzun, hava sıcak
Kırbaçlarım atımı varırım Kurtuba'ya...

İndiğini görürsem birgün sığırcıkların
ve sürüler halinde, ovaya
İnsanların dünyayı bölüştüklerini hatırlarım
Bir daha ...

Sevişirim ölürüm, savaşının ölürüm
Doldururum çantama kara ekmek ve peynir
Varırım Kurtuba'ya...


Saat Beşte
Akşamleyin

Ah ellerim ve kalbim
Herşey orada kaldı.
Keçeler keçeler ve portakallar
Kireç döktüler yere. Kara gözlüm, kalbim,
Halkımın fakir akşamlarıdır, biliyorum
Kanlı bir mendil diye bağlanan gözlerime
Kireç döktüler yere,
Bir duvarın dibinde
Bir deppoy'un önünde
Kiraz ağaçlarına ve sığıraklara karşı
................
Bir halkın gösterişsiz, sessiz cömertliğinde
Ölüm nasıl söylenirse öyle
İspanyol dilinde
ve her dilde ...


Obra
Completas

Artık kat'iyen biliyoruz;
Halk adına dökülen kan
Sapı güldalı güzelliğinde bir bıçaktır.
Dişlerin arasında ...
İspanya' da
ve her yerde ...


Turgut Uyar
Her Pazartesi

Çağdaş Yeri Mızrağın

Tam mızrağın deldiği yerdi, birden parladı. Odada
İlkel bir silahın birden çağdaş olduğu. Kanla.
Bir sızı. Sağ elimde bir haritaydı. Kanla.
Aranan birşey. Kan ve Benzin İstasyonu
Uzaktan geçiriyorum anısını, Sallanıyordu
Anlamadığım bir şeydi. Sallanan ...
Bir duvarın birdenbire ak olduğu.
Ey benzin istasyonu.
Aşklar bitti, sevinçler bitti, ey orman!..
Aklık gibi, ayırt edilmeden taşman.
Gelir şimdi ölmüş bilinen bütün şarkıcılar
Bir uygarlığı yeterince anlatmaya. Bütün şarkıcılar,
Flavtacılar flavtacılar flavtacılar.
Beklenen hangi utkudur, ey orman!..
Hangi? O giyimli yabancı adamlardan.
Hangi çağdaş uykusuzluk, ey orman,
Alkolün yarım yamalak tesbit ettiği akşamlardan.
Bir caddede, bir çılgınlıkta, bir duvar önünde
Bir uyanış gibi kendiliğinden taşınan.
-Bütün herkeslerin "ihtilali" diye
ortalara döküldüğü bir akşam-
Bir yanlış gibi kendiliğinden taşınan. Ey orman,
Bütün imamların ve kardinallerin çıplak olduğu
bizi bir boyutun iğretliğine çağıran
Bir değişmez düzenin sahibi, bir yanlışlık
ölüyor. Ve bir anı sonsuz düzenine giriyor.

"Sen!.. arkanı döndüğünde herkes ağlıyordu
ölümün ödenmez bir faturaydı. Herkes ağlıyordu
Döner kapılar ağlıyordu ve bütün açgöz garsonlar
yanmamış sigaralar, alkolcüler, tütün doğrayanlar. Ve
Hangi haberi.. O sonsuz soluğu yadırgatan
-kafatasın uyanmış- Birisine göre bir anı,
birisine göre bir sevgi olan herkes ...
Bir uyku kaybedilen, bir timsah kaybedilmiş
ve dibi baltalanmış bir totem,
-belki bir ince akşam bile-
Yanlış bir bilet olan herkes
Yanlış bir model olan herkes.
Senin uykunu ve ağlamanı tanıyorlar. Görkemsiz
ve aşağılık. Yasında
Kırların ve zamanın karanlık bir tuğladır uykularında
parasız, sıkıntılı bir otobüs yolcusu
nun..."

Bir ufak ışık, ufak. Yerimizi gösterin. Şaşırdık karşısında
ve ilişkiler bizi şaşırtır elbet. Sen orman. Tut.
Bitti.
Aşklar ve sevinçler bitti. Ey orman!..
Büyük adam gelir. Sevimli bir su terazisini okşuyorum
o bir duvara kendini çiziyor,
ey orman
o yeşillik artık bir alışkanlığa dönüşüyor usumda.


Turgut Uyar
Her Pazartesi

5 Şubat 2018 Pazartesi

Ay Ölür Yılgınlıktan

Ay ölür şimdi. Yani ölmek!.. Uzuneski geçmişi bir suyun.
Barışmamak çirkin bir akşam olur ve tabaklarda.
Donar yemişlerde ispirto
Yakılmaz ışık o saatlerde ispirto.
Sülünlerin soğuk akşamlara döküldüğü o ovalarda
Kent uygarlığının akşamı otlara döner, küçük karartılar
mor evlerde soğuk sobaların uzayan küllerini dağıtır,
taşralı bir çocuğun eksik bilgisinde
Ay ölsün ...

Ay ölür şimdi. Uzuneski saldırışlı, ağlaması gökyüzünden,
kimsesiz ve hüzünlü bir at yelesi bakışları ve kösnüye
hiç benzemeyen bir uzun,
deniz kıyısı. İspirto
Kalçaları dar ama ne zararı var, hacamatlı bir kadın,
doğuramaz artık eski bir evlerde,
eski bir savaş evinde ispirto
elleri boş sularda, karanlıklar ve yılgınlıklar taşıyan
posta vagonlarını bulur,
Sülünlerin soğuk akşamlara döküldüğü o ovalarda
Büyük denize bakmak, mavi kalmak gibi,
yatarsa. Kimsesiz ve bir at
Ay ölsün

Ay ölür şimdi. Mağara tükenir ağan yalnızlığında geçmişlerin
El yadırgar ayasını, bir şey yavaşça inerse.
O hüzündür.
Erken gitmenin ve geç kalmanın, uzuneski posta
vagonlarında
1930 tarihli bir gazete bulmanın ve
İşi gücü tütün kokan adamların.
Sülünlerin soğuk akşamlara döküldüğü o ovalarda
Adam bulanır ve bozar orucunu küfüre, ve pencerelerden bakıldığında
dinsel güçleri artar yaşlı kadınların, o yaklaştıkça
bardaklarda
ve bir at
Ay ölsün ...

Ay ölür şimdi. Belki girdiğin kapıdan bir gök müydü? ..
bir gök müydü ki başını eğdiğin, eksik bir ağız mıydı,
ve
bir at mıydı? sanki!..
Yüzde üç buçuk faiz ispirto
Gitgide güçleşen simyası hurda olmanın, ışıksız kapıların
güneş yoksulu sahanlıkların sana verdiği ürküden,
Birden alınan kentlerin dükkanları nasıl kapanırsa,
ölülerle dolunca sonsuz ülken, ey Mağribi, kanının hiç
uğramadığı bir yerlerinde, çadırları ve bir ağacı
bırakmanın sızısı.
Sülünlerin soğuk akşamlara döküldüğü o ovalarda
Tıpkı kösnüye, doymuş kösnülere benzeyince bir resimsiz
kitap
O büyük telaş avuçlarında,
ayılmanın ve bir illet bulmanın,
Ay ölsün ...

........
Gel dur önüme, sen benim sahiliğimsin!.. Isırdığım,
bir kauçuk düşmanlığıdır!..
Yaşamamız baştanbaşa senin övgündür,
Ey kutsal bencillik!.. Seni
bırakmak niye?. Suları ve seni bırakmak,
Niye?..
Aşkın akan suları, doyurgan yabanıllığı savaşların ve
büyük utkular geçer onarıcı gölgenden.
Ey en gerekli yapısı tanrıların, Ben!..
Nem varsa sanadır!.. yıkılmış birlikler, kırılmış bardaklar
ölen kadınlar,
kan......


Turgut Uyar
Tütünler Islak

O Köy Yine Kendi Rüyasındadır

Heybetli Arsiyan dağlarında bir gün
Atım yoruldu, ben yoruldum.
Şimşekli, fırtınalı bir ikindi
Çektim atın dizginlerini, yağmurlar içinde
Banarhev köyünde indim..

Muhtarın odasında bir ben, iki yabancı
Birbirimizi yıllardır tanırcasına
Kurunduk, çay içtik, muhabbet ettik
Kurtlar, kuşlar ve bulutlardan uzakta
İnsan olduğuma gizli gizli
Bir sevindim bir sevindim ..

Kadın lafı geçti mi söz arasında
Bir tuhaf oluyordum
Karanlıklar içinden inanmazsınız
Uzak uzak sesler duyuyordum.
Girdim yatağa, çektim yorganı
Banarhev köyünde, muhtarın odasında
Düşlerimin ve insanların yanıbaşında
Sabahlara kadar uyudum ..

Oranın sıcaklığı havasındadır.
Ben gidince bir şey değişmedi biliyorum.
Şad olsunlar hepsi suları, alabalıkları ile.
...............................................
O köy yine kendi rüyasındadır.


Turgut Uyar
Türkiyem

Kula

Aydınlık bir şarkı halinde başlar,
Buğdaylarda bereketin huzuru,
Yeşil bir dua göklere doğru,
Maviliklerle birlikte genişler.

Erguvan yaşmaklı kadınlar tarlada,
Acılı kağnılar harman yolundadır.
Kurulmuş bostanlara çadır,
Yeni bir hayat yaylada.

Çardakta kilimlere dokunur sıla,
Kavunsu kokar serinliği yelin.
Yün eğirir ince bir gelin.
Bir öğle ezanıyla ürperir Kula.


Mustafa Şerif Onaran
Unutulmuş Şiirler