Şiir, Sadece: 2011-02-20

26 Şubat 2011 Cumartesi

Meryem Ananın Acısı

Nerede saklasam sakınsam seni kötü insanlardan
Okyanusun ortasında bir adada yoksa bir dağ tepesinde mi?
Konuşmayı, haksızlığı haykırmayı öğreteceğim sana oğlum.
Tatlı ve yumuşak yüreğini görüyorum biliyorsun
dayanamayacak sonra öfke duyacak acı çekeceksin.

Mavi gözlerin olacak körpe bir bedenin
koruyacağım seni nazardan ve kötü havalara karşı
uyanan gençliğin ilk şaşkınlığından.
Yaraşmıyor sana ne savaş ne de haç.
Uzak durmalısın kölelikten, ihanetten, ocağını kurmalısın.

Geceleri kalkıp sessizce sokulacağım yanına
eğilip soluğunu dinleyeceğim, yavrum benim
sıcak ıhlamur ya da sütünü hazırlayacağım ocakta,
ve sonra yürek sıkıntıları içinde
pencereden kollayacağını seni
elinde defter kalem düşerken okulun yoluna.

Ve eğer bir gün gelir de göklerin Tanrısı
gerçekle, yıldırımın ışığıyla çarparsa aklını
sakın açma ağzını.
Yabanıl hayvandır insanlar, dayanamazlar ışığa.
En yüce gerçek susmanın gerçeğidir.
Bin kez de gelsen bu dünyaya bin kez gerecekler seni haça.


Kostas Varnalis
Türkçesi: Herkül Millas

Akhilleus'un Atları

Ey çirişotu tarlası, kişneyen
iki at geçti yanından
dörtnala ...
Sırtları bir dalga gibi pırıl pırıl,
denizden çıkıp gelmişler
yırtıp geçiyorlardı ıssız kumsalı,
boyunları ileri uzanmış, iki aygır,
şahlanarak, köpükten bembeyaz ...
İçin için şimşek çakıyordu
gözlerinde ve dalgalar-
sonra yeniden dalgalara gömüldüler,
denizin köpüğüyle karışan köpükler,
ve yitip gittiler. Ve ben tanıyordum
bu atları, biri insan sesiyle konuştuydu
gelecekten haber verircesine.
Yiğit binici eline aldı dizginleri,
atına vurdu ve atıldı ileri
tanrısal gençliğiyle ...
Ey kutsal atlar, silinmez
bir yazgı korumuş sizi
kem gözlere karşı,
kapkara alınlarınıza bir muska gibi
iri ve apak birer benek yerleştirerek.


Angeleos Sikelianos
Türkçesi: Cevat Çapan

25 Şubat 2011 Cuma

İlk Yağmur

Açık pencereye yaslanmış bakıyorduk.
Her şey uyum içindeydi duygularımızla.
Tarlalarla bağları karartıyordu
kükürt rengi bulutlar
ve gizli bir çalkantıyla
ağaçlara inerken rüzgar
göğsü otları okşayarak
uçup gitti hızlı kırlangıç.
Sonra birden, büyük bir gürültüyle
yırtıldı gökler ve raks ederek
boşandı yağmur.
Tozlar uçuştu havada.
Bereketli toprağın kokusuyla
titrerken burun deliklerimiz,
dudaklarımızı araladık
içimize işlesin diye sular.
Sonra yan yana, yüzlerimiz
sütleğen ve zeytinler gibi
yağmurdan sırılsıklam,
"Nedir bu koku," diye sorduk,
"bu oğul arılar gibi havaya yayılan?"
Belsem mi çam mı kenger mi
yoksa kekik mi?"
Öyle yoğun ki kokular,
soluk aldıkça içime doldu hepsi
ve sonsuz meltemin okşadığı
bir saz gibi titredim
gözlerim gözlerini bulup
damarlarımdaki kadın
çığlığını işitinceye değin.
Asmanın üzerine eğilip
ürperen yapraklardan bir bir
o tatları tatmak çiçekleri solumak istedim;
oysa aklım üzüm salkımları gibi yoğun,
soluğum böğürtlenlere takılı
tatlarla kokuları tek tek seçemedim
ve insan nasıl aynı anda tadarsa
kaderin kadehinden acı ile sevinci,
ben de öyle tattım aynı anda hepsini;
ve kolumu beline doladığım anda,
bülbül gibi şakıdı, ırmaklar gibi aktı
damarlarımda kanım.


Angeleos Sikelianos
Çeviren: C. Çapan

Barbarları Beklerken

- Pazar yerine toplanmış ne bekleşiyoruz böyle?

Barbarlar geliyormuş bugün.

- Bu ne durgunluk Senatoda,
neden yasamaz olmuş senatörler?

Barbarlar geliyormuş bugün.
Yasamanın gereği var mı?
Barbarlar yasa koyarlar gelince.

- Neden İmparatorumuz böyle erken kalkmış;
başında tacı, duruşunda bu törensizlik,
ne yapıyor kentin en büyük kapısında?

Barbarlar geliyormuş bugün.
Başbuğlarını İmparator
karşılamaya çıkmış.
Buyrultu bile çıkarmış diyorlar,
ona nicelikler, ayrıcalıklar bağışlayan.

- Neden iki konsülümüzle yargıçlarımız
kırmızı, süslü kaftanlar içinde çıkmışlar?
Neden yakut bilezikler, parlak
zümrüt yüzüklerle bezenmişler?
Altın, gümüş kakmalı asalarıyla
ne yapacaklar böyle?

Barbarlar geliyormuş bugün,
Barbarların böyle şeyler pek hoşuna gidermiş.

- Nerde ünlü söylevcilerimiz,
neden konuşmuyorlar?

Barbarlar geliyormuş bugün,
Barbarlar güzel sözlere kulak asmaz ki.

- Nedir bu birdenbire doğan tedirginlik.
bu kargaşa? (Nasıl da asılıverdi suratı herkesin!)
Sokaklar, alanlar neden böyle çabuk boşalıyor,
neden dalgın dönüyor evine herkes?

Gece oldu, Barbarlar gelmedi de ondan.
Sınırdan dönen birtakım kimselerse
Barbarlar yok artık, diyorlar.

Peki, şimdi Barbarlarsız ne yaparız biz?
Ne de olsa çıkar bir yol demekti onlar.


Konstantinos Kavafis
Türkçesi: İ. Kuçuradi - A. T. Oflazoğlu

24 Şubat 2011 Perşembe

Tanrının Antonius'u Bırakmasıdır

Birdenbire duyarsan geceyarısı
görünmeyen bir alayın geçtiğini
eşsiz ezgilerle, seslerle-
artık boyun eğen yazgına, başarısız
yapıtlarına, tasarladığın işlere
hepsi aldanışlarla biten-
ağlamayasın boş yere.
Çoktan hazırmış gibi bir yiğit gibi
hoşçakal de ona, giden İskenderiye'ye.
Hele kendini aldatmayasın demeyesin:
bu bir düştü, kulaklarım iyi duymadı;
böyle boş umutlara eğilmeyesin.
Çoktan hazırmış gibi bir yiğit gibi
böyle bir kente erişmiş sana yaraşırcasına,
kesin adımlarla yaklaş pencereye,
dinle duygulanarak, ama
yanıp yakılmalarıyla değil korkakların-
son bir kez, dinle doya doya ezgileri,
o gizli alayın eşsiz çalgılarını,
hoşçakal de ona, yitirdiğin İskenderiye'ye.


Konstantinos Kavafis
Türkçesi: İ. Kuçuradi - A. T. Oflazoğlu

Kaleler

Düşünmeden, acımadan, utanmadan
yüksek kaleler kurmuşlar dört yanıma.

Umutsuzluk içinde böyle hep
bir şey düşünmez oldum alınyazımdan başka.

Dışarıda görülecek bir sürü işim vardı
ben nasıl sezmedim kaleler kuruldu da.

Ses seda işitmedim çalışan işçilerden
habersiz kapadılar beni dünyanın dışına.


Konstantinos Kavafis
Türkçesi: İ. Kuçuradi - A. T. Oflazoğlu

23 Şubat 2011 Çarşamba

Kent

"Bir başka ülkeye, bir başka denize gideceğim, dedin,
Bundan daha uygun bir kent bulacağım sonunda,
ne yapsam boş, önceden yazılmış sanki yazgım
ve kalbim bir ceset, gövdeme gömülmüş burada.
Bu çöküntüyü daha ne kadar çekecek ruhum?
Gözlerimi nereye çevirsem, nereye baksam burada
gördüğüm kara yıkıntıları hayatımın yalnızca
yıllar boyu heder ettiğim, o yıktığım hayatım."

Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler.
Hep peşinden gelecek şehir. Sürteceksin hep aynı sokaklarda,
hep aynı mahallelerde geçecek ömrün ve kocayacaksın.
Hep aynı kente varacaksın nereye gitsen,
ne yol var, ne gemi var, yok kaçmak umudu bir başka yere.
Madem ki heder ettin bütün hayatını bu kentte
yıktın onu demektir yok ettin bütün evrende.


Konstantinos Kavafis
Türkçesi: Özdemir İnce

Gülün Hoş Kokusu

Yıldırım bu yıl karakışta
gençliğimden uzak ateşten yoksun
her an yıkılacağımı sandım
karla kaplı yollarda.

Ama dün Mart'ın gülüşüyle yüreklendim
eski patikalarla buluşmaya gittim,
ve uzak bir gülden gelen hoş kokuyla
yaşardı gözlerim.


Kostis Palamas
Türkçesi: Herkül Millas

22 Şubat 2011 Salı

Bir Acı

Unutamadığım gençlik yıllarım
deniz kıyısında geçti,
sığ ve kımıltısız denize yakın
geniş ve büyük denize yakın.

Ve çiçek açan yaşam
önümde belirince
deniz kıyısındaki gençlik yıllarımın
düşlerini görünce, fısıltısını duyunca

Yüreğim iç geçirir hep aynı seslenişle:
Yeniden yaşayabilseydim
sığ ve kımıltısız denize yakın
geniş ve büyük denize yakın.

Ana gibi alınyazım ana gibi sevincim
bir tek onu tanıdım:
İçimde tatlı serili göl gibi bir deniz
ve okyanus gibi açık ve büyük.

Ve işte! düş onu yeniden taşıdı
yanıbaşıma uykumun içinde
sığ ve kımıltısız denizi
geniş ve büyük denizi.

Ama beni ne yazık bir acı
büyük bir acı sarıyor,
yüreğimin ilk çarpışı sevgili deniz kızım
sen bile dindiremedin bunu.

Neydi içimdeki fırtına
neydi o çarpıcı rüzgar
senin bile uyutamadığın dindiremediğin
büyülü görüntü, deniz kıyısında?

Söylenmeyen anlatılamayan acı
büyük acıdır bu
sönmeyen, gençlik yıllarımın
cennetinde bile deniz kıyısında.


Kostis Palamas
Türkçesi: Herkül Millas

Sevmiyorsun Sen Beni

Mayıs ayında solan
Çiçeklere soruyorum
Yanıtlarından anlaşılan
Sevmiyorsun sen beni


Dionisios Solomos
Türkçesi: Herkül Millas

21 Şubat 2011 Pazartesi

Kavgalar

Kayalar arasında tek başıma
Boşuna gezdiğimi sormayın neden
Her gün bir sözü unutuyorum
Yitiriyorum her gece bir yıldızı
Başka başka kapılardan kaçıyorum ben
Her sabah kopup kökümden, evimden

Kışla karanlığın çarpışması
Korunak arıyorum mağaralarda
Aslanlarla canavarlar yanında
Karın boğazıma kadar gelmesi
Atım da batıyor yeraltı deresine
Ben bir topun altında fitil örneği
İki meydan arasında, donuklukta yanıyorum
Ve tatlı anaya sunulan övgüyü duymak istiyorum.

Oysa yolda kimseler yok türkü söyleyen
Göl dibinde kışlıyor kiliseler
Gece olunca tepesinde Velebit'lerin
Kızgın bir ateşi görüyor gözlerim
Ve parmaklarına üfleyen iki celladı.
Beni tohumuma kadar
Ateşte kızartmak istiyorlar.

Ateşlerin nasıl yandığına bakınız
Tepesinde yeller esen bayırın
Ve sormayın neden böyle yapayalnız
At sırtında uçuyorum köyden uzaklara
İlaçlı bitkileri arayarak
Kendime ve birçok yaralı kardeşlere.
Ben de attan ineceğim
Ak saraylardan işitilince borazan sesi
Dargınlığını yitirince ateşler
Pişman olunca yılanlar
Birbiriyle içten kucaklaşınca kardeşler.


Miograd Pavloviç
Türkçesi: İskender Muzbeg

Sessizlik

Duyulmuyor bir tek dalga bile
Issız deniz kıyısında
Uyumuş sanki deniz
Yeryüzünün kucağında.


Dionisios Solomos
Çeviren: H. Millas

Psara Adasının Yıkımı

Psara'nın kapkara sırtında
Yürüyor Zafer şimdi tek başına
Süzüyor tek tek üstün yiğitleri
Saçlarına bırakarak çelengi-
Issız toprakta kalmış olan
Seyrek o birkaç çalıdan oluşan.


Dionisios Solomos
Çeviren: H. Millas

Tutku ve Nisan Ayı

Tutku ve Nisan ayı oynayıp gülüyorlar
çiçek ve bitkiler nasıl bitiyorsa öyle sarıyor şimdi beni silahlar.
Melemekte ak dağda oynaşan koyun
derin denize atılarak yeniden
ve bembeyaz kavuşarak gökyüzünün güzelliğine.
Mavi kelebek gölün sularında
koşup oynaştı gölgesiyle
hoş kokulara kavuşturarak uykusunu yaban zambak içinde;
küçük solucan bile en tatlı saatlerini yaşıyor.
Büyü gibi bugün doğa: düş içinde sevimli ve güzel
pırıl pırıl kaya ve kuru otlar
binbir pınarla akar durur binbir dille gürül gürül;
bugün ölenler bin kez ölür.


Dionisios Solomos
Çeviren: H. Millas