Şiir, Sadece: 2016-09-25

1 Ekim 2016 Cumartesi

Şehirler

Burada şehirler vardı, ama şimdi taş yığını.
Harabeler üstünde bağdaş kurmuş gece,
Tam benim istediğim gibi oldu, gönlümce ...
Burda insanlar vardı, ama şimdi kalmadı.

Oyuk pencerelerden uzun parmaklarıyla ay,
Krom sarısı bir hayalet gibi girer içeri.
Dolaşır kilise iskeletlerini bir ürperti.
Sıçrar ordan sulara bir cambaz gibi,
Titrer duvarlarda gölge yapraklarıyla ay.

Kavrulmuş ağaçlar yangınlarda, yapraksız
Molozlar ortasında. Söner son hayat eseri mumlarda.
Silinip gider olup biten şeyler, arkalarda.
Burada şehirler vardı, ama şimdi harabedir baksanız.


Dagmar Nick
Çeviren: Behçet Necatigil

Önsezi

Saatler bizi geçecek
bir öğle üzeri
sonbaharda,
eğer sarı yapraklar ağaçlardan düşerse
ve kan,
eğer kuşlar kanat çırpışları ile
bizim için çizerlerse
Soluk olanı
sabırla havaya,
eğer zamanın dikenlerini
artık hissetmezsek,
akşamı ve gitmeyi,
devam eden bu ayrılışları,
sevginin bu anlamsızlığını,

eğer biz, kapkara ve yıkılmış,
içinde bulunduğumuz zamanda kalırsak,
tepemizdeki saat ibreleri
uzaklaşırken, sanki bizler
hiç varolmamışız gibi.


Dagmar Nick
Çeviren: Ahmet Arpad

Bayan Taşbebekyüz

bayan taşbebekyüz
kanepede konuğumuz.
melankolik bir çamaşır tahtası
gibi yaslandı
belirtiler ortada, durum kötü
doktorlar aciz kaldı.
kocası, ah-kocası, ahah
ah, kocalı.


Ernst Jandl
Çeviren: Behçet Necatigil

Soru

adımı gönderdim kentten
telgraflarla, sonra ben gittim peşlerinden.

beni kentten çekip götüren tren
raylarda kaldı

adımı gönderdim kente
telgraflarla, sonra ben gittim peşlerinden
beni kente geri getiren tren
raylarda kaldı.

gezi nerde kaldı?


Ernst Jandl
Çeviren: Behçet Necatigil

30 Eylül 2016 Cuma

Yargı

bu adamın şiirlerinde iş yok.

önce
aldım birini, sürdüm dazlak kafama.
boşuna, saç maç bitirmedi.

sonra
ovdum biriyle sivilcelerimi.
iki günde orta büyüklükte patates
oldu çıktı hepsi, doktorlar şaştı.

sonra
kırdım ikisini tavaya,
şüphelendim, yemedim kendim,
köpeğim yedi, öldü

sonra
koruyucu diye kullandım birini.
söküldüm kürtaj parasını.

sonra
birini taktım gözüme,
girmeye kalktım iyi bir kulübe
çelme taktı kapıcı,
kapaklandım yere.
verdim yargımı sonra da
yukarda


Ernst Jandl
Çeviren: Behçet Necatigil

Ayrılış

Bir son öpüştü rıhtımda
kaldı ardımda.
Akıntıdan yana, denizlere yolun
gidiyorsun
bir kırmızı, bir yeşil ışıktır
uzaklaşır.


Wolfgang Borchert
Çeviren: Behçet Necatigil

Düşlerde Fener Olmak

Ben ölünce
hiç değilse
Bir fener olsam,
kapında dursam,
soluk donuk geceyi
aydınlığa boğsam

Ya da limanda
gemilerin uyuduğu zamanda
gülüşürken kızlar
uyumasam,
dar kirli bir kanalda
bir yalnıza göz kırpsam.

Daracık bir sokağa
assalar beni
teneke, kırmızı bir fener
bir meyhane önünde
dalgın düşüncelerle
tempo tutup şarkılara
sallansam.

Ya da şöyle bir fener
gözleri büyümüş bir çocuğun yaktığı
duyulup da korkunca çevresinde yalnızlığı
dışarda camlarda
fırtınanın ıslığı
kabuslar, görüntüler, cinler.

Evet, hiç değilse,
ben ölünce
bir fener olsam,
tek başıma geceleri

uykulardayken dünya
gökte ayla senli benli
sohbete dalsam.


Wolfgang Borchert
Çeviren: Behçet Necatigil

29 Eylül 2016 Perşembe

Anahtar

Değişik bir anahtarla
açarsın evi, evde
savrulur suskun olanın karı.
Akan kana göre,
gözünden, kulağından ya da ağzından,
değişir senin anahtarın.
Anahtar değişir, söz de değişir,
kar taneleriyle birlikte yağar.
Seni sürükleyen rüzgara göre,
sözün çevresinde yumak olur kar.


Paul Celan
Çeviren: Gertrude Durusoy - Ahmet Necdet

Hangi Taşı Kaldırsan

Hangi taşı kaldırsan
seninle çıkıyor ortaya.
gereksinim duyanlar korunmasına taşın:
çıplak,
karman çorman oluyorlar yeniden şimdi.

Hangi ağacı kessen
yontarak
biçim veriyorsun yatağa;
üzerinde canların biriktiği,
sarsmazmış gibi
onları da
zaman.

Hangi sözü söylesen
sağol demiş oluyorsun
o yıkıma.


Paul Celan
Çeviren: Gertrude Durusoy - Ahmet Necdet

Corona

Güz kendi yaprağını yiyor elimden: biz iki dostuz.
Zamanı ceviz kabuklarından ayıklayıp yürümeyi öğretiyoruz ona:

Aynada pazar,
düştü uyanan uyku,
ağızsa gerçeği söylemede.

Gözüm bir sevgilinin cinselliğine teşne:
öyle bakışıyoruz,
karanlık sözler ediyoruz birbirimize,
haşhaş ve bellek gibi seviyoruz birbirimizi,
uyuyoruz şarap gibi bir midye kabuğunda,
bir deniz gibi ayın kanlı ışığında.

Penceredeyiz sarmaş dolaş, kendimizi seyrediyoruz sokaktan:
vakit erişti, herkesler bilsin bunu!
Artık çiçek açma zamanıdır taşın,
yüreğinse tedirginlik zamanı.
Zamanıdır, zamanı gelmenin.
Artık zamanıdır.


Paul Celan
Çeviren: Gertrude Durusoy - Ahmet Necdet

28 Eylül 2016 Çarşamba

Akçakavak

Akçakavak, yaprağınla ak-pak bakarsın ya karanlığa.
Ak düşmemişti hiç annemin saçlarına.

Kara hindiba, Ukrayna ne kadar yeşil.
Sarışın annemse dönmedi yuvasına.

Yağmur bulutu, kaynağın kurudu mu?
Benim sessiz annem ağlar tüm insanlara.

Çember-yıldız, bağlıyorsun o altın kurdeleyi.
Bir kurşunla annem kalbinden aldı yara.

Meşe kapı, kim çıkardı rezelerden seni?
Benim tatlı annem gelmeyecek bir daha.


Paul Celan
Çeviren: Gertrude Durusoy - Ahmet Necdet

Sığ Geçit

Ormanlar içinden dolanan,
ey beyaz yollar, öğleyin.
Biri düşmüş yeşil
yamaca ve ırmağa doğru,
içmiş suyundan sığ geçidin.
Havalanmış kırlangıç.
Ve biliyorum kulübeyi
ötede kiraz ağaçlarında. Orda
yürürdün. Kamış kavallar
öttü. Kar ortasında,
yel düşümü
dönerim.


Johannes Bobrowski
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

Don Nehri

Yukarda, yalımlardan
köyler. Kayalardan
iniyor kıyılar. Ama
tutulmuş akış, buz soluğu
esti, sessizlik kapkara
izledi bunu.

Beyazdı akış. Daha yüksek
kıyı kara. Atlar
yamaca tırmanıyordu. Biyol,
karşıki kıyılar
uçtu gitti, gördük
tarlaların gerisinde, ötede,
erken doğmuş ay altında, duvarları
göğe doğru.

Orda
şarkı söylüyor Diw,
kulede
bağırıyor bulutlara, kuş
salt mutsuzluk, sesleniyor
kayalık kıyılar üstünden,
buyruyor dinlemeyi ovalara
Höyükler, açılın, diyor,
çıkın ortaya kuşanmış,
ölüler, koyun miğfere


Johannes Bobrowski
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

27 Eylül 2016 Salı

İlmensee 1941

Yaban arazi. Rüzgara karşı.
Donmuş. Kuma
gömülmüş nehir.
Kömürleşmiş dallar:
alana karşı köy. O zaman
gölü gördük-
-Günle gölü- Işıktan.
Yol izinde, otlarda
dışarda kule,
beyaz, uzakta ölünün taşından
olduğu gibi. Delinmiş dam
karga kargaşasında.
- Gecele gölü. Orman.
Bataklığa doğru
düşüyor. Yaşlı kurdu,
yağ bağlamış yangın yerinde,
ürküttü bir gölgeyüz.
-Yılla gölü. Tunç
kabarış. Suların yükselen
karanlığı. Göklerden
bir kez
vuruyor kuş akınını.
Gördün mü yelkeni? Ateş
uzakta. Kurt
çıktı alana.
Dinliyor kışın çıngıraklarını,
uluyor korkunç kar
buluta karşı.


Johannes Bobrowski
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

Aşk Şiiri

Bir yarım sesle sesleniyorum sana:
Beni duyacak mısın?
Aynı o acılı ot suratının arkasında,
O dağılan ayın?
Kutsal güzelliği içinde havanın,
Gün doğduğunda,
Kanatlarını çırpan bir al balık olduğunda sabah?

Güzelsin.
Serin ve kuru bir derin var.
Bakışın yumuşak ve bir kuşun bakışınca güvenli
Sallanan yele söylüyorum bunu.
Sırtın-duyuyor musun-havadan yapılma,
Bir güvercin gibi mavi yaprak örgüsünden süzülen.

Başını kaldırıyorsun.
Tuğla duvarda bir kez de gölgesi görünüyor.
Güzelsin sen. Güzelsin.
Uykum yanında bir su serinliğindeydi.
Bir yarım sesle sesleniyorum sana.
Ve gece parçalanıyor sodamsı, siyaha ve maviye.


Karl Krolow
Çeviren: Fatma Akerson

Kuşlar ve Deneme

Gazetelerin bildirdiğine göre hidrojen bombası
denemelerinin sonucu olarak göçmen kuşlar
Güney Denizi üzerindeki alışılmış yollarını değiştirmişler.

Savanalardan kalkıp tropik denizlerden
sürükledi rüzgarlarla gövdenin gereksinimi,
Sağır ve kör gibi uzaklardan ve ta ezelden,
Bulsunlar diye biraz ağaçlık ve gerekli besini.

Ne gök gürültüsü durdururdu, ne tayfun, ne de
Bir ağ, çağırınca onları büyük uçuşlar
Çığlık dolu bir duman, kararlı aynı menzilde,
Ve hep aynı kümelerle aynı yol alışlar.

Sağnak, fırtına aldırmadan dimdik
Gördüler bir gün öğleüstü çırparak kanat
Daha üst bir ışık. Bu korkunç surat

Zorladı artık yollarını değiştirmeye.
Aradılar daha sakin yeni ülkeler göçmeye.
Bırakın sarssın yüreklerimizi bu değişiklik ...


Stephan Hermlin
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

26 Eylül 2016 Pazartesi

Bir Fransız Lokantasında Masa Örtüsündeki Kırmızı Şarap Lekelerine

Ciddi bir sevinçle bakıp size.
İtiyorum kenara sizi örten tabağı.
İlk yudumum o yabana adamın şerefine,
Benden önce bu masada bildi ağız tadını.

Menekşe rengi dağınık kenarlarınızdan
Süzüyorsunuz yumuşak bakışıyla düşçül bir ayyaşın,
Sanki yabancı ülkelerin sınırlarından,
Belki Mozambik'in belki Madagaskar'ın.

Altın kırıntıları hala yayılı yerimde
Düşünceyle bölünüp yenen ekmeğin.
Ey, hoş nağmeli, Burgonya çiçekli ülke,
Geçerli mi hala o krallıktaki ilke,
Hükümdar için şarap fıçılarıydı ölçeğin.

Ey, akşam ışınlarıyla oynaşan, geç ülke
Olgun dilden renkli prizma canımdan,
Dehalar, sihirbazlar ve gümrükçüler resim yapar sende,
Kendi gökkubbesini unutur orda Tanrı bile!

Çelikler parçalamış kana bulanmış gördüm seni,
Bağrına baş koydum içimde korku ve acı-
Böyle ağır yaralayan belki de beni,
şu sempatik şişko meyhaneci-?

Ve içmedim mi seni gözyaşı pınarından,
Ve çekmedim mi seninle ölüm işkencesini?
Ah, kardeş ülke-eşiğinde diz çöküyorum
Ve öpüyorum her kan ve şarap lekesini!

Dolduruyor kadehimi. Fışkırıyor şişe ağzından.
Sen de iç, masa örtüsü! İç bu sunak içkiyi!
Eğilip yabancı bu tatlı saatin karşısından
Ayrılıyor kuzeye doğru, arayıp sisi.


Carl Zuckmayer
Çeviren: Yüksel Pazarkaya
1936

Beyaz Tansık

Dahi Utrillo İçin


Kayın beyazı ve tebeşir beyazı,
Kar beyazı saçların, mum gibi beyaz, avurt solgun,
Bir kanat beyaz ve beyaz ipek giysi,
Güvercinin boz beyazı, beyaz kış ülkesi,

Badananın donuk beyazı ve dalga köpüğü,
Bir bez beyaz ve küf yeşilindeki beyazlar,
Yolda bir taş, nasıl da beyaz bir yer- 
Öğleyin yanıp bitmekte akkor yaz.

Camları ardında sallanıyor perde tülleri- 
Elma çiçeği gibi ve buzul yamaç gibi
Sis gibi gümüş ve lapa lapa kar tipisi-
Söyle, senin beyazın renklerin sönüşü mü?

Mermer, granit ve ipteki çamaşır
Ve parşömen beyazı ve kağıt ipince,
Göçmüş gövdeler soluk beyazı taşır,
Ve leylaklar, uzanır sana düşsel bir el ince.

Ay beyazı deniz ve sümbül tomurcukları,
Sargı bezi beyaz, çizgili kar gibi çakıl yol,
Aydınlık geceler, yelkenliler ve martı uçuşları
Titreyen bir ses, flüt solosu ve yoğun C.

Söyle, senin beyazın renklerin yeniden doğuşu mu?
... Ey soylu beyaz! Ey süt ve pirinçte beyaz!. ..
Sarışın beyaz tahıl, keten-ve esiyor bulutlu ...
Beyaz tansık. Bir dünya açıyor beyaz!


Johannes R. Becker
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

Depo

Auschwitz


Ey kadın saçları-ne çabuk unutulmuş!
Ah, yeterdi bir tel kadın saçı,
Kanıtlamaya ne kıyamlar olmuş,
Bir zamanlar, usalmaz, acı.

Ey çocuk kunduraları-kimin umrunda!
Ah, yeterdi bir çocuk kundurası,
Bu görünümden kaçamamaya-
Bir çocuk kundurası-yiten erincin görünümü ...

Çocuk kunduraları tavana değin yığılı,
Ve depoda balyalanacak kadın saçı
Bir balya duruyor bir köşede bağlı
Söyleyin, kimin düşüne girer hala böyle çatı?
Söyleyin, kime böyle bir depo hala ihtar anıtı?

Böyle sorar dururum: usanmaz bir sonucu.


Johannes R. Becker
Çeviren: Yüksel Pazarkaya