Şiir, Sadece: Hilmi Yavuz
Hilmi Yavuz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hilmi Yavuz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Mart 2018 Cumartesi

Doğuda Bir Kent

siirt, ağaçsız gömütlük
çocukluğu doğal kireç
bir kent, orda her kuyu
bir ermiş kadar su bilir
hüzne kil, öfkeye kum
bir kent, orda duyguyu
doldurur boydan boya zakkum

siirt, rüzgarı saralı
gençliği yolgeçen hanı
bir kent, korkunun pirinci
gibi ayıklar zamanı
dilencisi, kör nergis
bir kent, ölü bir balı
gömer arıya, peteksiz

siirt, üzüm ayna
yaşlılığı beton laleden
bir kent, orada güz bile
kurur acıyla birlikte
çürür gurbetler yüklükte
ve ölüm, bir büyük aile
gibi dağılır konaklarından


Hilmi Yavuz
Doğu Şiirleri

2 Mart 2018 Cuma

Doğunun Bebeleri

doğunun bebeleri taş bebek
değildir; say ki onlara cefa
ince yaralı bir gömlek
ve ninniler en çok akşamları zor
say ki onlar ağlarken lor
say ki gülerken çökelek

doğunun bebeleri taş bebek
değildir; yaşmaklı siirt'i
kınalı van'ı
sılayla gerdeğe girercesine
geçip gurbetin çobanı
ölüm, güz üşürür yüzlerine
ay, gecenin şark çıbanı

doğunun bebeleri taş bebek
değildir; acıyı trahom,
gündüzü emek,
gülüyse bir gelecek için kullanır
say ki anaları ova, babaları dağ
ve emzikleri tüfek


Hilmi Yavuz
Doğu Şiirleri

Doğunun Kadınları

biz batan güne sahip çıktığımızda
ay, bitlis'te sarı tütün
ya da bir akarsu imgesi
gibi yiğit ve bütün
bir ağıttır
kadınlarımızda

onlar hüznü bir çeyiz
çileyi ince bir nergis
ve gülerken bir dağ silsilesi
taşırlar
ve bir acıdan ibarettirler
kayıtlarımızda

kadınlar ki alınlarımızda
doğuyu mavi bir nokta
ve yazgıları çok uzakta
bir nehir yoluna
karışırlar
ölümleri duvaktan beyaz
ve ahlat, erciş, adilcevaz
üzerinden geçen bir kederle
yarışırlar
ve birer yazmadan ibarettirler
sevdalarımızda

biz bir yazın ayağında
en küçük bir gurbeti bile
içi titreyerek okuyan
ve bir gülü tersinden dokuyan
umutlarımızda
başlığı kınadan turaç
bebesi doğuştan kıraç
ve bir ninniyle darılıp
ve bir türküyle barışırlar
ve birer hasretten ibarettirler
mektuplarımızda


Hilmi Yavuz
Doğu Şiirleri

10 Haziran 2014 Salı

Hayal Hanım

Yeşil imgeli kız!
İlkyazım! hangi harf gül, hangi dal dize?
Bu büyük ağaçtan her ikimize kalan hangimizdik…
ey hayal hanım?

Yeşil imgeli kız!
Biz size yazılı sevdalar sunduktu
ve döne döne uçurumlar gibi şiirler…

Şiirlerle örselenmiş’yüzü
ve kalbi güllere belenmiş biriydim ben…
ve hangimize doğru akar suydum,
ey hayal hanım?

Yeşil imgeli kız!
ilkyazım! hangi harf gül, hangi dal dize?
Bu derin ağaçtan her ikimize kalan hangimizdik…
ey hayal hanım?


Hilmi Yavuz

27 Kasım 2013 Çarşamba

Akşamın Yarısında

herkes öteki gibi duruyor... akşam
da durduğu yerde durmuyor artık;
yolcu yolu kuşatıyor durmadan;
kapanıyor 'Zaman' denen karanlık...

hiçbir şeyde yok gibi ve herşeyde var;
sıkışmış birileri ara yerde;
kalbim! durma yetiş eski yazlara!
nedense bir durgunluk var saatlerde...

herşey nasıl da bütündü bir zaman:
şimdi bahçe eksik, güllerse yarım;
kar yağar, hüzün bile yok... ve nerdesiniz,
âh, evet nerdesiniz, yoksaydıklarım?


Hilmi Yavuz

Ay Doğar

ay doğar
bir ay doğar umarsız gözlerinden
bir ay batar bedir allah
karanlıklar bir silâh kahrı gibi oturur yüreğime
iflah olmaz bir silâh

ya kara bir kırbaç gibi vur beni küheylânlara
ya beni öldür allah

dünyada
nerede olursa olsun dünyada
senin umarsız gözlerin
kanlı bir avuç zehir
bir de yangınlı yaz akşamlarıyla bir gelir
ya da

senin umarsız gözlerin
mahzun eşkiya ateşleridir
tutuşur rüzgârlı bayırlarda


Hilmi Yavuz

26 Kasım 2013 Salı

Batıni

her şey bâtıni! göl
kendi dibindeki batıktan
başka nedir? acılar
derin ve siyah bayraklarını
tekneme çekeli beriydi:

her şey bâtıni! tenim
kendini yurtsuyor birden:
'ben kendimin
teknesiyim ben...'
böyle dedi ve diyen
öteki yolculardan biriydi:

her şey bâtıni! gül
goncalarda içkinken
dil, güzü bekleyen kıyıda
aşkın sözünü karşılıyor
gibiydi...

her şey bâtıni! ve hüzün
hüzün
en büyük muhalefettir şimdi


Hilmi Yavuz

Bedreddin

mübalâğa akşam olur

güz, neftî dolaklarını kuşanır da gelir
yaprağın fetrete düştüğü zaman

sen ey yaz günlerini
top top ak çuhaya tebdil eyleyip
ve solgun bir gülümseme olarak
eğnine giyen şaman
buyur otur
şeyhim
samanyollarının ılık sedirine uzan
uzun, görklü ve sof
yüzünü bizden yana döndür
bize buğdayın ateşini
gözlerin timârını
ve hüznü vâridâtını anlat

elini elimize dokundurmadan

sen ki öldüğü yere
bir kök sümbül bırakır gibi
usulca sevdalar bırakan
ovaların ve kartalların musahibi

ne zaman diye sorma, ne zaman
yaprağın fetreti gülün kıyâmına
gülün kıyâmı ağacın isyanına
dönerse işte o zaman

mübalağa akşam olur
güz, neftî dolaklarını çıkarır da gelir

elini elimize dokundurmadan


Hilmi Yavuz

25 Kasım 2013 Pazartesi

Sarı Anastas

Bedreddin üzerine şiirlerden


yelkenler mutasavvıf
ve boynu büküktüler

ve bedreddin büyük fırtınalarla
uğuldayan kaftanı giydi

ve işte kırmızı ve sahtiyan
bir kuşak gibi
duyuyor tanyerini etinde
ilkyaz, koynumuzda bir resimdi
o isyan ki kana kana rumeli
ve yıkık bir ayazma suretinde
onda belirdi

ve işte acılardan bir sur
ölüm ancak bu kadar çocuk
ve mağrur olabilirdi
ve kuytu dağ koyaklarını
bir sürme gibi çekmiş gözlerine
hallâc-ı mansur
ya da şahabeddin-i suhreverdi

şimdi o, bir gurbet gibi güler
ağıtlarla konar göçer gibiydi

ve bedreddin, büyük fırtınalarla
uğuldayan kaftanı giydi


Hilmi Yavuz

Beyazıd Paşa

gün akşamlıdır devletlim
elbet biz de ölürüz

gözüm hep o asılmışta kaldı

sanki karanfil zülfünü dökmüş de
şimşir topuzlu bir gürz
indirilmiş gibi tanyerine
kanlıydı kartal kanadı
bir tarikat değneği gibi
pürüzsüz ve düz
bir beden, asılmış

gözüm hep onda kaldı

susan yazdı, konuşan güz
usuldu, uzundu denizin boyu
sanki tüy bacaklı bir tazı
ya da kırmızı ve koyu
bir masaldı, tarçından ve süssüz
bir beden asılmış

gözüm hep onda kaldı

gün akşamlıdır devletlim
elbet biz de ölürüz


Hilmi Yavuz

23 Kasım 2013 Cumartesi

Bir Yaz Günü İçin Şiir

nerde o sarısabır, safran ve sarı sesi
akşamın? duymak sanki bir gülün
yolculuğu gibidir bahçeden sana doğru;
gelsin, bilsin ve sensin, yağdığın o yağmuru
alıp gidensin işte, daha ergin bir yaza...

bahçemde yer kalmadı, her taraf tıka basa
yaşlı yazlarla dolu... orda elbet o çölün
ortasında yabansı, ürkek ve sanki garip
bir şeyler duyuyorum... sesler, şeyler? ölünün
son gördüğü o gülü çağrıştıran, -nedense...

ben yine bahçemleyim, bu belki kendimleyim-
mi demek? Zaman ten'dir, eğer yazlar bedense...


Hilmi Yavuz

Börklüce Mustafa

biz ki sevdamızı, alaca
kıl bir heybe gibi sunduk
aba terlikle denizi yürüyenlere
şavkımız dağlara vurunca

börklüce mustafa, yonca
ve hançerlerin piri
ölümü masmavi bir hamayıl
gibi boynunda taşıyıp
gözleriyle bir acıya kalebent
olmanın korkunç şiiri

dövülüp tavını bulunca

serez çarşısına, ince
kıvrık ve celâlî
bir ayışığı gibi girmek
ve sesiyle şayağa ve tunca
sancağı buğdaysı, türküsü ebruli
bir isyân diye işlenmek

ve devrilmek, birbiri ardınca

biz ki, sevdamızı, alaca
kıl bir heybe gibi sunduk
aba terlikle denizi yürüyenlere
gölgemiz dağlara vurunca


Hilmi Yavuz

22 Kasım 2013 Cuma

Çiçekli Dağ Sokağı

derindir arası güllerin
ve aşkın yakut dilinden
duyulur türküsü şiirin:
-çiçekli dağ
çiçekli dağ

aşklar anlatıdır yazın
onları bir sokağın
adıyla çağırır yollarında:
-çiçekli dağ
çiçekli dağ

aynalar uçurumdur bakarsan
derin bağlarla
bağlanır acılarımız
çiçekli dağ
çiçekli dağ

ve sessizlik büyük ağlarla çeker
yolcu denilen nehri
kimdir hüzün söyle söyle
çiçekli dağ?


Hilmi Yavuz

Çöl Öyküsü

"çöl" denilen o öyküsü
yazmak için konuşurken
sustum içimdeki türküyü...

anlasın doğan gün seni:
bir aşk ötekinden mi kalır?
âh, şiirin altın tüyü!...

hangi yalnızlık kapatır beni
var mıdır iyi bir gül, ki kovsun
o yazın içindeki "kötü"yü?


Hilmi Yavuz

21 Kasım 2013 Perşembe

Çöl Ve Sorular

kimbilir nereden gelirim?
soldu tenimde büyü;
yıkasam çıkmıyor kirim;
gövdem otuz kuşun tüyü;
atsam içimden örtüyü;
sayrıya benzerdi dirim.

neden böyle acıyor etin?
sen Çöl'le Kitab'ın arası;
heybende incir ve zeytin;
hani nerde çarmıh yarası?
çöl sarsıldı, çöl sarası
tutuyor gülünü mahremiyetin.

o çiviyi çakan kim?
ve benim çarmıhım kimde?
ne Söz'üm ben, ne de Dil'im...
kalbim en büyük gerilim;
niye ben çarmıhta değilim,
çarmıh benim içimde?


Hilmi Yavuz

Çölde Yalnız

çöl saydamdır, güz de...

herşey o kadar üstüste
ki yalnızlık kime bindi bilmiyoruz!
kimine kat kat kumaş ve biniş.
çöl bir imâ idi, güz bir serzeniş;
ve önümüzde
geçen aşklar, duran aşklar!
onlar da üstüste top top ve belki
bir aşkı mı taşıyordur öteki?
öyle ki, var Zaman, her sözümüzde...

bak a yalnızlık, kim bu teni
sana ısmarladı?
bu harap kumaşla böyle nereye?
âh, kağşamış bu teni sen
hangi divâneye
giydirdin de yüzünü açtı aynalar?
ve yüzümüzde
hangi aynanın izi kaldı; -ve niye?

âh, sır bitti, sır bitti, eriye eriye!


Hilmi Yavuz

20 Kasım 2013 Çarşamba

Doğunun Ölümleri

ölüm bir aşirettir doğuda

ayışığı gülden hoyrat
gölleri güzelden talandır
ve asi, durak bilmez ağıtlarıyla
uçsuz bucaksız turnalarını
kat kat gurbete dürmüş evvelbaharla
sevdası göçer olandır

ve bu nasıl bir serencâmdır
satılır umudu beye
hasreti bir meta gibi
ve alınandır
ve tuzdan, bozkırdan ninnilerini
bir çığlık gibi mengeneden mengeneye
sokup çürüten rüzgârdır

türküsü ki eşkiyaya geniş
ve bir kekliğe dardır
ovası çelen bakışlı
ve bir fişekliğe dizilmiş
gibi omzu kuş nakışlı ağaçlarıyla
acıya pusu kurandır

ölüm bir aşirettir doğuda


Hilmi Yavuz

Doğunun Sonsözü

bir gece çölemerik üzerinde
bakır bir bilezik gibi hilali
gördü
ezik çiğdemleriyle elazığ
acı dağlarıyla ergani
dersim, pülümür, horasan
ibrahim talu'nun oğlunu gördüler
ve bir keçe kilimi andıran elleriyle
göğü bir beşik gibi sallayan
fatma'yı, zeynel'in ayali

kimse bizim sevdamızı anlatamadı
ne memu zin hikâyesi
ne de ahmede hâni
yaylalar kelepçeydi asi fırat'a
en büyük mahpushane dağlardı
ve dicle, fırat'ın helali
çoktandır akşam denen sanata
alışmış olmanın acısı
kavuşmuş olmanın hayali
ile akardı
köpüğünü kanata kanata

bir gece diyarıbekir'den hozat'a
ayın kızıl bir karpuz gibi
çatladığını gördü
bir heybenin morardığını
ve ölümün bir zerdali 
ağacı olup köpürdüğünü
nazif ergin, müfettiş-i umumi
muğlalı paşa
ve vali

işte doğunun dünü, bugünü
yaşamış olmanın tuzu, ekmeği
ve yarını, acının düğünü
gibi duyursun bizlere
açmış bir yufka gibi umudu
türküleri yeniden yoğursun
közlesin ağıdı, melâli


Hilmi Yavuz

19 Kasım 2013 Salı

Eylül

eylül! daha çocukluğumdan
beri size bakardım ben
bir yazın azalmakta olan
sözcüklerinden nasıl da
ansızın sökülürdünüz
bahçelerle ve kül
dolardı içim...eylül!

eylül! kırılgan mevsim!
cam hançeri güzün
dağılırdı kalbimde
birden gecenin ve gündüzün
perdesiyle örtülürdünüz
tenhâyla ve tül
dolardı içim...eylül!

eylül! unuttum sizi
dağ kızarır yol sararırdı
ve ben dönüşlere bakardım
o amanvermez belleğin
paramparça güldüğüydünüz
aynalarla ve gül
dolardı içim...eylül!


Hilmi Yavuz

Hurufi Sone

nesimî ve mansur'la tenim dağıldı benim;
kendi yasımı tuttum, ölüydüm, aşk şehidi...
bir aynaya düşer de kırılırken bedenim,
söylenen söylenmeyenle mühürlendi idi...
düşüş düşleri oldum- ve 'kendinle seviş!...'
dediler... Söz'ü gördüm... zaten nicedir
üstünde kar ve inkârla belenmiş meneviş
sırları var! âh, bu zehebî gecede,
at üstünden 'eğer'i, atla kayıtsız koşulsuz
dörtnala o serseri aynaya... bu hurufî hecede
ol!... çıplak, mücerred ve hırkasız, çulsuz...

ordayım işte, gelgelelim hiç bilmedim yerimi
âh, elimle yüzerim elbet kendi derimi...


Hilmi Yavuz