Şiir, Sadece: 2009-12-27

1 Ocak 2010 Cuma

Aşık Mahzuni Şerif

Şerif Çırık veya tanınan adıyla Aşık Mahzuni Şerif (17 Kasım 1939, Afşin, Kahramanmaraş - 17 Mayıs 2002, Köln), Türk halk ozanı.

Anadolu halk ozanlığı geleneğinde önemli bir kilometre taşı olan Aşık Mahzuni Şerif, 17 Mayıs 2002'de Köln'de Hakka yürüdü. Aşık Mahzuni Şerif son yüzyılda yaşayan halk ozanlarının kuşkusuz en ünlüsüydü. 0 nedenle öldüğünü haber yapan yazılı basın ve televizyon kuruluşları onu "yüzyıla damgasını vuran ozan" olarak tanımladı. Ölümü, Türkiye'de ve Türklerin yaşadığı ülkelerde büyük yankı uyandırdı. Mahzuni Şerif, hiçbir halk ozanına, sanatçıya, hatta politikacıya kolay kolay nasip olmayacak görkemli bir törenle son yolcu uğuna uğurlandı.

Mahzuni Şerif, aynı ilgiyi yaşamı süresince de görmüştü. Konser verdiği salonların önü miting meydanına dönmüş, albümleri satış rekorlarını param parça etmişti. Oysa köyden kente göçün artması ve kitle iletişim araçlarının günlük yaşama girmesiyle şıklık geleneğinin de yok olma sürecine girdiği savlanıyordu. Aşık Mahzuni, bu savı boşa çıkardı.

Türk Şiiri Cumhuriyet'le birlikte büyük bir evrim geçirdi. Özellikle 1940'lı yıllarda ortaya çıkan Garip akımıyla gerek biçimsellik gerekse içerik açısın dan önemli değişimlere uğradı. Geleneksel halk şiirinde kullanılan hece veznine yönelen yeni Türk şiiri, içerik açısından da daha toplumcu ve gerçekçi bir kimliğe kavuştu. Ancak bu akımın o yıllarda geniş kitleler tarafından benimsendiğini söylemek güçtür. Sadece hece veznini kullanmak bu akımın yaygınlaşmasına yetmedi ve devamlılığı olmadı. Oysa aynı yıllarda kentle henüz tanışmamış kırsal alanlarda özellikle de Alevi inancının yaşandığı bölgelerde şıklık ve halk ozanlığı geleneği dimdik ayaktaydı. Hele de aşıkların harman Olduğu Sivas, Maraş, Erzincan, Çorum, Erzurum ve Kars gibi bölgeler de birbirinden değerli ozanlar usta-çırak ilişkisiyle bu geleneğin kalıcı ürünlerini vermeyi sürdürüyorlardı.

Toplumun siyasallaştığı 1960 ve 70'li yıllara gelindiğinde hece veznini kullanarak toplumcu şiirler yazan Garip akımının etkisi silinmiş, buna karşılık köyden kente akının başlamasıyla ozanlık ve şıklık geleneği kentlerde de kabul görür olmuştu. Kuşkusuz bunda Garip akımının öncülerinin siyasi argümanların dışında kalması, halk ozanlarının ise bu argümanlara sarılmasının payı da yadsınamaz.

Ancak yine de halk ozanlığının ya da şıklık geleneğinin kentte de kabul görmesini sadece siyasi argümanların kullanılmasına bağlamak yanlış olur. Unutmamak gerekir ki, kır insanı kente geldiğinde alışkanlıklarını ve kültürlerini bir anda silip atmadı, yanında taşıdı. Kentte karşılaştığı güçlükler, yeni yaşam tarzına uyum sorunu, yoksulluk, dışlanmışlık ve toplumun gündemine yerleşen siyasal mücadele yanında bir de sahip oldukları inancın gereklerini köydeki gibi özgürce yaşamaktan yok sun kalış gibi olumsuzluklar, bu soruları dile getiren ozanların kentte de tutunmasını kolaylaştırdı. Elbette bu geleneğe bağlı kalanları kentli nüfus olarak görmemek lazım. Kentte yaşayan ancak kır kökenli nüfus olarak tanımlamak belki daha doğru olur.

İşte o dönemlerde özellikle de Alevi kökenli ozanların revaçta olmaları, şehrin büyük salonlarında geniş kitlelere seslenmeleri ve doldurdukları 45'lik plakların yüksek satış grafiklerinin sırrı burada yatıyor. Geride bıraktığımız yüz yılda özellikle de 60'lı ve 70'li yıllarda büyük Alevi ozanları, aynı dönemde Anadolu'yu bir uçtan bir uca dolaştılar. 20. yüzyılın en büyük ozan ve şık hemen hemen aynı dönemde seslerini duyurdular. Aşık Veysel, Aşık Daimi, Aşık Nesimi, Feyzullah Çınar, Davut Sulari, Mahmut Erdal ve tabii ki Aşık Mahzuni bunların başında geliyordu. Aynı dönemde belki farklı kültür ve inançtan gelse de siyasal içerikli şiirleri ilgi toplayan Aşık İhsani'yi de bu kervana katabiliriz. Sünni gelenekten gelen, dinî ve millî motifleri şiirlerinde işleyen Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova ve Aşık Reyhani gibi ozanlar kendi bölgelerinin dışına çıkamayıp sınırlı bir etki yaratmışlardır.

Eserlerinin Sayısı Bilinmiyor:
Aşıkları iki ayrı kolda ele almak gerekiyor. Birincisi, geçmişteki büyük ozanların yazdığı nefes ve deyişleri kendi yaptığı müzikle çalıp okuyan aşıklar; ikincisi ise kendi eserlerini çalıp söyleyen aşıklar. Aşık Mahzuni ikinci sınıfa giren ozanlar arasındadır. İlk yıllarında Maksudi (Osman Dağlı)'den Okuduğu bir iki eseri saymazsak ölümüne kadar kendisinin dahi hatırlayamadığı kadar sayıda eseri hem yazıp hem okudu.

Mahzuni Şerif'i diğer ozanlardan ayıran bir başka yönü de iyi bir icracı olmasıydı. Nice ozan vardır ki, eserleri başka sanatçılar tarafından okunarak üne kavuşmuştur. Ancak Mahzuni, hem yazdığı nefesler, hem o nefesleri birbirinden güzel ezgilerle bestelemesi ve bu eserleri Tanrı vergisi etkileyici sesiyle mükemmel bir şekilde icra etmesi nedeniyle haklı bir üne kavuşmuştur. Büyük Kızılbaş ozanları Pir Sultan Abdal ve Şah Hatayi'yi saymazsak eserleri günümüzde başka sanatçılar tarafın dan en çok okunan Alevi ozanı Aşık Mahzuni Şerif olmuştur.

Mahzuni'nin bu kadar tutulmasında ajitatif söyleminin de payı büyüktür. Özellikle Alevi yol ve inancının anlatıldığı nefeslerinde diğer ozanların aksine açık, şeffaf ve ajitatif bir söylemi tercih etmiştir. Bu da kendi toplumu tarafın dan ilahlaştırılmasına yol açmıştır. Karizmatik kişiliği de bunu pekiştirmiştir. Ufak tefek boyu, mahcup yüz ifadesi, etkileyici ses tonu ile karşısındaki insanı hemen etkilerdi Mahzuni.

Mahzuni Şerif'i Ortaya Çıkaran Toplumsal Koşullar 
 
Asıl adı Şerif Çırık olan Mahzuni Şerif, 1943 yılında Kahramanmaraş'ın şimdilerde Afşin, o yıllarda ise Elbistan'a bağlı Berçenek Köyünde doğmuştur. Ozanlık geleneğinin güçlü olduğu Elbistan, Alevi inancının en saygın de delerinin ve erenlerinin yetiştiği bir bölgedir. Dedeleri, Tunceli'nin Hozat ilçesine bağlı Bargeni köyünden çıkmış Anadolu'nun netameli günlerinde ora ya savrularak gelip Elbistan ovasını mekan tutmuşlardır. Bargeni, Alevi ocaklarından mürşit ocağı olarak kabul gören Ağuiçen ocağının merkezidir.

Kalender Çelebi ayaklanması sırasında Anadolu'nun çeşitli bölgelerin den sökün eden Alevi Türkmenler, Nurhak Dağları'na sığınmış, ancak Osmanlının bu ayaklanmayı kanlı bir şekilde bastırmasından sonra çevre yörelere dağılmışlardır. Bu nedenle Elbistan Ovası'nda farklı bölgelerden gelmiş, farklı ocaklara mensup Alevi Türkmenler bugün de yaşamaktadır. Birçoğu baskılar nedeniyle Sünnileşmiş olsa da gerek aşiret adları gerekse yerleştikleri bu bölgelere verdikleri adlar, şecerelerini ortaya koyuyor.

Mahzuni Şerif'in büyük dedesi Seyyid Mehmet'in türbesinin bulunduğu Hasan Köyü de 1800'lü yılların ortasın da Sünniliği seçmiştir. Seyyid Mehmed'in ölümünden sonra aile iki kola ayrılmış. Bir kol, Berçenek'e yerleşerek Alevi inancını sürdürmüş, diğer kol ise Hasanköy'de kalarak Sünni inancı benimsemiştir.

Okul çağı geldiğinde köyü Berçenek'te ilkokul olmadığı için Elbistan'ın Alembey Köyü'nde bulunan Lütfü Efen di Medresesi'nde Kur'an kurslarına giden Mahzuni Şerif, böylece eski yazıyı da öğrenmiş, ilköğrenimini ancak 1956 yılında köyüne ilkokul yapılmasıyla tamamlayabilmiştir.

12 yaşından itibaren amcası Aşık Fezali (Behlül Baba)'den saz çalmayı öğrenen Şerif Çırık, Alevi yol ve erkanı ile tasavvuf bilgisini Şakir ve Cırık Baba'dan öğrenmiştir. Cırık Baba, saz çalıp nefesler de söyleyen bu kara kuru mahcup delikanlıya "Mahzuni" mahlasını vermiştir.
Şerif Çırık bir yandan Mahzuni mahlasıyla deyişler çalıp söylerken bir yandan da Mersin'de Astsubay Okuluna devam eder. 1960 yılında Ankara Ordu Donatım Teknik Okulu'na devam eden Aşık Mahzuni, sonunda ordudan kendini kovdurtarak istediği yaşam biçimine kavuşmuştur.

Artık Mahzuni'nin mekanı şıkları, ozanların buluştuğu muhabbet sofralarıdır. Ankara'da elinde sazı sık sık usta aşıkların sofralarına konuk olur. İsmini yeni yeni duyurduğu yıllarda Aşık Veysel ve diğer ünlü ozanlar, büyük bir kitle tarafından tanınıyordu. Mahzuni Şerif, ilk plağı "İşte Gidiyorum Çeşmi Siyahım"ı yaptığı 1967 yılında henüz yirmili yaşlarının başındaydı.

1967'den 1980'li yılların başına kadar Türkiye'de bir Mahzuni Şerif kasırgası esmiştir. İlk plağına bir sevda türküsü okumasına karşın Mahzuni asıl çıkışını Alevi tasavvufu ve yola ilişkin ne fesleri ile yapmıştır. Daha 18 yaşında İmam Hüseyin'e yazdığı mersiyesi karşısında kendisinden yaşça büyük olan ozanların takdirini kazanmıştır. Özellikle de Aşık Veysel'in. Aşık Veysel, her platformda Aşık Mahzuni'ye ilgi göstermiş ve yaşı çok genç olmasına karşın aralarına büyük bir ozanın katıldığını ifade etmiştir. Mahzuni'nin İmam Hüseyin'e yazdığı mersiye 1967 yılında bir muhabbet sofrasında Fikret Otyam tarafından kaydedilmiş ve üç yıl önce albüm olarak piyasaya çıkmıştı. Bir senfoni niteliğindeki bu eserden sonra da Mahzuni, tasavvuf konulu deyişler üretmeyi sürdürdü ve asıl ününü bu alanda yaptı. Aşık Mahzuni, geleneksel halk şiirinin kalıplarının dışına çıkan nefesler de yazmıştır. Buna örnek olarak iki nefesini burada aktaralım:

Ozanımız serbest vezinde de şiirler yazmış ve bunları "Dolunay'a Tül Düştü" adlı kitabında toplamıştır. Mahzuni Şerif aynı dönemde birbirinden güzel sevda türküleri üretmeyi de ihmal etmez.

Ozanın son yıllarda dillere pelesenk olan ve onlarca sanatçı tarafından okunan "İşte Gidiyorum Çeşmi Siya hım", "Seher Vakti Elinize", "Beni Yücelerden Seyreden Dilber", "Gidiyorum Kara Gözlüm Ağlama", "Bitmez Tükenmez Geceler" gibi ölümsüz sevda türkülerini anmadan geçmek olmaz.

Toplumsal Şiire Yöneliş

1960'lı yılların sonunda Mahzuni adı artık tüm yurtta tanınmıştır. 0 dönem Türkiye'de toplumsal halk hare ketlerinin ve 68 kuşağının siyasal mücadelesinin başladığı yıllardır. Ünü arttıkça çevresi de genişleyen Mahzuni Şerif, artık toplumsal konularda daha çok eser vermeye başlamış, yoksulluk, çarpıklık, siyasi baskılar Mahzuni'nin eserlerine de yansımıştır.

Aşık Mahzuni dönemin en gözde ozanı olmasına karşın birçok ozanın aksine bağımsızlığını korumuş ve hiç bir siyasal kurumla organik ilişki içine girme yanlışına düşmemiştir. 0, tüm Türkiye'nin ozanı olmayı arzulamış ve hedef kitlesi toplumun en ait kesimini oluşturan yoksul Anadolu insanı ol muştur.

Kendi yaşadıklarıyla yoksul halkın yaşamı arasında ilinti kurup onların sesi, avazı olan Mahzuni'nin eserlerinde herkes kendinden bir şeyler bulmuştur. Köyünde ailesine ait bir tarlanın uzun uğraşılardan sonra tapusunu alan ozan, köyün ağası tarafından tarlasına el konup tarlanın sürüldüğünü öğrenince kahrolur. Bu konuyu ele aldığı eserinde kendi feryadına, feodal düzenin cenderesinde sıkışıp kalmış topraksız Güney doğu köylüsünün feryadını bakın nasıl katmıştır:

Mahzuni Şerif, bu dönemde yazdığı birçok eser nedeniyle soruşturmalara uğradı, hapislere girdi. Ancak belirtmek gerekir ki, Mahzuni'nin bu dönemde yazdığı güncel siyasî içerikli eserleri değil, tasavvuf, aşk, toplumsal konulu şiirleri ile taşlamaları kalıcı ol muştur. 0 nedenle bu dönem, ozan açısından kayıp yıllar olarak sayılır. 1980’den sonra Mahzuni, hakkındaki dava ve soruşturmalar nedeniyle bir süre suskun kalmış, davaları bitince yeni den üretime başlamıştır. Bu yeni dönemde Mahzuni de siyasî içerikli eserler üretmekten kendini alıkoymuştur. "Dom Dom Kurşunu", "Sarhoş" gibi eserler bu dönemin ürünüdür.

1990'lardan itibaren Aşık Mahzuni, yeniden çıkış noktasına dönmüş ve tasavvufa meyletmiştir. Bu dönem Mahzuni'nin kemalet dönemidir ki, en güzel eserlerini bu dönemde vermiştir. Belki o eski coşkulu Mahzuni'yi bulmak zordur ancak eserlerinde bir dinginlik, bir olgunluk göze çarpar. Ozanın maalesef son dönemleri olan bu yıllarda daha çok nefesler, semahlar, düaz-ı imamlar ürettiğine ve eserlerinin birçoğunda ölüm konusunu işlediğine tanık oluyoruz.

Mahzuni Şerif, ilk çıkışından ölümüne kadar eserlerinde ölüm temasını sıkça işlemiştir. Fakat Mahzuni'nin, eserlerinde ölümü işleyiş şekli, bir Ahmet Haşim'den farklıdır. Mahzuni, ne ölümden korkuyor ne de ölümü bir kayıp olarak görüyor. 0, ölümü Hakk'a kavuşmak olarak görüyor ve ölümü "hoş geldi sefa geldi" diyerek karşılı yordu.

Ölümünden sonra çalışma odasındaki masasında bulduğumuz, Niyazi Aslan dedeye yazdığı mektubunda halini şöyle arz etmiş:

"Özünüz ve cemaliniz kadar aziz muhabbetnamenizi aldım. Söylediğiniz gibi tahammül edilmesi güç bir rahatsızlık geçirdim. Ancak bu yolun benden evvelki bütün yolcuları da aynı akıbete rızalık gösterdikleri için Hazret-i Şah'a karşı isyankar olmadım. Demek ki, dünyada yapmam gereken bir takım ödevlerim daha varmış ki, Hazret-i Şah bu kuluna kıymadı ya da huzuruna kabul buyurmadı. Sizlerin himmet ve duasıyla bu günahkar canımı yeniden taşımak zorunda kaldım. Hak sizlere zeval vermesin, Ehl-i Beyti ve insanlığı seven her canın belası bana gelsin. Ben hakkıma düşene razıyım. Ben dilerim ki, huzur-u Ali’de hiçbiriniz benim yakamdan tutmayasınız. Kainatın mirası Ehl-i Beyt'e kalmıştır, Ehl-i Beyt'in mirası da ariflerin kamillerin malıdır. Yeniden hastaneye yatacağım galiba. Ümit görürlerse ameliyat edecekler. Şayet ameliyat masasından bu dünyaya dönmemek üzere gidersem lütfen haklarınızı helal ediniz ve bu fakiri unutmayasınız.


Yaşamı boyunca hep bir derviş gibi yaşadı. Her zaman mahcup ve alçak gönüllü tavrını korudu. Bir çocuğun bile karşısında konuşurken yüzünü yer den kaldırmadı. Bazen beş yaşında bir çocuk bazen asırları devirmiş bir bilgenin kimliğine büründü. Aynı zaman diliminde halden hale girerdi. Bir yanı hep çocuk kaldı. Onun bu çocuksu ve saf yönü çevresindeki dostlarını güldürürdü. On binlerce hayranı olmasına karşın kendisini bir sanatçı gibi görmeyip, Şakir ve Cırık Baba’nın dizi dibin de saz çalıp nefes söyleyen mahçup Mahzuni olarak kaldı.

Yaşı ve statüsü ne olursa olsun her kes ona saygı gösterir "Baba" derdi. El öptürmez ama el öperdi. Mürşitlere, kamillere hep secde etti. Saygı duyduğu bu insan-ı kamilleri sık sık ziyaret eder, himmet dilerdi.

Elif Ana'nın Deli Mahzunisi

Mahzuni'nin yaşamında önünde secde ettiği üç vardı. Şakir ve Cırık Baba, onu yetiştiren elh-i kamiller olarak ölene kadar ondan sevgi ve saygı gördüler. Pulyanlı Elif Ana da Mahzuni'nin taparcasına sevdiği bir başka kamil insandı.

Elbistan yöresinde çok büyük saygı halesi oluşturan Pulyanlı Elif Ana'nın Mahzuni ile tanışımda ilginçtir. Elif Ana'nın oğlu Mehmet’ten ve Mahzuni Şerif'in eşinden dinlenen bir tanışma öyküsü:

Kışın en amansız geçtiği 1970'li yılların başında Gaziantep'te ikamet eden Mahzuni Şerif, Başpınar'a gideceklerini söyleyerek eşini gece yarısı arabaya bindirir. Ancak ozan, direksiyonu Maraş yönünü doğru çevirmiştir. Elbistan'a vardıklarında tek tük karşılaştığı insanlara Pulyan köyünün yolunu sorduğunda eşi onun Elif Ana'ya gideceğini anlamıştır. Saat gece yarısını çoktan geçmiş, dışarıda amansız bir tipi başlamıştır. Aynı saatlerde Pulyan köyünde de Elif Ana aniden yataktan fırlamış ve oğullarını uyandırıp gelen misafir için hazırlık yapılmasını istemiştir.

Çocukları ve gelinleri Elif Ana'nın bu hallerini bildiklerinden hemen kal kıp sobayı yakmış, bir koç kesip yemek için ateşe koymuşlardır bile. Çocukları "Ana gelen kim?" diye sorduklarında Elif Ana, "Antep'ten yana bir deli geliyor, neredeyse varmak üzeredir." der. Mahzuni ile eşi Pulyan'a vardıklarında lambası yanan tek bir ev görüp yönlerini o yana çevirirler. Kapıyı çalıp tam "Elif Ana'nın evi hangisi?" diye soracak olurlar ki, kapıyı Elif Ana'nın bizzat kendisi açar. "Gel bakalım be hey deli, seni bekliyordum gir içeri." diyerek Mahzuni'yi buyur eder. içeri giren Mahzuni, sofranın hazırlandığını görünce Elif Ana'nın dizlerine kapanarak niyaz eder. Şakir ve Cırık Baba'dan sonra Elif Ana da Mahzuni’nin ölünceye kadar olarak kalmıştır.

Vasiyet

Aşık Mahzuni Şerif son iki yılında ölümünün yaklaştığını, dostlarına bildirerek vasiyetini açıklamıştır. Öl düğünde, Hacıbektaş'a pîrinin irşad ettiği topraklara gömülecek, mezarının bulunduğu topraklara bostan ekilecek, gelen geçen yolcu bu bostanlardan yiyecektir. Bu vasiyeti aynı zamanda şiirleştirmiştir de.

kaynak: http://www.mahzuniserif.net

Yevgeni Yevtuşenko

Yevgeni Aleksandroviç Yevtuşenko (Rusça: Евгений Александрович Евтушенко) (Doğum tarihi: 18 Temmuz 1933, Zima, İrkutsk, Rus SFSC, SSCB), Stalin sonrası şairler kuşağının önde gelen temsilcisi Rus şair.

Stalin sonrası kuşağın sanatsal özgürlüklerin genişletilmesi ve edebiyatın siyasal ölçütler yerine estetik değerlere dayandırılması için yürüttüğü mücadele, 1950'lerin sonlarıyla 1960'larda yönetimin sanatçılar üzerindeki denetiminin gevşemeye başladığına işaret eder.

Çocukluğu Moskova'da ve Trans-Sibirya Demiryolu üzerindeki küçük bir kasabada geçen Yevtuşenko ilk önemli öykülü şiir yapıtı Stantsiya Zima'da (1956; Zima Kavşağı, 1985) bu kasabayı betimledi. Moskova'daki Gorki Edebiyat Enstitüsü'nde öğrenim gördü. Yayımlanmasına Stalin'in ölümünden sonra izin verilen şiirleriyle halkın sevdiği bir şair oldu. İlk devrimci şairlerden Vladimir Mayakovski ve Sergey Yesenin'in taşkın, yer yer argo yüklü şiir dilini yeniden canlandırdı; ayrıca aşk, kişisel sorunlar gibi Stalin döneminde ele alınması hoş karşılanmayan konularda şiirler yazdı. Yaklaşık 34 bin Ukraynalı Yahudinin Nazilerce katledilişini konu alan Baby Yar (1961; Babi Yar, 1966, 1985) adlı şiir kitabında SSCB'deki Yahudi düşmanlığını da eleştirdi. ABD ve Avrupa'ya çeşitler geziler yaptı; bu gezileri sırasında şiirlerini topluluklar önünde okudu. 1963'te Paris'te otobiyografik nitelikteki Yaşantım (1968/ Erken Yazılmış Bir Yaşam Öyküsü, 1985) adlı yapıtını yayımlamasından sonra ülkesinde baskıya uğradı. Ama SSCB'ye ışık sağlayan bir elektrik santralinin kurulduğu Sibirya simgesiyle Rusya tarihi boyunca bir sürgün yeri sayılan Sibirya simgesini karşılaştırdığı, son derece coşkulu bir dizi şiirinden oluşan Bratskaya GES (1965; Bratsk İstasyonu) adlı yapıtını yayımlamasının ardından saygınlığını yeniden kazandı.
ABD üzerine ilk şiirlerinden derlenen Özgürlük Heykelinin Derisinin Altında adlı oyunu 1972'de Moskova'da sahnelendi. 1978'de tiyatro oyunculuğuna başladı, 1981'de fotoğraflarından oluşan kitabını, ertesi yıl da ilk romanını yayımladı. 1984'te Ardabiola adlı bir novella yazdı. 1986'da Etruria Şiir Ödülü'ne layık görüldü.
Sovyetler Birliği'nin son dönemlerinde Gorbaçov'u, ardından Yeltsin'i destekledi. Ancak, daha sonra Çeçenistan Savaşı nedeniyle ona tavır aldı.

Türkçeye çevrilen öbür yapıtları arasında Pearl Harbour (1967) ve Yagodniye mesta (1982; Yaban Yemişleri, 1987) vardır.

Bazı eserleri

  • Razvedçiki gryakuşçego (1952)
  • Tretıy Sneg (1955)
  • Stantsiya Zima (1956; Zima Kavşağı, 1985)
  • Baby Yar (1961; Babi Yar, 1966, 1985)
  • Tendresse (1962)
  • Masledniki Stalina (1962)
  • Yaşantım (1963)
  • Bratskaya GES (1965; Bratsk İstasyonu)
  • Pearl Harbour (1967)
  • Yagodniye mesta (1982; Yaban Yemişleri, 1987)

Adonis

Asıl adı Ali Ahmet Sait Eşber olan Adonis günümüz Arap şiirinin en büyük ustalarındandır. 1930'da Suriye'de Lazkiye'nin Kassabin köyünde doğan şair, ondört yaşına kadar burada yaşadıktan sonra üç yıl Tartus kentinde bir Fransız Lisesinde okumuş. Daha sonra Lazkiye'deki devlet okulunu bitirerek 1950'de Şam Üniversite'sine girmiştir. Burada Baudelaire ve Rilke'nin şiiriyle tanışan Adonis 1954'te buradan edebiyat ve felsefe lisansı almıştır. 1956'da Beyrut'a yerleşmiş 1960'ta da bir süre Paris'te kalmıştır. Beyrut'a döndükten sonra Lübnan uyruğuna geçen ve Beyrut iç savaşını orada yaşadıktan sonra Paris'e yerleşen Adonis 1971’de "Syria-Lebonan Award of the International Forum", 1986‘da "le Grand de İstanbul"da ilk Nazım Hikmet Uluslararası Şiir Ödülü'nü almıştır. Metin Fındıkçı'nın Rüzgarda Yapraklar adlı bu kitabından önce, Türkiye'de Necla Işık'ın çevirdiği Kutlamalar ve Özdemir İnce’nin çevirdiği New York'a Mezar adlı kitapları yayımlanmıştır.

  • Rüzgarda Yapraklar
  • Kutlamalar
  • New York'a Mezar

Yves Bonnefoy

İkinci Dünya Savaşı sonrası Fransız şiirinin önde gelen isimlerinden Yves Bonnefoy, 24 Temmuz 1923'te Tours'da (Indre-et-Loire, Fransa) doğdu. Poitiers, ve Paris ve Sorbonne Üniversitelerinde matematik ve felsefe öğrenimi gördü. Sorbonne Tarih Enstitüsü'nde Gaston Bachelard'ın öğrencisi olarak çalıştı. Başta Avrupa olmak üzere ABD'ni, dünyanın pek çok ülkesini gezdi. Çeşitli üniversitelerde öğretim üyesi olarak çalıştı. Paris'te matematik öğrencisi iken 1945-1947 yılları arasında Gerçeküstücü bir dönem geçirdi. 1967'de Gaetan Picon, André du Bouchet, Jacques Dupin, Louis-René
des Forêts, Paul Celan ve  Michel Leiris ile birlikte sanat ve edebiyat yayını l'Ephémère'yi yayınladı. Yapıtları otuz dile çevrilen Bonnefoy, birçok ödülün sahibi.


YAPITLARI
Du mouvement et de l'immobilité de Douve, 1953
Hier régnant désert, 1958
Pierre écrite, 1964
Dans le Leurre du seuil, 1975
Ce qui fut sans lumière, 1987
Début et fin de la neige, 1991
La vie errante, 1993
Les planches courbes, 2001

ÖDÜLLERİ
1971 Prix des Critiques
1978 Prix Montaigne
1981 Prix de Poésie de l'Académie française
1987 Prix Goncourt
1987 Prix Florence Gould
1987 Grand Prix de la Société des Gens de Lettres
1993 Grand Prix Nationale de Poèsie
2007 Le Prix Franz Kafka
TÜRKÇE'DE YVES BONNEFOY
Bütün Şiirlerinden Seçmeler, Çeviri: Ahmet Soysal, Kavram Yayınları, İstanbul,1995
Douve'un Hareketi ve Hareketsizliğine Dair- Eşiğin Yanılmasında, Çeviri: Ahmet Soysal, Sel Yayınları, İstanbul, 2003

Zahrad

10 Mayıs 1924 tarihinde İstanbul'da doğdu, 21 Şubat 2007 tarihinde 
yine aynı kentte bu dünyayı bize bırakıp gitti. Asıl adı Zareh 
Yaldızcıyan'dır. Hukukçu, baştercüman, dışişleri bakanlığı danışmanı 
olan babası Movses Yaldızcıyan, Zahrad 3 yaşındayken veremden 
öldü. Anne tarafından dedesi Levon Vartanyan (Hacı Levon) 
tarafından yetiştirildi. 1942'de Pangaltı Mıkhitaryan Lisesi'ni bitirdi.
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi' ndeki eğitimini yarım bırakıp
ticaretle uğraştı. Zahrad, Filipin Hükümeti, Leonardo da Vinci 
Akademisi ve Kaliforniya Yuvarlak Masa Şövalyeleri tarafından onur
belgeleri ile ödüllendirildi. Ermeni Bilim ve Sanat Ansiklopedisi ile 
İngiltere'de yayımlanan "International Who's Who In Poetry"nde 
(Uluslararası Şiirde Kim Kimdir Ansiklopedisi) yer aldı. 1991'de 
Erivan'da Katolikos I. Vasken tarafından "Aziz Sahak - Aziz Mesrop" 
nişânına lâyık görüldü. 1999'da Ermeni Yazarlar Birliği tarafından 
'Movses Khorenatsi' nişânı ile onurlandırıldı.Bir Taşla İki Bahar kitabı 
'Haygaşen Uzunyan' ve 'Eliz Kavukçuyan-Ayvazyan' edebiyat ödüllerine 
değer bulundu. Zahrad, "İstanbul Ermeni Şiiri" olarak da anılan Çağdaş 
Ermeni Şiirinin ustalarındandı. Klasik Ermeni şiirinin esintisindeki ilk 
dönem şiirlerinden sonra, bir süre Garip Akımı'nın etkisinde kalan 
Zahrad, daha sonra yeni yaratım biçim ve yöntemleri denemeye, düşünce 
ve coşkusunu gerçeküstücü bir teknikle geliştirerek çarpıcı imgeler, 
şaşırtmacalar, ayrıntıyla bezenmiş yaşama parçacıkları ile özgün 
bireşimsel bir yapı ve dil oluşturdu. Şiirleri 25 dile çevrildi.

YAPITLARI
Büyük Şehir (1960)
Renkli Sınırlar (1968)
İyi Gökyüzü (1971)
Yeşil Toprak (1976)
Bir Taşla İki Bahar (1989)
Yağ Damlası (1993)
Eğri Oturalım Gigo Konuşalım (1994)
Bir Elek Su (1995)
Sınırbaşı (1997)
Haçsız Taşsız Haçkar (1998)
Ucu Ucuna (2001)
Yapracığı Gören Balık (2002)
Işığını Söndürme Sakın (2004)
Su Duvardan Yukarı (2004)

TÜRKÇE'DE ZAHRAD
 
Yağ Damlası, Çeviri: Ohannes Şaşkal, İyi Şeyler Yayıncılık, İstanbul, 1993
Yapracığı Gören Balık, Çeviri: Ohannes Şaşkal, Belge Yayınları, İstanbul,2002
Işığını Söndürme Sakın, Çeviri: Ohannes Şaşkal, Adam Yayınları, İstanbul, 2004

Nazım Hikmet

Nâzım Hikmet Ran (d. 15 Kasım 1901, nüfusta kaydı 15 Ocak 1902, Selanik - ö. 3 Haziran 1963, Moskova) Türk şair ve oyun yazarı. Lakabı "Güzel Yüzlü Şair" veya "Mavi Gözlü Dev"dir. Yasaklı olduğu yıllarda Orhan Selim adını da kullandığı olmuştur. Hatta İt Ürür Kervan Yürür kitabı Orhan Selim imzasıyla çıkmıştır. Türkiye'de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin önemli isimlerindendir. Uluslararası bir üne ulaşmış ve adı 20. yüzyıl'ın ilk yarısında yaşamış olan dünyanın en büyük şairleri arasında anılmıştır. Eserleri birçok dile çevrilmiştir. Mezarı halen Moskova'da bulunmaktadır. Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesi olup ayrı ayrı toplam 11 davadan yargılanmıştır.
Eserleri birçok ödül almıştır. Türkiye'deki yaşamının çoğunu hapiste geçirmiş daha sonra Moskova'ya gitmiş ve Türk vatandaşlığından çıkarılmıştır.
Nazım Hikmet,1938'de cezaevine girmiş ve şiirleri yasaklanmıştır. Türkiye'de ancak ölümünden iki yıl sonra 1965'te şiirleriyle yeniden önem kazanmıştır.
 

Üslubu ve Başarıları

İlk şiirlerini hece ölçüsü ile yazmaya başlamasına rağmen içerik bakımından diğer hececilerden uzaktı. Şiirsel gelişimi arttıkça hece ölçüsü ile yetinmemeye ve şiiri için yeni formlar aramaya başladı. Sovyetler Birliği'nde yaşadığı ilk yıllar olan 1922-1925 arası bu arayış doruğa çıktı. O dönemdeki birçok şairden farklıydı.
Hece ölçüsünden ayrılarak Türkçenin vokal özellikleri ile harmoni oluşturan serbest ölçüyü benimsedi. Mayakovski ve gelecekçilik taraftarı genç Sovyet şairlerinden esinlendi. Şiirlerinden birçoğu Fuat Saka, Volkan Konak, Grup Yorum, Ezginin Günlüğü ve Zülfü Livaneli gibi sanatçılar tarafından bestelendi. Ünal Büyükgönenç tarafından özgün bir şekilde yorumlanmış olan küçük bir kısmı ise 1979'da "Güzel Günler Göreceğiz" ismiyle kaset olarak çıktı. Birkaç şiiri ise Yunan besteci Manos Loïzos tarafından bestelendi. Ayrıca bazı şiirleri Yeni Türkü'nün eski üyesi Selim Atakan ve Cem Karaca(Çok Yorgunum) tarafından bestelenmiştir. Ayrıca Fuat Saka'nın da biri Demir Gökgöl ile olmak üzere iki adet Nazım Hikmet şiirlerinin bestelendiği şarkıları ıçeren albümü vardır.

Ailesi

Babası, Matbuat Umum müdürlüğü ve Hamburg konsolosluğu yapmış olan Hikmet Bey, annesi Ayşe Celile Hanım'dır.
Annesi Celile Hanım, piyano çalan, ressam denilebilecek ölçüde iyi resim yapan, Fransızca bilen bir kadındır. Celile Hanım, bir dilci ve eğitimci de olan Hasan Enver Paşa'nın kızıdır. Hasan Enver Paşa, Polonya'dan 1848 Ayaklanmaları sırasında Osmanlı İmparatorluğu'na göç eden ve Osmanlı vatandaşı olunca Mustafa Celalettin Paşa adını alan Konstantin Borzecki'nin (Lehçe: Konstanty Borzęcki, d. 1826 - ö. 1876) oğludur. Mustafa Celaleddin Paşa Osmanlı Ordusu'nda subay olarak görev yapmış ve Türk tarihi üzerine önemli bir eser olan "Les Turcs anciens et modernes" (Eski ve yeni Türkler) kitabını yazmıştır. Celile Hanım'ın annesi ise Alman kökenli Osmanlı generali Mehmet Ali Paşa'nın (Karl Detroit) kızı olan Leyla Hanım'dır. Celile Hanım'ın kız kardeşi Münevver Hanım, şair Oktay Rifat'ın annesidir.
Babası Hikmet Bey, Selanik'te, Hariciye Nezareti'nde (Dışişleri Bakanlığı) çalışan bir memurdur. Diyarbakır, Halep, Konya ve Sivas valilikleri yapmış olan Nazım Paşa'nın oğludur. Mevlevi tarikatından olan Nazım Paşa aynı zamanda bir özgürlükçüdür. Kendisi Selanik'in son valisidir. Hikmet Bey henüz Nazım'ın çocukluğunda memuriyetten ayrılır ve ailece Halep'e, Nazım'ın dedesinin yanına giderler. Orada yeni bir iş ve hayat kurmaya çalışırlar. Başarısız olunca İstanbul'a gelirler. Hikmet Bey'in İstanbul'daki iş kurma denemeleri de iflasla neticelenir ve hiç hoşlanmadığı memuriyet hayatına geri döner. Fransızca bildiği için yeniden Hariciye'ye atanır.

Yaşamı

Selanik'te doğdu. Aslen 20 Kasım 1901 olan doğum tarihi ailesi tarafından sene kaybetmemesi için 15 Ocak 1902 olarak kaydettirildi.
İlk şiiri ‘Feryad-ı Vatan’'ı 1913'te yazar. Aynı yıl Galatasaray Sultanisi'nde ortaokula başlar. 1917'de Heybeliada Bahriye Mektebi'ne girer. Sonrasında Kurtuluş Savaşı dolayısıyla Anadolu'ya geçer; fakat sağlık sorunları yaşaması nedeniyle bahriyeden ayrılmak zorunda kalır. Bu sırada Hamidye Kruvazörü'nde güverte subayıdır.
Bolu'ya öğretmen olarak atanır. Daha sonra Batum üzerinden Moskova'ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde siyasal bilimler ve iktisat okur. 1921'de gittiği Moskova’da devrimin ilk yıllarına tanık olur ve komünizm ile tanışır. 1924'te Moskova’da yayınlanan ilk şiir kitabı ’28 Kanunisani’ sahnelenir. O yıl Türkiye’ye dönerek Aydınlık Dergisi’nde çalışmaya başlar, ne var ki dergide yayınlanan şiir ve yazılarından dolayı on beş yıl hapsi istenince tekrar Sovyetler Birliği’ne gider. 1928’de af kanunundan yararlanır ve Türkiye'ye döner. Bu defa Resimli Ay dergisinde çalışmaya başlar. 1938’de yirmi sekiz yıl hapis cezasına çarptırılır. 12 sene süren tutukluluktan sonra askere alınacağı ve öldürüleceği endişesiyle 1950 yılında Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği'ne giden Nazım, 25 Temmuz 1951 tarihinde Bakanlar Kurulunca Türkiye vatandaşlığından çıkarılmasının ardından, büyük dedesi Mahmut Celaleddin Paşa (Konstantin Borzecki)'nın memleketi olan Polonya'nın vatandaşlığına geçerek Borzecki soyadını alır. 3 Haziran 1963 tarihine gelindiğinde ise, Nazım Hikmet geçirdiği bir kalp krizi neticesinde hayata gözlerini yummuştur. 5 Ocak 2009 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile Türkiye vatandaşlığı iade edilmiştir.

Davaları ve Sürgün

1925 yılından başlamak üzere şiirleri ve yazıları yüzünden birçok kere yargılandı. 1938 yılında orduyu ayaklanmaya kışkırtmaya çalıştığı gerekçesiyle 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde 12 yılı aşkın kaldı. Bursa cezaevinde kaldığı yılları anlatan Mavi Gözlü Dev adlı film 2007 yılında vizyona girmiştir. 1950 yılında bir af yasasıyla salıverildi. Ancak sürekli izlendiği ve çürüğe ayrıldığı halde 48 yaşında yeniden askerlik yapmaya çağrılması ve öldürüleceği yolundaki duyumlar üzerine yurtdışına kaçtı. 25 Temmuz 1951 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından Türkiye vatandaşlığından çıkarılmasına karar verildi. Sovyetler Birliği'nde Moskova yakınlarındaki yazarlar köyünde ve daha sonra da, eşi Vera Tulyakova (Hikmet)ile Moskova'da yaşadı. Memleket dışında geçirdiği yıllarda Bulgaristan, Macaristan, Fransa, Küba, Mısır gibi dünya memleketlerini dolaştı, buralarda konferanslar düzenledi, savaş ve emperyalizm karşıtı eylemlere katıldı, radyo programları yaptı. Budapeşte Radyosu ve Bizim Radyo bunlardan bazılarıdır. Bu konuşmaların bir kısmı bugüne ulaşmıştır.

Ölümü ve sonrası

3 Haziran 1963 sabahı saat 06:30'da gazetesini almak üzere 2. kattaki dairesinden apartman kapısına yürümüş ve tam gazetesine uzanırken geçirdiği kalp krizi sonucunda ölmüştür. Ölümü üzerine Sovyet Yazarlar Birliği salonunda yapılan törene yerli yabancı yüzlerce sanatçı iştirak etmiş ve tören siyah beyaz olarak kaydedilmiştir. Ünlü Novo-Deviçye Mezarlığı'nda (Новодевичье кладбище) gömülüdür. Mezar taşı siyah bir granitten olup meşhur şiirlerinden biri olan rüzgâra karşı yürüyen adam figürü taş üzerinde ebedileştirilmiştir.
2006 yılında Bakanlar Kurulunun Türk vatandaşlığından çıkarılmalar ile ilgili yeni bir düzenleme yapması durumu belirdi. Yıllardır tartışılmakta olan Nâzım Hikmet'in Türk vatandaşlığına yeniden kabul edilmesi yolu açılmış gibi gözükmesine rağmen Bakanlar Kurulu bu maddenin sadece yaşamakta olanlar için düzenlendiğini ve Nâzım Hikmet'i kapsamadığını öne sürerek bu öneriyi reddetti.
Şair Nâzım Hikmet'in 2008 yılının ilk günlerinde, eşi Piraye'nin torunu Kerem Bengü tarafından, Piraye'nin evrakları arasında, “Dört Güvercin” adında bir şiiri ve 3 adet tamamlanmamış roman taslağı bulundu.

Yeniden Türk Vatandaşlığına Alınması

2009 yılının 5 Ocak Günü "Nâzım Hikmet Ran'ın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkartılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararının yürürlükte kaldırılmasına ilişkin önerge" Bakanlar Kurulu'nda imzaya açıldı.
Nâzım Hikmet Ran'a yeniden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının iade edilmesine ilişkin bir kararname hazırladıklarını ve bu teklifin imzaya açıldığını ifade eden Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek yaptığı açıklamada, 1951 yılında vatandaşlıktan çıkartılan Nâzım Hikmet Ran'ın yeniden Türk vatandaşı olmasına ilişkin önerinin Bakanlar Kurulu'nca oylanarak kabul edildiğini söyledi.
Bakanlar Kurulu'nun 05.01.2009 tarihinde aldığı bu karar, 10.01.2009 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlandı ve Nâzım Hikmet Ran, 58 yıl sonra yeniden Türk vatandaşı oldu.

Eserleri

Ölümünden önce yayımlananlar

  • Dağların Havası (Osmanlıca, 1925)
  • Güneşi İçenlerin Türküsü (1928)
  • 835 Satır (1929)
  • Jokond ile Si-Ya-U (1929)
  • Varan 3 (1930)
  • 1 + 1 = 1 (1930)
  • Sesini Kaybeden Şehir (1931)
  • Gece Gelen Telgraf (1932)
  • Benerci Kendini Niçin Öldürdü? (1932)
  • Bir Ölü Evi yahut Merhumun Hanesi (1932)
  • Kafatası (1932)
  • Orman Cücelerinin Sergüzeşti (1932)
  • Unutulan Adam (1934)
  • Portreler (1935)
  • Taranta Babu'ya Mektuplar (1935)
  • Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı (1936)
  • İt Ürür Kervan Yürür (1936, Orhan Selim adıyla)
  • Milli Gurur (1936)
  • Sovyet Demokrasisi (1936)
  • Alman Faşizmi ve Irkçılığı (1936)
  • Kurtuluş Savaşı Destanı (1937)
  • Yeşil Elmalar (1938)
  • La Fontaine'den Masallar (1949)

Ölümünden sonra yayımlananlar

  • Saat 21-22 Şiirleri (1965)
  • Enayi (1965)
  • Ferhad ile Şirin (1965)
  • İnek (1965)
  • İstasyon (1965)
  • Kan Konuşmaz (1965)
  • Şu 1941 Yılında (1965)
  • Yolcu (1965)
  • Yaşamak Hakkı (1966)
  • Dört Hapishaneden (1966)
  • Bu Bir Rüyadır (1966)
  • Ocak Başında (1966)
  • Rubailer (1966)
  • Sabahat (1966)
  • Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim (1966)
  • Memleketimden İnsan Manzaraları (1966-1967)
  • Allah Rahatlık Versin (1967)
  • Evler Yıkılınca (1967)
  • İnsanlık Ölmedi ya (1967)
  • Yusuf ile Menofis (1967)
  • Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar (1967)
  • Kemal Tahir'e Mapushaneden Mektuplar (1968)
  • Kuvâyi Milliye (1968)
  • Sevdalı Bulut (1968)
  • Yeni Şiirler 1951-1959 (1969)
  • Son Şiirleri 1959-1961 (1969)
  • Bursa Cezaevinden Vâ'Nû'lara Mektuplar (1970)
  • İlk Şiirleri 1913-1927 (1971)
  • Demokles'in Kılıcı (1974)
  • Faşizm Sınıflar ve Emperyalizm (1975)
  • Nazım ile Piraye (1975)
  • Aydınlıkçı Yazar Aydınlıkçı Şair (1976)
  • Yazılar (1976)
  • İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu? (1985)
  • Çeviri Hikâyeler (1987)
  • Her Şeye Rağmen (1990)
  • Kadınların İsyanı (1990)
  • Kör Padişah (1990)
  • Tartüf-59 (1990)
  • Yalancı Tanık (1990)
  • Hikâyeler (1991)
  • Konuşmalar (1991)
  • Masallar (1991)
  • Sanat, Edebiyat, Kültür, Dil (1991)
  • Yatar Bursa Kalesinde (1991)
  • Yazılar 1924-1934 (1991)
  • Yazılar 1935 (1991)
  • Yazılar 1936 (1991)
  • Yazılar 1937-1962 (1991)
  • Piraye'ye Mektuplar 1 (1998)
  • Piraye'ye Mektuplar 2 (1998)
  • Sanat ve Edebiyat Üstüne (1998)
  • Nâzım Hikmet Şarkıları (2001)
  • Bizim Radyoda Nâzım Hikmet (2002)
  • Bütün Şiirleri (2007)
  • Henüz Vakit Varken Gülüm (seçme şiirler, 2008)
  • Öteki Defterler (2008)
  • Çankırıdan Piraye'ye Mektuplar (2010)
  • Bütün İnsanlık (kendi sesinden şiirler, 2011)

Victor Hugo

Victor-Marie Hugo (doğumu 26 Şubat 1802 Besançon - ölümü 22 Mayıs 1885 Paris) Fransız şair, yazar, devlet adamıdır.

Yaşamı

Victor Hugo 26 Şubat 1802'de Fransa'da doğdu. Liseyi bitirdikten sonra kendini tümüyle edebiyata adadı. 1824 yılında Fransız coşumcularının (romantikler) yayın organı olan La Muse Française dergisini kurdu. Cenacle adını taşıyan coşumcu sanatçılar çevresinin üyesi ve onun odak noktası oldu. 1830-1843 arasında en verimli dönemlerinden birini yaşadı. Romanları, tiyatro yapıtları ve şiirleriyle başarıdan başarıya koştu. 1831'de Notre Dame de Paris (Paris'in Notredame Kilisesi) adlı büyük romanını yayımladı. 1841 yılında Fransız Akademisi'ne üye seçildi. Çok sevdiği kızı Leopoldine'nin 1843'de kazayla boğularak ölmesi üzerine 1852'ye dek yeni yapıt vermedi. 1848 Devrimleri'nden sonra parlemento üyeliğine seçildi. 3. Napoleon'un hükümet darbesini engellemeye çalıştı, başaramayınca 1851 yılında Belçika'ya kaçmak zorunda kaldı.

Ateşli bir demokrasi ve cumhuriyet yanlısı olarak imparatorluk rejimini eleştiren yapıtlar yazdı. 1855-1870 arasını küçük bir İngiliz adası olan Guernsey'de geçirdi. O dönem yazarlığının en üretken yılları olmuştur. 1862 yılında başyapıtı olan Les Misérables (Sefiller) adlı romanını yayımladı. Bunu 1866'da Les Travailleurs de la Mer (Deniz İşçileri) ve aynı yıl L'Homme qui Rit(Gülen Adam) gibi önemli romanları izledi.

Fransa'da Cumhuriyet yeniden kurulunca Paris'e döndü. Ulusal Meclise seçildi. Artık Fransa'nın en gözde kişilerinden biriydi. Paris Komünü'nün ezilmesinden sonra komüncülerin bağışlanması için çok uğraştıysada sonuç alamadı. Giderek siyasal ve toplumsal yaşamdan elini eteğini çekti.

1885 yılında ölüm döşeğinde iken;

"Tanrı'ya inanıyorum, ahirete inanıyorum; fakat hiçbir kilise papazını başımda istemiyorum. Beni seven bütün dünya insanlarının gönülden dualarını bekliyorum. Bu benim için kafidir."

diyerek 22 Mayıs 1885 yılında hayata gözlerini yummuştur.

Eserleri

Şiirler

  • Odes et poésies diverses (1822; Odlar ve Çeşitli Şiirler)
  • Nouvelles Odes (1824; Yeni Odlar)
  • Odes et Ballades (1826; Odlar ve Baladlar)
  • Les Orientales (1829; Doğulular)
  • Les Feuilles d'automne (1831; Sonbahar Yaprakları)
  • Les Chants du crépuscule (1835; Şafak Türküleri)
  • Les Voix intérieures (1837; Gönülden Sesler)
  • Les Rayons et les Ombres (1840, Işınlar ve Gölgeler)
  • Les Châtiments (1853; Azaplar)
  • Les Contemplations (1856; Düşünceler)
  • La Légende des siècles (1859, 1877, 1883; Yüzyılların Efsanesi)
  • Les Chansons des rues et des bois (1865; Sokak ve Orman Şarkıları)
  • L'Année terrible (1872; Korkunç Yıl)
  • L'Art d'être grand-père (1877; Büyük Baba Olma Sanatı)
  • Le Pape (1878)
  • La Pitié suprême (1879)
  • L'Âne (1880)
  • Religions et religion (1880)
  • Les Quatre Vents de l'esprit (1881; Usun Dört Rüzgarı)
  • La Fin de Satan (1886; Şeytanın Sonu)
  • Toute la Lyre (ös 1888, 2 dizi; 1893, 1 dizi; Bütün Lir)
  • Dieu (1891; Tanrı)
  • Les Années funestes, 1852-1870 (ös 1898; Uğurusuz Yıllar: 1852-1870)

Romanlar
  • Han d'Islande (1823; İzlanda Hanı)
  • Bug-Jargal (1818)
  • Le Dernier Jour d'un condamné (1829; İdam Mahkumunun Son Günü)
  • Notre-Dame de Paris (1831; Notre Dame'ın Kamburu)
  • Claude Gueux (1838)
  • Les Misérables (1862; Sefiller)
  • Les Travailleurs de la mer (1866; Deniz İşçileri)
  • L'Homme qui rit (1869; Gülen Adam)
  • Quatrevingt-treize (1874; Doksan Üç İhtilali)
Oyunlar
  • Cromwell (1827)
  • Amy Robsart (1828)
  • Hernani (1830; Hernani)
  • Marion de Lorme (1831; Marion de Lorme)
  • Le roi s'amuse (1832; Kral Eğleniyor)
  • Lucrèce Borgia (1833)
  • Marie Tudor (1833)
  • Angelo, tyran de Padoue (1835; Padova Tiranı Angelo)
  • Ruy Blas (1838; Ruy Blas)
  • Les Burgraves (1843; Derebeyler)
  • Théâtre en liberté (1886; Özgürlükte Tiyatro)
Diğer
  • Le Rhin (1842; Ren)
  • Napoléon le Petit (1852; Küçük Napolyon)
  • Actes et paroles - Avant l'exil (1841-1851; 1. c. Eylemler ve Sözler - Sürgünden Önce)
  • Actes et paroles - Pendant l'exil (1852-1870; 2. c. Eylemler ve Sözler - Sürgünden Sonra)
  • Actes et paroles - Depuis l'exil (1870-1885; 3.-4. c. Eylemler ve Sözler - Sürgünden Bu Yana)
  • Histoire d'un crime (1877; Bir Suç Öyküsü)
  • Alpes et Pyrénées (ölümünden sonra 1890; Alpler ve Pireneler)
  • La France et la Belgique (ölümünden sonra 1894; Fransa ve Belçika)
  • Choses vues (ölümünden sonra 1887-1899, 2 cilt; Görülen Şeyler)