Şiir, Sadece: Yevgeni Yevtuşenko
Yevgeni Yevtuşenko etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yevgeni Yevtuşenko etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Nazım'ın Kalbi

Usandığım zaman gerçeklerin yalanından
kaygının küstah baskısından
tunç Nazım'ı anımsarım
ve sesini
biraz hançeri:
"Merhaba kardeşim ...
Ne o neden suratın asık öyle?
Boş ver!
Yoksa şiir takıldı mı bir yerde?
Gel beraber bitirelim.
Para mı yok?
Çaresine bakarız dert değil
Sevgili mi yok?
Aldırma buluruz ..."
Oysa asıl kendisinde bir şey var
içini yaralayan
yüzünün buruşuklarından dehşetle akan:
"Hepsi iyi ya
şu kalp ağrısı ...
Adam sen de
ağrıyadursun yaşıyoruz ya..."
Bazıları için şiir
bir roldür,
bir dükkancıktır bazıları için
kardır.
Onun gibileri içinse
ağrıdır şiir
rol değil.
Nazım'ın kalbi de işte
ağrıdı durdu böyle.
Üzerine titreyen doktoru bir defasında
hani pek de güvenmeyerek
demişti bana:
"Bakın, demişti,
Keskin konulardan kaçının ki
ağrımasın Nazım'ın kalbi..."
İlahi doktor!
Hastanız gitti.
Fayda etmedi çabalarınız.
Ama kalbi
gizli gizli çarparak
devam ediyor ağrımaya
ölümünden sonra da
İçimdeki acı ağrıyor
Ruslar için Türkler için ağrıyor
Nazım gibi mahpusta hür herkes için
ağrıyor.
Hapishane şefkatiyle yetişen o kalp
(ölümden sonra bile)
dinlemiyor doktorları,
korkak olduğumuz zaman ağrıyor,
neme lazım dediğimiz zaman
ve
kendisi gibi iyilikle
cesaretle
"Merhaba kardeşim..." diyemediğimiz zaman ağrıyor.
Varsın ağrısın kalplerimiz
hepsi için
yeter ki ağrımasın
kalbi Nazım Hikmet'in.


Yevgeni Yevtuşenko
Türkçesi: Lel Starostov

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Üç Dakikalık Gerçek

Bu şiir, Küba'nın bir ulusal kahramanı
olan Jose-Antonio Echevarria'nın anısına
adandı. Arkadaşları ona, İspanyolca
"elma" anlamına gelen MANİANA
adını takmışlardı.

Bir delikanlı vardı Manzana adında.
Bir saydam kaynaktı gözleri
uğultuluydu
yüreği
bir tavan arası gibi tıpkı
güvercinlerin,
gitarların,
tabloların
tıka basa doldurduğu.
Severdi mısır yemesini çıtırdatarak,
bayılırdı beyzbol oynamaya,
çocuklara, kuşlara,
ve, çılgın kasırgasında
bir paçanganın
biterdi
kaşları altındaki
iki tansığın
bakışına.
Ama bir delikanlı vardı Manzana adında,
bir çocuğa benzerdi,
ama yalımlanırdı yüreği iğrenme ve horlamayla
ne zaman karşılaşsa
sözde sofularla
ve aldatmayla.
Oysa, o zamanlar Küba'da
binlerce maskeyle bezenmişti yalan
salonlarda kol gezerdi
ve
bir kral gibi
kurulurdu
Başkan'ın
arabasında.
sütun sütun dolardı gazetelere
utanmadan,
ve günün ışımasıyla birlikte
rock'n roll'
la karışık
fışkırırdı
radyo
istasyonlarından.
Ve işte o zaman Manzana adlı delikanlı,
ün için, şan için değil,
sadece herkes,
sadece gerçeği görsün diye Küba'da,
ele geçirmeye karar verdi radyo vericisini,
Ve
arkadaşlarıyla birlikte
elde tabanca
daldı oraya,
aldı elinden mikrofonu
bir güzel şarkıcının,
ve onun sesi cesaret
ve inanç yani
sesi Küba'nın anlattı
gerçeği halka.
Üç dakika, fazla değil!
Sadece üç dakika!
Ve sonra bir silah sesi,
sesssizlik sonra.
Son noktasını koydu
bu tamamlanmayan söyleve
Batista'nın kurşunu.
Ve tekrar
bir rock'n roll başladı şen şakrak,
ve o,
o anda ölümsüz, vermiş hayatını
üç dakikalık gerçek için
yatıyor, genç ve mutlu.
Sözüm sanadır Dünya gençliği:
ülkende egemen olursa yalan,
gazetelerde boy gösterirse yalan hiç durmadan
Gençlik!
Manzana'yı hatırla!
İşte insan dediğin böyle yaşamalı
ve eğlenmemeli gerek
dalga geçerek.
Ölüme yürümek,
unutup
huzuru
Ama söylemek
üç dakika bile olsa
rahatı,
gerçeği söylemek
gerek!
üç dakika olsun, yeter!
Sonra,
ölüm hoş gelir
safa gelir.


Yevgeni Yevtuşenko
Çeviren: Ö. İnce

17 Nisan 2012 Salı

Толстой

Я только что прочел новую драму Л.
Толстого и не могу прийти в себя от
ужаса... Неужели наш народ таков, каким
изображает его Л. Толстой?.. Стоит
подумать еще и о том, как отзовется
такое публичное представление русского
сельского быта у иностранцев и за
границей, где вся печать, дышащая
злобою против России, хватается жадно
за всякое у нас явление и раздувает
иногда ничтожные или вымышленные
факты в целую картину русского
безобразия. Вот, скажут, как сами
русские изображают быт своего народа!
К. Победоносцев -- Александру III
18 февраля 1887 года

Юными надменными глазами
глядя на билет, как на пустой,
держит по истории экзамен
граф Лев Николаевич Толстой.

Знаменит он -- едок и задирист --
только тем, что граф и вертопрах,
тем, что у него орловский выезд,
тем, что у него шинель в бобрах.

Граф молчит, угрюмый, диковатый,
как волчонок, худ, большеголов,
ну а перед ним дундуковатый
враг его -- профессор Иванов.

Зависть к титулованным запрятав,
он от желчи собственной прокис.
Мерзок дундукизм аристократов,
но страшней плебейский дундукизм.

А от графа запахом дворянским
хлещет раздражающе, остро:
чуть одеколоном, чуть шампанским,
лошадьми, пожалуй, даже "trop".

Иванов бы сам хотел так пахнуть
и, за это тайно разъярен,
"Нуте-с, что же вам подскажет память?" --
графа сладко спрашивает он.

На лице плебействует сиянье --
ни полслова граф не произнес.
"Изложить великие деянья
Николая Первого" -- вопрос.

Скучно повторять за трепачами.
Скучно говорить наоборот.
Пожимает граф Толстой плечами
и другой билет себе берет.

Но билеты -- словно осмеянье.
Как их можно принимать всерьез?
"Изложить великие деянья
Анны Иоанновны" -- вопрос.

Кто вы, составители билетов,
если, пряча столькое в тени,
о деяньях просите ответов,
а о злодеяниях -- ни-ни?

Припомадят время и припудрят
и несут велеречивый вздор.
Кто сейчас историк -- Пимен мудрый
или же придворный куафер?

Как Катюшу Маслову, Россию,
разведя красивое вранье,
лживые историки растлили --
господа Нехлюдовы ее.

Но не отвернула лик фортуна, -
мы под сенью Пушкина росли.
Слава богу, есть литература --
лучшая история Руси.

Шмыгает профессор мокроносо.
"Нуте-с, не пора ли, граф, начать?"
Граф Толстой выходит. На вопросы
граф Толстой не хочет отвечать.

И профессор нуль ему как выдаст!
Долго ждал счастливой той поры:
на тебе за твой орловский выезд,
на тебе за все твои бобры.

Нуль Толстому! Выискался гений!
Нуль Толстому! Жирный! Вуаля!
Тем, кто выше всяких измерений,
нуль поставить -- праздник для нуля.

А Толстой по улицам гуляет,
отпустив орловский выезд свой,
а Толстой штиблетами гоняет
тополиный пух на мостовой.

Будут еще слава и доносы,
будут и от церкви отлучать.
Но настанет время -- на вопросы
граф Толстой захочет отвечать!

А пьянчужка в драной бабьей кофте
вслед ему грозится кулаком:
"Мы еще тебя, графьеныш, к ногтю".
Эх, дурила, знал бы ты -- о ком...

Лучшие из русского дворянства --
фрак ни на одном не мешковат! --
лишь играли в пьянство-дуэлянство,
тонко соблюдая машкерад.

Были те повесы и кутилы
мудрецы в тиши библиотек.
Были в двадцать лет не инфантильны --
это вам не следующий век!

Мужиком никто не притворялся,
и, целуя бледный луч клинка,
лучшие из русского дворянства,
шли на эшафот за мужика.

До сих пор над русскими полями
в заржавелый колокол небес
ветер бьет нетленными телами
дерзостных повешенных повес.

Вы не дорожили головою,
и за доблесть вечный вам почет.
Это вашей кровью голубою
наша Волга-матушка течет!

И за ваше гордое буянство --
вам, любившим тройки и цыган,
лучшие из русского дворянства, -
слава от рабочих и крестьян!

Евгений Евтушенко

8 Nisan 2012 Pazar

Nazım'ın Yüreği

Usanınca gerçeklerin yalanından, 
kaygan, yüzsüz baskıdan, 
tunç Nâzım'ı anımsarım 
ve sesini 
   biraz hançerimsi : 
      "Merhaba kardaşım... 
   Ne o, neden yüzün asık öyle 
      Boş ver! 
   Yoksa şiir mi takıldı bir yerde? 
      Gel, birlikte bitirelim. 
   Paran mı yok? 
      Bakarız bir çaresine, dert değil. 
Kız mı? 
      Aldırma bulunur..." 
Oysa asıl kendisinde var bir şey, 
   içini kemiren yüz çizgilerinden dehşetle akan : 
      "Hepsi iyi de, 
         şu yürek ağrısı... 
      Adam sen de 
         ağrıyadursun, yaşıyoruz ya..." 
Kimisi için şiir bir roldür, 
Kimisine bir dükkân, 
   kazançtır. 
Onun içinse ağrıdır şiir, 
   rol değil. 
Nâzım'ın yüreği de ağrıdı durdu işte. 
Üzerine titreyen doktoru bir gün, 
hani pek de güvenemiyerek, 
tenbih etmişti bana : 
   "Bakın" demişti, 
   "Keskin konulardan kaçının ki 
   ağrımasın Nâzım'ın yüreği..." 
Hey gidi doktor... 
   Hastanız gitti. 
Yaramadı çabalarınız. 
Yüreğiyse onun 
   gizli gizli çarparak 
   sürdürdü ağrısını 
      ölümünden sonra da. 
İçimdeki acı için ağrıyor, 
Türkler için, Ruslar için ağrıyor, 
kendisi gibi mapusta özgür olanlar için 
özgürlükte mapus gibiler için 
   ağrıyor. 
Hapisane acılarıyla yanan o yürek 
   - ölümden sonra bile - 
      dinlemiyor doktorları, 
korkak olduğumuz zaman 
   ağrıyor. 
neme gerek dersek ağrıyor. 
Onun gibi açık yürekle : 
   "Merhaba kardaşım..." 
   diyemezsek ağrıyor... 
Varsın ağrısın 
   hepsi için yüreklerimiz, 
   tek ağrımasın Nâzım'ın yüreği. 


Yevgeni YEVTUŞENKO

Stalin'in Mirasçıları

Mermer sessizdi.
 sessizce parıldıyordu camlar.
Nöbetçiler sessizdi,
 birer heykele çevirmişti onları rüzgâr.
İncecik tüken duman
 tabutun üstünde salınıyordu.
Ölüyü geçirirlerken anıtın kapısından
 sütunlardan akıyordu solukları.
Ağır ağır taşıdılar tabutu
  süngüler arasından.
Ölü de sessizdi -
 ölü de, o da!
  sessizdi, ölüydü.
Kaskatı sıkmıştı
 mumyalanmış yumruklarını,
ölü diye yutturuyordu kendini,
 ama herkesi gözetliyordu
  tabutunun içinden.
Kimler taşıyor kendini,
 unutmak istemiyordu:
Ryazan'lı, Kursk'lu gencecik erleri
  unutmak istemiyordu,
bir yolunu bulup kalkacaktı çünkü,
mezarından kalkmayı aklına koymuştu çünkü,
O toy delikanlıları
 kalkıp kandıracaktı.
Bir şeyler kuruyordu.
Dinlenmek için uykuya dalmıştı sadece.

Çoğaltın nöbetçileri,
 çoğaltın,
daha çok, daha çok nöbetçi dikin
  o tabutun başına,
Stalin dirilir belki,
 ve belki Stalin'le
Stalin'le birlikte geçmiş dirilir.
Kutlu, yüce geçmişimizi söylemiyorum,
Turksib'i söylemiyorum,
 Magnitogorsk'u söylemiyorum,
  Berlin'e çekilen bayrağımızı.
İyilerin bir yana itildiği günleri,
  haksız suçlamaları,
suçsuzların yakalanışını söylüyorum ben.
Güzel tohumlar ekmiştik oysa.
Maden eritmiştik,
sıralanıp yürümüştük
  onurumuzla.
Ama Stalin korktu bizden.
Uzak görüşlü değildi.
Siyaset dolapları çevirmekte ustaydı
ve kendine bir sürü mirasçı bıraktı
    yeryüzünde.
Mutlaka bir telefon vardır
  tabutunda şimdi,
şimdi Stalin
 buyruklar vermektedir
   Enver Hoca'ya.
Başka kime uzanabilir
 o tabuta bağlanmış telefon telleri!

Hayır,
 Stalin boyun eğmedi daha.
Aklınca ölümü kandıracak.
Bu anıtın içinden çıkardık onu,
    taşıdık;
Ama Stalin'in içinden nasıl çıkarıp
nasıl taşıyacağız
  mirasçılarını!
Mirasçıların bazıları gül buduyorlar
    bahçelerinde,
dinleniyorlar,
 sıranın
  kendilerine geleceğini sanıyorlar yine;
bazıları da
 küfürler savuruyorlar Stalin'e kürsülerde,
ama geceleri
 iç çekerek anıyorlar eski günleri.
Parti her şeyle ilgileneyim ister.
"Sen kendi işine bak," diyen olursa bana,
  uyuşuk olmak istemiyorum derim,
   bu da benim işimdir.
Stalin'in mirasçıları
  soluk aldıkça dünyada,
tabutunda Stalin
  pusuya yatmış
   dirilmektedir.

1962
Yevgeni YEVTUŞENKO

Öldürme Özgürlüğü

Özgürlük Anıtı'nın rengi şimdi 
Bir ölümcül donuklukla eşittir 
Kurşunlandı özgürlük, onun sevgili adı 
Sandı alındı bağımsızlığı geri - 
Amerika, kendi kendini vuran! 

Tam da öyle işte, kendi kendini! 
Sıkıysa çık dışarı bu korkulu 
Her taşına kâbuslar sinen ülkede 
Ve daha korkuncu bu gidişle 
Ormanlara kaçıp gizlenmek sonu. 

Toprakta o bildik koku 
Şu evrensel ünü olan Dallas'tan, 
Yaşamak nasıl da tekinsizlik dolu 
Ve işte senin en büyük utancın bu. 

Kim inanır masallara, hangi çağdayız 
O soylu fikir zevahirinin ardından 
Silah yağının fiyatı yükselirken 
Yaşamın düşürdüğün bedeline bak sen! 

Katillerdir cenazende yas tutanlar da 
Hissedar olmaya her karış toprağına 
-İşte yine, bir daha, hadi bir daha- 
Başaklarında kurşun tanelerinin 
Dalgalandığı Teksas tarlalarına. 

Şapkalarının altında haince 
Tarıyor gözleri karanlığı 
Senin o katil çetelerinin 
Tutmuşlar her kapıyı 
Ve işte cesedi bir ikinci Kennedy'nin... 
Amerika nedir bu, oğullarını koru! 

Ve çocukları, başka ülkelerdeki 
Ve onların kulübelerini küle döndüren 
Yakıyor tıpkı onlar gibi, ateş ve bombaların 
İnsan hakları bildirini senin de. 

Bilinci olmaya söz verdiydin dünyanın 
Şu hale bak, dipsiz utancın kıyısında 
Vurduğun, kral değil sözündür 
Onurundur, Vietnam'a attığın her bombada. 

Bir ulus çıldırıyorsa, yaptıklarını 
Mümkün müdür kınamak el kadar 
Üstünkörü barış sözleriyle. 

Tek yol senin için yine utançtır 
Tarih çamaşırhanede aklanmaz ki 
-Yok henüz, keşfedemedin 
Böyle bir çamaşır makinesini- 
Kan hiç paklanır mı Amerika! 

Nerendedir Amerika utancın senin 
Söyle nerede saklı o 
Sanki kaçan bir köle 
Kölelerin içinde. 

Tut ki Raskolnikov'dur dolaşan baştan başa 
Deliliğin kanlı baltası elinde 
Kendisini yine kendi yargılayan 
Planlı katliamlarıyla 
Canilerden geçilmiyorsun Amerika. 

Hey Abe, iyi ihtiyar 
De bana ne yapıyor ülkendeki insanlar? 
Kaçıncıdır sıralıyor tek bir gerçeği: 
Anlaşılır ancak kesildiğinde 
Yüce bir ağacın yüceliği. 

Lincoln oturuyor güneşe karşı 
Mermer sandalyesinde kanayarak. 

Aslında odur canavarların 
Bu kaçıncı kez vurduğu. 

İşte o kurşun delikleridir 
Amerika 
Yıldız diye koydukların da 
bayrağına. 

Urbası kurşunlarla lime lime 
Özgürlük Anıtı, ey sen 
O kadın, o ana yüreğinle 
Kaldır başını ölümlerden 
Aç ağzını, yum gözünü 
Toptan lanetle bu 
Kahrolası öldürme özgürlüğünü. 

Hey Özgürlük Anıtı, sen, kaldır şu 
Yeşile kesmiş yüzünü boğulduğun kandan 
Kafa tut özgürlüğün cellatlarına 
Ve ama alnından artık 
Bir damla kan akıtmadan. 

1968 
Yevgeni YEVTUŞENKO

Mizah

Krallar,
          imparatorlar ve çarlar,
tüm evrenin hükümdarları,
buyrukları altında bulundurmuşlar orduları
ama becerememişler hiç
                                            mizahı.
Ezop, yayan yürüyüp yolları
uğradığında ünlü kişilerin her gün
rahatlık içinde yüzen saraylarına,
onları dilenciden daha üstün görmemişti.
iki yüzlülerin
ayak izlerini damga gibi bastığı
evlerde, toplantılarda
Nasreddin Hoca,
                           iğneli şakalarıyla,
altüst etti
                 kafalarını
                                 kahkahalarıyla
bir dizi paytak gibi!
Kimileri
            ısmarlama
                            mizah istedi-
ama mizah parayla satın alınmaz ki!
Kimileri
            tuttu mizahı
                                 katletti
ama mizah ölmedi,
                              kaatillerine
keskin dişlerini gösterdi!
Çünkü durup ahmak ahmak
güçtür
        mizahla
                  savaşmak.
Tekrar tekrar idam ettiler mizahı
ama o,
        koltuğa alıp gövdeden ayrılmış kafayı
alay etti, savaştı.
Mumyacıların kavalları çalmaya başlar başlamaz
alaylı bir havayı,
mizah da şaştı, ve bir
meydan okuyuşla haykırdı:
          "İşte geldim geri, buradayım gene"
Keyifle, görseniz, hem de nasıl oynardı.
Tuttular tekrar hapsettiler mizahı
Şimdi o,
lime-lime olmuş eski bir palto içinde,
sarkık bir suratla
ve bir yapmacık pişman maskesiyle
siyasal bir suçlu
               hem de tutuklu
yürür
       ama özgür
                     idam sehpasına.
Dış görünüşüyle içine çekilmiş, biraz da pişman,
sanki de hayattan öte hayat olduğuna inanmış,
ama apansız
                  kayıverir
                           giydiği paltonun içinden,
ve el sallayarak
                     yağlayıverir tabanı.
Mizah şimdi taş duvarlardan, demir parmaklıklardan
dalmış içeri
onlar gösteredursun dar hücreleri,
                                                         ve zindanı
o bayağı bir insan gibi öksürüp
yürür cesurca öne doğru
                                     dudağında bir türkü,
elde tabanca, Kış Sarayının üstünden.
Alışıktır o kaş çatmalara,
çünkü bilir ki bir zarar getirmez onlar;
ve zaman olur mizaha
                                      kaş çatar
                                                 mizah.
Ölümsüzdür o,
                 Hafif ve çabuktur.
İçinden geçemiyeceği eşya
                                    ve insan yoktur.
Öyleyse-
         mizaha hem şeref dileyelim, hem şan
Çünkü-
         odur en cesur insan. 
 
 
Yevgeni YEVTUŞENKO

Küllendi Sana Olan Aşkım

Küllendi sana olan aşkım - bayatladı yaşam benzeri 
Çözüldü ölüm gibi, içler acısı bir öyküydü 
Koparıp atsam bu acımasız aşk şarkısının telini 
İkiye parçalasam gitarı - sürdürmek niye bu güldürüyü! 

Ne var ki o küçük o tüylü canavar anlamıyor 
Neden daha karmaşık yaptığımızı yalın olan her şeyi 
Ben alınca içeri koşup senin kapını tırmalıyor 
Ama benim kapımı tırmalıyor sen alınca içeri. 

Çıldırabilir insan böyle koşturmaktan, gerçekten 
Biliyorum daha çok küçüksün, küçük duygusal bir köpek, 
Ama duygusal olmaya da karşıyımdır ben. 
Neye yarar son perdeyi uzatıp işkenceyi sürdürmek? 

Güçsüzlük değil suç demeli duygusallığa aslında 
Yumuşayınca yine barışmaya söz verilir 
Sonra homurtular yeni bir gösteri için daha 
Tadı tuzu kalmamış "Aşkın kurtuluşu için" denir. 

Daha en başta tazeyken korunmalıdır aşklar 
Atmalı o aşk dolu "Daima!" ve o çocuksu "Asla!"ları, 
"Söz vermeyin!" diye bağırıyordu trenler, 
"Söz vermeyin!" diye mırıldanıyordu telefon telleri. 

Yarı çatlak ağaç dalları ve duman karası gökyüzü 
Uyarıyordu bizi, ama haberleri yoktu onların, 
İyimserliği yalnızca öğretilmemiş yalınlık gördüğümüzü, 
Ve büyük olmadığı zaman daha güvenli olduğunu umutların. 

Ayık kalmak gerekir ve tartmalıdır ayık kafayla 
İlişkinin değerini, benimsemeden önce-zincirin öğretisidir, 
Söz vermemektir göklere ama hiç değilse vermektir toprağa, 
Söz vermemektir ölüm ayırana kadar, ama hiç değilse bir yaşam vermektir. 

"Seni seviyorum" demeli insan aşık olunca. 
Çok acı oluyor sonra aynı ağızdan duymak yıkılışını 
Yalanlarla, küçümsemelerle ve alaylarla 
Ve bunlardır aldatmacaya döndüren kusursuz sandığımız dünyayı. 

Farkına varmaz aşkın insan. 
Söz vermemeli ve en iyisi 
Öyleyse neden çekeriz insanı, atlarmış gibi yalan seline 
Uçup gidene kadar elbette güzeldir imgesi. 

Aşık olmamak en iyisi, bilmeliyiz, aşk varmaz bir geleceğe. 
Uyuyup duruyor zavallı köpeğimiz, yeter bizi delirtmeye, 
Bir senin kapını tırmalıyor patileriyle bir benimkini 
Artık sevmiyorum seni; ama niyetim yok senden af dilemeye 

Sevmiştim bir zamanlar; bunun için işte, bağışla beni


Yevgeni YEVTUŞENKO

Devrim Türküleri

Daha sık söyleyin devrim türkülerini. 
Onları az söylüyorsunuz - 
           ve benim yaptığım da bu. 
Fazlaca mı doyumlusunuz? 
Size hiçbir şey heyecan vermiyor mu? 
Söyleyin o türküleri. 
Yardım edeceklerdir size. 
Kitaplar alın. 
O türküleri içeren. 
Okuyun bıkmadan, usanmadan. 
Söyleyin kendi kendinize 
           sesli ya da içinizden. 
Söyleyin çocuklarınıza da, 
           tabii çocuklarınız varsa. 
Duyacaksınız 
           uzak ve acılı 
                  ağır pranga şangırtlarını, 
Göreceksiniz tutuklanmışları, kıskıvrak bağlanmışları, 
           dövülmüşleri, 
                  kurşuna dizilmişleri, 
                       hurdahaş edilmişleri. 
Zamanın yapmacık ve yalancı marşlarına değil 
           onlar 
                  kendi kutsal türkülerine inanıyorlardı. 
O türküleri söylüyorlardı, 
           gizlice, 
                  usul sesle. 
Yüksek sesle söyleyememenin acısını 
           duyarak yüreklerinde. 
Biricik ve unutulmaz bir kanla 
           bağlıyız onlara biz. 
Şimdi o türküleri 
           yüksek sesle söylemeliyiz! 
Yaşamınız pek mi tekdüze? 
Pek mi kıpırtısız? 
İnsanlara 
           ve sözlere 
                  artık kalmadı mı güveniniz? 
Ama devrim türküleri var 
           yeryüzünde. 
Söyleyin onları. 
Size yardım edeceklerdir, göreceksiniz. 


Yevgeni YEVTUŞENKO
Çeviri : Ataol BEHRAMOĞLU

Babi Yar

Hiç anıt yok Babi Yar'da.
Tek mezar taşı o dik yamaç.
Korkuyorum.
Yahudiler kadar yaşlıyım şimdi.
Şimdi bir Yahudi gibi görüyorum kendimi.
Şimdi Eski Mısır'da dolaşıyorum.
Çarmıha geriliyorum şimdi, ölüyorum,
Çivilerin bile izi var üstümde şimdi.
Dreyfus geliyor aklıma. Ben oyum.
Kof adamlar suçluyor, yargılıyor beni.
Parmaklıklar ardındayım ansızın,
Kıstırılmışım, tutulmuşum, sövmüşler bana;
Brüksel dantelinden elbiseler giymiş hanımlar
Bağırarak şemsiyelerini çarpıyor suratıma.
Belostok'da bir çocuğum şimdi,
Yere yayılıyor damlayan kan,
Öfkeyle saldırıyor meyhanenin
Soğan ve votka kokan fedaileri.
Tekmelenmişim, elimden bir şey gelmiyor,
Yalvarıyorum, dinlemiyorlar bile,
"Gebertin çıfıtları, Rusya'yı kurtarın," diye
Haykırarak bir aktar dövüyor annemi.
Anna Frank olarak görüyorum kendimi,
Nisan dalları kadar inceyim,
Sevgiyle dolu içim;
Boş sözler söylemeyin bana,
Birbirimize bakalım istiyorum.
Gülecek, koklayacak ne var ki
Yapraklardan, gökyüzünden başka.
Ama çok şey yaparız sen istersen,
Usulca sarılırız birbirimize
Karanlık bir odada.
Bir gelen mi var? Korkma.
Bu gelen, baharın sesi.
Gel bana, dudaklarını uzat bana.
Biri kapıyı zorluyor.
Yok yok, kırılan buzların sesi.

Yaban otları hışırdıyor Babi Yar'da.
Ağaçlar sert sert bakıyor, yargıçlar gibi.
Her şey sessizce çığlık atıyor.
Şapkamı çıkarıyorum,
Anlıyorum, gittikçe yaşlanmışım.
Burada gömülü bu binlerce insanın,
Bu binlerce insanın ardından koparılmış
Sessiz bir çığlıktan başka neyim ki şimdi;
Burada vurulmuş her ihtiyarım ben,
Burada vurulmuş her çocuğum ben.
Ey Ruslar, vatandaşlarım, bilirim hepinizi.
Kötü eller kirletiyor temiz adınızı sizin.
Ülkem nasıl güzeldir, hep bilirim,
Nasıl korkunçtur kendilerine, hiç titremeden,
"Rus Birliği" adını takan Yahudi düşmanları.
Hiçbir yerim unutamaz bütün bunları.
Çınlasın "Enternasyonal"
Yeryüzündeki
Son Yahudi düşmanı gömüldüğü zaman.
Kanımda Yahudi kanı yok,
Ama öyleymişim gibi beni
Hor görüyor, aşağılıyor Yahudi düşmanları.
Gerçek bir Rus'um bu yüzden.

1961
Yevgeni YEVTUŞENKO

1 Ocak 2010 Cuma

Yevgeni Yevtuşenko

Yevgeni Aleksandroviç Yevtuşenko (Rusça: Евгений Александрович Евтушенко) (Doğum tarihi: 18 Temmuz 1933, Zima, İrkutsk, Rus SFSC, SSCB), Stalin sonrası şairler kuşağının önde gelen temsilcisi Rus şair.

Stalin sonrası kuşağın sanatsal özgürlüklerin genişletilmesi ve edebiyatın siyasal ölçütler yerine estetik değerlere dayandırılması için yürüttüğü mücadele, 1950'lerin sonlarıyla 1960'larda yönetimin sanatçılar üzerindeki denetiminin gevşemeye başladığına işaret eder.

Çocukluğu Moskova'da ve Trans-Sibirya Demiryolu üzerindeki küçük bir kasabada geçen Yevtuşenko ilk önemli öykülü şiir yapıtı Stantsiya Zima'da (1956; Zima Kavşağı, 1985) bu kasabayı betimledi. Moskova'daki Gorki Edebiyat Enstitüsü'nde öğrenim gördü. Yayımlanmasına Stalin'in ölümünden sonra izin verilen şiirleriyle halkın sevdiği bir şair oldu. İlk devrimci şairlerden Vladimir Mayakovski ve Sergey Yesenin'in taşkın, yer yer argo yüklü şiir dilini yeniden canlandırdı; ayrıca aşk, kişisel sorunlar gibi Stalin döneminde ele alınması hoş karşılanmayan konularda şiirler yazdı. Yaklaşık 34 bin Ukraynalı Yahudinin Nazilerce katledilişini konu alan Baby Yar (1961; Babi Yar, 1966, 1985) adlı şiir kitabında SSCB'deki Yahudi düşmanlığını da eleştirdi. ABD ve Avrupa'ya çeşitler geziler yaptı; bu gezileri sırasında şiirlerini topluluklar önünde okudu. 1963'te Paris'te otobiyografik nitelikteki Yaşantım (1968/ Erken Yazılmış Bir Yaşam Öyküsü, 1985) adlı yapıtını yayımlamasından sonra ülkesinde baskıya uğradı. Ama SSCB'ye ışık sağlayan bir elektrik santralinin kurulduğu Sibirya simgesiyle Rusya tarihi boyunca bir sürgün yeri sayılan Sibirya simgesini karşılaştırdığı, son derece coşkulu bir dizi şiirinden oluşan Bratskaya GES (1965; Bratsk İstasyonu) adlı yapıtını yayımlamasının ardından saygınlığını yeniden kazandı.
ABD üzerine ilk şiirlerinden derlenen Özgürlük Heykelinin Derisinin Altında adlı oyunu 1972'de Moskova'da sahnelendi. 1978'de tiyatro oyunculuğuna başladı, 1981'de fotoğraflarından oluşan kitabını, ertesi yıl da ilk romanını yayımladı. 1984'te Ardabiola adlı bir novella yazdı. 1986'da Etruria Şiir Ödülü'ne layık görüldü.
Sovyetler Birliği'nin son dönemlerinde Gorbaçov'u, ardından Yeltsin'i destekledi. Ancak, daha sonra Çeçenistan Savaşı nedeniyle ona tavır aldı.

Türkçeye çevrilen öbür yapıtları arasında Pearl Harbour (1967) ve Yagodniye mesta (1982; Yaban Yemişleri, 1987) vardır.

Bazı eserleri

  • Razvedçiki gryakuşçego (1952)
  • Tretıy Sneg (1955)
  • Stantsiya Zima (1956; Zima Kavşağı, 1985)
  • Baby Yar (1961; Babi Yar, 1966, 1985)
  • Tendresse (1962)
  • Masledniki Stalina (1962)
  • Yaşantım (1963)
  • Bratskaya GES (1965; Bratsk İstasyonu)
  • Pearl Harbour (1967)
  • Yagodniye mesta (1982; Yaban Yemişleri, 1987)