Şiir, Sadece: 2011-01-23

29 Ocak 2011 Cumartesi

Açık Yüreklilikle

Dağıtmakta gecikmeyelim ruhumuzun kırıntılarını
uzak ülkelere, uzak göklere.
Bu kırıntıları armağan ettiğimiz
kavak ağacından, bir yalnız buluttan
ayrı düşmemek için ayrılık gününde de.

Ürküntüyle dolaşmayalım yeryüzünü
varsın ortak olsunlar gizlerimize
deniz kıyıları, ırmak kıvrımları
rastlansa! bir gözyaşı, rastlansa! bir gülüşle.
O zaman kazanacağız bilinmez bir kıyının dostluğunu çünkü

Ve o zaman başka bir şeyler göreceğiz asık yüzlü havada.
Başka bir şeyler duyacağız ezgisinde kızgın uğultunun.
Ve yeniden bu yürüyüşte
Ruhun derinliklerinde uyumakta olan her şeyi.
Ve her küçük koya, her karış toprağa
bağlanacağız tüm yüreğimizle
Susuzlukla dolu
pelteklikle
ve saygıyla.

Yeryüzü bin bir çeşit görüntüsüyle
allak bullak edecek bizi.
Ve unutulmuş olan her şey
uyanacak yeniden yüreğimizde.
O zaman donatacağız her kenti
kendi kentimizin güzellikleriyle.
Kavak ağacıyla
bir yalnız bulutla
tanıdık bir pencereyle
ve fırınlardan tüten dumanla ...

Gelin
tüm uzak göklere
gözlerimizi
dağıtalım
cimrilik etmeden
gönül erinciyle...


Duşan Kostiç
Çeviren: A. Behramoğlu

Dedemiz Öldü

Dedemiz öldü
sessizce, olağanca,
hiçbir şey olmamışçasına.
Sanki bir düş gibi.
Sanki kalkacak
tan ışığında
sabah sabah
gidecekti yine
pazara.

Ansızın, hiç beklenmedik bir anda öldü dedemiz
Sadece sessizce kayboldu konuklar
Sadece annemiz
alınca haberi
çığlığı bastı
ve yere yıkıldı ansızın.
O zaman bir şeyler oldu bize de
Batmaya başladı boğazımıza
birtakım tuhaf kemikler
ki hiç de
kemik değildiler.

Hızla geçmeye başladı
alev alev mumlar
başsız sinekler
hızla geçmeye başladılar,
hızla geçmeye
başladılar evde.
Yukarı
tavan arasına
aşağı.

Sanki bir şey arıyorlardı
Boşuna çöküyorlar diz üstü
bulmak için o şeyi.
Küçücük bir şeydi bu
bir küçük tanecikti yitirilen ...

Fakat hiçbiri yanan mumların
insanların hiçbiri
sözcüklerle anlatamadı bize
yiten bu şeyin ne olduğunu
gerçek adını onun.
İşte o zaman ulumaya başladılar
gardroplar
hırıltılı haykırışıyla
sonsuz karın boşluklarının.
Ve bizim demirden yanaklarımızda
ayna tozları belirdi.

Çatlayıp dökülen aynanın
tozlarıydı bu
aynasal bir korkuyla.


Oscar Daviço
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

28 Ocak 2011 Cuma

Günler

Boynumda gerdanlık gibi
bir süs, taştan yapılma
abanıyor omzuma günler
eziyor omzumu ağırlıklarıyla.

günlerim benim, zavallı günlerim
acıdır yazgısı gündelikçinin.

Uyanırsın sabahın köründe
gece dönersin zifir karanlıkta
sevinçle gidersin işine
dönersin acıyla.

Eh, köpek hayatı bu bizimkisi
lanet olası, lanet olası!

Köle olarak doğmuşuz bir kere
sor ki hayvandan farkımız var mı?
ömrünce didin dur boş yere
doldurmak için elin ambarını.

başkasına beyaz ev kur
Kaz kendine kara çukur!

Öküz gibi çalış tarlada
titreye titreye acıdan
günlerin gerdanlığı boynunda
dövülmüş çelik halkalardan.

gün günden ağır daha
demir bir zincir boynunda.


Koço Ratsin
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

Sınırsız

Yitiyorlar birbiri ardı sıra, gidiyorlar birbiri ardı sıra
Kimisi bir hücum anında, elinde tüfeği,
Kimisi, henüz sıktığım elinin sıcaklığıyla.
Yüzlerce arkadaşım, sevgili arkadaşlarım
Kimisi bitirmeden sözünü, kimisi fırsat kalmadan soluk almaya.

Yitiyorlar birbiri ardı sıra, gidiyor yaşıtlarım
Uzanıyorlar toprağa ve ot oluyorlar tümden,
Ben de kaynaşıyorum toprakla. Soğuk, muazzam, türküsel toprakla
Toprak bir oda gibidir yanı başımda. Altımda bir oda gibi.
Aynı evde, aynı merdiven başında hatta ...

Yaşamın sınırı mı? Hani, nerede? Bakıyorum kendime-
Ölenler canlanıyor bende, çınlıyor sesleri.
Anımsıyorum her birini. Kalkın diyorum onlara.
Çalıyorlar evimin duvarlarını uykusuz gecelerde
Ve bir sokak öteyle konuşur gibi konuşuyorum sınırın ötesiyle ...

Eriyor sınırlar, eriyor. Toprak yanıbaşımda ve acı.
Toprak canlı. Çünkü dostlarım var bu toprakta.
Yaşamın sınırı mı? Boş söz! Birlikteyiz onlarla hiç kuşkusuz
Bir ırmak gibi tıpkı. Sisler içinde yitip giden bazen
Ve bazen, yırtıp toprağı, saldıran kıyılara ...


Radovan Zogoviç
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

27 Ocak 2011 Perşembe

Ne Çıkar

Ne çıkar, yaşasam bin yıl daha
Benzeyeceğim öldükten sonra
Hiç doğmamışlara

Ne çıkar mutlu yaşasam ömrümce
Benzeyeceğim öldükten sonra
Ömrünce gözyaşı dökenlere

Ne çıkar lekelenmiş olsam iftirayla
Benzeyeceğim öldükten sonra
Hep övgü duymuşlara

Ruhlarda bıraksam da anılarımı
Bilmeyeceğim öldükten sonra
Beni anımsadıklarını

Ne çıkar dünya bilgeliğini içmiş olsam
Daha az bilge olacağım öldükten sonra
Yoldaki bir toprak parçasından

Ne çıkar yüreğim pırıl pırıl olsa
Taştan daha umursamaz
Olacağım öldükten sonra

İçimi sevindirse de şu güneş, pırıldayan,
Çıkamayacağım öldükten sonra
Karanlıktan

Ve şimdi, yaşamın bilinciyle dopdolu
Bilemeyeceğim öldükten sonra
Bir zaman yaşamış olduğumu ...


Desenka Maksimoviç
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

Bir Çağdaşa Yanıt

Aşktan daha az söz eder oldum gitgide
Şiirlerimde daha az duyulmada genç sesler
Evet, şimdi başka konular var onlarda
Ve şimdi onlar, ilk bakışta
Şiire pek de yaraşmıyor gibi duran
Şeyler içermektedir ...

Fakat şaşıracak ne var bunda
Güz türkülerinin, ilk bahar türkülerinin
Ezgileri ayrı ayrı ve güzeldirler
Bülbül gibi türkü söylemez ki karatavuk
Ve yaşlı karatavuk gencinden farklı söyler.

Köy üstüne türkü yaktığımda ben
Köylülerdir yaşayan her dizede.
Herhangi bir şafaktır betimlediğim benim
Köy kokan, kuru ot ve yufka ...
Köylüler arasında geçti çocukluğum
Şaşacak bir şey yok onlar için türkü söylememde.

Şiirlerimi onlar için yazıyorsam eğer
Onlarla sevinip onlarla acı çektiğimdendir
Siyasetin buyruğuyla değil yoksa
Ya da köy papazının yönergesiyle ...
Uçsuz bucaksız, eski, kadınsal
O ölçüsüz sevgimdendir benim bu
Acı çeken, onuru incitilen herkese ...

Ekip biçmek, toprak kazmak gelir elinden
Kendimde hak görürüm bu nedenle
Türkü yakmaya köylüler üstüne.
Küçük bir kızdım eğittiklerinde beni
Çayırları, tarlaları, botaniği öğrettiler
Tüm yurdumu öğrettiler bana.

Utanç duymuyorum, şiirlerimi
Yaşlı nineler, ırgatlar okuduğunda
Ve köy okulunda dinlediğinde onları çocuklar.
Varsın, seçkinler için yazsın başkaları
Benim okurlarım yakın bana ...


Desenka Maksimoviç
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

26 Ocak 2011 Çarşamba

Şiir

Acıdır tohumu şiirin doğarken
damarlarında sızı
görülmeyen.

Alevlendirirken şiir
acıtır yaraları
derinden.

Şeytan girer içine şiirin
bağlar tinini kişinin
kendiliğinden.

Işırken şiir
yalımlar saçar her yana
ağrıdan.

Olgunlaşırken şiir
tutuşturur kişiyi baştan başa
ansızın.


Miroslav Krleja
Türkçesi: Necati Zekeriya

Anılarımız

Kalın gövdesinde gibi bir ağacın, anılarımız
çember çember genişler vücudun boğazlarında.
Duman içinde uyuyan bu görüntüleri
su çeker gibi kuyudan, alırız yukarıya.

Fakat yürek, derinliğini kuyunun ta içinde duyar
geçmiştir duran orada, hep aynı düzeyde.
Anılar, bengisu gibi anılar
iyileştirirler bizi batık bir görüntüyle.

Unutulmuş odaların kuytuluğu gizlidir bizde
kentler uyur, yaşar yağmurlu bir karanlık
ve ölmüşlerimizin sevgili yüzleri.

Işıldar karanlıkta kuyunun parlak çevresi.
Anılar, buyuran bir kederin çağrısına uyarak
yükselirler hızla, tedirgin bir kuş gibi.


Miroslav Krleja
Çeviren: A. Behramoğlu

25 Ocak 2011 Salı

Duyarlık

İçlerinde yabansı pembe güllerin
göründü birdenbire yeşil gözlerin.

Tuhaflıklarla tanıyorduk birbirimizi
her zaman bir şey bölerdi düşlerimizi.

Bizden uzayan bir köprüydü tıpkı gökkuşağı
yollarımız uzak şimdi görünmez ucu bucağı.

Şimdi artık geçebilir herkes bu yoldan
acı mı kalır bilinmez yüce sevdadan.

Acı şarabı bir kez elinden içtim
yüreğimde sen, bir ömrü geçtim.

Seni anımsadım oysa yıllar geçti aradan
şimdi gömütünü sorarım hırçın rüzgardan.


Oton Jupançiç
Türkçesi: Necati Zekeriya

Ben'e, Gölde

Görüyorsun Ben, suyun
sağlam ve yumuşak bir derisi var
ve bütün böcekler dans eder
ve zıplayıp durur üzerinde-
onlar için sanki güvenli bir
yaylı çimenliktir. Görüyorsun,
bu bir kendini inandırma sorunu
daha hafif olduğuna
üzerinde yürüdüğün
ortamdan: bir başka deyişle
önce kendi eklemlerini denetle

-ve ayrıca, cehenneme kadar yolu var
alabalığın - nasılsa yüreğin kaldırmaz
önüne bakmayı.
Senin ve benim
ayağımızdaki zamk çizmelerinde
pek çok yapışkan kil var
altın renginde - dünya
tutmakta bizi yukarda bugün
pek güzel.


Olla McQueen
Türkçesi: Ali Cengizkan

24 Ocak 2011 Pazartesi

Kesilmiş Leylak

kesilmiş leylak demetlerine
yağmurun verdiği ölü koku
cumbalı oturma odalarında

bir sevgilinin ya da bir çocuğun
açık alnını öptüğünde ağzına değen
kafatasının bir başka türüdür

ama bunlar hırçın ve hızlı bir mavilik
vazonun ağzını sıkboğaz edip
dört bir yana sarkan saplar üzerinde

yarı esir yarı özgür
ışıktan asalar gibi taze bir güneş
ıslak bakışlarla ortaya çıktığında

içine serpiştirilmiş yollar var
bizimkiler gibi sezgi yolları
zaman içinde dağılıp ağır aksak toplanan

bu yollar varacaktır aramızdaki en iyi
insanların seve seve üstleneceği
gömütün körelme tümseğine


Tony Beyer
Türkçesi: T. S. Halman

Sona Kalanlar

Çocuklar büyümeye can atıyor
telefonda konuşmaya ve her şeye.
Dereye taş attıklarında
bol bol su sıçrasın istiyorlar
suyu ele geçirmek ve egemen
olmak için. Her zamanki gibi
övgü sözleriyle bitecekti
okumaya başladığımız öykü
ama sonunda atlayıverdik:
ailenin köpeği güçlüydü, güvenliydi
yan gelip oturmuştu, hiç kimse
yalnız değildi. Taş gibi taş
suyun dibine indi, gerek kalmadı taşa.


Bill Manhire
Türkçesi: T. S. Halman

Okul Değişimi

Hemşire Veronica'nın sınıfı. Uzun boylu rahibe, solgun bir
Greer Garson yüzüyle onu kapı arasında kucaklar
Ona keten öpücüğünü verir ve sarar kollarıyla
(Yarasa kanatları) bir kapı gibi. Pençesinde güvenli
Kilisenin çocuk ışır ve ben, mutlu, çıkarım.
Öğleye, nasıl hay huy edip sıçradıklarını canlandırır
Sıralarının üzerinde, hemşire sınıftan çıktığında,
Ve pıstıklarını, o sessizce içeri süzülünce.
Manastır duvarlarından girmiştir gizli geçitlerine
Süzülür orada, onun ilk bahçesinde, bir parça
Temizlenmiş toprak, çay tabağı büyüklüğünde
Üstünde aşkının tek sardunyasını büyüttüğü.

Çocuk üç gün sonra bir başka sınıfa aktarılır.


Elisabeth Smither
Türkçesi: Ali Cengizkan

Babam Üstüne Şarkı

Kükürt tekneleri döndüğünde, kükürt
Kaplı olurdu babamın gözkapakları
Galapagos ispinozunda olduğu gibi

Annem alaca basmayı masaya yayar
Dolapları temizler, ekmek yapar her salı
Çocukların saçlarını taralı tutardı

Bir tür arıydı babam.
Parlayan göğsü çift - vuruş James'in
Parçalardı asfaltın üstündeki havayı

Anımsarım asma dallar gibi kaşlarını
Bir gece kuşunun gözlerini gizleyen
Ve alışkın denizin serpintisine

Her zaman ay nöbeti devraldıktan
Sonra dönerdi eve, arkasında
Limanda uyuyan iskeleyi bırakarak.


Elisabeth Smither
Türkçesi: Ali Cengizkan