Şiir, Sadece: 2012-06-03

9 Haziran 2012 Cumartesi

To The Whore Who Took My Poems

some say we should keep personal remorse from the
poem,
stay abstract, and there is some reason in this,
but jezus;
twelve poems gone and I don't keep carbons and you have
my
paintings too, my best ones; its stifling:
are you trying to crush me out like the rest of them?
why didn't you take my money? they usually do
from the sleeping drunken pants sick in the corner.
next time take my left arm or a fifty
but not my poems:
I'm not Shakespeare
but sometime simply
there won't be any more, abstract or otherwise;
there'll always be mony and whores and drunkards
down to the last bomb,
but as God said,
crossing his legs,
I see where I have made plenty of poets
but not so very much
poetry.


Charles Bukowski

5 Haziran 2012 Salı

Yeni Bir Gün

Uzak bir yaz sesi
Gibi duyulur kokusu
Yeni bir günün
Değer herkesin saçlarına
Yılların eli o an

Sür ey güzel zaman

İşitiyorum adımlarını
Sessizce atsa da
Uzakta su çeken bir kuyudan
Ve dağ yolunda
Çiçek açan

Sür ey güzel zaman

Bin şeye benzer
Alnına düşen perçem
Elinin değdiği yerlerde
Birden leylaklar açar
Yazı andıran

Sür ey güzel zaman...


Ali Püsküllüoğlu

Uzun Atlar Denizi

O zaman çarşılarımızı suladık
Atları seyre gittik ikindilerde
Çok sıcaktı terden bunalıyorduk
Küçük tayın ağzı süt kokuyordu
Çünkü sevdiğimizi söylemiştik

Hiç böyle at görmemiştik
Üstüne adam binemiyordu kahkahkah
Çarşı esnafı soytarı olmuştu
- Derken bütün atlar yatakta -
Belediye başkanı sarhoştu

Çok gülen ağızlar hep atlara
Unutmuştuk kocaman ellerimizi
Ne denli sıcaktı öyle o gün
Ne de çok istemiştik denizi
- Durmadan atlar çıktı karşımıza -

Hiçbirinde yüzemiyorduk
Kalkıp çarşıya indik gene
- Bu ne biçim at dedik kahkahkah
Kaldırımlara doldurduk sandalye
Suladık çarşılarımızı oturduk...


Ali Püsküllüoğlu

Uyanık Uykuda

Düşteyim işte. Çıkageldi bir güz yeli
hafiften. Bir buğu gibiydi gök.
Ey kendini saklayan geçmiş, ince bir tül ardında;
Güz geldi ve yıldızlarını üstüme dök.

Artık büyüdüm. Ey sonsuz çocukluk!
Atlar, atlıkarıncalar ve yolculuk.

Tuhaf değil mi, bu leylekler nereye göçer
gök yolunda? Yazdan kalan kanat sesleri
gibi duyuluyor. Her şey bir bir ve örtük,
ince, bilinmez bir yüz sanki.

Bir kuru ağaç olarak kalayım mı?
Öyleyse ey güz, dök yapraklarımı!

Gövdemi kemirecek kurtlar toprakta
gözlüyor yolumu. Beklesinler bakalım.
Ayaklarım sağlam basıyor daha, yolum var
günlere. Üşüsem, ısıtıyor kanım.

Ben bir leyleğim, uykuda uyanık/ güz geldi artık
Göçüyorum yarı uyur, yarı uyanık...


Ali Püsküllüoğlu

Sorular

Durmuş bir adam saati sorar
Saat kaç?
Neden sorarsın be adam
İşin ne saatle?

Günü sorar biri
Bugün ne günlerden?
Neden sorarsın be adam
İşin ne günle?

Biri de yolu sorar durmuş
Nereye gider?
Neden sorarsın be adam
İşin ne yolla?

Bak, karınca soruyor mu saati?
Bak, güvercin soruyor mu günü?
Bak, kaplumbağa soruyor mu yolu?
Sen neden soruyorsun peki?


Ali Püsküllüoğlu

Sonsuz Bir Şimdiki Zaman

Gümüştür Ay, altındır başak
Yaz geldi yine, ey çılgın!
Her sabah, ardından şu dağın
Güneş biraz daha güzel doğacak.

Söyle, sesini duymak, görmek seni
Ne zamandır böyle yasak bana?
Göçüm kalkar gider, ben çılgınca
Koşardım, bilmeden bastığım yeri.

Sonsuz bir şimdiki zamanda yaşar
Düşler ki, artık avucumdadır;
Gökyüzünü kocaman bir çadır
Gibi üstüme örtüp yatar

Ve gezinirdim uykularımda,
Hiçbir şeye benzemez yara
Acısa da, derinde, ta derinde.

Şiirin o eski gümüş bahçelerinde
Ozanları gördüm, şiirdir tek yasa
Ah şiir ah, göğsümde ulu bir dağ!


Ali Püsküllüoğlu

Deli Gençlik

Gün ışırken kayalıklarda
Dolaşan yavru geyikler gibi.
Geldi yanıma oturdu şöyle
Islak serin gözleri.

En güzel günlerinde aşkımızın
Aşağıdan taze rüzgârlar eser.
Yosunlu bir çeşmeden
Bir çift karaca eğilmiş su içer.

Titreyen ellerimle okşadım, sevdim
Tutup o incecik bileği,
Göremem düşlerimde bile artık
O çekingenliği, güzelliği.

Hey atılan tohumları ilk aşkın
Dünya yüzündeki avarelik.
Üstümüzde şaşkınlığı hulyaların
Aşkın o güzel kudreti.

Ortalıkta bir serinlik...
Kuşlar sevinçle uçardı üstümüzden
Bulutlar alçaklardan gider,
Biz sevda içindeydik...


Ali Püsküllüoğlu

Çember

Nasıl olsa bir gün eriye eriye tükenecek Güneş,
nasıl olsa düşeceksiniz bir kaldırıma, severken
ya da koklarken bir çiçeği, bir mektubu okurken ya da
bir parkta güneşlenirken, çocukların oynaştığı bir sıra
(sevgi, o yabanıl dağ geyiği, kaçar durur sizden)
akşam çökerken, boğuk bir sıkıntıyla kente
o alışılmış sicim yağmurlar yağarken
(soluk, kararsız bir göğün altında, bir başınıza öyle)
adımlarınız gider ya gitmez, sigaranız ağzınızda
merhaba diyensiz, tükenmişliğinizi sonuna değin yaşarken
siz var mısınız bu kentin pis havasında (bilmezken)
sokak kedilerinin, o hüzün şarkılarının yanında
nasıl olsa bir gün olacak bu, kaçamazsınız
(siz kendiniz misiniz gerçekten? onu da düşünmelisiniz)
meyhanelere girseniz sıkıntıyla, kavgalarınız olsa
nedensiz ve korkunç. Tutup güvercinleri okşasanız
ya da yolsanız tüylerini martıların ve onların
gümüş saplı kara bir bıçağı öfkeyle sallasanız havaya
tükeneceksiniz yine de. Bu korkunç sorunun karşılığı yok
savaşlardan yenilmiş çıkacaksınız, yitik hep yitik
neyiniz varsa, acının bilinmedik köşelerinde ta derinde
yitik hep yitik. Boyuna bu. Varlaştırmaz sizi hiçbir şey
akşamın yüreğe ağır basan o yılgın gelişinde
isteklerin bilinmezliğinde, adım başı değişen, adım başı
kararsız. Hangi soruya karşılık olacak? bilinmezken
kalmanın neyi değiştireceği, gitmenin neyi eksilteceği
neye yok desek, neyi çarmıha gersek, neye tapsak
diye düşünseniz bile. Düşünmek olur bu önce, ama sonra?
ama sonra sıkıntılarınızın kışı başlar yine de
çevrenizde ateşten bir çember gibi darala darala
çevrenizde ateşten bir çember gibi darala darala...


Ali Püsküllüoğlu

Bu Göğe, Yıldızlara

Irmak, bir kıvrım daha atıyor
Ovada, yoluna;
İncecik bir söğüt, bir çıtkırıldım kavak!
Kıyı, alıyor gönlünü onun
İpek bir yumuşaklıkla öperek.

Bir ekin tarlasında
Tek ayak üstünde bir leylek
Çıkarmış gömleğini, güneşlenen
Bir delikanlı sanki
Ve bir deniz kabuğunda bütün deniz.

Mavi işte mevsim
Çocukken saçlarını kesen
Çılgın bir kız gibi;
Duadadır ağaç, bilmeden ve bilinmeyen
Bir Tanrı'ya şükreder şimdi.

Yücelerde bir bulut
Kapatır Güneş'in önünü;
Ak bir ata binen rüzgâr
Çalarken kırbacını
Ne söylersin ey ozan bu göğe, yıldızlara?

Ey hanlar, kervansaraylar gezgini
Adın yazıldı bak işte defterine yiğitliğin;
Kaba gücü övme, öv kaba güzelliği!
Çık içinden şu eski coğrafyanın ve tarihin
Mevsim gibi, ırmak gibi, çıtkırıldım bir kavak gibi!


Ali Püsküllüoğlu

Baba

Yalnızlığımdır hep bıçakların kestiği
Akşam çayında galetalarla yenen
Koyu atlar götürür terkisinde
Ne kadar kaçkın varsa evden
Uykumdur sokaklarda sürünür
Ya da düşer bir kadının elinden

Yorgunluğumdur daha çok aşk
Gelip gider o şehrin gemilerinden
Esmerdir akşamlarda babam
Çok esmer güler resimlerden
O kadar yakın bilmediğim
Ölüme çok uzak günlerinden

Ellerimdir dalgınlığında hep
Hep bardaklarda, sular dururken
Sürahilerde - akşam vakitleri
Akşam çayına gelmiyen
Bir baba, aydınlıksız odalarda
Çok esmer güler resimlerinden...


Ali Püsküllüoğlu

Anı

Oğlumla kıra gitmiştim, küçücük adımlarıyla
çayırların üstünde koşmak istiyordu ve düşüyordu.

Bir kurbağa
sıçrayıverdi önünde: Hiç görmemişti, korktu.

Bir ağaç vardı, tırmanmak istedi.

Bir hendeği
atlamak istedi, bir taşı yerden sökmek.

Koştu koştu koştu sonra
yakalamak istiyordu bir serçeyi.

Apartmanın üçüncü katında, elli santim var yok
daracık ama upuzun bir balkonda

Gökyüzünü, apartmanların çatılarını, uzaktaki
ağaçsız birkaç tepeyi
göre göre büyüyordu işte, kentli bir çocuk olarak.

O gün kırda
çıldırdı sanki, ne yapacağını bilemiyordu
sevinçten.

Önceki gün yağmur yağmıştı, patlamıştı bütün otlar
yuvarlanıp durdu
yemyeşil oldu üstü.

Kahkahalarını görmeliydiniz, nasıl da
çığlıklar atıyordu.

"Koş baba, koş!" diyordu, koşarken bir kelebeğin
incecik, renkli kanatları ardında...


Ali Püsküllüoğlu

Aldanışın Şiiri

Yana yana ışığına geldim
Isıtmadın beni sevdiğim
Beni almadın uzandığın engine
Deniz olsam da ırmak olsam da
Yansam da bir senin ateşine

Sabahları düşen çiy tanesi
Akşamları esen serin rüzgâr
Hep aynı havada yaslı şarkılar
Ben seni neşede aradım yoksun
Gecenin içinde de yoksun gündüzde de

Ağaç dallarında aradım
Gün ışığında aradım orda da yoksun

Bu gece Ay'i parçalanmış gördüm
Sarı bir Ay'dı sonra beyazdı
Koştum sen misin diyerek
Vardım baktım sen misin diyerek

Nerdesin nerdesin diyerek
Yana yana ışığına geldim
Başladım yarım kaldı şiirlerim
Ne ak ne kara titrek ellerim
Sana uzanır sessizlik içinde...


Ali Püsküllüoğlu

Albatros

Albatros, sana bu şarkiyi o kıyılardan getirdim hani öldüğün
çiğdemlerin dünyamıza sökün ettiği o korkusuz baharda.
Hani o gökyüzünün korkunç güzelliğiyle şarkılar söylediğimiz
koşup koşup da bir türlü ulaşamadığımız o dünya.

Ağladığımız ya da küfrettiğimiz ya da şişmanladığımız
hani o güvercinlere o çaylaklara o bahçe dolusu karanfillere,
hiçbir zaman bizim olmayacak taylar için sevindiğimiz
denizin ortasında bitirdiğimiz o kavgalı günlerde.

Albatros, seni andıkça koşu atları gibi ürkeğim öyle
hani o akşamları düşünüyorum o hiç bitmeyecek geceleri,
o aptallığımızı o sarışın kızları o gelmeyecek
hani ansızın bir köşe başında rastlantılar gibi.

Albatros, seni biliyorum, ölüm akşamlarının yalnızlığısın
koltuğuna alıp bohçasını kaçan kızların sevgililerine benzer;
hani o buz tutmuş denizlerin o buzullar çağının o anlatımsız
sevgiye de yakin kine de yaşama da yakin ölüme de derler

işte o günlerin, işte o kimsesizliklerin, işte o yenilgilerin
aç bir saldırganlıkla gece kapılarını zorlayan;
hani al parmaklı, hep düşlerimizde gördüğümüz ama bilmediğimiz
ama küçücük avuçlarıyla bizi atlar gibi sulayan.

Albatros, bize güneşi sattılar, oysa bizim güneşimiz vardı eskiden
hani o, daha çok, mevsimlerde soyunan yılanlar gibi olmalıydık;
isteklerimiz yendi bizi, karaya vurduk/zonkluyor başımız,
bizden en son bir atılımdır akşamları inen karanlık.

Savaşan ellerimiz bizim, pişmanlıklara karşı ve kinlere
kararmakta derilerimiz her gördüğümüz gün en güzel şeyi.
Hani çirkinliğimizi söylesek ya koyu bir sıkılganlıkla;
ama ezilmiş ellerimizi kime göstersek şimdi.

Albatros, kime göstersek şimdi yaralarımızı, korkunç ve irinli
yumuk gözlerle al kısraklara doğru koşan atlarımız gemsiz.
Hani gecenin hangi saati bilinmez/kapılarımız vurulur ya,
bir ürperişle, kısık aydınlıkta dururken tenha evimiz.

ey bir ürperişle gönlümüzü çelen, bizi yalnızlığına götüren
sana bu şiiri denizin köpüklerinden alıp getirdim,
o kadar kötü de değil sevgiye ve yalnızlığa sığınışım
albatros, ölüm kuşum/kutsal çirkinliğim benim...


Ali Püsküllüoğlu

Sis

Diyor ki bana, sevdayı ateşten
bir gömlek gibi giydin mi
Diyorum ona, Ferhat'ım dağlar gürzümden
inledi ve yol verdi sularıma. Acı dindi

Diyor ki, hiç mi kıskançlık katmadım
bakışlarına
diyorum ben de, göğsümden çıkan ah
nice kartal vurdu, aşkla

Soruyor, ölüm mü her zaman
yenecek, nedir bu korku
Diyorum, Lokman da bir zaman
tanrı'ya bunu sordu

Diyor, kırılırsa kanadı sevginin
nasıl uçar, göklerde
Diyorum, o bir umuttur, bilesin
havalanır yine de

Soruyor bana, kalacak mısın böyle
adı yarına mahkum bir ozan olacak
Diyorum ona, nice yollar var gidilecek, nice
uçurumlar var daha, atlanacak

Soruyor bana, bu sis nasıl dağılır
tarih bile susarken. Anlat olanı
Diyorum ona, şiirim bir uyaktır
yiğitçe, ta kalbinden vurur zamanı...


Ali Püsküllüoğlu

Pembe Beyaz

Bir kar yağar, etraf aydınlanır,
Soluk, kaygan bir dünya. Yalnızlığın.
Sapanca'dan öteye Geyve'ye kadar,
Raylar pırıl pırıl, tren yılgın.

Ha bire üstümüze kar yağar,
Gittikçe büyür çılgınlığın!

Ellerin üşür, ellerin utanır,
Yüreğin sevgiyle dolu. Öyle sıcak!
Pencereden saçların uçuşur birden
Tren sarsılır gider koşarak.

Bulutlar geçer rüzgârla üstümüzden
Aşkımız gibi başlar bir sağanak.

Bu vefasız anılar unutulmaz, hatırlanır,
Arada yıl var. Aklımda düşünceler.
Nasıldı derim nasıldı gözleri
Nasıl bakar da aydınlığa, güler!

Yağan kar gibi beyaz elleri,
İnceden bir de türkü söyler.

Hey, bir daha nasıl yaşanır
O ele geçmez günler! Yok artık!
Ne öpüp okşamak ne bir şey
Ne içimizi dolduran bu sıcaklık!


Ali Püsküllüoğlu

Öldürenler De Ölür

Dün gece seyrim içinde
Öldürenler de ölür
Şu dünyada kötülüklerden gayrı
Ne kalır

Böyle demiş ozanlar
Öldürenler de ölür
Kurtlar kuşlar düşman değil insana
Arılardan dost olur

Sokak başları tutulmuş
Öldürenler de ölür
Ankara'nın ortasında
Bu ne martin sesidir

Kar yağar kan üstüne
Öldürenler de ölür
Gencecik gider canlar
Ahları yerde mi kalır?


Ali Püsküllüoğlu

İstanbul

Şimdi Çemberlitaş'ta bir ev
Miniminnacık öyle durur
Penceresinde küçük bir kız
Saadeti yüzünden okunur.

Ötede kalabalık cadde
Durmuş insanlar bakınır
Ne derseniz deyin işte
Herkesin bir derdi vardır.

İnsanı sıkar kalabalık
Hele kızların bir tuhaf gülmesi!
içinizde bir şeyler uyanır
Gariplik yahut sevgi.

Veya Köprü üstünde bir gün
Gider dururken yolunuza
Hiç görmediginiz bir taze
Girivermiş kolunuza.

Diyecegim bir sıcak kadın
Deli divane etmişse yakışanı
İyice anlarsınız ondan sonra
İstanbul'u, yaşamayı, aşkı...


Ali Püsküllüoğlu

Git Yele Söyle

Yelkenleri dolduran yele
Uçurtmayı uçuran yele

Güzel ve tatlı
Kızların saçlarını dagıtan yele

Yagmur getiren
Yapraklardaki yele

Suları kabartan
İnce ve alımlı yele

Ovada yürüyen
Daglarda seken yiğit yele

Bulutları güden
Kuş tüyünden hafif yele

Çiçekler açan
Uzun yolculuklardaki yele

Kafir ve çapkın
Sessizce gülen yele

Güvercinin ve kırlangıcın
Kartalın kanatlarına vuran yele

Sevgiye kanat olan yele...


Ali Püsküllüoğlu

Yaşlanmış Bir Gemici Gibi

Ben bir korsan gemisinde doğup büyüyen
Denizciye benzerim,
Kalbim kavgalara ve fırtınalara alışık;
Tayfalar gibi canım sıkılır karada
Bir hasta gibi eririm.

O dalgalar ki açık denizlerde
Korkunç yolculuklarımda benimle birlikteydi;
Her çığlıkta martılar selamlardı beni
Günlerce yemsiz kalmış martılar.
 
 
Ali Püsküllüoğlu 

Şiir Tanrısına Yakarış

Bağışla unutmuşsam, unuttum 
sanma yine de; 
Yalnız ve kimsesiz 
bir salkımsöğüt bozkırda 
ve solgun suları durgun bir deniz 
gibiyim şimdi; 
saçlarımı dağıtmakta 
şafağın tatlı eli. 

Haydi çöz şu kelepçeyi, bu dağı 
bilirim ben: Pınarlar akar, sessizce; 
tanırım bu ormanı, 
bilirim keçiyollarını her otu, her ağacı, 
her dereyi; 
duyulan, kuş sesleridir; 
bırak da dalıp gideyim sonsuz kıra 
yaşlı ruhum, gövdemle. 

Ya da çöz dilimin bağını 
duysun çığlığımı dünya!
 
 
Ali Püsküllüoğlu 

Günün Herhangi Bir Saati

Bir yıldız, bir karanlık
düştü şavkı suya.
Çok değil burda artık
(ülkem için) gözyaşı
azıcık, birkaç damla.

İşte bir gün daha bitti
çocuğun gözleri doldu.
Kuyunun suyu çekildi,
gidip geliyor (gölgem)
her zaman hiçbir zaman arasında.

Nerde haziranlar nerde temmuzlar
açan her gül?
Bir düş solar
(saati yürür) çünkü,
inceden, acıyla.

Çekilmiş olsam da bir köşeye
gözlerimi yummuyorum
hiçbir şeye,
(hayır, diyorum) hayır
yüz kez, bin kez ve daha.

Yok olmaz, biliyorum
söylenmemiş bir söz bile.
Gün ışığı mı yitecek
gece karanlığı mı (diyorum)
bilinmez ama.

Bir yıldız, bir karanlık
işte bir gün daha bitti,
çok kalmadı sabaha.
Saati yürüyor günün
her zamanla hiçbir zaman arasında.
 
 
Ali Püsküllüoğlu 

Eskidikçe

Güneşi karşılıyoruz mutlu çığlıklarla öperek, 
Dağı, ovayı 
Yüzyılların uykusunu 
Otu, börtü böceği, 
Bir kanat vuruşta uçan kartalı, 
Ağır akan ırmağı, 
Ağzında dünyayı taşıyan leyleği, 
Korkunç bir yalnızlık duyan karacayı. 

Yaşamak süsler eklemektir sonsuz gerçeğe 
Derin bir soluk almak gibi 
Pencereden dışarı bakmak gibi gökyüzüne, 
Bir kırlangıç uçmak gibi 
Kök salmak gibi toprağa; 
Ölümse, açılan bir eski zaman sandığı. 

Zaman diyorsun, bir çingene gibi karşıma çıkıyorsun o zaman, 
O zaman zaman kaçıyor; 
Kim tutabilir şimdiyi dünü eskiyi 
Ölümlerden ölüm beğeni 
Kırk katırı kırk satırı? 

Saçlarında güller, karanfiller, dünyanın en güzel kırları, 
Saçında gelincikler, sabah çiyi ve tarlakuşları 
Çizmeli kedi 
Yedi derya geçen şehzade 
En güzel sırma tel 
Sabahın yedisi ve ıssız göl 
Ve güneşin hiçbir şeyi 
Güvercinlerin çığlığı! 

Yüz çocuk ırmağa koşuyor 
Bin çocuk daha 
Ve yanıyor ayakları kumlarda 
Tozda ve küllerde ve saçında. 
Anılar eskidikçe, insan yaşlandıkça 
Kavağın gölgesi suya düştükçe 
Rüzgârın sesi ve sis, odaya dolar 
Ve dağlar uzakta çok uzakta 
Şimdi, şu sabah gibi güzel oldukça 
Kırıldıkça kırağı. 

Uçuşunu görmek güvercinlerin gökte 
Beni bir çocukluk anısı gibi duygulandırıyor; 
Görmüyor güneşi akşam ezanı köyde. 
Yalnız sular mı uykuya varacak dağlar kayalar mı şimdi? 
İşte çam çıraları da bitti 
Haydi sen de var uykuya: 
Çöksün üstüne gecenin karanlığı!
 
 
Ali Püsküllüoğlu 

Çobanıl

Ey tarlakuşlarının titreşip durduğu masmavi geniş alan, 
Güz geldi mi çiylerle ıslanan kırlar, 
Ey kül renkli ve iyi niyetli gökyüzü! 
Bulutlarını yola çıkar 
Ve kurşuni bir sessizliğe boğ toprağı. 
Yine de 
Ve yalnızca 
İpince 
Bir yolda, uzak bir çavlanın sesiyle gürle. 

Bir adam soruyor bana: Ata binmeyi unutmadın ya? 

Bir dağ doruğu gibiydi, karlı 
Ve çığ salacak, 
Sonsuz, diri fırtınalarla yüklü 
Tepelerde, otların üstünde ilk kar 
Ve sevdiğim şıvgacık fidan, yolun üstünde. 
Güz yeliyle savrulup duruyor 
Ve toprağa 
İyice 
Yaslanıyor, dökülüyor yaprakları, güzle. 

Bir adam soruyor bana: Ata binmeyi unutmadın ya? 

Kim bilebilir, bir tek ağaç bile olmazsa 
O eski, sonsuz ormanı? Sular 
Oluklardan teknelere dökülse de. 
Atlar 
Yeni bir koşu tuttursa da. 
Kim durdurabilir düşleri, ey gece 
Gözler 
Açık olsa da? 

İşte yanıtım: 
Ey tarlakuşlarının titreşip durduğu masmavi geniş alan
 
 
Ali Püsküllüoğlu 

Behçet'e Ağıt

Herkes bir şey söylüyor
Kimi aşk diyor kimi ilkyaz
Böyle yapar insanı,
Ama hiçbiri bilmiyor biraz

Dön kendi kendine
Dön kendi kendine, başım!

Kaç Samanyolu fışkırır düşlerinden
Kim bilir kaç dağ çiçeklenir
Kaç deniz ölür kaç ozan yanar
Bükülür boynun senin, ey şiir!

Kal kendi kendine
Kal kendi kendine, düşüm!

Çavdarların biçildiği tarlalarda
Gece, Ay daha güzeldi
Ve gölgeleri ağaçların
Daha bir uzar giderdi

Ak kendi kendine
Ak kendi kendine, yaşım!
 
 
Ali Püsküllüoğlu 

Aşktır Geride Kalan

İnkâr etmem aşkı
Ağzı bir elma tadı ağzımda

Sevdiği oyuncaklar
En güzeli mızıka

Derken geçer gider birdenbire
Güzelim yaz

Eylülle hüzün
Türkülerde yağmur

Uykusuz geceler ki
Çoktaaan unutulmuştur

Severdi her şeyi
Yollar uzun yürüse

Küçük çakıl taşları, birkaç sümüklüböcek
Bir serçe
 
 
Ali Püsküllüoğlu 

Arkadaş

Arkadaş, iyi bir günü
Sakla kötü günlere
İyi dostu da öyle
Güleç bir yüzü de sakla
Sakla yiğitliği korkaklığı sevgiyi
Kini sakın saklama

Ağaç dik, sula çiçekleri
Çocukları görünce gülsün gözlerinin içi
Üç günlük dünya
De, bağışla herkesi
Söz götüreni, söz getireni
Kalleşi hayını sakın bağışlama

Arkadaş, ezberle ya da yaz bir yana
Otogarlarda, istasyonlarda
Ayrılık sözlerini
Hastanelerde, mapusanelerde
Söylenen türküleri
Ezberle ve sakın unutma
 
 
Ali Püsküllüoğlu 

The Internationale

Arise you workers [starvelings] from yours slumbers!
Arise you prisoners of want!
For reason in revolt now thunders,
And a better age shall dawn
Now away with all your superstitions,
Servile masses arise! arise!
We`ll change forthwith the old conditions
And spurn the dust to win the prize.

Then come comrades rally!
And the last fight let us face.
The Internationale
unites the human race!
Then come comrades rally!
And the last fight let us face.
The Internationale
unites the human race!

No saviours from on high deliver,
No trust we have in prince or peer;
Our own right hand the chains must shiver.
Chains of hatred, greed and fear.
'Ere the thieves will out with their booty
And to all give a happier lot,
Each at his forge must do his duty
And strike the iron while it's hot!

Then come comrades rally!
And the last fight let us face.
The Internationale
unites the human race!
Then come comrades rally!
And the last fight let us face.
The Internationale
unites the human race!

We're tricked by laws and regulations,
Our wicked masters strip us to the bone.
The rich enjoy the wealth of nations,
But the poor can't sell their own.
Long have we in vile bondage languished,
Yet we're equal one and all
No rights but duties for the vanquished
We claim our rights for duties done.

Then come comrades rally!
And the last fight let us face.
The Internationale
unites the human race!
Then come comrades rally!
And the last fight let us face.
The Internationale
unites the human race!

The kings of mines and ships and railways,
Resplendent in their vulgar pride,
Have plied their task to exploit always
Those whose labor they've 'ere decried.
Great the spoil they hold in their coffers,
To be spent on themselves alone;
Someday we'll seize it in spite of scoffers,
And know that we have got our own.

Then come comrades rally!
And the last fight let us face.
The Internationale
unites the human race!
Then come comrades rally!
And the last fight let us face.
The Internationale
unites the human race!

These kings defile us with their powder,
We want no war within the land;
Let soldiers strike for peace call louder,
Lay down arms and join hand in hand.
Should these vile monsters still determine.
Heroes to make us in despite,
They'll know full soon the kind of vemin
Our bullets hit in this lost fight.

Then come comrades rally!
And the last fight let us face.
The Internationale
unites the human race!
Then come comrades rally!
And the last fight let us face.
The Internationale
unites the human race!

We peasants, artisans and others
Enrollees among the sons of toil
Let's claim the earth henceforth for brothers,
Drive the indolent from the soil!
On our flesh too long has fed the raven,
We've too long been the vulture's prey.
But now fare well the spirit craven,
The dawn brings in a brighter day!

Then come comrades rally!
And the last fight let us face.
The Internationale
unites the human race!
Then come comrades rally!
And the last fight let us face.
The Internationale
unites the human race!


Eugéne POTTIER

4 Haziran 2012 Pazartesi

P. L. M. (Marsilya Treni)

Yorgun bir trende gördüm Marsilya'lı denizcileri
İlk defa bavullar fileler torbalar arasında
Balkı sırtı mavi sakal Az bi'şey ürktüm
Denizin eli kulağında Kokusunu taşıyorlar

Kafa tutmakta birinci bahriye cakası bütün
Besbelli kolu sırmalı kaptan olacaklar
Balık sırtı mavi sakal Az bi'şey ürktüm
Denizin eli kulağında Kokusunu taşıyorlar

Limana dönüyor bunlar gemilerine kışlalarına
Çakılıp selâm durmağa önünde afili kaptanların
Balık sırtı mavi sakal Az bi'şey ürktüm
Denizin eli kulağında Kokusunu taşıyorlar

Kimisi şarkı söyler uykusunda kimi dünyayı iplemez
Gördüğüm korsan tayfası mı deniz eşkiyası mı
Balık sırtı mavi sakal Az bi'şey ürktüm
Denizin eli kulağında Kokusunu taşıyorlar

Ortalığı dumana vermişler ki bir ağır tütün
Gözgözü görmez olmuş sağnak mı hortum mu
Balık sırtı mavi sakal Az bi'şey ürktüm
Denizin eli kulağında Kokusunu taşıyorlar

Tepeden tırnağa dövmeli yaşlısı genci
Bunlar mı onları korur uzun yollarını açar
Balık sırtı mavi sakal Az bi'şey ürktüm
Denizin eli kulağında Kokusunu taşıyorlar

Karaya oturmak var mı denizci güçlü olacak
Yüreklilik konusunda en baskını en utangaç
Balık sırtı mavi sakal Az bi'şey ürktüm
Denizin eli kulağında Kokusunu taşıyorlar

Ozan olmasaydım şaşmaz denizci olurdum
Sözcüklerle boğuşmak yerine göğüs verirdim dalgalara
Balık sırtı mavi sakal Az bi'şey ürktüm
Denizin eli kulağında Kokusunu taşıyorlar

Gemide isyan mı çıktı ilk ateş eden benim
Yakışıklı kaptanımın gözünü çıkaran
Balık sırtı mavi sakal Az bi'şey ürktüm
Denizin eli kulağında Kokusunu taşıyorlar

Bu onuncu dörtlüğüm içiniz rahatlasın diye
365 inci karımdan yarın boşanacağım
Balık sırtı mavi sakal Az bi'şey ürktüm
Denizin eli kulağında Kokusunu taşıyorlar

İşte onbirinci dörtlük Alın bu da cabası
Gemiciler aydınlık gelecekler grevlerinize bağlı
Balık sırtı mavi sakal Az bi'şey ürktüm
Denizin eli kulağında Kokusunu taşıyorlar
 
Vitezslav Nezval 

O Gün Gelince

O gün bir gelsin bak, bize artık aç kalmak yok.
Geçeceğiz vitrinlerin, sergilerin önünden, küçülmeden.

Portakalları yığacağım önüne senin, tepeleme,
şarapları yığacağım, etli börekleri, salamları.

Elden geçireceğiz hepsini bir bir, unutalım diye
senin çektiğin acıları, benim gördüğüm işkenceleri.

Sevgili işçi kadın, şapka yapan makine,
artık bu elbiseler kaça diye sorma.

Kumaşı dokudun, elbiseyi diktin ya, giyinmek de hakkın.
Artık kunduracı da yürümeyecek yalnayak karda.

İpekli gömlekler uçuracak bizi rüzgârda kuş gibi.
Lâfta kalacak sanma, taş çatlasa bunlar olacak.

Bir kurtulalım hele tüm asalaklardan,
nasıl seveceğiz birbirimizi, şiirler okuya okuya!

Çekip gidince soyguncular, bir başka dünya kuracağız.
Yaşamak neymiş, yaşamak, sen o zaman gör bak!
 
Vitezslav Nezval 

Kuleler Kenti

Yüz kulesi var Prag'ın
Bütün azizlerin parmaklarından
Yalan yeminlerin parmaklarından
Ateşin ve dolunun parmaklarından
Bir çalgıcının parmaklarından
Sırtüstü yatan kadınların sarhoş eden parmaklarından
Gecenin hesap tahtasında
Yıldızlara dokunan parmaklardan
Akşamın fışkırdığı parmaklardan
Sıkıca kenetlenmiş parmaklardan
Tırnaksız parmaklardan
Bebeklerin parmaklarından çimenlerin
Keskin ağızlı parmaklarından
Mayısta bir mezarın parmaklarından
Dilenci kadınların ve bütün işçi sınıfının parmaklarından
Gökgürültüsünün ve şimşeğin parmaklarından
Güz çiğdemlerinin parmaklarından
Kale'nin ve arp çalan yaşlı kadınların parmaklarından
Altın parmaklardan
Karatavuğun ve fırtınanın ıslık çalan parmaklarından
Limanların ve dans derlerinin parmaklarından
Bir mumyanın parmaklarından
Herculaneum'un son günlerinin ve batan Atlantis'in parmaklarından
Kuşkonmazın parmaklarından
Yüz dört derece sıcak parmaklardan
Donmuş ormanların parmaklarından
Eldivensiz parmaklardan
Bir arının konduğu parmaklardan
Karaçamların parmaklarından
Gecenin orkestrasında bir flütü aldatan parmaklardan
Hilebazların ve iğnedenliklerin parmaklarından
Romatizmanın çarpıttığı parmaklardan
Çileklerin parmaklarından
Yeldeğirmenlerinin ve açan bir leylağın parmaklarından
Dağ pınarlarının parmaklarından bambu parmaklardan
Yoncaların ve eski manastırların parmaklarından
Terzi tebeşiri parmaklardan
Guguk kuşunun ve yılbaşı ağacının parmaklarından
Medyumların parmaklarından
Tembih eden parmaklardan
Uçan bir kuşun fırçaladığı parmaklardan
Kilise çanlarının ve eski güvercinliğin parmaklarından
Engizisyon'un parmaklarından
Rüzgârı anlatmak için ıslatılmış parmaklardan
Mezar kazıcıların parmaklarından
Hırsızların parmaklarından
Geleceği söyleyen Okarina çalan ellerdeki yüzüklerin parmaklarından
Baca temizleyicilerin ve St.Loretto'nun parmaklarından
Rododendroların ve tavuskuşunun başındaki su fıskiyesinin parmaklarından
Günahkâr kadınların parmaklarından
Olgunlaşan arpanın güneş yanığı parmaklarından
Petrin Gözetleme Kulesi'nin parmaklarından
Mercan sabahların parmaklarından
Yukarıyı gösteren parmaklardan
Akşam karanlığının eldiveni üstündeki Tyn Kilisesi'nin ve
yağmurun kesik parmaklarından
Saygısızlık edilen Kutsal Ekmeğin parmaklarından
Esinin parmaklarından
Uzun eklemsiz parmaklardan
Bu şiiri yazdığım parmaklardan
 
Vitezslav Nezval 

Aşık Kadınlar

Coşkunuzdan bir gökkuşağı yapılırdı
güzel yavuklular
Biri beni bırakır bir başkası gelir aynı güzellikte
o da bırakır gider

Senin bana bıraktığını başkalarına veririm ben
Voltava
pırıldar Ey sen kıskanç kadın geçer ve şarkı mırıldanırsın
ve çekip gidersin sonra

Üç renkli fiyonga karşılaştırılabilir aşkla
saçlar ağız gözler
Ölür ayak sesleri avlunun yankılanımında
mavi bir gökyüzünü andıran avluda

Ah başkalarının benden istediklerini
veremiyorum sana
Nice geceler boyu aradığım kadın
gelip kapıyı çalsana

Odamda kara bir bayrak dalgalanıyor mağrur
Yüzlerce yeni gökkuşağı ve yeni renkler
solsun
Sen gel baştan çıkarıcı kadın

Sen benim maça kızım Ey benim güzel kadınım
Ey Maria
Dinle piyanomun sesini senin içindir çaldığı
arya

Fiyongada yalnız bir tek kara kurdela kaldı
bir bez parçası işte
Sen de gittin ötekiler gibi tıpkı
Gittiler hepsi de
 
Vitezslav Nezval