Şiir, Sadece: 2014-10-12

18 Ekim 2014 Cumartesi

Çalınmış Dal

Geceleri dalarız
çalmak için
çiçeklenen bir dalı.

Duvarı aşarız
karanlığında yabancı bahçenin,
gölgedeki iki gölge.

Hâlâ bitmemiş kış,
ve belirir elma ağacı,
birden dönüşür
rayihalı yıldızlardan bir şelaleye.

Geceleri dalarız
titreyen gök kubbesine ağacın,
ve küçük ellerinle ellerim
çalmak ister yıldızları.

Ve gizlilikte,
evimizde,
gece karanlıkta,
adımlarınla
gelir kokunun sessiz adımları
ve yıldızlı ayakların
ilkbaharın ışıklı bedeni.


Pablo Neruda
Kaptanın Dizeleri

Çiçeğin Çiçeğe Sunduğu Yüksek Tomurcuk

Çiçeğin çiçeğe sunduğu yüksek tomurcuk
ve kaya besliyor elmas ve kumdan uysal giyitini
içindeki yayılmış bitkilerini,
yolarcasına denizin cüretkâr kaynaklarından
buruşturuyor insan ışıklı taçyaprağını
ve delik deşik ediyor titreyen metali elleriyle.
Ve yakındır uzanması ruhun sürü halinde
kaybolan masanın üzerine
giysilerin ve dumanın arkasında
çokluğu kadar tuhaf bir karışımın:
kuvars ve gece-uyanığı ya da okyanusun gözyaşları
ve soğuk gölcükler gibi: ne ki yine de
öldürür insanı o, acı verir belgeleri
ve nefretiyle,
gündelik alışkanlığın altında boğar, yüzer derisini
çelik tellerin düşman giysileri arasında.

Olmaz: kim korur et-kızılı gelincik gibi
kendi kanını hançersiz
geçitlerde, havada, denizde ya da yollarda?
öfke boşalttı insan tacirlerinin
süssüz eşyasını,
ama bıraktı çiy'den berrak mektubunu
erik ağacının yüksek tepesinde bin yıllardaki gibi
tam da o dalda sanki beklenir gibi, ey yürek,
ey sonbahar boşlukları arasında
alnı ezilmiş:
Kaç kez bir kentte kışın caddelerinde ya da
otobüste, alacakaranlıkta bir kayıkta ya da
en yoğun yalnızlıkta, bayram gecesinin, gölgelerin
ve zillerin sesine, hatta bu insancıl zevkin
mağarasında,
dur durak bilmeyip arayacağım hep,
bir kez taşta ve yıldırımda dokunduğum
sonsuz gizemli damarları,
çözen öpücük gibi.

(Nedir ordaki, sıkıştırılmış küçük göğüsleri
anlatan
sarı bir öykü gibi,
bir sayı yineler durur mısırda,
bitimsiz bir şefkat gibi filizlenen tabakada
ve sanki her zaman kendine özgü, çatlar beyaz fildişinde,
ve sudaymış gibi, O berrak doğum yeridir,
çan sesidir O,
yalıtılmış kardan ta kanlı dalgalara kadar.)

Yalnızca bir demet yüzü ya da boş altından
yüzükler gibi tepetaklak maskeleri
anlayabildim,
öteye fırlatılmış kaftanlar gibi harap sonbaharın
kızlarını,
dehşete düşmüş halkın titreyişiyle çirkinleşmiş
ağaçları.

Bulamadım ellerime bir dinlence yeri
orada, hapsedilmiş kaynaktaki su gibi çağıltılı
ya da antrasit yahut kristalden yapılı bir kaya gibi katı,
ne açılmış elimin sıcaklığını verebildim
ne de soğukluğunu geriye.
Neydi insan? Küçük dükkanlârla ıslıklar arasındaki
konuşmanın hangi diliminde, hangi metalsi deviniminde
yaşadı o kökü kurutulamaz, geçici olmayan,
hayat?


Pablo Neruda
Alturas de Macchu Picchu
Canto General

17 Ekim 2014 Cuma

Çömlekçi

Benim için belirlenmiş bir kadehin
ya da bir şirinliğin sahibidir bütün bedenin.

Kaldırdığımda elimi yukarı,
karşılaşırım beni aramış olan bir güvercinle
her yerde, sanki onlar
ey sevgilim, yaratmışlar seni balçıktan
bu benim çömlekçi ellerim için.

Dizlerin, memelerin,
belin,
eksiktir bende susamış bir toprağın
yarığındaymış gibi,
oradan bir biçim
çözüldü,
ve birlikte
biriz biz, tek bir ırmak gibi,
tek bir kum tanesi gibi.


Pablo Neruda
Kaptanın Dizeleri

16 Ekim 2014 Perşembe

Çömlekçilik

Kaba güvercin, kilden küpler,
kalçalarında seni yeterince ifade edemeyen
işaretlerden bir üzünç. Halkım benim,
nasıl da sırtındaki ağrılarla,
dayak yemiş ve küçük düşürülmüş, nasıl da
toplamıştın yapraksız bilgeliği?
Siyah mucize, sihirli madde
kaldırıldı ışığa kör parmaklarca,
toprağın en büyük bilmecesinin lisanını bizim için
açtığı yerdeki önemsiz heykel,
öpüşünde toprağın ve derinin birlikte kaynaştığı
Pomaire fincanı,
balçıktan sonsuz biçimler, küplerden ışık,
benim olan elin biçimi,
beni çağıran bir gölgenin adımı,
gizlenmiş düşlerin karşılaşmasısınız sizler,
seramik, unutulmaz güvercin!


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

15 Ekim 2014 Çarşamba

Dağ ve Irmak

Bir dağ var ülkemde,
bir ırmak var ülkemde.

Gel benimle.

Tırmanır gece dağa.
Düşer açlık ırmağa.

Gel benimle.

Kimlerdir acı çeken?
Bilmem, fakat benimdir onlar.

Gel benimle.

Bilmem, fakat çağırırlar beni
ve derler ki bana: “acı çekeriz bizler”.

Gel benimle.

Ve derler ki bana: “Senin halkın,
senin bahtsız halkın,
arasında dağla ırmağın,
tuzla ve acılarla,
dövüşmek istemezler bir başına,
sensin bekledikleri, dostum”.

Oy, sevdiğim sen,
ey küçük, buğdayın
kızıl tanesi,

amansız olacak kavga,
amansız olacak hayat,
fakat geleceksin benimle sen.


Pablo Neruda
Kaptanın Dizeleri
1952

14 Ekim 2014 Salı

Dağların Penceresi Valparaiso

Dağların penceresi! Valparaiso,
taşın ve halk çığlıklarının dövdüğü
kalay!
Saklandığım yerden benimle birlikte bak
teknelerle süslenmiş gri limana,
ayın aydınlattığı kımıltısız suya,
demirin yerinden oynatılamaz dayanaklarına.
Başka bir uzak zamanda
denizin imarlıydı senin, Valparaiso,
gururluluğun narin tekneleriyle,
buğday çağıltılı beşdireklerle,
güherçilenin elçileriyle,
gelinlik okyanustan geldiler sana
ve doldurdular ambarlarını.
Denizcil gününün yüce uskunaları,
ticaretin haçlı askeri, okyanus gecesiyle
dolmuş sancaklar,
abanoz ve fildişlerinin yumuşak
ışığıyla yüklü, kahve kokularıyla ve
başka ayların altındaki gecelerle
geldi onlar, Valparaiso, senin tehlikeli barışına
ve bürüdüler seni mis kokuya.
'Potosi' gemisi titredi nitratlarıyla
açıldığında denize, balığa ve ok'a,
mavi kabarcığa, seçilmiş balinaya
dünyadaki başka kara limanlara.
Bütün bu Güney'in gecesi katlanmış
yelkenlerin üstünde, kadırganın ağgözündeki
dik meme uçlarının üstünde,
ulaşır teknenin Hanım'ı üstünden
bu dengelenmiş pruvaların yüzlerine,
bütün Valparaiso gecesinde,
dünyanın Antartik gecesinde, indi düze.


Pablo Neruda
Sığınmacı (El fugitivo)
Canto General

13 Ekim 2014 Pazartesi

Daha Fazla Ana

Daha fazla anam geldi
ayağında takunyalarıyla. Gece
kutuptan esti rüzgâr, kırıldı
çatının kiremitleri, yıkıldı
duvarlar ve köprüler.
Bütün gece boyunca uludu gecenin pumaları,
ve şimdi, buz gibi güneşin
sabahında, geliyor
benim daha fazla anam
Trinidad Marverde,
fırtınalı taşranın
güneş kararsızlığı gibi uysalca,
nerdeyse sönmüş ışığıyla narin bir lamba,
aydınlatıyor
diğerlerine göstermek için yolu.

Sevgili daha fazla anam,
- hiçbir zaman dilim varmadı
sana üvey ana demeye -
bu anda
seni tanımlamak için titriyor ağzım,
çünkü yoksul kasvetli giysilerdeki
iyiliği görmeyi
handiyse anlamaya başlamıştım,
o yararlı kutsallığı:
suyun ve unun iyiliğini,
işte sen buydun işte. Hayat seni ekmek yaptı,
ve onunla beslendik bizler,
uzun ve yalnız kışta
damlarken yağmur suları
evin içine,
hazırdın sen
her zaman
alçakgönüllüce
elekten geçirmeye
yoksulluğun
acı tahıl tanesini
elmaslardan bir ırmağı
bölüştürüyormuşsun gibi.

Oy ana, nasıl
anımsamam ki seni
hayatımın her dakikasında?
Mümkün değil. Taşıyorum
Marverde’ni kanımda,
bölüşülmüş ekmeğin
soyadını,
bir un çuvalından
çocukluk giysimi biçimlemiş
o yumuşak eller,
yemek pişirdi, ütü yaptı, çamaşır yıkadı,
ekin ekti, ateşi düşürdü,
ve her şey yapıldığında
ve en sonunda
kendi ayaklarımın üstünde sağlamca durduğumda,
gitti, tamamlamış olarak, esmer,
küçük tabutunda
en sonunda yapacak işi kalmadan
Temuco’nun sert yağmuru altında.


Pablo Neruda
Memorial de la Isla Negra
1964